Değerli Okuyucular:

Bugünkü yazımı, iki ana başlık altında toplamak istiyorum:

Geçmişte, “Kürtçe” nedir, ne değildir konusunda bir kitap yayımladım. Zaman zaman “Kürtçe” kavramının yanlış kullanımıyla ilgili köşe yazılarını kaleme aldım. Ancak görüyorum ki özellikle sosyal medyanın gelişip dallanmasıyla, ne yazık ki bu kavram, içinden çıkılmaz bir halde karmakarışık bir anlama doğru yol almaktadır. Bu konuyu tekrar okuyucularımın dikkatine sunmak istedim.

***

Diğer yandan, maalesef sevgili Iğdır’ımızda Türkçü-Turancı ve Kürt düşmanı Azeri Lobisi, yanlarına Mülki İdarenin gücünü de alarak ırkçılık sendromunu had safhaya çıkarmış bulunmaktadırlar. Cumhuriyet tarihi boyunca defalarca ırkçılık ve siyasi çatışma sınavından geçmiş Iğdır’ımızın bağrına derin bir hançer darbesi indirilmektedir.

BAĞIMSIZ KÜRT DİLLERİ

Kürt sosyal, görsel ve yazılı medyasını yakinen takip ediyorum. Bunun yanı sıra söyleşi programlarını da merakla izliyorum. Gördüğüm ve tanık olduğum bir durum beni derinden üzmektedir: Kürtler, kendi dillerinin bilincinde değiller. Her şeyi birbirine karıştırıyor, anlamsız tanımlar içinde boğulup kalıyorlar. Karşılaştığım vahim durumları sizlere tek tek aktarmam mümkün değil. Bunlardan sadece birini ele alarak örneklersem belki meramımı daha iyi özetlemiş olacağım.

RÛDAW (Olay) gazetesi şu an yayın yapan en ciddi Kürt gazetesidir. RÛDAW gazetesini ele alarak Kürtlerin dil konusunda içine düştükleri gülünç durumu özetlemek isterim:

RÛDAW gazetesinin üst başlığında şöyle bir ifade var:

Gazete okuyucularına beş dilde hizmet vermektedir. Soldan sağa doğru okunduğunda bu diller şöyledir:

  • كردي (Kurdî):        Kürtçe
  • Kurdî:                   Kürtçe
  • English:                İngilizce
  • Türkçe                  Türkçe
  • عربي (Erabiyun): Arapça

English, Türkçe ve Arapça ifadelerini bir kenara bırakıyorum. Bu durumda önümüzde iki seçenek var:

  • Kurdî:                     Kürtçe
  • كردي (Kurdî):        Kürtçe

Eğer okuyucu “Kurdî” kelimesini tıklarsa karşısına Latince harflerle Kurmançça çıkmaktadır. Yok eğer, “كردي” kelimesini tıklarsa Arap harfleriyle Soranca gelmektedir. Gazete hem Kurmanççaya hem de Sorancaya “Kurdî” demekle büyük bir hata işlemektedir. Ayrıca şu da unutulmamalıdır ki Kurmançça da Arap harfleriyle yazılabilmektedir. RÛDAW, öyle bir anlam veriyor ki eğer Latin alfabesi kullanılmışsa o yazı Kurmanççadır; yok eğer Arap alfabesi kullanılmışsa o yazı Sorancadır. Ancak biliyoruz ki Irak Kürdistan’ında Arap harfleriyle yazılmış çok ciddi bir Kurmançça yazı geleneği vardır.

“RÛDAW” kelimesi Kurmançça değildir. Bir Kurmanç, RÛDAW kelimesinin anlamını bilemez. RÛDAW, Soranca “Olay” anlamına gelmektedir. Kurmançça bu kelimenin karşılığı “BÛYER”dir.

Okuyucularıma, RÛDAW’ın içine düştüğü vahim durumu aktarabilmek için aşağıdaki linki tıklamalarını isteyeceğim:

https://www.rudaw.net/kurmanci/culture/03112023-amp

3 Kasım’da yayımlanmış olan bu yazının daha ilk cümlesinde RÛDAW, çelişkili bir bilgi aktarımı yapmaktadır. İfade şöyledir:

“Çar pirtûkên nivîskar û civaknasê navdar Îsmaîl Beşîkçî ku ji aliyê çar wergêrên Kurd ve ji Tirkî ji bo Kurdiya Soranî (Kurmanciya Jêr) hatin wergerandin.”

Kurmançça bilmeyen okuyucularıma bu cümleyi çevirmek isterim:

“Ünlü yazar ve sosyolog İsmail Beşikçi’nin dört kitabı, dört Kürt çevirmen tarafından Türkçeden Soranca Kürtçesine (Aşağı Kurmançça) çevrildi.”

RÛDAW, Kurmançça ve Soranca dillerini “Yukarı Kurmançça-Aşağı Kurmançça” olarak ikiye ayırıyor. Daha sonra İsmail Beşikçi Hocanın dört kitabının Türkçeden Sorancaya çevrildiğini belirtiyor.

Eğer bir kitap bir dilden başka bir dile çevriliyorsa o dil LEHÇE / DİYALEKT (ZARAVA) olamaz. Bağımsız bir dildir.

Varsayalım ki RÛDAW, “Kurdî” kelimesini hem Soranca hem Kurmançça için kullanıyor. Sorum şu olacak: RÛDAW; Zazaca, Goranca, Kelhurca ve Lurca dilleri için hangi ifadeyi kullanmaktadır?

***

Aşağıdaki şemada “Bağımsız Dil” statüsündeki altı Kürt dilinin şematik gösterimini veriyorum. Üzülerek söylüyorum, birçok Kürt aydını, Kürt Enstitüsü, Kürt medyası vb şahıs ve kurumlar hâlâ “Kurmançça, Soranca, Zazaca vb” dillerini “Kürtçenin bir lehçesi” olarak tanımlıyorlar.

    Bağımsız Kürt Dilleri Şeması

Şu soruyu sormak istiyorum: Varsayalım ki Kurmançça, Soranca, Zazaca gibi diller, “Kürtçe” denilen bir üst dilin alt lehçeleri olsunlar. Acaba, “Kürtçe” diye isimlendirilen bu dille hangi dil kastediliyor? Hangi dil, Kürtçedir?

Yukarıdaki şemada gösterilen bağımsız Kürt dillerden başka bir “Kürtçe” dili var mıdır?

“Kürtçe diye bir dil yoktur,” diye yazdığımda tepkiler çok oldu. Hâlâ söylüyorum: “Kürtçe” diye tek bir dil yoktur ama Bağımsız Kürt Dilleri vardır. Bu bağımsız diller arasında gramer, morfolojik, fonetik anlamda ciddi farklılıklar olduğu bir gerçektir.

Elbette lehçeler vardır. Örneğin, Serhedi, Behdinani gibi bilinen şive veya ağızlar Kurmançça Bağımsız Dilinin alt lehçeleridir. Aynı şekilde Erdelanî, Silêmanî, Mukiryanî, Germiyanî şiveleri de Soranca Bağımsız Dilinin lehçeleridir. Orta Anadolu Kürtlerinde yoğun olarak konuşulan Şeyhbızın şivesi Kelhurcenin;  Bahtiyari, Mamasani şiveleri de Lurcanın birer lehçeleridirler.

Diğer ciddi bir sorun da Kurmançça ve Soranca gibi kelimelerin Türkçe yazılışında ortaya çıkan hatalardır.

Türkçe: “Ben Kurmançça biliyorum.”

Kurmançça: “Ez Kurmancî dizanim.”

Bu iki cümleyi birleştiren birçok Kürt yazar, Türkçe yazarken, “Kurmançça” kelimesi yerine “Kurmanci” yazarlar. Bu hatadır! Aynı şekilde “Soranca” yerine de “Soranice” yazmayı tercih ediyorlar. Bu da bir hatadır! “Goranca” yerine “Goranice” yazılması da hatadır.

Örnekler:

“Ben bir Alman’ım. Almanca konuşurum.”

“Ben bir Fransız’ım. Fransızca konuşurum”

“Ben bir Türk’üm. Türkçe konuşurum.”

“Ben bir Kürd’üm. Kürtçe konuşurum.” (Dikkat: Ses uyumu nedeniyle T harfi D oldu)

“Ben bir Zaza’yım. Zazaca konuşurum.”

“Ben bir Kurmanc’ım. Kurmançça konuşurum.” (Ses uyumu nedeniyle “ç” harfi “c” olur)

“Ben bir Soran’ım. Soranca konuşurum.” (Yanlış: Ben bir Sorani’yim)

“Ben bir Goran’ım. Goranca konuşurum” (Yanlış: Ben bir Gorani’yim)

“Ben bir Lur’um. Lurca konuşurum.”

Diğer büyük bir hata da “Kürt” yerine “Kürd veya Kurd” yazılmasıdır. Örneğin, “Kürtlerin geleceği” yazılmak istendiğinde “Kürdlerin geleceği veya Kurdlerin geleceği” gibi cümleler yazılarak Türkçe ses uyumuna aykırı durumlar ortaya çıkmaktadır. Eğer “D” harfiyle Kürt kimliği ilan edilmek isteniyorsa veya asimilasyona meydan okunmak isteniyorsa bu bir zavallılık ve aşağılık kompleksidir.

Bildiğiniz gibi Türkiye’de seçmeli ders programı uygulamaya kondu. Bu listede “Kurmançça” kelimesi yerine “Kurmancca” yazılıdır. Bu da bir hatadır!  Bu hataları ben değil, Türkçe Fonetik kuralları kabul etmiyor.

Bazı okuyucular da şöyle düşünür: “Kürtleri bölmek için emperyalistler farklı Kürt lehçeleri yarattılar.”

Bu iddia da tamamen geçersizdir. 11. yüzyıl şairi Ali Hariri, “Divan” isimli kitabını Kurmançça yazdı. Ahmed Hani (Ehmedê Xanî) 16. yüzyılda kitaplarını Kurmançça kaleme aldı; hatta Nûbihara Biçûkan isimli kitabını “ji bo zarokên Kurmanca” yani “Kurmanç çocukları için” yazarak çocuklara ithaf etti. Ünlü Sovyet Kürt yazarı Ereb Şemo’nun (Erebê Şemo) kaleme aldığı ilk Kürt romanının adı “Şivanê Kurmanca” dır. Emperyalist komplo teorilerini lütfen unutunuz!

Sonuç olarak şunu ifade etmek istiyorum: “Kürtçe” diye genel bir dil yoktur, Bağımsız Kürt dilleri vardır. Her bağımsız dil kendi ismiyle yazılmalı ve anılmalıdır.

 IĞDIR’DA IRKÇILIK VE ŞIH HÜSEYİN BALAMİR’İN TOKADI

Zavallı Iğdır! Aradan yıllar geçse de aynı senaryoyu tekrar tekrar yaşamaktadır. Anlaşılan bu makus talihini kırmak için aradan daha çok zamanın geçmesi gerekmektedir.

Iğdır’da şimdilerde olup bitenlere göz atınca hafızam beni 1952 yılında meydana gelen ilginç ve ibretlik bir olaya götürdü. Bunu aktarmadan önce kısa bir açıklama yapmak ihtiyacı doğmaktadır:

14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidara gelir. Bakü doğumlu Samet Ağaoğlu (Türkçülük düşüncesinin önemli kuramcılarından Ahmet Ağaoğlu’nun oğlu), Adnan Menderes’in Başbakanlığında kurulan kabinede önce Çalışma Bakanı, 10 Kasım 1952’de de İşletmeler Bakanı olarak görev yapar. Samet Ağaoğlu, 1950-54 yılları arasında aynı zamanda Başbakan Yardımcılığı görevini de üstlenir.

O yıllar Iğdır, Kars’a bağlı bir ilçedir. 1950 seçimlerinde CHP, Kars’taki tüm milletvekilliklerini kazanır (o yıllar çoğunluk sistemi uygulandığından bir ilde en fazla oyu alan parti bütün milletvekilliklerini kazanmış sayılırdı). Seçimi kazanan on CHP milletvekili içinde Samet Ağaoğlu’nun kız kardeşi Tezer Taşkıran, Abbas Çetin, Latif Aküzüm, Veyis Koçulu da vardır.

Çok geçmeden Samet Ağaoğlu’nun etrafında Türkçü-Turancı bir lobi oluşur. Biliyorsunuz gelenektendir: “Türkçü-Turancı” demek Kürt düşmanlığıyla aynı anlama gelmektedir.

Abbas Çetin, Latif Aküzüm ve Veyis Koçulu, CHP’de istifa edip DP’ye geçerler (1951). Böylece Iğdır’ımızda zümrecilik ve ırkçılık da hız kazanır. Özellikle 1954 seçimlerinde Iğdır’ın sevilen ve saygı duyulan şahsiyeti Abdürrezzak Güneş’in DP Kars yönetimini ele geçiren Azeri Lobisi tarafından veto edilmesiyle Iğdır ilk ciddi etnik çatışmasıyla yüzleşir. Sonraki yıllar Kürt kökenli Sırrı Atalay ile Azeri kökenli Abbas Çetin arasında yaşanan çekişme, maalesef Iğdır’daki etnik gerginliği daha da derinleştirecektir.

DP iktidarda olduğundan Türkçü-Turancı Azeri Lobisi hızla güç kazanır. Bürokraside önemli görevleri ele geçirirler. Ne de olsa arkalarında Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu’nun açık desteği vardır. Türkçü-Turancı Azeri Lobi, Iğdır’daki güçlerini daha da pekiştirmek için bilinçli bir seçimle Sinop Ayancık Kaymakamı Hakkı Albayrakoğlu’nu 1951’de Iğdır’a Kaymakam olarak atarlar. Kürt düşmanı bir önyargıyla Iğdır’a gelen Hakkı Albayrakoğlu’na verilen misyon nettir: Azeri Lobisinin isteklerini yerine getirmek, gücü yeterse Hüsnü Bingöl’ü etkisizleştirmek ve Kürt düşmanı bir siyaset izlemek. Hakkı Albayrakoğlu kendisine addedilen bu misyonu başarıyla yerine getirir, Türkçü-Turancı Azeri Lobisinin çıkarlarını canhıraşça savunur.

O yıllar Iğdır ilçe merkezinde bir avuç Kürt vardır. Hakkı Albayrakoğlu, onları hedef tahtasına oturtur. Ağrı Dağı İsyanı nedeniyle köyleri 1930’da boşaltılan Kürtler, İskân Kanununun 1950’de çıkmasına rağmen Kaymakamın engellemesi nedeniyle köylerine dönememektedirler. Bu konuyu gündeme taşıyan DİL Gazetesi sahibi Mecit Hun’la Kaymakam defalarca mahkemelik olurlar.

İşte böyle bir zamanda, Kürt eşrafının önde gelen isimlerinden, açık sözlü, mert ve bir o kadar da verilen sözü önemseyen Şıh Hüseyin Balamir, Alikamer köyündeki arazileri için su sıkıntısı çekmektedir. Sorununa çözüm bulması için defalarca Kaymakamlığa müracaat eder, her seferinde Kaymakam, “Elbette! Pek yakında!” diyerek Şıh Hüseyin Balamir’i bir anlamda başından savar.

Iğdır’ın sevilen şahsiyeti, merhum Şıh Hüseyin Balamir

Susuzluktan ekini ve tarlası kuruyan Şıh Hüseyin Balamir, verdiği sözü yerine getirmeyen Kaymakamla artık hesaplaşmak zamanının geldiğine kanaat getirir. Sert adımlarla Kaymakamlığa doğru yürürken, Kaymakamı ilçe merkezinde bir arabada görür. Arabayı durdurup Kaymakamı yaka paça dışarı çıkarır, “Hani verdiğin söz? Ekinim yandı!” der, ardından Kaymakamın suratına birkaç sert tokat indirir.

Ahali toplanır, Kaymakamı, Şıh Hüseyin Balamir’in elinden zorlukla kurtarırlar. Şıh Hüseyin Balamir, bu olaydan dolayı cezaevine konur.

DİL gazetesi sahibi Mecit Hun, 1 Eylül 1952 tarihli sayıda haberi şöyle verir:

“ŞEYH HÜSEYİNE SU VERİLDİ”

İki gün evvel Hüseyin Balamir’e kaymakamlıktan yapılan bir tebligata göre, hapsedilmeden birkaç gün evvel Hafız’ın dükkânı önünde yaptığı su talebi makamca incelenmiş ve pamuklarıyla buğday tarlasının susuz oluğu neticesine varıldığından kendisine ilkbahara kadar istediği kanaldan ekinlerini sulama müsaadesi verilmiştir.

***

Haberden de anlaşıldığı gibi Şıh Hüseyin Balamir’in tokadı etkili olmuştur. İroni şurada ki bu olaydan hemen sonra kendisine su verilir ama üç ay hapis yatmaktan kurtulamaz.

Şıh (Şêx) Hüseyin Balamir Kimdir?

Şıh Hüseyin Balamir, 1321 (1905) doğumludur. Önce Kürt kökenli Hatun Hanımla evlilik yapar. Sonraki yıllar Azeri kökenli Sonabeyim Hanım’la evlenir.

Şıh Hüseyin Balamir, Alikamer köyünde (bugün mahalle) geniş topraklara sahipti. Ağırlıklı olarak pamuk ve buğday ekimi yapıyordu.

Şıh Hüseyin Balamir’in kişiliğini ve şahsiyetini en iyi dostları ve yakınları tarif etmektedirler:

Mehmet Balamir: “Şeyh ailesi içinde unutulmaz bir sima da Şeyh Hüseyin Balamir amcamdı. Kişiliği, konuşması ve açık sözlülüğüyle ayrı bir yere sahipti. Gençlerin iyi eğitimli ve topluma layık insanlar olması için elinden geleni yapar, davranışlarımızı gözetime alır, hatta bu tutkusunu öylesine ileri götürürdü ki biz gençler nefes alamazdık desem yeri olur.”

Aziz Güney: “Şıh Hüseyin Balamir, Iğdır’ın en çok sevilen insanlarından birisiydi. Kendisini çok severdim. Cesurdu. Sözünün eriydi. Dobra dobra konuşurdu. Fevkalade bir partiliydi. CHP’ni ayakta tutanların başında gelirdi. Aynı zamanda çok iyi bir Kürt milliyetçisiydi. Çocuklarının adlarını Ağrı Dağı isyanı liderlerinden İhsan Nuri Paşa ve Veteriner Sadi’ye atfen koymuştu.

Şıh Hüseyin, yüreğinin temizliği ve arkadaşlarına olan bağlılığıyla hep hatıramızda yaşayacaktır.”

Damadı Nusret Yazar: “Iğdır’da kişilikleri ve davranışlarıyla çok az insan benim özel sevgimi ve ilgimi celp etmiştir. Bunlardan birisi çok sevdiğim kayınpederim Şıh Hüseyin Balamir’dir. Mükemmel bir insan karakterine sahipti. Aşiret lideri olduğu halde Azeri-Kürt ayrımı yapmaz, fakiri korur, herkesin yardımına koşardı. Kapısı her türden insana ve her türden yardım talebine her zaman açıktı. Beni oğlu gibi sevip büyüttüğü için onu rahmetle anıyorum.  1991 yılında vefat haberini duyunca üzüntüm çok büyük olmuştu. Onu göremeyeceğim diye Iğdır’a gitmez oldum.”

Şıh Hüseyin Bey 23 Mart 1991 tarihinde 86 yaşında Hakkın rahmetine kavuştu.

 Kaymakam Hakkı Albayrakoğlu Kimdir?

1921 Erzincan Kemaliye (Eğin) doğumlu Hakkı Albayrakoğlu, Sinop Ayancık’ta Kaymakam olarak görev yaparken tayini Iğdır’a çıkar (1951). Iğdır’da üç yıl Kaymakamlık yaptıktan sonra Ankara Emniyet 1. Şube Müdürlüğü ve İskenderun Kaymakamlığı görevlerini üstlenir. 1960 tarihinde Tokat Valisi olur. Daha sonra Aydın ve Hatay Valisi olarak da görev yapar. 1968’de Tokat’tan bağımsız belediye başkanı seçilir.

 SONUÇ

Bugün Iğdır’da 1950’li yıllara benzer bir durum yaşanmaktadır.  Bu anlamda Türkçü-Turancı ve Kürt düşmanı Azeri Lobisi “İkinci Altın Çağını” yaşıyor. Bu Lobi, parasıyla, partizanlığıyla, sosyal medya ağıyla iş başında… Mülki idareden aldığı destekle bütün kaleleri fethetmek yarışında…

Bildiğiniz gibi FETÖ üyelerinin en büyük taktiği “renklendirme” yöntemiyle partilere ve legal cemaatlere sızmak, gerektiğinde Türkçü-Turancı ideolojilerin arkasına saklanarak kendilerini kamufle etmektir.

FETÖ’cü yöntemle ve etkili bir kamuflaj yeteneğiyle Türkçü-Turancı Irkçı Azeri Lobisi yönlendiriliyor, böylece masum Iğdır’ımız yeni bir FETÖ’cü hamleye şahit oluyor. Geçmişte bunu mezhep olayı üzerinden denediler. Dönemin Valisi ve şu an hapiste olan şahıs, İl Müftüsüne bir “rapor” hazırlatarak Şii-Sünni kesimleri birbirine kışkırtıp devletimizi zor durumda bırakmıştı. Şimdilerde de benzer taktikle FETÖ’cü hamleden destek alan üç-dört malum ırkçı Iğdırlı, kafa kafaya verip siyasi bir kamplaşmayla toplumu bölmek istiyorlar. Özel-Irkçı Lobi,  260 kişilik bir liste hazırlıyor, sonra da bir gecede, hokus pokus yaparak, oldu bittiye getirerek, Iğdırlı gençlerin umutları ve onurlarıyla oynayarak, kendi tercihleri olan 260 kişiyi Belediye’de işe alıyorlar. Yasalara uysun diye de iş ilanını cuma günü öğleden sonra birkaç saat belediyenin web sayfasında açık tutup, cumartesi günü de “mülakat yapıldı, oldu bitti maşallah” denilerek süreç tamamlanıyor. Bu durum, Iğdır’ın sosyal barışına saplanmış bir bıçak, açık bir ihanettir.

Halkın iradesiyle Belediye Başkanı seçilen Yaşar Akkuş, Erzurum cezaevinde ömür tüketirken, Kayyum sıfatıyla görevi devralanalar açgözlü bir şekilde, ellerindeki gücü bir “ganimete” dönüştürmek için zamanla yarışıyorlar.

Ne diyelim! Afiyet olsun hanımlar, beyler! Ancak fazla heveslenmeyin: Elbet bugünler de gelip geçer; gün olur devran döner.

İşte böyle zamanlarda elimde olmadan, “Nerede Şıh Hüseyin Amcanın tokadı,” diyerek iç geçiririm.

Şıh Hüseyin Balamir Amcayı rahmetle anıyorum.

 

ANEKDOTLAR… ANEKDOTLAR… ANEKDOTLAR…

 

APİS BOĞASI

Hamit Hun, kahvehanede oturmuş çayını yudumlamaktadır. Bir akrabası gelip masasın oturur. Üzgün bir hali vardır. Üzgün ne demek, ağlayacak gibidir. Hamit Hun, meraklanır, sorar:

“Ne oldu? Niçin üzgünsün?”

“Nasıl üzgün olmayayım Hamit Bey! Siyah renkte bir boğam vardı. Boynuzları ay gibiydi. Alnın ortasında yıldıza benzer bir beyazlık vardı. Böyle güzel bir boğa daha görmedim! Otun en iyisini ona veriyor, rahatı yerinde olsun diye elimden geleni yapıyordum. Onu düşünerek yatıyor onu düşünerek kalkıyordum. Geçenlerde, aramızda yıllardır düşmanlık olan Mısto, ahıra girip boğamı öldürdü. Üzüntüden günlerdir perperişan bir haldeyim. Ben yapyalnız birisiyim, ama Mısto’nun ailesi kalabalık. On erkek kardeşler. Onlarla baş etmem mümkün değil. Boğamın intikamını alamadığım için daha da üzülüyorum.”

Eski Mısır’da tapılan Apis Boğası

Hamit Hun, üzüntülü akrabasını dikkatlice dinler, teselli eder.

“Sana bir olay anlatayım: Bir zamanlar Eski Mısır’da halk, din adamları ve krallar, “apis” isimli bir boğaya taparlarmış. Apis de senin boğa gibi siyah renkteymiş. Alnın ortasında yıldız şeklinde bir beyazlık, sırtında kartalı andıran bir damga, dilinin altında da mısır böceğine benzer garip bir şekil varmış. Kuyruğu da çift tüylüymüş. Nefesi hastaları iyileştiriyor, hatta boğaya dokunanlar cennete gideceklerine inanıyorlarmış. Bir gün, İran Kralı Büyük Kiros’un oğlu Kambises, Mısır’ı işgal eder. İlk işi, Mısırlıların değer verdiği ve taptığı Apis boğasını kendi eliyle öldürmek olur. Din adamları, bunun uğursuzluk olduğunu, Tanrı’nın kendisini cezalandıracağını söylerler, ama Kambises bütün bunlara gülüp geçer. Çok geçmeden Kambises’de delilik belirtileri başlar. Kardeşlerini tek tek öldürtür. Sonunda kendisi de delirerek intihar eder.”

Hamit Hun’u dikkatle dinleyen akrabası şaşkın bir şekilde sorar:

“Hamit Bey, Mısto’nun başına da aynı felaket gelir mi?”

“Elbette! O da delirecek o da kardeşlerini tek tek öldürecek, sonra da intihar edecek.”

Akrabasının gözleri ışıldar, elini sertçe dizine vurur:

“Ah Hamit Bey! Bilseydim böyle olduğunu, keşke boğamı daha önce öldürselerdi.”

ERİMİN GÖRUNA (Kocamın mezarına..)

“Erimin göruna..” diye başlayan bir yemin, ciddi bir yemindir. Kısaca şu anlama gelir: Hayatta olan çok sevdiğim kocam ölsün, mezara girsin ki söylediklerim doğrudur.

Hamit Hun’un, etrafı kavak ağaçlarıyla çevrili büyük bir kayısı bahçesi vardır.

Birgün, sabah namazına kalktığında komşunun keçilerinin bahçesine girdiğini, kayısı ağaçlarına zarar verdiğini görür. Çarşıya giderken komşu kadını uyarır. Ancak kadın inkâr etmekle kalmaz, yemin eder:

“Erimin göruna and olsun ki doğru değil!”

Hamit Hun, başka bir gün sabah namazına kalktığında bu kez komşu çocuklarının kayısı ağaçlarına çıkıp kayısı hırsızlığı yaptığını görür. Çarşıya giderken komşu kadını uyarır: Ancak kadın inkâr etmekle kalmaz, yemin eder:

“Erimin göruna and olsun ki doğru değil!”

Hamit Hun, başka bir gün yine sabah namazına kalktığında komşu çocuklarının bu kez kavak ağaçlarının dallarını budayıp deste halinde götürdüklerini görür. Çarşıya giderken komşu kadını uyarır: Ancak kadın inkâr etmekle kalmaz, üstüne basa basa yemin eder:

“Ay Hamit Bey! Axırıncı (sonuncu) defa deyirem! Menim erimin, senin arvadının göruna and olsun ki doğru değil! ”

Hami Hun, dayanamaz:

“Öz erinin göruna yemin ettiğinde biraz umutluydum. Ama her ikisinin göruna yemin ettiğin için artık biliyorum ne bende saç ne de bahçede ağaç kalacak!”

BORÇ PARA

Hamit Hun

Hamit Hun, Ankara’da yüksek öğrenim gören oğlundan yıldırım telgraf alır. Merakla açar, okur: “Acilen 1000 TL’ye ihtiyacım var. STOP. Oğlun. STOP”

Bir zamanlar telgraf

Hamit Hun’un üzerinde bu kadar para yoktur. Borç para almak umuduyla zengin dostlarını ziyaret eder. Her biri bir bahane uydurur:

“Hamit Bey, dün gelseydin, istediğin kadar borç verebilirdim.”

“Hamit Bey, koyunları sattım, parasını 3 ay sonra alacağım.”

“Hamit Bey, bizim oğlan yarın evleniyor.”

Hamit Hun, umutsuz bir şekilde evin yolunu tutar.

Toprak yolda dalgın dalın yürürken, orta halli bir komşuya rast gelir. Şansını denemek ister:

“Cafer, 1000 TL borç verebilir misin?”

“Hamit Bey, durumumu biliyorsun, üzerimde 50 TL var. O da sana kurban olsun!”

Hamit Hun, parayı almaz, teşekkür eder, yoluna devam eder. Kendi kendine söylenir:

“Allah’ım, zenginlerdeki parayı alıp Cafer gibi yoksullara dağıtsaydın benim de borç para bulmak gibi bir sorunum kalmayacaktı.”

 

“EŞİTMİREM. BERK DANIŞ!”

Bir gün bir Azeri hemşehrisi Hamit Hun’dan borç para alır. Aradan uzun zaman geçer ama borcunu ödemez. Hamit Hun, hemşehrisini görünce elinin sıkışık olduğunu söyleyerek borç parasını geri ister. Hemşehrisi, zorlukla işitiyormuş gibi elini kulağına götürerek konuşur:

“Eşitmirem. Berk danış!” (Duymuyorum! Daha sesli konuş!)

Hamit Hun, sesini yükseltir ama aldığı cevap hep aynıdır:

“Eşitmirem. Berk danış!”

“Eşitmirem. Berk danış!”

Hamit Hun, birkaç tekrardan sonra vazgeçer, umutsuz bir şekilde eve döner. Pirinç ve et almayı unutmuştur. Eşi, hesap sorar gibi seslenir:

“Pirinç ve et aldın mı?”

Hamit Hun, zorlukla işitiyormuş gibi elini kulağına götür, Kürtçe konuşur:

“Nabihîsim, bi dengekî bilind bipeyive!” (Duymuyorum! Daha sesli konuş)

Eşi, sesini yükseltir ama aldığı cevap hep aynıdır:

“Nabihîsim, bi dengekî bilind bipeyive!”

Eşi, birkaç tekrardan sonra vazgeçer. Hamit Hun, kendi kendine söylenir:

“Borç paramı geri alamadım ama en azından zor durumlarda kendimi nasıl kurtaracağımı öğrendim.”

 

KURTARICI “İDİ AMİN”

Kinyas Hun

Kinyas Hun; şık giyim-kuşamı, arkaya taranmış briyantin saçları, pırıl pırıl parlayan rugan ayakkabıları, güneşli ve güneşsiz günlerde eksik etmediği güneş gözlükleri, duruşu ve konuşmasıyla çoğu Iğdırlıda uzaktan gelmiş bir yabancı izlenimi bırakırdı. Hele, kahvehanede masasının üzerine koyduğu, dikkatle okuyup tek tek gözden geçirdiği bir demet gazetesiyle tam bir “yabancı” görünümündeydi.

1976 yılı temmuz ayıydı. Bir gün bir Azeri köylüsü, yabancı olduğunu sandığı Kinyas Hun’un masasına yaklaşır, izin ister, bir iskemle çekip oturur. Gazete manşetleri, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı militanların kaçırdığı, içinde 100’den fazla İsraillinin olduğu uçak kaçırma haberiyle doludur. Militanlar uçağı Uganda’nın başkenti Entebbe’deki havalimanına indirmişlerdir. İnsan eti yediği iddia edilen İdi Amin, Uganda Devlet Başkanıdır.

Beyaz eti iştahla yiyen İdi Amin

Azeri köylü, merakla sorar:

“Ay gardaş! Bu işin sonu nece olacak?”

“Merak etmeyin! İdi Amin, İsraillileri tek tek yiyecek. Kemiklerin iliğini emecek. Sonra da içi boş kemiklerde delik açıp kaval yapacak, zevkle çalıp oynayacak.”

Azeri köylü, heyecanlanır:

“Ay gardaş! Adamın gücü çatacaq, İdi Amin’i getireceksen İdir’e, salacaksan buradaki Kürtlerin arasına…”

Kinyas Hun, gözlüğünü çıkarır, sert bir bakış fırlatır:

“Derhal masamı terk edin! Bir daha gözüme sakın görünmeyin!”

 

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir