Batıda ünlü bir jargon vardır: “İnsanın ilk ve en büyük dalkavuğu kendisidir.”

Sosyologlar hiçbir toplumsal mesleği küçümsemez hor görmezler; onların ne olduğunu ve ne işe yaradığını toplumda hangi işlevi gördüğünü irdelerler. Son kertede sosyoloji, objektif bir bilimidir, yargıda bulunmaz.

Sosyolojik açıdan bakıldığında, hırsızlık ve fahişelikten sonra tarihin en eski mesleği dalkavukluktur, dersek yeridir. Zira taç ve taht sahibi hiçbir Kral, İmparator, Fatih, Kahraman, Serdar yoktur ki mebzul yani bol miktarda dalkavuk ve soytarılar etrafını sarmamış olsun.

Bu konuda birçok yazı, makale ve kaynağa ulaşmak mümkündür. Bizde bu konuda en kapsamlı bilgiyi Tarihçi Reşat Ekrem Koçu vermektedir.

Yazar Ekrem Okutan’ın “Osmanlı’da Dalkavukluk” adlı makalesinden öğrendiğimize göre dalkavukluk, Tanzimat’tan sonra resmi bir hüviyete kavuşan, loncaya kayıtlı, kahyası ve nizamnamesi olan mühim bir meslekti. Tıpkı nalbant, berber, kasap, sayacı (ayakkabı derisi hazırlayan), köşkerlik (ayakkabı diken), kahvehaneci, elekçi, sepetçi, urgancı, kalaycı, tulumbacı vb. gibi esnaf makulesinden biri olarak kabul edilirdi.

Dalkavuk

Tarihçi Reşat Ekrem Koçu, bu taifeyi Tanzimat’ta bir mesleki sınıf olarak tarif ederken, onların bazı özelliklerini şöyle sıralar:

Kendi çıkar ve menfaati için zenginlere veya devlet kapusunda yüksek mevki sahiplerine yardakçılıkta bulunan, uşaktan aşağı ve hatta şerefsiz, haysiyetsiz ve köleden zelil bir tiptir. Bütün insani meziyetlerden ve faziletlerden soyunmuş dalkavuk bugünkü hacıyatmaz gibidir. Efendisinin önünde eğilir, el etek hatta ayak öper, ama her zaman kendi çıkarını gözetir. Yalakalık yaptığı efendisi güç, imkân, kudret ve iktidarını kaybedince de hemen yeni efendilerinin huzuruna çıkar, yerlere kadar zilletle eğilir; bu defa, tüm gücüyle eski efendisinin aleyhine çalışır.

Nasıl, sizlere tanıdık geldi mi bu karakter?

Şimdilerde trol dedikleri bu olsa gerek!

Taht sahibi Krallar, ülkeler zapt etmiş fatihler ve serdarlar hep bunları beslemişlerdir ki başka bir unvanları da “besleme” dir.

“Dalkavuk” adının etimolojisine baktığımızda “dal” ve “kavuk” kelimelerinden müteşekkil Türkçe bir isim olduğunu görürüz. Burada “dal”, çıplak, sırf, sadece anlamındadır, tıpkı erkek jargonunda “çırılçıplak” yerine kullanılan “daltaşak” kelimesinde olduğu gibi. “Kavuk” kelimesi, askerin, esnafın, ulemanın başına sardığı bir çeşit serpuş yani sarıktır. Böyle olunca “Dalkavuk”, başında bu cinsten bir sarığın bulunmadığını belirtme anlamında kullanılır. “Sarıksız, sembolsüz, sade kavuk” anlamına gelecek şekilde “dalkavuk” kelimesi bu sınıfın alameti farikası olarak kullanılmıştır.

Şimdi diyeceksiniz ki bu meslek sadece bizde mi var? Hayır, Doğu-Batı bütün toplumlarda Soytarı, Palyaço vb. gibi farklı isimlerle var olmuştur.

Soytarı 

Ancak, burada ince bir nüansı belirtmeden geçmek olmaz:

Bütün toplumlarda Dalkavuğun ikinci bir versiyonu vardır ki o da bizde “Nedim, Baki, Keloğlan” hatta “Nasrettin Hoca” gibi edebi tiplemelerdir. Bunlar padişahı, güçlüyü, muktediri överken inceden inceye tiye alır, aşağılar, eleştirirler; bununun bedelini bazen hapis, sürgün ve hatta canlarıyla öderler.

Batıdaki Palyaço, soytarı daha çok bu tanıma girer.

Mesela Machiavelli, “Prens/Hükümdar” adlı eserini yazdığı dönemde ünlü Medici Hanedanı II. Lorenzo, iktidardadır. Machiavelli’nin yazdıklarından öfkeye kapıldığı bir anlamda deliye döndüğü rivayet edilir. Yine Shakespeare meşhur “Macbeth” adlı eserini yazdığı dönemde İngiltere Kralı James’in son derece kızıp sinirlendiği anlatılır.

Fakat, ne II. Lorenzo ne de Kral James, bu iki ünlü yazarı mahkemeye verip dava açmamışlardır.

İlhan Selçuk “Dalkavuk ve Soytarı” adlı enfes makalesinde (bu konuda yazılmış en didaktik yazıdır okumanızı tavsiye ederim) Dalkavuğun doğu toplumlarına Soytarının ise batı toplumlarına has olduğunu bizde soytarıya hiç rastlanmadığını vurgular.

Yazımı bir anekdotla bitirmek isterim:

Makedonyalı I. Philip’in, Olimpiya’dan olma oğlu III. Aleksandros (Büyük İskender), Aristoteles’in öğrencisidir. Yaşadığı dönemde Eski dünyanın neredeyse yarısını fethetmiştir hem de bunu 33 yıllık ömründe ve 13 yıllık iktidarında başarmıştır. Daryüs’ü Hatay ilinde Erzin yakınlarında yenerek Pers imparatorluğuna son vermiştir. Kendisiyle başlayıp sona eren Roma İmparatorlarının ‘Tanrı Kral’ dönemini başlatmıştır.

Bu yüzden Kutsal Kitap Kuran’da, peygamber olarak ismi geçen Zülkarneyn’in Büyük İskender olduğu yorumlanmıştır.

Dalkavuklar, Büyük İskender’i Tanrılar tanrısı Zeus’un oğlu olduğuna inandırmışlardı. Büyük İskender, bir savaşta yaralanınca kanının insanlarınki gibi kırmızı aktığını görünce dehşete kapılır. Kendisinin Tanrı olduğuna inandıran dalkavukları çağırıp azarlar: “Hani ben tanrıydım? İşte yaramdan kıpkırmızı insan kanı akıyor”. Oysa Homeros’un destanlarında tanrıların kanı hep mavi akardı.

Kanının kırmızı aktığını görüp şaşıran Büyük İskender

Kıssadan hisse: Siz siz olun trollere inanmayın ve hiçbir lideri Tanrı katına çıkarmayın, sonra madara olursunuz.

Nöbetçi Sosyolog

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir