Değerli Okuyucular:

Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimi 28 Mayıs Pazar günü yapılacaktır. Sonuç ne olursa olsun halkın iradesine saygılı olmayı bir demokrasi kültürü olarak benimsemek zorundayız. Yeni seçilecek Cumhurbaşkanı’mıza şimdiden başarılar diliyorum.

Seçim öncesi, ülke genelinde (hatta yurt dışında) tatsız bir gerginliğin yaşandığını kimse inkâr edemez. Birkaç fıkra ve anekdotla ruhunuzu ve zihninizi rahatlatmak istedim.

“FLORİDA HİLESİ”

Bir gerçeği unutmayalım: Dünyadaki bütün seçimlerde şaibe, hile, hata, psikolojik baskı, manipülasyon, dış ülkelerin müdahalesi gibi istenmeyen durumlar yaşanmıştır. Bunun yüzlerce örneği vardır. Bunlardan bir tanesini dikkatinize sunmak isterim:

ABD’de, cumhurbaşkanı, doğrudan halk oyuyla seçilmez. Başka bir deyişle cumhurbaşkanlığı seçimi, iki aşamalıdır. Seçmenler oy kullanır, 538 delege seçerler. Her eyalet, nüfusuna göre belli sayıda delegeye (elector) sahiptir. Eyalette en çok oyu alan aday (veya parti), o eyaletin bütün delegesini de kazanmış olur. İkinci aşamada, eyaletlerden seçilen delegeler (electoral college) cumhurbaşkanını seçerler.

2000 yılı ABD Başkanlık seçimi, George W. Bush (corc buş) ve Al Gore (el gor) arasında geçer. Kıran kırana bir mücadele olur. Amerikan tarihinde oylar hiç bu kadar birbirine yakın olmamıştır. Florida dışındaki eyaletlerde seçimler tartışmaya veya itiraza yer vermeyecek şekilde sonuçlanır. George W Bush, 10 delege öndedir. Gözler Florida’ya çevrilmiştir. Florida’da oylar birbirine çok yakındır. Florida’nın payına 25 delege düşmektedir. Florida’yı kazanan cumhurbaşkanlığını da kazanmış olacaktır. İlk sayımda George W Bush kazanmıştır. Bunun bir nedeni, Florida Valisi Jeb Bush, Cumhurbaşkanı adayı George W. Bush’un küçük kardeşi olduğundan, bazı hileli yollara başvurması ve işi oldubittiye getirmesidir.

İtiraz olur. Oyların yeniden sayılmasına karar verilir. Federal Anayasa Mahkemesi, seçim sonuçlarının bildirilmesi için teslim tarihini belirler. Eğer oylar elle sayılırsa yetiştirmek mümkün olmayacaktır. Florida eyaletindeki bir kısım iller (county) elle sayarken bir kısmı da delikli kart okuyan elektronik makine kullanır. Elektronik makine kullanılan illerde Al Gore açık ara öndedir. Ancak bazı kartlarda delikler tam delinmez, kâğıt parçaları karta yapışık kalır. Gerçekte seçimi Al Gore kazanmıştır ancak Anayasa Mahkemesi “Hanging Chad (hengin çed)” olarak adlandırılan tam delinmemiş kartları bahane ederek makineyle sayılan oyları iptal eder. George W Bush 537 oy farkıyla ABD Cumhurbaşkanı seçilir.

O günden sonra Cumhuriyetçiler (Bush taraftarları) alaylı bir şekilde şöyle derler:

“Zavallı Al Gore! Ne zaman delikli bir kart görse kalp krizi geçiriyor. Lütfen delikli kartları Bay Gore’dan uzak tutunuz.”

Bir rivayete göre de Al Gore, her akşam mercekle delikli karta bakıp ah çekermiş

SEÇİMDE ERKEN ZAFER SARHOŞLUĞU

Oylar tam sayılmadan, seçim zaferi ilan etmek de demokrasinin yaşadığı trajik örneklerden birisidir.

Buna güzel bir örnek 1948 ABD Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Cumhuriyetçi Thomas E. Dewey (tamıs dui) ile Demokrat Harry S. Truman (heri trumın) karşı karşıya gelirler. Bütün anketler Dewey’i önde göstermektedir. Hatta ABD’nin en köklü gazetelerinden Chicago Daily Tribune, daha sonuçlar kesinleşmeden özel baskı yapar, “Dewey, Turman’ı mağlup etti,” diye başlık atar. Oylar sayılınca seçimi Turman’ın kazandığı anlaşılır. Truman da Chicago Daily Tribune gazetesini eline alır, alaycı bir tarzda gazetecilere poz verir.

Seçim zaferini kazanan Truman, “Dewey, Truman’ı mağlup etti” diye başlık atan gazete manşetini gösterip dalga geçiyor

 

LONDRA YANIYOR

2 Eylül 1666 gece yarısı Londra’da büyük bir yangın çıkar. 14 bin ev yanıp kül olur. Toplam 80 bin nüfusun 70 bini evsiz kalır. Görgü tanıklarına göre yangın Thomas Farriner  (tamıs ferinır) isimli şahsın işlettiği fırından başlamıştır.

Büyük Londra yangını

Rivayete göre yangından sonra Thomas Farriner, mahkeme huzuruna çıkarılır. Hâkim, suçlar:

“Yangına siz neden oldunuz!”

“Hayır! Yatağa gittiğimde fırını söndürdüm. İddianız doğru değildir. Yangının benim fırından çıktığını ispat ediniz, bütün zararları ödemeye hazırım.”

14 bin ev gibi fırın da kül olmuştur. Ne bu iddiayı ispatlamak mümkündür ne de yoksul Thomas Farriner’in, ortaya çıkan devasa zararları karşılaması… Fırıncı, serbest kalır. İlk işi fırını yeniden açmak olur.

Bugün Londra’da Pudding Lane ve Monument Street sokaklarının kesiştiği noktada duvara bir plaket asılıdır. Şöyle yazar:

“Buraya yakın bir yerde, Eylül 1666 Büyük Londra Yangınına neden olan Thomas Farriner’in ‘The King’s Baker’ isimli fırını bulunmaktaydı.”

Hem Londra’yı yak hem de onursal bir plaketle ölümsüz ol! Bu da bir şans! Çocukları, aynı isimle açılan fırın sayesinde sonraki yıllar milyoner olurlar.

 

NAPOLYON VE BÜYÜK GİZE SFENKSİ

Büyük Gize Sfenksi

Kahire’nin 20 km batısında yer alan Büyük Gize Sfenksi MÖ 26’ncı yüzyıldan kalmadır. Vücudu aslan, başı insan olsan Sfenks, tek-taş heykel olup 73,5 metre uzunluğunda, 6 metre genişliğinde ve 20 metre yüksekliğindedir.

Napolyon, arkeolojiye düşkündür. Mısır seferi sırasında (1798-1801) dönemin ünlü arkeologlarını da yanında götürür. Araştırma yapmalarını destekler. Mısıroloji bilim dalının kurulmasına ön ayak olur.

Mısır seferi sonrası, Napolyon’un Paris’e döndüğü günlerdir. Napolyon’u sevmeyen gazeteler haber yaparlar. Güya, Napolyon, Mısır Seferi sırasında Büyük Gize Sfenksi’ni askerlerine nişan almaları için hedef tahtası olarak kullandırtmış, bu yüzden Sfenks’in burnu yok olmuştur. Haberi okuyan Napolyon, deliye döner. Komutanları çağırır:

“Böyle bir hata yaptınız mı? Sfenks’i hedef tahtası olarak kullandınız mı?”

Komutanlar suçlamayı reddederler. Napolyon, onlara bir şans tanır:

“Bir hafta içinde bunu ispat ediniz yoksa kurşuna dizileceksiniz.”

Komutanlar korkuyla odadan çıkarlar. Ne yapacaklarını bilemez durumdadırlar. Günler hızla geçer. Altıncı gündür. Komutanlardan birisi Seine (sen) Nehri boyunca düşünceli düşünceli yürürken gravür satan bir dükkânın önünden geçer. Gözü bir Sfenks Gravürüne ilişir. Heyecanla içeri girer. Dükkân sahibini sorgular:

“Bu gravür kaçıncı yüzyıla ait?”

“16’ncı yüzyıl.”

Komutan, “Kurtulduk! Kurtulduk!” diye bağırır, gravürü satın alır. Ertesi gün gravürü sevinçle Napolyon’un masasına koyar:

“Yüce majestem! Gördüğünüz gibi 16’ncı yüzyılda da Sfenks’in burnu yokmuş!”

Komutanları kurşuna dizilmekten kurtaran gravür

BÖYLE DE ANLATILMAZ Kİ!

Bir adam iş gezisine çıkacaktır. Güvendiği bir arkadaşından, kedisine ve bitişikteki evde oturan annesine göz kulak olmasını ister. Adam birkaç gün sonra arkadaşını arar:

“Kedim nasıl?”

“Kediniz öldü!”

Adam, şok geçirir, habere çok üzülür. Arkadaşını azarlar:

“Bu kadar önemli bir haber böyle pat diye verilmez ki… Birinci seferde, ‘Kediniz damda, aşağı inmek istemiyor,’ demeliydiniz. Ertesi gün telefon açtığımda bu kez, ‘Kediniz damdan düştü, veterinere götürdüm,’ demeliydiniz. Sonraki gün telefon açtığımda, ‘Veterinerin tüm çabasına rağmen kediniz öldü,’ demeliydiniz.”

Arkadaşı, “Tamam! Olur!” demekle yetinir.

Aradan birkaç gün geçer. İş gezisindeki adam arkadaşını arar:

“Annemin durumu nasıl?”

“Anneniz şu an damdadır, aşağı inmek istemiyor.”

 SİHİRBAZ VE PAPAĞAN

Bir sihirbaz, yolcu gemisinde gösteri yaparak hayatını kazanıyormuş. Her seferinde gemiye farklı yolcular bindiğinden sihirbaz hep aynı numarayı yapmakta sakınca görmemiş. Ancak papağanı sihirbazın hilelerini artık ezberler olmuş. Sihirbaz ne zaman gösteriye başlasa, papağan, izleyicileri uyarıyormuş:

“Çiçekleri şapkadan çıkarır gibi yapacak, ama çiçekler şu an masanın altındadır.”

Sihirbaz da bu duruma sinirlenir, gösterisini iptal eder, papağanı karşısına alıp tehdit eder:

“Bir daha böyle bir şey söylersen sana sevdiğin meyvelerden vermeyeceğim.”

Papağan birkaç gün ses çıkarmaz, ancak yine dayanamaz, sihirbazın hilesini izleyicilere ifşa eder. Sihirbaz, papağana yeni bir ceza verir. Bu durum bir zaman devam eder.

Papağanın cezalı olduğu bir günde gemi batar. Sihirbaz ve papağan, gemiden arta kalan bir tahta parçası üzerinde çaresiz bir şekilde denizin ortasında hayatta kalma mücadelesi vermektedirler.

Papağan, olup biteni, sihirbazın hilesini ifşa ettiği için kendisine verilen bir ceza olarak algılamaktadır. Birkaç gün boyunca papağan ve sihirbaz konuşmadan birbirlerine nefretle bakarlar. Papağan, acıkmıştır, susamıştır ama direnir. Sonunda pes eder:

“Tamam! Tamam! Söz veriyorum! Bir daha tek laf etmeyeceğim. Söyle bakayım gemi nerede?”

ALBERT EINSTEIN (AYNŞTAYN) VE ŞOFÖRÜ

ABD’deki ünlü Princeton (prinstın) Üniversitesi’nde ders veren Albert Einstein’ın (Aynştayn) özel bir şoförü vardır. Her gün Aynştayn’ı evden üniversiteye götürüp getirmekle görevlidir. Üniversiteye giderken Aynştayn, sesli bir şekilde dersi kendi kendisine anlatıp prova etmektedir. Her seferinde aynı şeyleri tekrar ettiğinden özel şoförü söylenenleri artık ezberlemiş, hatta bir ara rolleri değiştirmeye karar vermişler. Aynştayn, şoförün şapkasını giyerek “şoför” olmuş, şoför de saçlarını sağa sola dağıtarak “Aynştayn” olmuş.

Şoför, ezberlediği sözleri derste anlatırken, misafir profesörlerden birisi el kaldırır, zor bir soru yöneltir. Şoför, bozuntuya vermez:

“O kadar kolay bir soru sordunuz ki bunu benim şoförüm bile cevaplayabilir.”

“Şoför” olarak sınıfa çağrılan Aynştayn, sorulan soruya mükemmel bir cevap verince, misafir profesör utancından sınıfı terk eder.

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir