Değerli Okuyucular:

Rüyalar hayatımın yarısıdır, dersem abartmamış olurum. Çocukluğumdan beri bu hep böyle oldu. Özellikle Fransa yıllarımda kâbus ve rüyalar zihnimi allak bullak ediyor, günlük hayatımı derinden etkiliyordu. Tedavi aldım ama sonuç vermedi. Pes eden psikiyatrist dostum gülerek, “Öyle görünüyor ki senin için rüyalar gerçek yaşam ve gerçek yaşam da rüya olarak kalacak, boşuna tedavi olmaya çalışma,” dedi.

***

Birkaç gün önce yatağıma uzanmış, yine bir rüyanın büyüsüne kaptırmıştım kendimi:

Büyük bir metropoldeyim. Etrafta garip yaratıklar görüyorum. Duruşları, giyinişleri, yürüyüşleri biz insanlardan farklı… Hani o kadar da farklı değil. Onların da iki ayağı, iki eli var. Onlar da insanlar gibi dik duruşlu. Tek fark belki onlar daha cüsseli ve kıllı.

Bir futbol maçı izliyorum. Sahada insanlar ve o garip yaratıklar birlikte top koşturuyorlar. TV izliyorum. Güzellik yarışmasında yine onlar… Nihayet dayanamayıp arkadaşıma bunların kim olduklarını soruyorum:

“Bunlar Neandertal insanlar. Steven Spielberg’in Jurassic Park isimli filmini izledin mi?”

“Evet!”

“Biliyorsun filmde bir biyoteknoloji şirketi DNA teknolojisini kullanarak dinozorları yeniden canlandırır. Etrafta gördüğün bu garip yaratıklar da Neandertal insanlardır. Kuzey Irak’ta Şanidar Mağarası’nda bulunan kemikler üzerinde DNA teknolojisi kullanılarak yeniden yaratıldılar. Artık birlikte yaşayacağız.”

***

Aniden uyanıyorum. Gecenin karanlığında rüyayı yeniden düşünüyorum. Bir gün önce okuduğum makale aklıma geliyor. Şanidar mağarasında bulunan kemikler üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları yayınlanmıştı. Bilinçaltım, bu makalede yazılanlardan kendisine göre bir sonuç çıkarmış, rüyada beni başka bir dünyaya davet etmişti.

ŞANİDAR MAĞARASI

Şanidar mağarası, Kuzey Irak’ta, Erbil’in kuzeydoğusunda, şehre 125 kilometre uzaklıkta yer almaktadır​. Neandertal insan kalıntılarının bulunduğu arkeolojik sit alanıdır.

1950’lerden 1960’lara kadar yapılan kazılarda, mağarada 35.000-65.000 yıl öncesine dayanan toplamda on Neandertal bireyin kalıntıları keşfedilir. Bu sayı 2018 yılında on ikiye çıkar. Bu bireylere Şanidar-1, Şanidar-2, Şanidar-3, Şanidar-4 gibi isimler verilir. Yapılan kazılarda Neandertal’lerin sosyal davranışları ve kültürleri hakkında önemli bilgiler elde edilir.

Örneğin, Şanidar-4 olarak bilinen “Çiçek Adam,” çiçek kalıntıları ile birlikte gömülmüş olarak bulunmuş ve bu da Neandertal’lerin ölülerini gömme ritüellerine dair ipuçları vermiştir. Bu buluntular, Neandertal’lerin sadece hayatta kalma mücadelesi veren ilkel varlıklar olmadığını, aynı zamanda belirli bir sosyal yapı ve duygusal derinliğe sahip olduklarını göstermektedir.

2 Mayıs 2024 tarihinde uluslararası arkeoloji dergilerinin İnternet sayfalarına bir haber düştü: “Irak’taki Mağarada Bulunan Neandertalin Yüzü Canlandırıldı.”

Bununla kastedilen Şanidar Z isimli Neandertal’in yüz ifadesinin yeniden canlandırılmasıydı. Yapılan analiz, Şanidar Z’nin yaşlı bir kadın olduğunu güçlü bir şekilde öne sürüyor. Ayrıca kazı yerinde taş aletlerin keşfi, Neandertal’lerin günlük yaşamı kendileri için kolaylaştıracak bir zeka sergilediğini kanıtlıyor.

Şanidar Z’nin yeniden yaratılan yüzü

Şanidar Mağarası’nda tespit edilen Neandertal’lerin, Buzul Çağı’nda Sibirya’dan gelmiş olabilecekleri düşünülmektedir.

İKİ İNSAN TÜRÜ: HOMO SAPİENS VE NEANDERTAL

Dünyamız iki farklı insan türü tanıdı: Birisi Homo Sapiens’ler, yani bugün dünya üstündeki her ırktan her renkten insanların tamamı; diğeri de kendilerinden artık iz kalmayan Neandertal’lerdir. Her iki insan türünün geçmişin derinliklerinde ortak bir atada birleşip birleşmediği hâlâ bir muamma olarak ortada durmaktadır. Bilinen bir gerçeklik, iki insan türünün yani Homo Sapiens ve Neandertal’lerin günümüzden 500.000-800.000 yıl önce bir şekilde birbirlerinden koptuğudur. Her iki insan türünün yaşam alanlarını tanımlamak için buzul döneminde dünyamızın hangi bölgelerinin tamamen buzullarla kaplı olduğunu bilmemiz gerekir.

BUZUL ÇAĞINDA DÜNYAMIZ

Buzul çağında dünyamız ve o dönemde Neandertal’ler (kırmızı) ve Homo Sapiens’lerin dağılımı

Buzul çağında, dünya çapında geniş alanlar buzulla kaplıydı. Pleistosen buzul çağı sırasında özellikle aşağıdaki bölgeler geniş buz tabakası ile örtülüydü:

Kuzey Amerika: Kuzey Amerika’nın büyük bir bölümü buz tabakasıyla kaplıydı. Bu buz tabakası, bugünkü Kanada’nın çoğunu ve Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzey kesimlerini içine alan bir alana yayılmıştı.

Avrupa: Avrupa’da, buzul tabaksı, şu anki İskandinavya’nın tamamını ve Kuzey Avrupa’nın büyük bölümünü kaplamıştı. Buzullar, Britanya Adaları’nın büyük kısmına ve Rusya’nın batısına kadar uzanmıştı.

Asya: Sibirya’nın büyük bölümü buz tabakalarıyla kaplıydı. Ancak, merkezi ve güney Asya’nın önemli kısmı buzul etkisinden daha az etkilenmiştir.

Güney Yarıküre: Antarktika, tamamen buzul ile kaplıydı ve hala da öyledir.

Keza, Güney Amerika’nın güney ucu, And Dağları boyunca buzullarla kaplıydı. Ayrıca, Yeni Zelanda ve Yeni Gine’nin yüksek bölgeleri de buzul döneminde buzullarla kaplıydı.

Bu buzullar nedeniyle, deniz seviyesi bugünkünden 120-200 m daha düşüktü. Bugün İngiltere’yi Kıta Avrupa’dan ayıran Manş Denizi’nin genişliği 34 km olup ortalama derinliği 50 m civarındadır. Buzul Çağında İngiltere ve Kıta Avrupa’sı birbirine kara köprüsüyle bağlıydı. Benzer şekilde Bering Boğazı da kara köprüsü olarak Asya ile Kuzey Amerika’yı birbirine bağlıyordu.

KOPUŞ VE İKİ İNSAN TÜRÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI

Neandertal insanlar

Neandertal’ler, Homo Sapiens’lerle ortak bir ataya sahip olarak Afrika’da yaşıyorlardı. O dönemde aralarında fiziksel farklılık yoktu. Bilinmeyen bir nedenle Afrika bölgesinden kopan insan grupları kuzeye, Buzullarla kaplı bölgelere yayıldılar. Bölgenin fiziksel koşullarına uyum için evrimleştiler.

Neandertallerin soğuk bölgelerde yaşamalarının nedeni hem evrimsel adaptasyonları hem de dönemin ekolojik koşullarıyla ilgilidir:

Adaptasyon: Neandertaller, soğuk iklim koşullarına fiziksel olarak iyi adapte olmuşlardır. Kısa ve güçlü vücut yapıları, geniş göğüs kafesleri ve büyük burun yapıları gibi özellikler soğuk havada daha etkili ısı koruması ve havanın ısınarak ciğerlere ulaşması gibi avantajlar sağlamıştır. Bu özellikler, soğuk iklimde yaşamak için idealdir.

Mevcut Ekoloji: Neandertal’lerin yaşadığı dönemde Avrupa, geniş ormanlar ve taiga gibi ekosistemlerle kaplıydı. Bu bölgeler, büyük memeliler gibi avlanması gereken hayvan türleri açısından zengindi. Neandertallerin avcılık becerileri, bu tür büyük hayvanların bol olduğu ortamlarda gelişmiştir.

Yerleşim Alanlarının Evrimi: Neandertal’ler, Afrika’dan göç eden atalarının Avrasya’ya yayılması sonucu bu bölgelerde evrimleşmişlerdir. Zaman içinde, buzulların genişlemesi ve çekilmesiyle birlikte, yaşam alanları doğal olarak kuzeye ve soğuk bölgelere doğru kaymış olabilir.

Rekabet: Buzullar eridikçe Afrika’daki Homo Sapiens’ler kuzeye doğru yayılmışlardır. Neandertaller, soğuk iklime adapte olmuşken Homo Sapiens’ler ılıman iklimde gelişmişlerdir. Homo Sapiens’ler çoğaldıkça ve kuzeye doğru göç ettikçe, Neandertal’ler daha az rekabetin olduğu soğuk kuzey bölgelerine itildiler. Neandertal’ler ılıman iklime adapte olmakta zorlandı ama Homo Sapiens’lerin adaptasyon yeteneği fazlaydı. Bu da Neandertal’lerin sonunu getirdi.

SONUÇ

Homo Sapiens’ler yani bizler, kendini beğenmiş, kibirli, böbürlenen, övüngen hatta “şımarık” bir türe dönüştük.

Unuttuğumuz bir şey var: Dinozorlar 165 milyon yıl boyunca dünyada var oldular ama bir gün aniden yok oldular. Biz bu dünyada sadece 300.000 yıldır varız. Homo Sapiens olarak bizler, şunu kanıtladık: Doğayla uyumlu değiliz, kendi çıkarlarımız için doğayı yok etmeye hazırız. Sadece doğayı değil kendi türümüzü de yok etmek için acımasızca planlar kuruyor ve savaşıp duruyoruz.

Neandertal’ler doğayla uyumluydular. Kendi türüyle dayanışma içinde olmuş, bizim gibi gruplaşıp birbirleriyle savaşmamışlardır.

Kanımca, DNA teknolojisini kullanarak Şanidar Mağarasında bulunan Neandertal’ler yeniden yaratılmalı, dünyanın geleceği yavaş yavaş onlara terk edilmelidir.

Savaşlardan, katliamlardan, zenginlik hırsından yakasını kurtaramayan biz Homo Sapiens’ler de tıpkı Dinozorlar gibi artık bu dünyaya veda etmeliyiz. Birilerinin Elon Musk’a şu uzay programından, Mars’a yerleşme hayallerinden falan vazgeçmesi gerektiğini hatırlatmasını rica ediyorum.

FIKRALAR… FIKRALAR… FIKRALAR…

YETİ Mİ ELTİ Mİ?

Hamit Hun

1970’lerin Iğdır’ında Günaydın gazetesi oldukça popülerdi. Halkın ilgisini çeken konuları manşete taşır, bol bol renkli resimler ve çizimler kullanarak okuma-yazma oranının düşük olduğu kırsal kesimde satış rekorları kırardı.

Bir gün Günaydın gazetesi, kocaman bir resimle süslediği ilk sayfada YETİ GELDİ diye bir manşet atar. Himalaya Dağlarında karda insan gibi dimdik yürürken tasvir edilen, ayı gibi kıllı devasa bir yaratığın varlığından bahseder. Kahvehanelerde gazetedeki bu resim elden ele dolaşır, insanlar korkuyla ürperir, YETİ denilen bu canavar birdenbire insanların korkulu rüyası olmuştur.

Himalaya Dağlarında yürüyen YETİ

O yıllar mahalle aralarındaki sokaklar aydınlatılmadığından ortalık kapkaranlık olur, gece evine dönenlerin hayal gücü olmadık yaratıklar hayal eder, kendi kendilerini korkutup dururlardı. YETİ’nin resmini görenler artık geceleyin daha korkar bir halde evlerine dönüyorlardı.

İlçenin YETİ dedikodusuyla huzurunun bozulduğu böyle bir günde Azeri ve Kürt hemşerileri kahvehanede Hamit Hun’un masasına oturup, soru yağmuruna tutarlar:

“Ay Hemit Bey, ne deyirsen, bu YETİ’nin yolu bu taraflara düşebiler?”

“Hemid Beg, li gor gotina şivanên me li Glîdagê çend YETÎ dîtine. Şivanan pez berdan û reviyan.” (Bizim çobanların dediğine göre Ağrı Dağında birkaç YETİ görmüşler. Çobanlar sürüyü bırakıp kaçmışlar.)

Hamit Hun, bilimsel açıklamalar yapıp vatandaşları böyle bir tehlike olmadığına inandırmaya çalışır ama sonunda boşuna nefes tükettiğini anlayıp, kendi kendine “Yetti! Yetti!” diyerek masadan kalkar.

Yolda yürürken Iğdır’ın renkli simalarından Laz kökenli Adil Kuk’a rastlar. Adil Kuk, düşüncelidir. Hamit Hun, merakla sorar:

“Ne oldu Adil, niçin düşüncelisin?”

“Hiç sorma Hamit Bey. Kardeşimin eşi, bu akşam misafirimiz olacak diye kaç gündür eşim, ‘Bu ELTİ’den çektiğim nedir,’ diyerek başımın etini yiyor.”

Hamit Hun, uzaklaşırken kendi kendine söylenir:

“Herkes YETİ gelecek diye paniğe kapılmış, Adil’in ailesi de ELTİ gelecek diye paniğe kapılmış. Ne garip dünya!”

Adil Kuk ve Mecit Hun

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir