Değerli Okuyucular:

Eyyam-ı Bahur yani Cehennem Sıcaklarını yaşadığımız günlerdeyiz. Klimayı sevmediğim için öğleden sonraları güçten takatten düşüyorum. Sık sık soğuk duş alarak akşam serinliğini dört gözle bekler oluyorum. İşte böyle günlerde elimde olmadan Kaliforniya’daki “Ölüm Vadisi”ni ve çocukluk yıllarımı hatırlıyorum.

“Ölüm Vadisi” ifadesiyle ilk ne zaman tanıştığımı anlatmak isterim:

SÜNNET

Yıl 1967 Şubat ayı (Yarıyıl tatili). İlkokul üçüncü sınıf öğrencisiyim. Benden iki yaş büyük kardeşim Ahmet, Iğdır’daydı. İki abim, Atila ve Selahattin, Kars Alparslan Lisesi’nde öğrenciydiler. Hiçbirimiz sünnetli değildik. Sanırım babam “ucuza ve kolayına” getirmek için dört kardeşi aynı gün sünnet ettirmeye karar verdi. Amcaoğlu Kinyas Abi de sünnet furyasına dahil olunca toplamda beş “kurban” olduk. O yıllar ben 9, Ahmet 11, Selahattin 16, Atilla 17 ve Kinyas 21 yaşlarındaydı. Kinyas Abi, o yıllar Kars Alparslan Lisesi’nde miydi yoksa Hacı Ali Demirel’in sahibi olduğu Özel Ankara Yükseliş Kolejinde öğrenci miydi, hatırlamıyorum.

Düğün dernek, merasim falan olmadan. sünnet işinde uzmanlık kazanmış din hocamızın keskin usturası malum yerimize giyotin gibi indi, biz kurbanlar sırayla hızlı bir şekilde infaz edilip misafir odasında yan yana serilmiş yer yataklarına uzatıldık. İki abim, Kars’tan çizgi roman ve FotoSpor isimli renkli spor dergileri getirmişlerdi. Teksas, Tommiks, Kinova ve Teks ile sünnet yatağında tanıştım. Atila Abim, Teks; Selahattin Abim de Kinowa hayranıydı. Kinyas Abi’nin tercihini hatırlamıyorum. O yıl, Beşiktaş ile Fenerbahçe şampiyonluk için yarış halindeydiler. Kinyas Abi, Galatasarylı; iki abim, Fenebahçeliydi. Spor dergilerinde daha çok Fenerbahçeli futbolculara yer verildiği için o günden sonra ben de Fenerbahçeli oldum.

1960’lı yılların sonunda gençler arasında popüler olan spor dergisi Fotospor

Tommiks’i okuduğumda ilk o zaman “Death Valley / Ölüm Vadisi” ifadesiyle tanıştım. Kahramanımız Tommiks, keyifli arkadaşları Konyakçı ve Doktor Salasso ile birlikte, banka soyan bir hayduttun izinden giderlerken kendilerini Ölüm Vadisi’nde bulurlar. Sıcaklıktan hem kendileri hem de atları yarı baygın düşerler; bu halde zorlukla yollarına devam ederler, ancak çok geçmeden susuzluk ve kavurucu sıcaklığa yenik düşüp bayılırlar. Şanslıdırlar. Dost bir Kızılderili kabilesi savaşçıları tarafından kurtarılırlar.

Bu kitabı defalarca okuduğumu, her kareyi hafızama kazıdığımı hatırlıyorum.

 ÇİZGİ ROMANLAR

Sünnet ile birlikte hayatımda yeni bir dönem başladı: Çizgi Roman ve futbol tutkusu.

Bütün paramı çizgi romanlara veriyor, kendimce bir koleksiyon yapıyordum. Sonraki yıllar Kaptan Swing, Tenten, Zagor, Red Kit, Tarzan, Zembla, Tom Braks, Süperman ile de tanışacaktım.

Türkiye yıllarımda üç favorim vardı: Teksas, Tommiks ve Kaptan Swing. Her üçünde de, bir kahraman ve ondan ayrılmayan iki neşeli arkadaşın maceraları epizotları süslüyordu. Aklıma gelenler, Tommiks ve iki arkadaşı Konyakçı ve Doktor Salasso; Teksas’te Çelik Blek ve iki arkadaşı Rodi ve Profesör; Kaptan Swing ve iki arkadaşı Gamlı Baykuş ve Mister Blöf (ve onun sadık köpeği Puik). Tommiks’in Suzy isimli nişanlısı ve Kaptan Swing’in de gönlünü kaptırdığı Betty isimli bir sevgilisi vardır. Ancak Çelik Blek, kadınlar konusunda utangaç ve mahcuptur.

FRANSA’DA ÇİZGİ ROMAN

Kabataş Erkek Lisesi yıllarımda hem çizgi romanlardan hem de futboldan koptum. Bu durum üniversite yıllarımda da devam etti. Derken kendimi Fransa’da buldum.

Bir gün gazete, dergi, sigara satışı yapan kiosklardan birisinin önünden geçerken gözüme Kaptan Swing ilişti. Hemen satın aldım. Merakla okumaya koyuldum. Çocukluk yıllarımı hatırlattı. Üstelik Fransızcamı ilerletmeme de yardımcı oluyordu.

Kaptan Swing’in Fransızca baskısı

Bir gün kiosk sahibine merakla sordum:

“Teksas, Tommiks de var mı?”

“Bu isimleri hiç duymadım?”

Fransa’da Tenten ve Kaptan Swing, satın alıyor, ilgiyle okuyordum. Bir gün Paris’teki Faubourg Saint Denis mahallesindeki küçük, derme çatma Türk kitapçısına uğradım. Türkçe Teksas ve Tommiks görünce satın aldım. Bunları kiosk sahibi Fransız arkadaşıma gösterdim. Eline alıp sayfaları merakla karıştırdı:

“Oooh! Bunlar da EsseGesse’nin eserleri! Bunun adı Blek Le Roc (Teksas), bunun adı da Capitan Miki (Tommiks). Maalesef yayın hakkı nedeniyle mahkemelik oldular. Fransa’da şu an satışları yok! Sanırım yakında tekrar yayımlanırlar.”

“EsseGesse kim?”

“Kaptan Swing, Blek Le Roc ve Capitan Miki’yi çizenler.”

Teksas’ın konusu, Amerikan Bağımsızlık savaşı yıllarında bugünkü Pensilvanya ve Baltimore civarında; Kaptan Swing’in konusu yine Amerikan Bağımsızlık Savaşı yıllarında bugünkü Amerikan-Kanada sınırındaki Ontario Gölü civarında; Tommiks’in konusu da 19’ncu yüzyılın ortalarında (1850) bugünkü Nevada eyaleti ve civarında geçtiği için ben bu üç çizgi romanın Amerikan kökenli olduklarını sanıyordum. Mekân ve isimler hep Amerikalıydı.

“EsseGesse nereli?”

“Üç İtalyan yazarın ortak adı.”

“Yani bu çizgi romanlar ilk olarak İtalya’da mı yayımlandılar?”

“Evet!”

“Nasıl olur, kahramanların isimleri, olayların geçtiği yerler Amerika!”

Arkadaşım gülerek sordu:

Pour Une Poignée De Dollars (Bir Avuç Dolar İçin) filmini izledin mi?

“Elbette!”

“Le Bon, la Brute et le Truand (İyi, Kötü ve Çirkin) filmini izledin mi?

“Elbette!”

“Il Était Une Fois Dans l’Ouest (Bir Zamanlar Batıda / Batıda Kan Var) filmini izledin mi?

“Elbette!”

“Tahminine göre bu filmler nerede çekildi?”

“Amerika’da!”

“Yanılıyorsun! Bu üç film de İtalyan bir yönetmen tarafından İspanya ve İtalya’da çekildi. Bu yüzden bu filmlere Spaghetti Western deniliyor.”

Şaşırmıştım. En çok sevdiğim üç çizgi roman İtalyan yapımıydı. Üç sevdiğim film de İtalyan bir yönetmen tarafından İspanya ve İtalya’da çekilmişti.

EsseGesse isimli üç yazarı merak ettim. Giovanni Sinchetto, Pietro Sartoris ve Dario Guzzon isimli üç arkadaş baş harflerinden esinlenerek kendilerine EsseGesse adını takmışlardı.

EsseGesse Ekibi: Soldan sağa Giovanni Sinchetto (d. 1925- ö.1989), Pietro Sartoris (d.1926- ö.1989) ve Dario Guzzon (d.1926- ö.2000). Ellerinde Teksas’ın bir sayısı

AMERİKA

Amerika’da önce Kaliforniya’ya yerleştim. Burası bir anlamda Tommiks’in maceralarının geçtiği yerdi. Daha sonra Pensilvanya Üniversitesi’ne gidince Philadelphia şehrine yerleştim. Burası de Çelik Blek’ın maceralarının geçtiği yerdi. Üçüncü yerleşim yerim Teksas eyaletiydi. Sonradan anlayacaktım ki çizgi romanın orijinal adı “Il Grande Blek” yani “Büyük Blek” iken Türk çevirmenler buna “Teksas” ismini vermeyi uygun görmüşlerdi. Halbuki olayların Teksas eyaletiyle bir ilgisi yoktu.

Yıl 1996 yaz ayıydı. Almanya’da yaşayan kız kardeşim Leyla ve dört yaşındaki oğlu Alan, Amerika’ya beni ziyarete geldiler. Yeni çıkan Ford Explorer marka cipimle Dallas’tan başlayarak Güney-Batı Amerika gezisine çıktık. İlk durağımız Arizona’nın başkenti Phoenix şehriydi. Oradan San Diego’ya hareket ettik. Dünyanın en büyük hayvanat bahçesini teleferikle dolaştık. Alan, bizi her gördüğü McDonald’da durduruyor, her seferinde önüne konan hamburgeri ve patates kızartmasını iştahla deviriyor, büyük boy coca-cola’yı keyifle içiyordu.

Los Angels’teki Disney Land’e uğradıktan sonra San Francisco üzerinden Nevada’ya doğru yol almaya başladık. Artık Las Vegas’a gitmenin zamanı gelmişti. Kuzey Kaliforniya’dan Las Vegas’a gitmek için birçok güvenli yol var. En kestirmesi Death Valley (Ölüm Vadisi) yoludur. Çocukluk yıllarımda, sünnet yatağında ismini ilk duyduğum Ölüm Vadisi’ni görmeye istekliydim. Ölüm Vadisi’nin tam ortasından geçen yola saptım. Terkedilmiş gibi duran bir benzin istasyonun önünden geçerken, “Lütfen Ölüm Vadisi’ne Girmeden Tankınızı Doldurunuz!” tabelası bizi karşıladı. Tankımın dörtte üç doluydu. Kendi kendime, “Aman! Benzinim yeterli olacak. Burası Amerika. Her 30 km’de bir benzin istasyonu var,” diye iç geçirdim.

20-30 km gittikten sonra ihtiyaç molası verdim. Asfalt yol bomboştu. Gelen-giden tek bir araba yoktu.

Ölüm Vadisi’ne uzanan yol

Yola devam ederken, Leyla’ya açıklamada bulundum:

“1849 yılında “Altına Hücum” başladığında Doğudaki Amerikalılar, Batı’ya yani Kaliforniya’ya ulaşmak için en kestirme yol olan Ölüm Vadisi’ni tercih ettiler, ancak yüzlercesi sıcaktan öldü. Bu yüzden buraya Ölüm Vadisi ismini verdiler.  Ölüm Vadisi, deniz seviyesinden 80 m aşağıdadır. Dünyanın en sıcak bölgelerinden biridir.”

Ölüm Vadisi girişinde Mücahit & Alan          Ölüm Vadisi girişinde Leyla (şimdilik keyifli görünüyor)

40-50 km yol alınca arabamdaki termometre 112 Fahrenheit dereceyi (50 derece) göstermeye başladı. Camı açmaya cesaret edemiyorduk. Benzinim hızla tükeniyordu. Sanki araba, sıcaklıkla doğru orantılı olacak şekilde benzin yakıyordu. Ortalıkta benzin istasyonu falan da yoktu. Çok geçmeden yakıt deposunun göstergesi sıfıra dayandı. 100 km yol almıştık ama ne gelip-giden bir arabaya ne de benzin istasyonuna rastlamıştık. Paniklemeye başladım. Leyla’ya belli etmemeye çalıştım. Gösterge, artık sıfırın üzerinde sabitlenmişti. Eğer benzinimiz biterse bu sıcakta zarar göreceğimiz kesindi. O zamanlar cep telefonu falan da yoktu. Nasıl yardım isteyeceğimi bilemez bir halde cipi sürmeye devam ettim. Yakıt kalmadı anlamında kırmızı ışık yanıp sönmeye başladı. Her an araba stop edecekti. İşte tam da o an uzakta bir bina gördüm. Döküntü ve iğreti bir duruşu vardı. Bu kez, iğreti görünen benzin istasyonu bana kurtarıcı gibi geldi. Nasıl da mutlu oldum! Yaşlı bir kadın, ilkel bir yöntemle, bir kolu döndürerek benzin istasyonunu çalıştırdı, tankı doldurdu.

Gülerek: “Ölüm Vadisi’ne benim taraftan ilk girenler benzin istasyonumu küçümserler, benzin almazlar, ama sizin gibi Ölüm Vadisi’ni baştan başa geçenler, beni kurtarıcı gibi görürler. Hi! Hi! Hi!”

Bol bahşiş verip Las Vegas’a doğru yola koyulduk.

SİYASET

Siyaset de bir çizgi roman gibidir. Her siyasi partinin bir kahramanı ve anlatacağı bir hikayesi vardır. Sanırım şu an okuyucular (seçmenler) var olan çizgi romanların (partilerin) kahramanlarından, dönüp dolaşıp anlattıkları hikayelerden artık bıkkınlık duymaya başlamışlardır. Türkiye halkı, Ölüm Vadisi’ndeki kavurucu sıcaklıktan bunalmış gibi, bitkin ve yılgın bir halde siyasette yol almaktadır. Sanırım, yeni çizgi romanların yani siyasi partilerin piyasaya sürülme zamanı artık gelmek üzeredir. Hadi hayırlısı!

FIKRA…. FIKRA…. FIKRA…. FIKRA

DURUMUNUZA ACIDIM

Hamit Hun, dini farz ve vecibelerini yerine getirmeye özen göstermektedir. Bir Ramazan ayı, Iğdır’ın amansız sıcaklarına denk gelince, her gün su içmeden edemez, oruç tutamaz. Böylece oruç kefareti doğar. Günahını bağışlatması için önünde üç şık vardır:

  • 60 gün ara vermeksizin oruç tutmak
  • 60 fakiri bir günde doyurmak
  • 1 fakiri 60 gün doyurmak

Hamit Hun, üçüncü şıkta karar verir. Mahallede bir fakir aramaya koyulur. Çevresine sorar. Her kafadan bir ses çıkınca, “En iyisi hocaya sorayım,” diyerek hocanın evine gider.

Hoca, kocaman tabak dolusu pirzolayı önüne yığmış ekmeksiz falan afiyetle yemektedir. Hamit Hun’u sofraya davet bile etmez.

Hoca, Hamit Hun’un kefareti için bir fakir aradığını öğrenince, heyecanla söze girer:

“Hamit Bey, bu mahallede benden fakirini bulamazsınız. Elim çok darda. Aldığım parayı caminin masraflarına harcıyorum. Kimsenin fitre, zekât falan verdiği de yok!”

Hamit Hun, kefaretini hocaya vermeyi kabullenir, hoca da bu duruma sevinir.

Ertesi gün hoca, büyük bir heyecanla sabah kahvaltısına gider. Önüne kuru ekmek ve çay konur; öğlen yemeğine gider, önüne kuru ekmek ve su konur; akşam yemeğine gider önüne tekrar kuru ekmek ve su konur.

Hoca, bu duruma isyan eder:

“Hamit Bey, bir fakiri kuru ekmekle doyurmak günahtır.”

Hamit Hun:

“Hocam, kebap sofranızda ekmek görmeyince durumunuza çok acıdım. Bir parça ekmeğe bile hasret kaldığınızı düşündüğüm için üç öğün ekmek verdim. İsterseniz yarından itibaren ekmeği de keseyim.”

SÜRÜNE SÜRÜNE

Hamit Hun, komşusuyla çarşıdan eve doğru yürüyerek gitmektedir. Komşusu itirafta bulunur:

“Hamit Bey, eşime karşı günah işledim, şimdi eve ne yüzle gideceğim, nasıl gideceğim?”

Hamit Hun, “Günah” kelimesini duyunca, sessizleşir, sohbeti unutur, zihni Kutsal Kitapta yazılanlara kayar. Kaderi, kıyameti ve öbür dünyayı düşünmeye başlar. Gözünün önüne alev alev yanan cehennem ateşinin üzerinde uzanan, saç telinden ince kılıçtan keskin Sırat Köprüsü gelir. İnsanlar dirilmiş, Sırat Köprüsünün önünde kuyruğa girmişlerdir. Günahkâr olmayan müminler şanslılar… Şimşek hızıyla Sırat Köprüsünden geçerler. Biraz günahı olanlar rüzgâr hızıyla, daha fazla günahı olanlar at hızıyla, daha daha fazla günahı olanlar sürüne sürüne ilerlemektedirler. Tam günahkârlar da patır patır, sağa sola devrilip alevlerin içine yuvarlanmaktadırlar.

Hamit Hun hem yürür hem de kendisini Sırat Köprüsü’nde nasıl bir durumun beklediğini tahmin etmeye çalışır. Günahlarını ve sevaplarını sayar, değerlendirme yapar, kararını verir, Sırat Köprüsünü nasıl geçeceğini sesli sesli söylenir:

“Sürüne sürüne!”

Komşu, şaşırır: “Sürüne sürüne mi?”

“Evet, evet!” diye onaylar Hamit Hun.

Akşam geç saatlerde Hamit Hun’un kapısı çalınır. Karşısında komşunun karısı vardır:

“Hamit Bey, bilmiyorum kocama ne oldu? Eve sürüne sürüne geldi.”

“Şanslıymış! Ya ben cehenneme düşseydim! O zaman eve yana yana gelecekti.”

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir