Değerli Okuyucular,

Kurban Bayramı’na yaklaştığımız bugünlerde geride bıraktığımız stresli seçim günlerinden ve hayat pahalılığından bunalmış ruhunuzu biraz özgürleştirmek, Bayram’ı neşeyle kucaklamanız dileğiyle bu kez huzurunuza birkaç anekdotla çıkıyorum. Şimdiden Hayırlı Bayramlar diliyorum.

BİR GARİP AŞÇI: SPİRİDON PUTİN

Bugünkü Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in büyükbabası Spiridon Putin, 19 Aralık 1879 tarihinde Çarlık Rusya’sının Tver eyaletindeki Tverskoy şehrine bağlı Pominovo köyünde dünyaya gelir. (Tver Eyaleti, Moskova’nın 300 km kuzey batısındadır.)

Spiridon, 12 yaşında kuzeniyle birlikte Tverskoy kasabasında bir handa çalışır. Aşçı olmaya karar verir. 15 yaşında aşçılık eğitimi almak için başkent St. Petersburg’a gider.

Aşçılık konusunda üstün bir yetenek geliştirir. Çok geçmeden şehrin en önemli otelinde (Astoria Otel) aşçı olarak çalışmaya başlar. Ne tesadüftür ki Çariçe Aleksandra’yı avucuna almış olan Rasputin de bu otelde kalmaktadır. Spiridon, Rasputin’in özel aşçısı olur. Rasputin, Spiridon’un yemeklerinden son derece memnundur. Bir altın Ruble vererek Spiridon’u ödüllendirir. Hatta bir ara Rasputin, şaka yollu şöyle der:

“Benim soyadım Ras-Putin, senin soyadın da Putin! Soyadı olarak sanki akrabaymışız gibime geliyor.”

Rasputin

Spiridon, St. Petersburg’da başka lokantalarda da aşçılık yapar. Böyle bir zamanda sonraki yıllar Lenin’in eşi olacak Nadia Krupskaya ve Lenin’in kız kardeşi Maria Ulyanova ile tanışma şansı bulur.

Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in büyükbabası aşçı Spiridon Putin

Birinci Dünya Savaşında, Çarlık ordusunda asker olur. Savaş devam ederken 1917’de Rus Bolşevik Devrimi patlak verir. Rasputin Dönemi biter Lenin Dönemi başlar. Devrim ve karmaşa sırasında açlık baş gösterince Spiridon, ailesini yanına alarak kısa süreliğine doğduğu köye geri döner. Ortalık sakinleştikten sonra Sovyet Cumhuriyeti’nin başkenti olarak ilan edilen Moskova’ya gider. Bu kez Lenin’in özel aşçısı olur. Lenin, Spiridon’un yemek konusundaki yeteneğine hayrandır. Lenin, Spiridon’daki bu yeteneği görünce bir gün şöyle der: “İnanıyorum, iyi bir aşçı, bir ülkeyi rahatlıkla yönetebilir.” Lenin, sanki Spiridon’un torununun bir gün Rusya Cumhurbaşkanı olacağını öngörmüştür.

Lenin, suikasta uğrayıp yaralandıktan sonra zamanın büyük kısmını Moskova’ya 7 km uzaklıktaki Gorki köyündeki kır evinde (Daça) geçirir.

Lenin’in son yıllarını geçirdiği ve vefat ettiği Moskova’nın Gorki varoşundaki malikanesi

Spiridon, Lenin’in özel aşçısı olmaya devam eder. Lenin 21 Ocak 1924 tarihinde vefat edince Spiridon bu kez Lenin’in eşi Nadia Krupskaya ve kız kardeşi Maria Ulyanov’un özel aşçısı olur. Sonraki yıllar Stalin, gücü eline geçirince Spiridon, Stalin’e de özel aşçılık yapar. Lenin, balık çorbasını tercih ederken, Stalin en çok kuzu eti, patates ve soğan sevmektedir.

Spiridon, üst düzey Sovyet ve Komünist Partisi yöneticilerine aşçılık yaptığı için istihbarat örgütü KGB’de de çalışır. (KGB ile yakınlığı sayesinde sonraki yıllar torunu Vladimir Putin, KGB’de kariyer yapacaktır.)

Spiridon Putin’in bir oğlunun adı Vladimir Spiridon’dur. Vladimir Spiridon, 1911 yılında Pominovo köyünde dünyaya gelir. 1933-34 yıllarında denizaltı filosunda görev yapar. Tver eyaletinden Maria isimli bir kızla evlenir. Bir oğlu olur. Vladimir Spiridon, İkinci Dünya Savaşı’na katılır. Savaş Kahramanı ödülünü alır. Vladimir Spiridon’un bir oğlu bebek yaşta, diğer oğlu da Leningrad Ablukasından ölür.

Vladimir Putin, baba ve annesiyle (1985)

Vladimir Spiridon, savaştan sonra bir fabrikada ustabaşı olarak çalışmaya başlar. 1952’de bir oğlu olur. Adını Vladimir koyar. Leningrad Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Vladimir Putin, 1977’de KGB’ye girer. 2000’de Rusya Cumhurbaşkanı olur.

Vladimir Putin, evlendiği gün (1983)

 

BİR GARİP SAVAŞ ESİRİ: ALEXIS CASDAGLI (eleksis kazdayi)

Alexis Casdagli, Yunan asıllı bir İngiliz askeriydi. İkinci Dünya Savaşı başladığında İngiltere Kraliyet Ordusunun istihbarat bölümünde Binbaşı olarak görev yapıyordu. Yunanca bildiği için görev yeri Girit adasıydı. Almanlar, Binbaşı Alexis Casdagli’yi Haziran 1941’de Girit’te yakalarlar. Alexis Casdagli, dört yıl boyunca bir esir kampından diğerine nakledilir.

Binbaşı Alexis Casdagli

Alexis Casdagli, boş durmak niyetinde değildir. Kendisine göre bireysel bir direniş örgütlemeye karar verir. El işlemesine merak sarar. Binbir zorlukla elde ettiği keten bezinden bir kanaviçe yapar. Kullanılmayan kazak ve pijamalardan çekip çıkardığı ipliklerle kanaviçeyi işlemeye başlar. Ortaya muhteşem güzellikte bir halı çıkar. Üst düzey Nazi subayları halıya el koyarlar. Sırayla çalışma odalarına asarlar.

(Solda) Halının orijinali ; (sağda kırmızıyla çevrilmiş bölümde) Morse alfabesiyle “Yaşasın Kral! Kahrolsun Hitler” yazısı

Nazi subayları bir şeyin farkında değillerdir. Binbaşı Alexis Casdagli, Morse alfabesini (nokta ve çizgi) kullanarak halının üst kısmına “Yaşansın Kral! Kahrolsun (fuck) Hitler!” diye bir mesaj işlemiştir. Üstelik halının desenleri arasına İngilizlerin savaş müttefiki Sovyetlerin orak-çekiç sembolünü de yerleştirmiştir. Bir anlamda sessiz direnişini Alman esir kamplarında da devam ettirmiştir.

 HER ÇOCUĞA BİR KELLE

Iğdır’da güneşli ve güzel bir ilkbahar günüdür. Hamit Hun, ilçe merkezinde kocaman söğüt ağacının gölgesinde bir kahvehanede oturmuş dostlarıyla çay içip sohbet etmektedir. Kuşlar neşeyle çığlık çığlığa ötüyor, kimileri de ağacın kocaman dallarında çiftleşemeye çalışıyorlardı. Çapkınlığıyla bilinen dostlarından birisi, kuşlara bakarak iç geçirir:

“Ah keşke, onların yerinde ben olsam!”

Hamit Hun, ses çıkarmaz. Arkadaşı merakla sorar:

“Hamit Bey, on çocuğum var ama istiyorum daha fazla olsun. Bir kadın yetmiyor. Yeniden mi evlensem?”

Hamit Hun, söze girer:

“Allah korusun! Şu an kendi halinde kimseye zarar vermeyen birisin. Çocuk sayısı çoğalınca acımasız bir katile dönüşebilirsin.”

“Çocuk sayım artarsa niçin katil olayım?”

“Sana bir hikâye anlatayım: Bir zamanlar Fas’ta İsmail Mulay isimli bir sultan varmış.

Fas Sultanı İsmail Mulay

O da senin gibi çok çocuk sahibi olmak istemiş. Kendisine bir harem kurmuş. Çocukların sayısı hızla artmaya başlamış. O da durmadan haremindeki kadınların sayısını artırmış. 500 karısı olmuş. Çocuk sayısı 500’ü aşmış.  Çocuk sayısı arttıkça, İsmail Mulay da acımasız olmuş. Her çocuğu doğduğunda, bir kölesinin kafasını kesiyormuş. Köleleri her akşam bir araya toplanıp, ‘Ey Allah’ım bize yardım et. Sultanın artık çocuğu olmasın. Her çocuğu için aramızdan birisinin kellesini kesiyor.’

Aradan zaman geçmiş bu kez İsmail Mulay kendisine 1500 yakın sevgili bulmuş, çocuk sayısı daha da artmış. Eski alışkanlığını devam ettirmiş, her çocuk doğduğunda bir kölesinin kafasını kesiyormuş. İstiyor ki öldüğünde dünyayı kendi çocukları yönetsin. Öldüğünde 1171 çocuğu varmış.

Şimdi sen, gelmiş bana diyorsun ki çocuk sayımı artırmak istiyorum. Ortada köle falan da yok, korkarım her doğan çocuğun için aramızdan birisinin kellesini kesesin!”

 

BİRAZ BEKLEYECEĞİZ

Hamit Hun, dostlarıyla sohbet ederken, ekonomik sıkıntılardan bunalmış bir yakını şikâyet eder:

“Hamit Bey, bu durum ne zaman düzelecek, Allah yüzümüzü ne zaman güldürecek. Eve ekmek parası bile götüremiyorum.”

Hamit Hun, sakin ses tonunda cevaplar:

“Sabırlı olmak gerekir! Sen hiç sac üstünde ekmek pişiren kadın gördün mü?”

 

Sac üstünde ekmek pişiren bir kadın

“Elbette! Bizim evde hâlâ ekmek böyle pişirilir.”

“Kadın, sacın üstündeki ekmeğin bir tarafı pişince, ters çevirir, diğer tarafını pişirir.

“Doğrudur!”

“Dünya üzerinde bunca millet var. Allahu Teala da milletleri tıpkı sac üstendeki ekmek gibi sırayla ters çevirir. Suudi Arabistan, perperişan durumdayken Allah, ülkeyi ters çevirdi, yerin altındaki petrol üste geldi, şimdi keyiflerine diyecek yok. Bizim de keyfimiz yerindeyken ülkemizi ters çevirdi şimdi yer altında nefessiz kalmış boğuluyoruz. Biraz sabırlı ol! Yakında her şey tekrar tersine dönecek.”

“O zaman eve gidip hanıma müjdeyi vereyim.”

 Suudi Arabistan’ın, ters çevrilmeden önceki perişan yılları (Riyad, 1937)

 BÖYLE OLMUYOR

Hamit Hun, akşamüstü eve doğru yürürken, yolda, bir bahçe kenarında, yere uzanmış, kafasını bohçasına dayayarak uyumakta olan yaşlı birisine rastlar.

İçi burkulur, yürümeye devam eder ama her adımda kızgınlığı artar, insanlığın vicdansızlığını ve acımasızlığını sorgular. Hamit Hun’un vicdanı sızlamıştır; insanlığa kızgındır. Yoldan geçenlere ne selam verir ne de selamlarını alır. Yüreği buruk, ruhu kararmış, yüzü asık bir şekilde eve varır. Kuyruğunu sallayarak sevinçle kendisine koşan köpeğini hiç neden yokken azarlar. Eşini ve çocuklarını görmezden gelir. Akşam yemeği yemeden, erkenden yatağına çekilir. Huzursuz bir şekilde uyur.

İkinci gün, akşamleyin Hamit Hun eve dönerken, yaşlı adama yine aynı yerde rastlar. Adam, yine yere uzanmış, elindeki bastonu sıkı sıkıya tutmuş bir halde uyumaktadır. Hamit Hun, yine acı dolu bir duygu seline yenik düşer. Yaşam sevincini tekrar kaybeder. Bir önceki gün yaşadıklarını bir daha yaşar. Yatağına uzanır. “Allah’ım sen bendeki zenginliği al, yaşlı adama ver!” diyerek duasını eder. Huzursuz bir şekilde uyur.

Hamit Hun, üçüncü gün de aynı adama, aynı yerde, aynı pozisyonda uyurken rastlayınca, dayanamaz, yaklaşır, çömelir, adamın omzuna dokunarak uyandırır:

“Amca, amca!”

“Ne var evlat!”

“Sen burada yattıkça ne bende huzur kalacak ne de sen rahat edeceksin. İyisi mi, sen benim yerime evime git, rahat et, ben de ceza olsun diye senin yerine buraya uzanayım, hiç olmazsa huzurla uyuyayım.”

“Evladım sen ne diyorsun! Ben, kadın yüzünden saray gibi evimi bırakmış çöllere düşmüşüm, sen de beni tekrar bir kadına mı teslim edeceksin? Aman, aman!”

ASLA KABUL ETMİYORUM

Bir Azeri kadının iki kızı vardır. 14 yaşındaki büyük kızı için komşularına şöyle der:

“Kızım inşallah ileride bir Kürt’le evlenmez!”

Kızı, 15 yaşına basınca annesi komşularına şöyle der:

“Kızımın bir Kürt’le evlenmesini kesinlikle istemiyorum.”

Kızın yaşı ilerledikçe annenin de sözleri daha keskin ve kararlı olur. Kızı 16 yaşına basınca komşularına şöyle der:

“Kızım eğer bir Kürt’le evlenirse onu asla affetmeyeceğim.”

Kızı 17 yaşına basınca anne bu kez komşularına şöyle der:

“Kızım eğer bir Kürt’le evlenirse, onu evlatlıktan reddedeceğim.”

O yılın sonunda kız, Kürt sevgilisiyle kaçar. Anne, hem derin bir hayal kırıklığına uğramıştır hem de kızgındır. Kızını kaçıran erkek, Hamit Hun’un uzaktan akrabasıdır.

Kadın, bir gün çarşı ortasında kendi halinde yürüyen Hamit Hun’un karşısına dikilir:

“Ben kızımın bir Kürt’le evlenmesinden çok rahatsızım. Bu durumu kabul etmiyorum.”

Hamit Hun, söze girer:

“Hanımefendi, doğrudur, kızınızı kaçıran genç uzaktan akrabamdır. Damadınız olan genç 14 yaşına bastığında yanıma çağırdım, ‘İnşallah ileride Azeri bir kızla evlenmesin!” diyerek tembihledim. Damadınız, 15 yaşına bastığında tekrar yanıma çağırdım, “Azeri bir kızla evlenmeni kesinlikle istemiyorum,” diyerek tembihledim. Damadınız, 16 yaşına bastığında tekrar yanıma çağırdım, “Eğer Azeri bir kızla evlenirsen seni asla affetmeyeceğim,” diyerek tembihledim. Damadınız, 17 yaşına bastığında tekrar yanımda çağırdım, “Eğer Azeri bir kızla evlenirsen seni akrabalıktan çıkaracağım,” diyerek tembihledim. Maalesef, beni dinlemeyip kızınızı kaçırdı. Ben de akrabamın Azeri bir kızla evlenmesinden çok rahatsızım. Bu durumu kabul etmiyorum.”

Kadın, tatlı bir ses tonunda konuşur:

“Hamit Bey, toyumuz haftaya olacak. Buyurun gelin!”

“Geleceğim! Size zahmet küçük kızı da şimdiden, bir Kürt’le evlenmemesi için sıkı sıkıya tembihlemeye başlayın.”

EVDE DEVRİM

NOT: Şubat 1917 tarihinde Rusya’da devrim olur. Kerenski, Bolşevikleri sollayarak haziran ayında Başbakanlık görevini üstlenir. Ülkede ikili bir iktidar hüküm sürer. Lenin, Kasım ayında Kerenski’yi devirir, iktidara el koyar. Kerenski, yurtdışına kaçar.

Hamit Hun, oğlunun sosyalist kitaplarını karıştırırken Lenin’in “1917” isimli eserine rastlar. Gelişigüzel bir sayfa açar. Şöyle bir cümle okur: “Devrimimizin son derece dikkate değer bir özelliği, ikili bir iktidar üretmiş olmasıdır.”

Ertesi sabah çarşıya doğru yol alırken bir Terekeme komşusu da ona eşlik eder. Epey bir süre sessizce yürürler. Komşu, son günlerde yaşanan sağ-sol olaylarından bahseder ve düşüncesini endişeyle belirtir:

“Böyle giderse sanki bir devrim olacak!”

“Bir devrim mi? O da bir şey mi! Bizim evde devrim oldu bile! Şu an ikili bir iktidar var: Ben ve eşim. Merak ettiğim, bu işin sonunda hangimiz Kerenski hangimiz Lenin olacağız!”

ATLAR ÖNDE

Bir gün bir dostu Hamit Hun’a zor bir soru yöneltir:
“Araba ve faytonda atları niçin öne bağlıyorlar. Zavallı arabacılar, atların pisliklerini koklamak zorunda kalıyorlar. Arkaya bağlasalar daha iyi olmaz mı?”

“Zamanında bir Amerikalı da sizin gibi düşünmüş. Atı, arabanın arkasına bağlamış. Ne olmuş biliyor musun?”

“Ne olmuş Hamit Bey?”

“At, önünü göremediği için araba uçurumdan aşağı yuvarlamış.”

“Arabacıya bir şey olmuş mu?”

“Yok! Şanslıymış. Uçurumun dibinde bir köy varmış. Arabacı, köylülerin at pisliklerini topladıkları çukura düşmüş, hayatı kurtulmuş. Anlayacağın arabacılar ne yaparsa yapsınlar at pisliğinden kurtulamıyorlar.”

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir