SEVERİM-SEVİYORUM

28/ŞUBAT/2011 Güncelleme: 07/05/2021

Tanınma riskinden ötürü gerçek resmi değil bunu benzediğinden ötürü koydum. Siz öyle varsayarak okuyun

 Bizim kültürde seni severim vardır. Geniş zaman olarak kullanılır. Ben seni dün de, bu gün de seviyorum. Yarın da seveceğim demektir. Oysa diğer kültürlerde seni seviyorum vardır. Yani şimdiki zaman olarak kullanılır. Ben seni şimdi seviyorum ama bir dakika sonra ne olacağı bilinmez

Açık tenli, saman sarısı saçları, yukarıya kalkık ve minik burunlu, oval yüzlü, gülünce yüzünde güller açan ve bütün masumluğuna inat, fettan bakışlı, her şeyi yerli yerinde ve hatta biraz da fazla ve pek açık kıyafetiyle gözlerin merkezinde duran ilahe beni bekliyor bir lokalde.

Yanına gittim. Ayağa kalkmadan merhabalaştık. Yüzünün niçin millete dönük olarak oturduğunu sorduğumda,”Ben güzel miyim Akay” diye sordu. Güzelden öteye insanın kanını kızıştıran bir şuh eda olduğunu söylediğimde, iyi ya Tanrı bu güzelliği bana vermiş. Başkaları da görsün baksın diye. Ve şu anda ağızlarının suyu akarak bana bakıyorlar. Benimle olmak için yanıp tutuşuyorlar. Ama ben onların değil senin yanındayım, diyor ve sevgiyle elimi tutuyor. Mavi gözlerinin derinliğinde kayboluyorum. Bu enfes yaratıkla birlikte olmak ve onun, çevremizdeki insanların bütün ısrarcı bakışlarına rağmen o anda bana ait olduğunu söylemesi fevkalade gururumu okşuyor. Elinin sıcaklığı gönlümdeki buzları eritiyor. Zaten sıcak olan kanımı ise kaynatıyor. Kızıştırıyor.

Fuzuli’nin Leyla’sını başkaları da sever diye hiç uyumayıp sevgilisine bekçilik etmesi, ya da saçın yüzüne değse telini kıskanırım da ki gayretkeş kıskançlık bana anlamsız geliyor.

Var olanla yetinmek, elindekinin kıymetini bilmek daha akılcı gözüküyor.

Platonik, karşılıksız ya da aldatmaya dayalı aşk gözümde küçülüyor.

Ortaçağ’ın derebeylik-ağa-senyör yapısındaki mülkiyet tutkusu aşka da yansımış. Ve onu tekil, erişilmez, tat alınmaz bir hale getirmiş.

Bizim bütün bir divan edebiyatının tasvirindeki sevgilinin bir robot resmini çizdiğimizde orta şöyle bir ucube çıkıyor.

Sevgilinin ağzı o kadar küçüktür ki bir fındık bile sığmaz. Hatta çoğu kez noktadır.Gözleri simsiyah ve iridir. Kirpikleri birer ok, kaşları ise tam bir yaydır. Burun hokkadır. Saç yerleri süpürecek kadar uzun ve kıvrımlıdır. Boy uzundur. Selvidir. Vücut dokunsan kırılacak kadar ince ve narindir. Bütün olarak ise bir hazinedir. Çünkü sevgilinin dişleri dürr-ü güherdir, incidir. Yanakları la’l, yakuttur. Dudakları goncadır. Mevsim hep bahardır.

Halbuki hayat hiç de böyle değildir.Yazı kışı vardır.Gülü dikeni vardır.Ölümü doğumu vardır.

Bu bağlamda yanımdaki ilahenin kendisine yönelen imrenme ve hatta açlık kokan bakışlarından rahatsız olmak şöyle dursun, zevk alması bir teşhircilik ya da narsizm  sayılmamalı. İkimizinki de o AN’ı yaşamak. Dünüyle geleceğiyle toptan sıkıntılara acılara üzüntülere boş vermek.

Esasen her şey zıddıyla kaimdir.Vardır.Ancak zıddıyla anlam ve varlık kazanır.

Hal böyle olunca sevginin olduğu yerde nefret, sadakatin olduğu yerde ihanetin olması doğal bir sonuç sayılmalıdır.

Şerefe kalkan üçüncü kadehten sonra kulağıma eğilerek o sihirli cümleyi söylüyor ve fakat şimdiki zamanla.Yaşadığımız ana uygun olarak.:

Seni seviyorum.

Gülüyorum. Eskiden hep ben söylerdim karşı cinse. Şimdi roller değişmiş. Onun bu rahatlığından ve sözlerinden müthiş keyif ve zevk aldığımı itiraf etmeliyim.

Siz siz olun, nefret etmek yerine birilerini, hayatı, yaşamayı seviniz. Sevilmek için çaba gösteriniz.

Yaşamın çok daha renkli ve zevkli olduğunu göreceksiniz

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir