YAZIN ÇOK GÜZEL AMA

 03/03/2024

Aması ne. Eee böylesine güzel v e çarpıcı bir yazı ancak İstanbul gazetelerine yakışırmış. Ancak orada yazılabilir. Neden Iğdır’da yazılamaz dediğinde ise, hemen en kıvırtma cevabı alıyorum. Burası dar, küçük bir yer.

       Küçük ve dar olan sizin kafalarınız. Sizin ufkunuz. Sizin ahlakınız. Sizin dünya görüşünüz.

       Bakın anlatayım. Benim özellikle pazar yazıları sayılabilecek, pembe fantezilerim pek beğenilir. Pek güzel bulunur ama hep İstanbul’un büyük gazetelerine yakıştırılır. Iğdır’a gelince olmaz denilir. Burada anlaşılmayan bir nokta var. İster İstanbul’da yazılsın ister Iğdır gazetelerinde. Sonuçta bunu Iğdırlı okumayacak mıdır? Iğdırlı mı küçümseniyor. Gazete mi, okuyucumu anlayabilmiş değilim.

       Eskiden apartmanlar, marketler, şov-romlar büyük alışveriş merkezleri yalnızca büyük kentlere mahsustu. Şimdi daha niceleri şehrimiz de var da neden yazarı çizeri de aynı seviyede olmasın. Galiba sorun bu da değil. Sorun bizim her zamanki gibi entel geçinen ukala insanlarımızın her şeyi sınırlamalarında. Almışlar ellerine dikenli telleri, habire etraflarını örüp duruyorlar. Derken bu özürlü ruhlar bir de bakıyorlar ki ördükleri sahanın ortasındalar. Kendi etraflarını, özgürlüklerini, yaşamlarını, dikenli tellerle çevirmişler. Ondan sonra da basıyorlar feryadı. Demokrasiii, insan haklarııı, özgüürlüük…Yahu kendin çevirdin ya dikenli tel ile çevreni.

       Bir başka şey ise sizin özleyip de yapamadıklarınızı benim pek rahatça yapmam. Sizin bilinçaltınıza hapsettiğiniz duygularınızı benim büyük bir içtenlikle söyleyebilmem. Sizlerin haset duyup karşı çıktığınız bu değil midir? Hele bir kalbinizin sesini dinleyiniz. Eminim  hak vereceksiniz.

       Bana gelince bu eleştiriler beni daha güçlü ve inanlı kılıyor. Demek ben yaygın gazetelerde yazabilecek bir kalem kıvraklığına sahibim. Bunu zaten biliyorum. Ama aynı şekilde Iğdırlı okuyucunun da en az benim kadar kültür düzeyinde olduğuna da eminim. Dahası ha yerel gazetede çıkmış ha yaygın gazetede. Okuyucu aynı olduktan sonra ne değişir ki.

       Bu pek derin ve demokrat münekkitler(eleştirmen demeye dilim varmıyor da) benim de kendileri gibi sıradan birisi olmamı istiyorlar. Evinden kahveye, kahveden bir ahbabın işyerine, oradan doğru yine eve. Elde  99 luk tespih, beş günlük sakal. Yakası bozuk hırpalanmış, solmuş bir gömlek. Ve ayda bir ütü görmeyen buruşuk bir pantolon. Yani miskin, hayattan elini eteğini çekmiş, ölüm gününü bekleyen içi de dışı da gitmiş, bir canlı cenaze.

       İyi hoş da ben onlardan birisi olsaydım bu yazıları yazamazdım ki. Bana bu enerjiyi, bu duyguyu veren içimdeki SEVGİ’dir. Yaşama, hayata olan bağlılığımdır. Yaşama isteğimdir. Hayatı v e güzel olan her şeyi seven, içi kıpır kıpır olan benden, pasif, edilgen birisi olmamı bekleyemezsiniz. Zira beni BEN yapan bu AYKIRI kimliğimdir. Bundan da ziyadesiyle hoşnudum. Benim yaşam tarzım bana aittir ve bundan da fazlasıyla keyif alıyorum. Giyimim ile, konuşmam ile, düşüncemle, hayata ve olaylara bakışım ile. Hele sizler gibi olmamak ve sizlerin o garipseyen, tuhaf  bulan bakışlarına içten içe gülmek…

       Tavuskuşunu göreniniz var mıdır? Tüyleri şahanedir bu hayvanın. Ama sesini işitmeyesiniz. O kadar bet ve rahatsız edicidir ki…Fakat o muhteşem tüylerinin hatırına beslenir. Dikene de gül için katlanılmıyor mu? Sizler de Toşiba’nızın size ters gelen yönlerini iyi taraflarının hatırına hoş görmeyi bir deneseniz.

       Ya da şöyle söyleyeyim. Dünya sizlerin arzu ettiği gibi tek renkli, sözgelimi kırmızı ya da hep mavi olsaydı nasıl olurdu. Yavan, tekdüze, sıkıcı, bıkkınlık verici bir görünüşü olurdu değil mi? Halbuki ben çok renkliliği, değişikliği, çağdaşlığı, özgürlüğü,serbestliği ve de en önemlisi GELECEĞİ temsil ediyorum.

       Toplum toplum deyip duruyorsunuz. Sizler de bu toplumun bir parçası değil misiniz? Ve neden ille de birilerinin esiri olma durumunda kalıyorsunuz.

       Ben de eğer bu özelliklerimi, sıra dışı ve çizgi üstü tavırlarımı bırakıp sizlerden birisi olsaydım eminim çok tatsız, tuzsuz, çekilmez bir adam olurdum. Ve yine eminim ki sizler o zaman beni selam vermeye bile değer bulmazdınız.

       Ama şimdi okuyor ve tartışıyorsunuz.

       Bırakınız şu üç günlük dünyayı, gönlümüzce içimizin, canımızın çektiği gibi özgürce ve kalbimiz sevgi dolu olarak yaşayalım. Güzellikleri birlikte bölüşelim.

        Eğer bilim adamları, yazarlar, sanatçılar sizin içine koymaya çalıştığınız dar kalıplara sığsaydı ne bilim de gelişme olurdu. Ne resimde, musikide. Moda da.Ne de sanatta.

       O nedenle de statükocular güzel olan ve zevk veren her şeyi yasaklamışlardır.

       Yalnızca, alkolü, modayı, eğlenmeyi  değil. Gülmeyi bile.

       “Karılar gibi gülme lafı” bize özgü ve bu zihniyetin ürünü değil midir?

 

 

 

 

Benzer Haberler

2 Yorum



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir