EY DOSTLAR,

SESİMİZİN TINISI CANIMIZIN SIZISINDANDI..

BİZDE TÜRKÜ/STRAN SÖYLENMEZ, YAKILIRDI..

Geçenlerde bir hemşehri derneğinde kimi aşina kimi ilk kez gördüğüm dostlarla hal hatır sonrası, ikinci baharına durmuş çoğu 60 yaş üstü nevcivanın gayrı usanç veren askerlik hatıraları ve cins- i latife dair kamusal alanda nahoş, yersiz lüzumsuz lakırdılarından ve nihayet sonu gelmez yurdum klasiğine dönen “Ne olacak bu Memleketin hali” faslında, saatlerdir havsalamızı daraltıp  tahammülümüzü zorlayan kasvetli, boğucu muhabbet(!); radyodan kulağımıza çalınan “Zahidem oyy..” tınısı ile ortam, bir anda o keyifli keder demine durdu adeta. Hani ceketi çıkardıktan sonra çığırıp avaza duran Neşet Usta’nın,

Zahide kurbanım ne olacak halim
Gene bir laf duydum kırıldı belim
Gelenden gidene haber sorayım
Zahide bu hafta oluyor gelin

Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağı da döktü mola gazeli
Dolaştım alemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidemden güzeli

Eğer anan seni bana verirse
Nemize yetmiyor bu ev kadar hasır

Neşet Usta (Neşet Ertaş)

Ve ardından yine Bozkırın Tezenesi’nden;

Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın

Ben de gülemedim yalan dünyada

Doğrusu, Usta’nın insanın en insan haline, döşünün altındaki can evine; Nazım Üstadın o has, zarif ifadesiyle “Sol memenin altındaki Cevahire” dokunan avazı ile birkaç eyyamcı lüzumsuzu saymazsak salon dolusu Can, Usta’nın yakarışı, avazı ile soluksuzca lâl/kâr kesilmiş, adeta mest û sermest olmuştu…

Meşşedi, tam da sırası diyerek, esaslı bir girizgâhla; Anadolu’nun kaç-göç, tehcir/sürgün harp/darp ile dolu makûs talihinden bahisle, bu diyarda “Türkü söylenmez, yakılır” demesine takılan kimi nadan fanilere anlaşılan, ortam ve şeraitin verdiği kıvamla, kallavice söz edecek/ders verecekti.

Meşşedi: “Türkü söylenmez, yakılır..”

Zira bir süre önce yine bu mekânda Meşşedi’nin bu meyanda söylediklerine, eyyamcı nobran bir tutumla karşı çıkan Bij Kâzım namıyla maruf, şerrinden emin olmak için yamacına tutunanların verdiği cüretle o gün yersiz lüzumsuz lakırdılar eden herifçioğluna cevap olacaktı. Bu Kâzım denen fani, çoğumuzun çevresinde pıtırak gibi biten, malum zamane yol ve yöntemleriyle yığdığı dünyalıktan aşina olduklarımızdan biriydi.

Hani aldığı cipin arkasına “Kıroyum ama para bende” diye yazdıran lümpenleri çağrıştıran hallerinden, ramazanda onlarca kamera karşısında baldız bacanak poz kesip boya badanalı saçları, rüküş altı kostüm kreasyonuyla sözüm ona garip gurebaya “gıda yardımı” dağıtan ve her sene dernekte verdiği abartılı iftar yemeklerinden dolayı kaydı hayat müddetince dernekte/derneklerde Mütevelli Başkanı olarak gördüklerimizden bir herifti. İşte bu kifayetsiz ve dahi lüzumsuz zat, o gün dernekte varsıl bir kurulumla Meşşedi’ye karşı laubalice lakırdılar ederek, “Dünya keyfemayeşa yaşanacak yerdir. Kâm alıp neşeyle keyfimize bakalım”, diyerek biraz da gıcığına Angaralı Turgut’tan Etimesgutlu Sevda’ya “Bas bas paraları Leyla’ya” modunda cızırtılarla o lümpen çalgı çengiyle kelâmı şahanesine müzikal bir altlık da oluşturmaya çalışmıştı.

Elbette “parasınca konuştuğundan” hak, vicdan, izan ehli canlar da yine “nemelazımcılığa” yaslanan meşrepleriyle, ziyadesiyle sükûtu seçmişlerdi… Ama her olay ve durumda Hak Hakikat illa Adalet diye ünleyen ve defaten bize “Hadsize haddini bildirmek, kırk yetime kaftan giydirmekten evlâdır” sözünü hatırlatıp tembihte bulunan Meşşedi’nin, buna, bu hadsizliğe cevapsız kalmayacağı da herkesin malumu idi. Sırası ve dahi kıvamıydı…

Hayat tarzı ve tasavvuru itibariyle, insanı,“ hayret, hayranlık ve endişe sahibi varlık” olarak tarif eden kadim zaman metinlerinden bahisle, hikmetinden sual edilir olan sözü sohbeti ile Meşşedi, Kars’ta “üç kız bir ana”, Antep’te “Baxçalarda Mor Meni”, Elaziz’de “axçik”, D. Bekir’de “Suzan Suzi” Ege’de “Bodrum Hakimi”, “Meşe beyi/ormancı”, Ordu’da “Ordunun Dereleri”, Sivas’tan Zaralı Halil’in “Bugün Günlerden Cumadır Cuma, Yozgat’da “Y. Sürmelisi” ve daha nice Türküden  birer kuple okuyarak yöre yöre her biri, yakıldığı hazan deminde sevdanın en karasının kederini ızdırabını yansıtan Türküleri terennüm ederek, hikayesiyle beraber yanıp yakıldığı hüzün keder iklimine dikkat çekmişti…

Anadolu’da en masumundan sevmekliğin, sevdanın; fena fesat ehli kötücül nobran nadan fanilerden dolayı nasıl yekpare karaya kesildiğini yerinde yöresinde misallerle anlatmıştı ki…

Niyeyse bu defa tarihin derinliklerine doğru tee Adem Babamızın Cennet tehcirine, evladı Kabil’in, “Bereketli Hilalin” orta yerinde hırs/hased, fena/fesat ile gardaşı Habil’i katlettiği o meşum vakaya kadar taşımıştı sözü, sohbeti…Havalinin, bereketli Mezopotamya sahrasını kardeşiyle paylaşmak yerine, bir başına tamamına sahip olmak hırsıyla katılaşıp taş kesilen o kara, kapkara kalbiyle hırsla hışımla yerden kaptığı çakmak taşıyla muhabbet kaynağı  Habil’in kafasını ezip, gardaşına  kıydığı o meşum günden beri “ yazgımız kara yazılmış, iki yakamız bir araya gelmez olmuştu” diye anlatmıştı…

Kabil ve Habil kardeşlerin kavgası

Esasında, bu kara yazgıyı teologlar/ilahiyatçılar, Babamız/Hz. Peygamberin, Cennet-i âlâ da, İblis’in telkiniyle, çokça elma metaforu üzerinden anlatılagelen  “sakınılası” meyveye uzanan eli, o insani “inisiyatifine” bağlayanlar da az değildi ya bahsi diğerdi (1)…

İşte o meşum kara günden beri Kabil’in/Katilin evlatlarından kem, kötü, fena fesat namına her şey beklenir olmuştu. O günden beri Kul Taneleri için yaşam esasen, şu Dünya çölünde maruz kalınan şeydi; sahici bir sevinçten, neşeden/neşveden uzak, çevremizde olup biten, kimi sürgit devam eden nice kahırlı hadiseyle ziyadesiyle bir hüzüngâhtı aslında, Dünya…

Evet, burası Dünya idi ve burada hüzün/keder esas, neşe istisnaiydi. Kadim zamanlardan tee Nuh Nebi’den beri böyleydi; ezel/evveldi; mesele(miz) (1)… Faniler daha doğarken, yaşamdan ziyade ölüme yakındı…Bizzat maruz kaldığı ya da tanıklık ettiği olay ve durumların takatini aşan kahr û keder/cevr i cefa karşısında, hayat ölümün kıyısında adeta bıçak sırtındaydı, çokça…Yaşanan onca kahırlı, elim hadisenin  onulmaz  tesiriyle  sesimiz de bağrımız da yanıktı, bizim. Sesimizin tınısı, canımızın sızısındandı, zira. Ve tam da bu sebeple bu diyarda Türkü/Stran söylenmez, yakılırdı, diye özetlemişti vaziyeti…

Evet, şu Dünya hayhuyunda/kêşmekêşinde, nice kalabalıkların ortasında kendi ücrasına savrulmuş mütevazı eğreti bir yaşamak hevesi ile hayata tutunan Canlar; ağız dolusu gülmelere, şen kahkahalara, sahici sevinçlere hasret ömür sürerlerdi, çokça. Ve yaşamak zannıyla yaşamı ıskalarken hem de…

Üstad Ahmed Arif “Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden” şiirinde ne de güzel anlatırdı, insan balasının bu keder demini:

Barışa, bayrama hasret

Uykulara, derin, kaygısız, rahat,

Otuziki dişimizle gülmeğe,

Doyasıya sevişmeğe, yemeğe…

Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,

Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret

Ve asıl biz biliriz kederi.

Ahmed Arif

Fazlasına müsaade edilmezdi, zira. Ancak tebessüm edilirdi, yar’a yavukluya…Ve içten, deruni, irfani kadim geleneğin telkiniyle bilinirdi ki Can’ın Can’a tebessümü bin vuslata bedeldi ve buydu Kul Tanelerinin hayatına bir nebze de olsa yaşamak zannıyla “Hayat” olan…büsbütün umutsuz da değildik elbet. Yer yer yüreğimize oturan bir ukdeye dönüşse de Umut… Bu diyarda keder ikliminin damıttığı öfkeden arınmış o tarifli/tarifsiz hüzünle yoğrulmuş yüreklerden çehrelere yayılan bir tarifsiz muştuyla bilinirdi ki anaların ağıdı, kadınların asırlardır arşa çıkan avazı, zılgıtıydı; aslında balalara, yarınlara umut olan…

Evet yine, “Mektup yazdım Hasan’a. Ha Hasan’a ha Sana…”

SÖZLÜK

(1) Burada müesses nizamın tuzu kuru sözüm ona seçkinlerinin senelerce arabesk diyerek tepeden bakıp küçümsedikleri ama, ahalinin kahir ekserisinin makûs yazgısıyla zaten her yönüyle arabesk olan kahırlı ömür yolunda gönüllerine taht kuran üç babadan en hası olan merhum Müslüm Baba’yı ve bu muammayı terennüm ettiği “Meselem” şarkısını yad edesim.

Müslüm Baba

BENİM MESELEM

Bu benim meselem derin meselem

Ezelden ebede giden meselem

Meselem alın yazım gibi Meselem

Bir sevda türküsüdür Meselem,

Aşkımın öyküsüdür Meselem.

Yeryüzü gökyüzüdür, cevapsız sorular üst üste biner

Kördüğüm misali benim meselem

https://www.youtube.com/watch?v=TbmBZ2I5Qaw&pp=ygUYbWVzZWxlbSBtw7xzbMO8bSBnw7xyc2Vz

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir