Değerli Okuyucular:

Budizm felsefesiyle gerçek anlamda tanışmam ABD’ye gittiğim 1992 yılında oldu. Kaliforniya eyaletinin Berkeley (börkli)şehrinde ileri seviye İngilizce kurslarına devam ediyordum. Bir gün hocamız, elinde Alman yazar Herman Hesse’nin “Siddhartha” isimli kitabıyla geldi.

“Bu kitabı satın alın. İçeriğiyle ilgili 3-4 sayfalık bir yazı hazırlamanızı istiyorum.”

Kitabı okumaya koyuldum. Bilmediğim kelimeleri sözlükten arıyor, not ediyordum. Derken birden kendimi kitabın büyülü havasına kaptırdım.

Herman Hesse, gençlik yıllarında Doğu felsefesine ve Budizm’e ilgi duyar. Buradan esinlenerek “Siddhartha” isimli kitabı kaleme alır.

Herman Hesse ve bir döneme damgasını vuran unutulmaz kitabı: Siddhartha

Roman, Siddhartha adında genç bir Hintli’nin ruhani arayışını ve aydınlanma yolculuğunu anlatır. Siddhartha, Brahman (soylu) bir aileden gelmesine rağmen, geleneksel dini uygulamalardan ve toplumsal beklentilerden tatmin olmaz ve gerçek bilgelik ve iç huzuru arayışına çıkar. Bu süreçte çeşitli yaşam evrelerinden geçer, samanalarla (dünyevi zevklerden el çekmiş dini dilenciler) yaşar, aşırı zevk ve bolluk içinde bir yaşam sürer, derin bir içsel boşluk ve umutsuzluk dönemi yaşar ve sonunda bir nehirde feribotçu olarak çalışan sadık bir adamın yanında basit bir yaşam sürmeye başlar. Siddhartha’nın yolculuğu, nehrin sonsuz akışı ve tekrarıyla sembolize edilen sürekli değişim ve dönüşüm temasını içerir.

Doğrusu kitaptan etkilenmiştim. Ben de romanın kahramanı gibi sanki içsel bir arayış içindeydim. Bir ülkeden diğerine savrulup duruyordum. Kitabın hakkını vererek ödevimi tamamladım.

HİPPİ HAREKETİ VE 68 KUŞAĞI GENÇLİK

Çok geçmeden Hippi hareketinin 1960’ların ortalarında San Fransico Körfez Bölgesi (Bay Area) olarak bilinen San Fransico, Oakland, San Jose ve Berkeley şehirlerini kapsayan bölgede doğduğunu öğrenecektim. Özellikle Berekeley Üniversitesi kampusu ve civarı bu harekete ev sahipliği yapar.

Dünya gençlik hareketinin ilk nüvesi: 1965’te Berekley’de öğrenci gençlik protestoları

İlk protestolar 1965 yılında Berkeley Üniversitesi yerleşkesinde başlar. Öğrenciler ve öğretim üyeleri Vietnam Savaşı’na karşı çıkan gösteriler düzenlerler. Bu aynı zamanda dünya gençliği arasında “Free Speech Movement” (Özgür Konuşma Hareketi) olarak bilinen ve hızla Avrupa’ya yayılan bir dizi olayın başlamasına öncelik eder. Avrupa’da bu hareket önce Paris’te kendisine taraftar bulur. Mayıs 1968’de üniversitelerin yoğun olduğu Paris’in Latin Mahallesinde öğrenciler polisle çatışır.  Ancak Avrupa’da daha çok sosyalist ve komünist bir öze kavuşur. Türkiye’deki gençlik de çok geçmeden Avrupa’dan etkilenir ve böylece 68 Kuşağı ortaya çıkar.

Paris, Mayıs 1968 öğrenci gençlik hareketi

Berkeley’deki öğrenciler savaşın etik olmadığını, Amerika’nın Vietnam’daki varlığının yanlış olduğunu ve savaşın sona erdirilmesi gerektiğini savunurlar. Bu protestolar, medyanın dikkatini çeker ve ülke genelinde Vietnam Savaşı’na karşı muhalefetin artmasına yardımcı olur.

Kısacası, Berkeley şehri ve üniversite yerleşkesi dünya gençlik hareketinin ve Hippi geleneğinin doğum yeri olarak tarihsel bir görev üstlenir.

Hippiler; barış, aşk ve özgürlük ideallerini benimserler ve toplumsal normlara, tüketim toplumuna ve savaşa karşı çıkarlar. Alternatif yaşam tarzı arayışı içinde, Doğu felsefesine, psikedelik (zihinsel sınırları zorlayan ve yeni perspektifler kazandıran) müziğe, uyuşturucu kullanımına ve çevreciliğe yönelirler. Bu hareket, aynı zamanda, ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran bir moda anlayışını da beraberinde getirir. The Beatles, Rolling Stones en çok dinlenen müzik türü olarak döneme damgasını vurur.

Hippiler, Doğu felsefesine yöneldiklerinde birdenbire Herman Hesse’nin “Siddhartha” isimli kitabını keşfederler. “Siddhartha,” Hippi akımının merkezinde yer alır, çünkü roman, Batılı okurlara Doğu’nun ruhsal geleneklerine bir pencere açıyor ve birçok hippinin arzuladığı özgürlük, içsel barış ve kendini bulma yolculuğuna dair önemli temaları işliyordu.

Bu kitap bir anlamda Hippi geleneğinin el kitabı olur. Giyim kuşamı ve yaşam biçimiyle bir Hippi olan İngilizce Hocam da bu nedenle “Siddhartha” kitabını okumamızı istemişti.

Bu dönem aynı zamanda, Doğu felsefesine (Budizm), meditasyona, yoga’ya ve alternatif yaşam tarzına artan bir ilgiyi de beraberinde getirir.

Ne tesadüftür ki, birkaç yıl sonra yeğenim Rabun, İsviçre’nin Lugano şehrinin Montagnola bölgesindeki The American School’da (TASİS) yatılı öğrenci olarak lise eğitimine başlayacktı. Ziyaretine gittiğim bir gün burada defnedilen Nobel ödüllü Herman Hesse’nin yeşillik ve çiçekler içindeki mezarını ziyaret edip Siddhartha’yı yad ettiğimi hatırlıyorum.

Herman Hesse’nin İsviçre’nin Montagnola bölgesindeki mezarı

BUDİZM FELSEFESİYLE TANIŞMA

Kader bu! Budist gelenekten gelen bir Çinli-Amerikalıyla evlenince Budizm’in gelenek ve alışkanlıklarıyla daha fazla tanışma şansı buldum. Bu fırsatla, ne kadar çok beyaz Amerikalının Budizm’i bir yaşam biçimi olarak kabullendiğine tanıklık etme şansı buldum.

Budizm, M.Ö. 6. yüzyılda Hindistan’da yaşamış Siddhartha Gautama’nın öğretileri üzerine kurulu bir felsefe ve dindir. Siddhartha Gautama, daha sonra “Buda” yani “Uyanmış Olan” olarak bilinir. Budizm’in temel felsefesi, yaşamın doğasını ve insanların nasıl acıdan kurtulup aydınlanmaya (Nirvana) ulaşabileceğini anlamaya dayanır. Bu felsefenin temel taşları şöyledir:

DÖRT YÜCE GERÇEK

Dukkha (Acı): Yaşamın kaçınılmaz olarak acı, tatminsizlik ve ıstırapla dolu olduğunu belirtir.

Acının Nedeni (Samudaya): Acının temelinde arzu, tutku ve bağlılık yatar.

Acının Sonu (Nirodha): Arzuların terk edilmesiyle acının sona ereceği öğretilir.

Acıdan Kurtuluş Yolu (Magga): Nirvanaya ulaşmanın yolu olan Sekiz Aşamalı Yol olarak bilinir.

Sekiz Aşamalı Yol: Doğru görüş, doğru niyet, doğru konuşma, doğru eylem, doğru yaşam, doğru çaba, doğru farkındalık ve doğru meditasyon olmak üzere sekiz parçadan oluşur. Bu yol, etik davranış, zihinsel disiplin ve meditasyon pratiklerini içerir.

Budizm ayrıca, karma yasasını kabul eder; yani bir kişinin geçmişteki eylemlerinin, şimdiki ve gelecekteki yaşamlarını şekillendirdiğine inanır.

DALAİ LAMA VE DESMOND TUTU

Dalai Lama (solda) ve Desmond Tutu

Dalai Lama, Tibet Budizm’inin ruhani lideridir. Desmond Tutu de Güney Afrika Anglikan Kilisesi Başpiskoposudur.  Desmond Tutu, Apartheid’e karşı mücadele ederken, Dalai Lama da Tibet’in özgürlüğü ve kültürel bağımsızlığı için çaba sarfeder. Her ikisi de modern zamanların en etkili ve saygı duyulan ruhani lideri olarak tarihi bir misyon üstlenirler. Yaşamları ve mücadeleleri farklı coğrafyalarda ve farklı siyasi bağlamlarda gerçekleşmiş olsa da her ikisi de barış, adalet ve insan haklarına olan derin bağlılıklarıyla tanınırlar. Her ikisi de kendi çabalarıyla dünya barışına katkıda bulundukları için Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştür. Dalai Lama 1989’da Desmond Tutu ise 1984’te ödülü alır.

DALAİ LAMA’NIN SONSUZ İNSAN SEVGİSİ

Dalai Lama bir gün New York’a davet edilir. Dalai Lama büyük bir mekânda barış mesajını paylaşmak üzere bir konuşma yapacaktır. Ziyareti sırasında, genç zihinlerle etkileşim kurmayı her zaman derin ve aydınlatıcı bulduğu için, yerel bir okuldan bir grup çocukla buluşmakta ısrar eder.

Buluşma gününde, çocuklar öğretmenleriyle birlikte küçük bir salonda toplanırlar, böyle saygın bir figürle tanışmanın heyecanıyla kıpır kıpırdılar. Dalai Lama geldiğinde, herkesi sıcak gülümsemesiyle selamlar, hemen rahat ve neşeli bir atmosfer yaratır.

Çocuklar Dalai Lama’nın etrafına otururken, küçük bir kız elini kaldırarak bir soru sorar: “Dünyayı daha iyi bir yer yapmak için ne yapabiliriz?” diye sorar. Oda sessizliğe bürünür.

Dalai Lama, cevap verir:

“Başlamak için bir arkadaş seç! Senden farklı bir geçmişe ve inanca sahip biri olsun. Arkadaşını tanımaya, onun acılarını ve ihtiyaçlarını anlamaya çalış. Ancak bu şekilde dünyayı daha sıcak, daha merhametli bir yer yapabiliriz.”

KURT ADAM

Bir keresinde, Dalai Lama, Avustralyalı bir sunucunun programına konuk olur. Konu Çin’den açılır. 1950’den beri Tibet ülkesini işgal eden Çin, Dalai Lama’nın uluslararası diplomasi çalışmalarından rahatsızdır.

Sunucu, Dalai Lama’ya sorar:

“Çin hükûmeti, sizi Kurt Adam olarak ilan etti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?”

Dalai Lama bu söze kahkahalarla güler. Sonra da yüzünü çekiştirerek kendisini şekilden şekle sokmaya çalışır. Sunucu meraklanır:

“Efendimiz! Rahatsız edici bir durum mu var?”

Dalai Lama, muzip bir şekilde cevaplar:

“Kurt adam olmaya çalışıyorum. Bakalım başarabilecek miyim?”

DESMOND TUTU’NUN HOŞGÖRÜ ANLAYIŞI

Bir sabah, Desmond Tutu, ülkenin en uzak köşelerinden birine, umudu yeniden canlandırmak için bir yolculuğa çıkar. Güneş, kızıl toprakların üzerine altın bir ışık saçmaktadır. Köy meydanına vardığında, halk sessizce onu dinlemek için toplanır. Ancak Tutu, büyük konuşmalar yapmak yerine, onlardan sıradan bir sandalye getirmelerini ister. Şaşkınlık içindeki köylüler, bu sıra dışı isteği yerine getirirler.

Tutu sandalyeye oturur ve hemen orada, köy meydanında, herkesin gözü önünde ayakkabılarını çıkarır. Çıplak ayaklarıyla toprağı hisseder, güneşin sıcaklığını ve toprağın serinliğini ayaklarının altında duyar. Ardından gülümser:

“Bakın, hepimizin ayakları toprağa eşit şekilde basıyor. Apartheid bizi ayırmaya çalışsa da bu topraklar hepimizi birleştiriyor.”

Çok geçmeden köylüler, Desmond Tutu’nun öncülüğünde ayakkabılarını çıkarırlar, toprakla bağ kurmanın basit mutluluğunu yaşarlar.

Bu eylem, sadece bir dayanışma gösterisi değil, aynı zamanda Desmond Tutu’nun Apartheid’e karşı mücadelesinin bir metaforuydu

Desmond Tutu, insanları bir araya getirme ve kalplerinde umut ateşini yakma gücüne sahip olan nadir insanlardan biriydi.

KARŞILIKLI SEVGİ VE SAYGI

Desmond Tutu ve Dalai Lama’nın dostlukları derin ve anlamlıdır.  Her iki liderin de neşe, merhamet ve insanlık sevgisiyle dolu yaklaşımlarını yansıtan birçok anekdota konu olmuştur. Bu dostluk, her ikisinin de zor zamanlarda bile umudu ve neşeyi nasıl bulduklarına dair güçlü bir örnek teşkil eder. İşte onların birlikte yaşadıkları ve kamuoyuna mal olmuş birkaç anekdot:

Dalai Lama’nın 80. doğum günü için Desmond Tutu, Dalai Lama’nın sürgünde yaşadığı Hindistan’ın Dharamsala şehrine gideri. Bu ziyaret sırasında yaşananlar, ikilinin arasındaki derin dostluğu ve birlikte geçirdikleri zamanın neşesini gözler önüne serer. Videolarda ve fotoğraflarda, ikilinin birbirleriyle şakalaştıkları, gülüştükleri ve hatta birbirlerine doğum günü pastasını yüzlerine sürdükleri görülür. Bu, onların insanlığa dair mesajlarının yanı sıra, yaşama sevinci ve neşeyi de paylaştıklarını gösterir.

Desmond Tutu ve Dalai Lama, birbirlerine karşı derin bir saygı ve sevgi beslemekteydiler. Desmond Tutu, Dalai Lama için “kardeşim” ifadesini kullanır. Onun barış ve merhamet yolundaki kararlılığını takdir eder. Dalai Lama da Desmond Tutu’nun adalet, barış ve insan hakları için yürüttüğü mücadeleyi över, onu “manevi kardeşim” olarak nitelendirir.

İkili, özellikle 2000’li yıllardan itibaren, kamuoyu önünde birbirlerine karşı derin saygı ve sevgi ifadeleriyle sık sık görüldüler. Desmond Tutu ve Dalai Lama’nın arkadaşlıkları, onların halka açık diyalog ve etkinlikte bir araya gelmeleri, ayrıca insanlığın karşı karşıya olduğu zorluklar hakkında ortak görüşlere sahip olmaları ile daha da pekişti.

SONUÇ

Desmond Tutu ve Dalai Lama’nın yaşamlarından çıkarılacak önemli dersler var. Her ikisi de ülkelerindeki haksızlığa karşı korkusuzca direnmiş ama evrensel insan sevgisi ve merhamet duygusundan asla taviz vermemişlerdir. Hiç tartışmasız, sonu gelmeyen savaşların içinde yüzen dünyamızın bu türden siyaset insanlarına olan ihtiyacı her geçen gün varlığını daha da hissettiriyor.

 

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir