Değerli Okuyucular:

Bu dünyadaki en zor şeylerden birisi, gurbetlik duygusudur. Ben, bir bireyin gurbetliğinden değil bir topluluğun gurbetliğinden bahsediyorum. Bir bakıyorsunuz, birkaç aile, diline ve kültürüne yabancı oldukları başka bir ülkeye gönüllü veya zoraki göç ediyor (veya sürgün ediliyor), aradan yıllar geçiyor, aile büyük bir topluluğa dönüşüyor, geriye dönmesi artık imkansızlaşıyor, gelenek ve görenekler de aile içinde konuşula konuşula bir sonraki nesle aktarılıyor.

Kabul edelim ki yeni neslin işi  kolay değildir. Bir yandan doğup büyüdükleri ülkenin diline, kültürüne adapte olmaya çalışırlar bir yandan da aile içinde kök salmış olan “gurbetlik” duygusunu yüreklerine gömerler. Bu ikilemin ne kadar zor bir duygu olduğunu ancak yaşayanlar bilir.

HEZ-KURD TOPLANTISI

Bu yazımı kaleme almamın nedenini kısaca açıklamak isterim:

HEZ-KURD örgütünün kurucusu değerli dostum Fevzi Bulgan, onurlu bir toplantıya imza attı. Gürcistan ve Kazakistan Kürtlerinin en önemli üç şahsiyeti, Prof. Dr. Nadir Nadirov, Prof. Dr. Kinyazê Îbrahim Mîrzoyev ve Keremê Angosî’nin isimlerini hem yad etmek hem de onurlandırmak için 19 Nisan’da Iğdır’da bir toplantı organize etti. Prof. Dr. Nadir Nadirov’un gelini Narîn Nadirova Hanımefendi de toplantıda hazır bulundu. Fevzi Bulgan, plaketler vererek “yüzyıllık” gurbetteki ve sürgündeki Kürt şahsiyetlerini onurlandırdı.  Şahsını ve yardımcısı Ramazan Taşdemir’i tebrik ediyorum.

HEZ-KURD Toplantısı: (Soldan sağa) Ramazan Taşdemir, Fevzi Bulgan ve Narin Nadirova

Toplantıya davetliydim ancak mazeretim nedeniyle katılamadım. Toplantının kısa video çekimini izledim. Üzüldüm. Iğdır, daha iyi bir katılım sağlayabilirdi. Ne zaman “Kürt ve Kürdistan” davasından söz açıldığında yeri göğü inletenler (!) ya yoktular ya da isteksiz bir tavırla, sanki zoraki getirilmişler gibi bir köşeye sinmişlerdi. Artık biliyoruz ki “Kürdistan” ismi, kutsal bir davanın değil siyasi bir rantın talihsiz bir aracıdır. Bu nedenle Iğdır, Narîn Nadirova Hanımefendi’nin şahsında üç büyük Kürt şahsiyetine özür borçlu olduğunu unutmamalıdır.

Eğer bir gün yolunuz Kafkasya ve Orta-Asya’ya düşer ve bir Kürt ailesini ziyaret ederseniz, onların yüreğindeki “yüzyıllık” gurbet acısını görecek ve ancak o zaman hayatları sürgünde ve gurbette geçen Kürtlerin acılarını anlayabileceksiniz.

Bunları yazarken, hatıralarım beni zaman tünelinde benzer bir olaya götürdü.

KİCHİMATSU KİSHİ (Kiçimatsu Kişi)

Kichimatsu Kishi

Fuji Kishi

Yıl 1993. Kaliforniya’nın Berkeley (börkli) şehrinde öğrenciydim. 25 Mayıs’ta Marianne isimli Çinli bir Amerikalıyla evlendim. Marianne, uzun yıllar San Fransico’da kaldığından özellikle kendisi gibi Uzak-Doğu’lu arkadaşları oldukça fazlaydı. Bunlardan birisi de Japon asıllı Hina idi. Hina, İmparatorluk ailesinden bir sanatçıyla evliydi. Kocası kaligrafi konusunda dünyaca ünlüydü. Zamanında Marianne da evlerine giderek kaligrafi dersi almıştı. Dostlukları böyle başlamıştı.

Japonca konuşuyor olmam Hina ve kocasını çok mutlu etmişti. Dostluğumuz pekişti.

Bir gün Hina, ailesinin ve diğer Amerikalı Japonların İkinci Dünya Savaşı yıllarında, tıpkı Nazilerin Yahudilere yaptığı gibi, nasıl toplama ve tecrit kamplarında bir araya getirildiklerini, nasıl mallarına el konulduğunu uzun uzun anlattı. Hina, ikide bir gözyaşlarını kuruluyor, annesi Toki, dayısı Taro, anneannesi Fuji ve dedesi Kichimatsu Kishi’den bahsediyordu. İlk o zaman ABD’de de tıpkı Nazilerde olduğu gibi Tecrit ve Ölüm kampları kurulduğunu öğrenmiş olacaktım.

Hina, bir gün bizleri Teksas Eyaletindeki Kishi Colony’e götüreceğini, doğduğu evi göstereceğini söyledi. (Not: “Colony” kelimesi Büyük Kishi Ailesi ve Klanı anlamına gelmektedir. ‘Klan’, dediğim için bazı zavallı beyinler yine beni  aşiretçilikle suçlayacaklar.)

Doğrusunu isterseniz Hina bunu söylediğinde, ileride böyle bir ihtimalin gerçekleşeceğine hiç ihtimal vermiyordum.

Pensilvanya Üniversitesi’nde MBA eğitimim için o yılın ağustos ayında Philadelphia şehrine taşındık. 1995 yılında mezun oldum. Teksas’ın Dallas şehrindeki bir petrol şirketinde çalışmaya başladım. 1996 yılı temmuz ayında Atlanta Olimpiyatları vardı. Böyle bir fırsatı kaçırmak niyetinde değildim.

Böyle bir günde Hina ile telefon sohbetimiz oldu. Atlanta’ya gideceğimizi öğrenince, dönüşte bizi Orange şehrinde misafir edebileceğini söyledi. Kishi Colony, bu şehre yakın bir yerde kök salmıştı. Memnuniyetle kabul ettik.

Araba kullanmayı seviyordum. 1250 km’lik yolu dinlene dinlene tamamlayıp olimpiyatların görkemine şahitlik etmek fırsatını bulduk. Dönüşte güzergahımızı değiştirdik, New Orleans üzerinden Orange şehrine vardık. Hina ve eşi, bizi evlerinde ağırladılar. Bu aynı zamanda Hina’nın doğup büyüdüğü evdi. Annesi, kuzenleriyle birlikte bu evde kalıyordu.

Hina, kahvaltıda ailesinin Japonya’dan ABD’ye gelişini duygusal bir ses tonunda anlatmaya koyuldu:

“Dedemin (Kichimatsu Kishi) babası Japonya’da bankacıymış. Dedem, Tokyo’da üniversite eğitimine devam ederken Rusya-Japonya Savaşı (1904) patlak verdiğinden eğitimini yarım bırakarak askere alınmış. Japonya, Çin’in Mançurya bölgesini işgal edince bu kez orada görev yapmış.

O yıllarda Japonya’nın ABD’deki konsolosu bir rapor hazırlar. Buna göre ABD’de çeltik (pirinç) ekimi konusunda büyük bir boşluk vardır. Bu raporu bir gazetede okuyan dedem, 1906 yılında yalnız olarak ABD’ye gelir. Çeltik ekimi bol su gerektirdiğinden, dedem, Mississippi Nehri boyunca dolaşarak uygun bir yer arar. Böylece Orange şehrine gelir. Orange ve Beaumont şehirleri arasında Terry adlı bir bölge var. Yarın sizleri oraya götüreceğim. Dedem, Terry’de 14 bin dönümlük yer satın alır. Sabina Nehrinden kanallar açarak çeltik ekimi yapar. Japonya’dan 16 göçmeni de yardımcı olarak getirir. Bir anlamda ABD’de bu kadar büyük ölçekte çeltik ekimini ilk olarak dedem yapar. Dedemin büyük babası, Japonya’da büyük toprak sahibiymiş. Herhalde bundan olsa gerek, dedem borç para alarak durmadan arazi satın alır. Eşi Fuji Hanım ve vefat eden ilk eşinden olan dört yaşındaki oğlu Taro da 1908’de Japonya’dan gelince aile daha da büyür.

Terry Bölgesinde çeltik ekimi için katırlarla arazinin sürülmesi

Araziyi katırların çektiği pulluklarla sürmüş. Dedem, buharla çalışan tarak makinelerini de kullanınca verimlilik artmış. Çeltik ekiminden iyi para kazanmış.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında ABD Savunma Bakanlığı, savaş gemileri yapmak için Orange bölgesini tercih eder. Böyle olunca denizin tuzlu suyu Sabine Nehrini doldurur, çeltik ekimi de zorlaşır. Dedem, şanslıymış. Tam da böyle bir zamanda, 1919’da arazisinden petrol fışkırmış. Bir anda milyoner olmuş. Japon yatırımcılarla birlikte ortaklaşa şirket kurar, borçlarını öder, daha fazla arazi satın alır.

Kichimatsu Kishi bizzat buharla çalışan tarak makinesini kullanırken

1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’dan dedem de etkilenir, ama varlığını devam ettirir. Arazileri satarak bu şehirde (Orange) şu anda içinde bulunduğumuz bu çiftliği satın alır. Derken İkinci Dünya Savaşı başlar. Japonlar, Hawaii’deki Pearl Harbor limanına saldırınca, ABD Hükûmeti,  ülkede yaşayan bütün Japonlara “hain” gözüyle bakar, tecrit kamplarına koyar. Dedem ve ailesi de San Antonio şehri yakınındaki bir kampa yerleştirilmişler. Savaştan sonra tekrar serbest kalmışlar. Ben de bu evde 1949 yılında dünyaya gelmişim.”

İkinci Dünya Savaşı yıllarında ABD’de kurulan Japon Tecrit kamplarından biri (Savaş boyunca ABD’deki bütün Japonlar benzer kamplara konmuşlardır.)

Hina, bunu anlatırken, annesi uzakta bir divanın üzerine oturmuş, iki büklüm halde dinliyor, arada bir gözyaşlarını kuruluyor, “Hai, sono yo ona (evet, öyleydi)” diyerek kızını onaylıyordu.

Büyük Kishi Ailesi (Klanı): (Önde ortada) Kichimatsu Kishi, eşi Fuji (solunda) ve birinci eşinden oğlu Taro (1912)

Ertesi gün Hina bizleri bir zamanlar ABD’de ilk büyük ölçekli çeltik üretiminin yapıldığı arazilere götürdü. Her tarafta terk edilmiş petrol kuyuları vardı. Daha sonra “Kishi Colony Cemetery (Kişi Aile Mezarlığı)” ismiyle anılan mezarlığı ziyaret ettik. Hina, dedesi Kichimatsu Kishi’nin mezar taşına sarıldı, uzun süre öyle kaldı.

Kichimatsu Kishi’nin mezar taşı

SONUÇ

İster Kürt, ister Japon olun, ister birkaç yıl ister birkaç yüzyıl gurbette yaşayın, yürekler her zaman acı ve özlemle doludur.

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir