Değerli Okuyucular:

(NOT: Bu yazıyı dayım Fetullah Kakioğlu ve onun ayrılmaz dostu, değerli insan Enver Aytekin’in aziz hatıralarına atfediyorum.)

Zaman zaman geriye dönüp bakmayı severim. Olaylar, insanlar, şehirler, ülkeler gözlerimin önünden geçip giderler.

İşte yine böyle bir gündü. Kollarımı başımın arkasında kavuşturmuş, yatağıma uzanmış, film şeridi gibi akıp giden kimi muğlak kimi berrak siluetlere, konuşmalara ve olaylara tanıklık ediyordum. Kedim Bıcık, sırtını bacağıma dayamış, tatlı tatlı mırıldanarak derin bir uykuya dalmıştı

Zihnim, İstanbul’a geldiğim ilk günlere saplandı:

1973 yılı ağustos ayının son günleriydi. Kardeşim Süheyla Ablam ile birlikte Iğdır’dan bindiğimiz otobüs, üç günlük bir yolculuktan sonra nihayet İstanbul’a vardı. Boğaziçi Köprüsü henüz hizmete açılmadığından, otobüsümüz İstanbul Boğazı’nı geçmek için Harem’de arabalı vapura yerleşince, diğer yolcular gibi ben de otobüsten inip vapurun kenarından denize ve uzaklardaki İstanbul siluetine bakakaldım. Bu şehirde liseyi okuyacaktım.

Süheyla Ablam da ilginç bir şekilde bir zamanlar Iğdır Ortaokulu Müdürü olarak görev yapan, “Sürmeli Çukuru, Iğdır Tarih ve Coğrafyası” isimli Iğdır’ın ilk kitabını (1955) kaleme alan Veli Orkun’un sahibi olduğu Bilgi Dershanesi’nde üniversite sınavlarına hazırlanacaktı.

KABATAŞ ERKEK LİSESİ

Kabataş Erkek Lisesi’nde 1973-76 yılları arasında yatılı okudum. Türkiye’nin en doğu ucundan yani Iğdır’dan kalkıp İstanbul’a gitmek bir taşra çocuğu için zaten büyük bir değişim demekti. Kaldı ki Kabataş Erkek Lisesi’nde yatılı okumak, yaşama karşı bir başkaldırı, karanlığı parçalama ve bir direniş anlamındaydı. İsteyen aileler değil ancak cesaret edebilenler çocuklarını Kabataş’a gönderirler. Eğitim dilinin Türkçe olmasına rağmen o yıllar Kabataş Erkek Lisesi, Türkiye’nin en iyi beş lisesi arasındaydı; disiplin olarak da rakipsizdi.

Bir grup arkadaş Kabataş Erkek Lisesi’nde: (Sağdan sola) Kazım Devranoğlu, Mücahit Özden Hun ve Gündüz Dirhem

Kabataş Erkek Lisesi, Boğaz’ın en güzel yerlerinden birine özenle yerleşmiştir. Dışarıdan bakıldığında manzarası gerçekten de göz alıcı ve etkileyicidir. Görkemli mimarisi ilk anda insanın hayal gücünde, denize karşı şezlonga uzanmış, yaşamın zevkini çıkaran bir keyif sever insan duygusu uyandırır.

Kabataş Erkek Lisesi devasa bir kimya laboratuvarı gibidir: Orada bütün değerler birbiriyle tanışır, birbirine karışır, her şey analiz olup ayrışır, her şey sentez olup bütünleşir.

Çırağan Sarayı’nı tamamlayan Ermeni kökenli Balyan ailesinden bazı mimarlar bu sefer Ortaköy Camii’ne kadar olan kıyı şeridi üzerinde “İkincil” anlamına gelen Feriye Saraylarını inşa ederler. Kabataş Erkek Lisesi bu saray binalarının birkaçı üzerinde kuruludur.

Yemekhanede: (Sağdan sola) Süleyman, Mücahit Özden Hun, Kazım Devranoğlu, Gündüz Dirhem

Boğaziçi Köprüsü, Cumhuriyet’in 50nci yıl dönümünde, 30 Ekim 1973 tarihinde törenle hizmete girince, lisenin manzarası daha da güzelleşti. Yatakhane veya sınıflardan Boğaziçi köprüsünün güzelliği tüm haşmetiyle gözler önünde olurdu. Ama doğrusunu isterseniz ağır bir ders müfredatıyla boğuşan biz öğrenciler için bu güzellikler çoğu zaman bir anlam ifade etmezdi.

Lisede ta Osmanlı’dan devam ede gelen katı bir disiplin anlayışı vardı. Kabataş Erkek Lisesi kendisiyle yaşanması zor ama ayrı kalındığı zaman kendisini özleten bir sevgili gibidir.

ENVER AYTEKİN’İN İKİ SIRRI

Dayımın evi Çemberlitaş’taydı. Yengem Meral Hanım, Çemberlitaş Kız Öğrenci Yurdu’nun müdiresiydi. Dayım, yurt binasının arka tarafında, binaya bitişik bir lojmanda oturuyordu.

Dayımın, Cağaloğlu semtinde Nuruosmaniye Caddesinde birinci katta küçük bir matbaa dükkânı vardı. Ortağının adı Hayrettin Yılmaz idi. Soyadlarının ilk iki harfini yan yana getirerek KA-YI Matbaacılık ismiyle kurduğu basımevinde kartvizit, fatura vb bastırarak hayatını kazanıyordu. Lisenin açılmasına birkaç hafta vardı. Matbaada dayımın yanından ayrılmıyordum.

Dayım, ne yapıp eder, öğleden sonraları Enver Aytekin’i ziyarete giderdi. Elbette o yıllar ne dayımın ne de Enver Aytekin’in geçmişi hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. “Sosyal Yayınlar”, yanılmıyorsam Çemberlitaş Kız Lisesi’nin (Cağaloğlu Anadolu Lisesi) karşısında bir yerdeydi.

Kitaplar arasında sevdiği piposuyla Enver Aytekin

Enver Aytekin’in bürosunun içi kitaplarla tıklım tıklımdı. Masanın üzeri de kitap yığınlarıyla kaplı olurdu. Enver Aytekin, elinden düşürmediği piposuyla koltuğuna kurulur, düşünceli ve ağır bir ses tonunda “Feto” diyerek dayıma hitap eder, dertleşirdi. Enver Aytekin, dayımdan 9-10 yaş büyüktü. Dayım da “Enver Abi” diyerek saygıyla cevap verirdi.

***

Çok geçmeden lise açıldı, dersler başladı. Daimî yatılı öğrenci olduğum için çamaşırlarımız okulun çamaşırhanesinde yıkanacaktı. Meral Yengem, iç çamaşırlarıma, çorabıma ismimi işlemekten yorulmuştu.

Kabataş Erkek Lisesi Müdürü Adnan Dinçer, bir zamanlar dayımın Çankırı Lisesi’nde Coğrafya öğretmeni olduğu için aralarında yakın bir dostluk vardı. Dayım, velimdi. Okulun açıldığı gün dayım, yanında Enver Aytekin’le birlikte liseye geldi. Müdüre bir nezaket ziyaretinde bulunacaklardı. Yanlış hatırlamıyorsam, Enver Aytekin’in bazı yakınları da Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun oldukları için Müdür Beyle dostluğu vardı. (Adnan Dinçer, 1958-74 yılları arasında Kabataş Erkek Lisesi’ne Müdür olarak hizmet eder.)

Hep birlikte üst kattaki müdürün odasına çıktık. Kısa bir hoş sohbetten sonra odadan ayrıldık.

Merdivenleri inerken Enver Aytekin, piposundan derin bir nefes aldıktan sonra kulağıma eğildi:

“Yeğenim sana iki sır söyleyeceğim ama aramızda kalsın.”

Ben, Enver Aytekin’in müdürle ilgili bazı gizli bilgiler aktaracağını zannettim. Enver Aytekin, devam etti:

“Az önce birlikte girdiğimiz müdürün odası var ya, işte tam da bu odada Osmanlı Sultanı Abdülaziz intihar ederek ölmüş veya boğularak öldürülmüş.”

Doğrusu irkildim. Enver Aytekin’e inanmakta zorlandım. Sonraki yıllar bunun gerçek olduğunu anlayacaktım.

Enver Aytekin, devam etti:

“İkincisi de Kabataş Erkek Lisesinin kuruluş amacı Osmanlı döneminde Kürt ağa ve bey çocuklarının İstanbul’a getirilip okumalarına yardımcı olmak, böylece Kürtleri Osmanlı Devleti’ne sadık hale getirmekti. Okulun ilk adı Aşiret Mektebi’dir. Kabataş Semti’ndeydi. Bu okulun ilk Kürt mezunu Cibranlı Halit Bey’dir. O da dayının anne tarafından akrabasıdır.”

Cibranlı Halit Bey, Hınıslı’ydı. Dayımın anneannesi, Asiye Hanım Cibranlı Halit Bey’in öz kuzeniydi. Cibranlı Halit Bey, Erzurum’da Albay olarak görev yaparken kurmuş olduğu Azadî isimli gizli örgüt Şeyh Sait İsyanının (1925) başlamasında rol oynayacak, Albay Cibranlı Halit Bey yakalanıp Erzurum’dan Bitlis’e götürülecek, idam edilecekti.

***

Lise yıllarımda fırsat buldukça dayımla birlikte Enver Aytekin’in bürosuna uğrardım. İsmini duyduğum veya kitaplarını okuduğum birçok ünlü yazar, Enver Aytekin’in bürosuna uğrar, çay-kahve içip sohbet ederlerdi.

Lise birinci sınıfta başarılı bir öğrenciydim. Zorlandığım tek ders Kompozisyondu. Kompozisyon ve Edebiyat dersimize Recep Usta isminde, bıyıkları, bir zamanlar Kabataş Erkek Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak görev yapan, anısına lisemizin giriş kapısında büstü olan Ömer Seyfettin’in bıyıkları gibi yukarı doğru kıvrıktı. Belki de kendisini ikinci “Ömer Seyfettin” olarak hayal ediyordu.

Recep Usta, başarılı bir hoca değildi. Kompozisyon nedir, nasıl yazılır konusunda tek bir kelime etmemişti. Bildiği tek şey kara tahtaya bir atasözü yazmak, bununla ilgili bir kompozisyon yazmamızı istemesiydi.

Halbuki okulda öğrencilerin dilinden düşmeyen ve saygıyla bahsedilen bir Edebiyat öğretmeni vardı: Oktay Tuncer. Kendi kendime “İnşallah gelecek yıl hocamız olur,” diye dua ediyordum.

Müdür Adnan Dinçer ve sevilen Edebiyat Öğretmeni Oktay Tuncer

Edebiyat dersinden yüksek not alıyordum ancak Kompozisyondan sürekli 4 almaktan canım sıkılmıştı. Recep Usta’nın bana “4” vermesinin nedeni Kompozisyon sınavlarında Iğdır bölgesindeki yerel lehçede kullanılan örneğin “patates” yerine “kartol”, “hala” yerine “bibi” vb kelimeleri kullanmamdı. Yıl sonunda sadece Kompozisyon dersinden “4” ile ikmale kaldım. O yıllar geçer not “5” idi. Temmuz ayında ikmal sınavı için Iğdır’dan İstanbul’a gelecektim.

(Not: Almanlar, patatese Kartoffel der. Ruslar da Almanlardan aldıkları bu kelimeyi olduğu gibi kullanırlar, картофель (kartofel) ismini verirler. Bu kelime Rusçadan Güney Kafkasya halklarına geçer. Azerbaycan dilinde kartof, Kürtçede de kartol olur.)

Üzgündüm. Iğdır’a dönmeden önce dayımla birlikte Enver Aytekin’in bürosuna gittik. Enver Aytekin, bütün derslerden yüksek notlarla geçtiğimi sadece Kompozisyondan kıl payı kaldığımı öğrenince telefona sarıldı, birisiyle konuştu. Çok geçmeden Sait Faik Abasıyanık ve Ömer Seyfettin’in Bilgi Yayınevinden çıkan toplu kitapları Enver Aytekin’in masasının üzerine yerleştirildi.

Enver Aytekin, ağırbaşlı ve düşünceli bir tavırla, gözlüğün arkasında saklı ışıltılı mavi gözleriyle, nasihat etti:

“Evlat! Bu kitapları oku! Sait Faik Abasıyanık ve Ömer Seyfettin, modern Türk hikâyeciliğinin öncülerindendirler.  Doğayı ve insanları basit, samimi, iyi ve kötü taraflarıyla, olduğu gibi ama aynı zamanda şiirsel ve usta bir dille anlatırlar. Ayrıca Hayat Mecmuasında Şevket Rado’yu da düzenli oku. En iyi makale yazarıdır. Sana tavsiyem, Şevket Rado’nun köşe yazısını bir deftere kopya etmendir. Böylece yazı yeteneğin de gelişecektir.”

Enver Aytekin’in bu sözleri benim için büyük bir moral oldu. Iğdır’a döndüğümde hem Lombardini marka çayır biçme makinesiyle ot biçiyor hem de kitapları zevkle okuyordum. Temmuz ayıydı. İkmal sınavına girmek için İstanbul’a doğru yola çıktım. Otobüs yola çıktığında Birinci Kıbrıs Harekâtı (20 Temmuz 1974) da başlamıştı. Savaşla ilgili haberler nedeniyle uzun yolculuğun nasıl geçtiğini hissetmedim.

Kompozisyon sınavından iyi bir not alarak ikinci sınıfa devam etme hakkı kazandım. Gerçi o yıl “tek dersten borçlu geçme” diye bir kural da uygulamaya girmişti.

Bir gün yine dayımla Enver Aytekin’e uğradık.

Büroya girdiğimizde, her zaman mülayim ve sessiz olan Enver Aytekin, karşısında oturan birisine sinirli ses tonunda hitap ediyordu:

“Bu ne biçim çeviri böyle? Faust, böyle mi çevrilir? Dünya edebiyatının baş tacı, böyle mi çevrilir?”

Karşısındaki şahıs, mahcup ve suskundu. Enver Aytekin, devam etti:

“İsmet, yeniden çevir. Acele etme, üzerinde uğraş! Merak etme! İyi bir ücret vereceğim. Yeter ki bana edebi özüne bağlı bir çeviri getir!”

Demek ki beyefendi, bir çevirmendi. Daha sonra isminin İsmet Zeki Eyüpoğlu olduğunu öğreneceğim beyefendi, usulca ayağı kalktı, masadaki kağıtları topladı, çekip gitti.

Enver Aytekin, dayımı görünce, yüz kasları gevşedi. Çay içerken, sıkıntısını paylaştı:

“Feto, dünyanın edebiyatının en önemli eserlerinden Faust’u hakkıyla çeviren yok! Sanırım yazarın ruhunu anlamıyorlar. Basit çevirileri getirip önüme koyuyorlar. Patlayacağım!”

Alman yazar Goethe’nin ünlü eseri Faust, babamın da kütüphanesinde vardı. Bir araya okumaya çalışmış, zevk almadığım belki de anlamadığım için birkaç sayfadan sonra bir kenara bırakmıştım. Enver Aytekin’in bu sözleri o anda ruhuma bir ilaç gibi geldi. Demek ki, Faust’u anlamayan tek ben değildim; koskocaman Sosyal Yayınlar, Faust’u hakkıyla anlayacak ve çevirecek birisini bulmakta zorlanıyordu.

Dayım, edebiyat çevresinin tam ortasındaydı ancak kitap okumak gibi bir alışkanlığı yoktu. Dayım, daha benim ortaokul yıllarında kendi kendime sorduğum soruyu, Enver Aytekin’e yöneltti:

“Enver Abi, Faust’un konusu nedir?”

Enver Aytekin, piposuna asıldı, derin bir nefes çekti:

“Alegorik bir kitap. Bir alşimist (Orta Çağ’da madenlerden altın elde etmeye hevesli kimseler), büyülü güçler elde etmek ve bilinmeyenleri öğrenmek için ruhunu Mephistopheles (mefistofeles) adındaki şeytana satar. Yazar (Goethe), bu kitabında, sembolleri kullanarak kafasını kurcalayan dönemin ahlaksal, sanatsal ve felsefi sorularını şiirsel bir dille ifade etmiş. Kitap, insanlık tragedyasını özetliyor, ortaya koyuyor. Yazar, bu kitabı 57 yılda tamamladı. Yazarın ruhunu anlayıp Türkçeye çevirecek birini bulmakta zorlanıyorum.”

Enver Aytekin, bir edebiyat uzmanıydı. Söylediği sözlerin bir ciddiyeti ve ağırlığı vardı.

***

İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi’nden mezun olup Avrupa’ya yerleşince (1984) bir anlamda dayımla bağlarım koptu. 1991 yılının yaz aylarıydı. Paris’te çalışıyordum. Bir akşam dayımdan bir telefon geldi. Bir istekte bulunuyordu. Bana göndereceği kitapları Fransız Kürdolog Joyce Blau Hanıma ulaştırmamı istiyordu. Joyce Blau aynı zamanda Paris Kürt Enstitüsü üyesiydi.

Dayımın gönderdiği paket birkaç hafta sonra elime geçti. Sosyal Yayınlar’dan çıkan dört dilli bir sözlüktü (Mayıs 1991). Joyce Blau, bu sözlüğü Kürtçe-Fransızca-İngilizce olarak hazırlamış, Fransa’da yayımlamıştı. Dayım da bir şekilde eline geçen bu kitabı yeniden dizdirmiş, Türkçesini de ekleyerek aynı kitabı dört dilli olarak yeniden yayımlamıştı. Joyce Blau’dan izin almadığı için tepkisinin ne olacağını kestiremiyordu. Bu yüzden dayım, benim üzerimden kitabı Joyce Blau’ya ulaştırmayı uygun bulmuştu.

 

Fetullah Kakioğlu’nun Sosyal Yayınlarda Türkçesini de ekleyerek yayımladığı sözlük

Dayımın tek isteği, Joyce Blau’nun, “Benim iznim olmadan kitabımı nasıl basarsınız,” şeklinde olabilecek tepkisini diplomatik bir şekilde dengelemek istiyordu.

Joyce Blau ile Paris Kürt Enstitüsü’nde randevulaştık. Kitapları görünce hem şaşırdı hem sevindi:

“Nihayet kitaplarım Kürdistan’la buluştu. Demek, cesur yayıncılar da varmış,” dedi.

***

Aradan yıllar geçti. Türkiye’ye döndüm. “Kürtler ve Güller” isimli dört ciltlik kitap çalışmasına başladığımda, ancak o zaman dayım Fetullah Kakioğlu ve Enver Aytekin’in geçmişini sorgulama ve anlama şansım oldu.

ENVER AYTEKİN KİMDİR?

Enver Aytekin 1927 yılında Siirt’te dünyaya gelir. İlk ve ortaokulu Siirt’te, liseyi Diyarbakır’da okur. Lise yıllarındaki zorluklar ve yalnızlıklar üzerinde derin bir etki bırakır.

Yazma yeteneği erken yaşta başlamıştı. Lise yıllarında yazdığı makaleler Siirt’te çıkan CUMHURCU isimli bir yerel gazetede yayımlanıyordu. Siirt’in sosyal ve ekonomik sorunlarını ele alıyor, kendine gören analizler yapıyordu. 1945’te toprak reformuyla ilgili olarak kaleme aldığı yazı nedeniyle Emniyette sorgulanır. Gazete Mesul Müdürü, kaleminin gücü nedeniyle lise öğrencisi Enver Aytekin’i saygıyla “erbab-ı kalem” yani “yazar” olarak niteler.

Siirt Cumhurcu gazetesi

Enver Aytekin, üniversite öğrenimi için İstanbul’a gelir. Hukuk Fakültesine kaydını yapar. Başarılı bir öğrencidir. İstanbul Yüksek Tahsil Derneği’ne üye olur. Derneğin yayın organı HÜR GENÇLİK’te yazıları yayımlanır.

Enver Aytekin, son sınıfın son bir dersine kadar zorlanmadan gelir. Evlenir. Nedeni bilinmez ama Enver Aytekin son dersi vermediği için Hukuk Fakültesi’nden mezun olamaz.

Enver Aytekin, o yıllar Çemberlitaş’taki Adliye Binasının hemen yanı başındaki Adliye Kıraathanesinin müdavimlerinden birisidir. Arkadaşlarıyla gazete okur, çeşitli konuları tartışır. Kısacası Adliye Kıraathanesi, bir kültür merkezi gibidir. Enver Aytekin’in müdavimi olduğu yerlerden birisi de Eminönü Halkevi Kitaplığıdır. Halkevi’nin konferans salonunda bilimsel ve siyasal konuşmalar yapıldığı için bu kitapevi Menderes iktidarınca kapatılır.

Enver Aytekin, İstanbul Üniversitesi’nin yanındaki Üniversite Kütüphanesinin, Beyazıt’taki Belediye Kütüphanesinin ve Beyazıt Devlet Kütüphanesinin müdavimlerindendir. Dönemin ünlü yazar, ozan ve düşünürleriyle tanışma şansı bulur.

Enver Aytekin, kitap düşkünüdür. Sürekli okur. Psikoloji, toplumbilim, sanat tarihi, mitoloji, sözlük, edebiyat, felsefe konularında yayımlanan kitapların azlığına üzülür.

1945-46 yıllarında Türkiye’de 15 parti kurulur. Bunlardan birisi de illegal Türkiye Komünist Partisi kadrolarınca 20 Haziran 1946 tarihinde kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’dir (TSEKP). 19 yaşındaki Hukuk Fakültesi öğrencisi Enver Aytekin de bu partiye üye olur. Ancak partinin ömrü uzun olmaz. 16 Aralık 1946 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığınca “Komünist mefküreli şahıslar tarafından kurulduğu ve idare edildiği” gerekçesiyle kapatılır. Yöneticileri ve Enver Aytekin gözaltına alınır. Cezaevindeki arkadaşlarından birisi de Aziz Nesin’dir. (Partinin 1 Ekim 1946-15 Aralık 1946 tarihleri arasında altı sayı çıkan YIĞIN isimli bir de dergisi vardır.)

Enver Aytekin, 1950’de Nâzım Hikmet’i anmak için Laleli’de, ÇİÇEK PALAS sarayında yapılan toplantıya katılır. Provokasyon olur. Olaylar çıkar. İstanbul Yüksek Tahsil Derneği’ne üye sekiz genç yakalanır. Bunlardan birisi de Enver Aytekin. Bu nedenle altı ay cezaevinde kalır.

Aziz Nesin ve Kemal Tahir, 1957’de DÜŞÜN yayınevine kurarlar. Enver Aytekin de bu gruba katılır. Enver Aytekin, dönemin ünlü yazarlarıyla tanışma şansı bulur.

Enver Aytekin, kendisini Fransız düşün sistemine ve ekolüne yakın hissediyordu. Fransa’da “Edition Social” isminde bir yayınevi vardı. Enver Aytekin, bu isimden etkilenerek 1962’de “Sosyal Yayınları” kurdu.

Enver Aytekin sıradan biri değildi. Onlarca değerli yazarı Türk Edebiyatına kazandırmıştı. Marksist klasikleri Türk okuyucusuyla ilk kez o buluşturmuştu.  1965’de yapılan Genel Seçimlerde TİP’ten aday olur ve Siirt’te en yüksek oyu alır. O yıllar Türkiye’de Milli Bakiye diye bir seçim sistemi uygulamadaydı. Enver Bey, TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın önerisini geri çevirmeyerek sonraki yıllar Türk siyasetinin en olgun kadın siyasetçisi olarak ün yapacak Behice Boran lehine milletvekilliğinden feragat eder.

Enver Aytekin, 27 Aralık 1999 tarihinde 72 yaşında yakalandığı karaciğer kanserine yenik düşerek aramızdan ayrıldı. Karacaahmet Mezarlığına defnedildi. Bu büyük düşün insanını, Siirt’in kahraman evladını rahmetle ve saygıyla yad ediyorum. Kızı Zeynep Hanım, babasının maneviyatına bağlı kalarak Sosyal Yayınları yeni koşullarda devam ettirmektedir.

FETULLAH KAKİOĞLU KİMDİR?

 

Fetullah Kakioğlu’nun anne tarafından akrabaları Küçükçekmece Belediye Başkanı (1989-94) Ertuğrul Tığlay ve ünlü yönetmen İrfan Tözüm

Dayım Fetullah Kakioğlu, 25 Nisan 1936 tarihinde Erzurum’da dünyaya gelir. Baba adı Mehmet, anne adı Zinnet’tir. Dördü kız beş kardeşli bir aileye mensuptu. Baba tarafından ailesi, Buhara’dan gelip Bitlis’e yerleşmiş bir Türk aileydi. Zinnet Hanım, Ahlat kadısı Molla Mustafa’nın torunu Emin Bey’in kızıydı. Emin Bey, Nüfus Memuruydu.

Mehmet Kakioğlu, amcası Davut Ağa ile birlikte Erzurum’da ticaret yapmaktadırlar. Doğu Anadolu’nun ünlü tüccarlarından Reşit Keki’nin annesi de Bitlisli olduğundan aralarında dostluk ilişkisi vardır. Iğdır’ın önem kazandığı yıllardır. Malkara (Alican) köprüsü üzerinden Sovyetler Birliği ile ticaret yapılmaktadır. Türkiye’den canlı hayvan ihracat edilmekte karşılığında şeker, kumaş ve diğer türden ürünler ithal edilmektedir.

Doğu Anadolu’nun zengin tüccarlarının bir ayakları Iğdır’dadır. Bunlar arasında Reşit Keki, İsmail Şefkatli, Halef Boran, Cevdet Ergin (sanatçı Erol Evgin’in babası) gibi isimler vardır. Reşit Keki, Mehmet Kakioğlu’nu Iğdır’a yerleşmeye ikna eder: “Devlet, Ermenilerden boşalan ev ve arsaları da iskân hakkı olarak veriyor, ayrıca sınır ticareti çok kârlı,” deyince Mehmet Kakioğlu ailesini yanına alarak 1937’de Iğdır’a yerleşir. Fetullah Kakioğlu, bir yaşındadır.

(Soldan sağa) Reşit Keki, Cevdet Ergin ve İsmail Şefkatli

Mehmet Kakioğlu, bir zaman sınır ticareti yapar. Malkara (Alican) sınır kapısı kapanınca bu kez kahvehane işletir. Sınır ticareti için Iğdır’a yerleşen tüccarlar tek tek Iğdır’ı terk ederler.

İsmail Şefkatli, pamuk ticaretine el atar. Iğdır’da pamuk üretimi artmaktadır. Halihazırda hizmet veren irili ufaklı beş çırçır (pamuğun elyafını çekirdeğinden ayırma) fabrikası vardır, ancak ihtiyacı karşılamaktan uzaktırlar. İsmail Şefkatli, Resul Taner’e ait çırçır fabrikasında sıra beklemekten bunaldığı bir gün Iğdır’da bir çırçır fabrikası açmaya karar verir. Düşüncesini Mehmet Kakioğlu’na açar. Mehmet Kakioğlu istekli olmaz.

Mehmet Kakioğlu (sağda)

İsmail Şefkatli, Halef Boran ve Hacı Ömer Şark ile ortaklı olarak çırçır fabrikasını 1951’de hizmete açar. (NOT: Iğdır’ın ilk çırçır fabrikasını Hacı Nağdali Parlar ve Nağı Odoğlu 1928-29 yıllarında açarlar. Fabrikanın kurulduğu yer bugünkü Iğdır Lisesi’nin arkasındaki arsa üzerindeydi. Birkaç yıl sonra Resul Taner, ikinci çırçır fabrikasını hizmete sokar.)

Fetullah Kakioğlu, ilk ve ortaokulu Iğdır’da okur. Ablası Muhsine Hanımın eşi polis memuru Mehmet Bey’in tayini Zonguldak’a çıkar. Fetullah Kakioğlu liseye Zonguldak’ta başlar. Çankırı Lisesi’nden mezun olur. İstanbul İktisat Fakültesi’ne kaydını yapar. Arkadaşlarının çoğu Iğdırlı ve Doğu Anadolu’dan gelmiş öğrencilerdir. O yıllar hemşehri dernekleri revaçtadır. Doğulu gençler belli kahvehanelerde ve lokallerde bir araya gelip birbirlerine destek çıkmakta, hasret gidermektedirler.

Fetullah Kakioğlu, 1963 yılında gerçekleşen 23’ler Olayında tutuklanır, bir yıl cezaevinde kalır. Serbest kalınca üniversiteden mezun olur. Askerliğini topçu olarak yapar. 1966 yılında Meral Özden Hanımla evlenir.

“Karma Ekonomi” adlı bir dergi çıkarır. Ortaklarıyla anlaşmazlığa düşünce, bu kez “Türkiye Konferanslar Dergisi” adlı ikinci bir dergiyi yayın hayatına sokar. Sonraki yıllar KAYI Matbaacılığı faaliyete geçirir.

Fetullah Kakioğlu, 24.06.2016 tarihinde Özel Maltepe Hastanesinde çoklu organ yetmezliği nedeniyle vefat etti. Karacaahmet Mezarlığına defnedildi. Dayımı rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun!

Fetullah Kakioğlu ebedî istirahagahında (Karacaahmet Mezarlığı9

 

49’LAR OLAYI/DAVASI

Her şey Irak’ta başlar. 14 Temmuz 1958 tarihinde General Abdülkerim askeri bir darbe yaparak Kral Faysal’ı tahttan uzaklaştırır, Cumhuriyeti ilan eder.

Molla Mustafa Barzani, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin İran askeri güçleri tarafından dağıtılması üzerine 1946 yılında peşmergeleriyle birlikte Sovyetler Birliğine iltica etmiştir.

49’lar Davası mahkemesi

Irak’ta dengeler her an değişebilirdi. General Abdülkerim, Kürtleri bir müttefik olarak kazanmak için ilk işi Barzani’yi Irak’a davet etmek olur. Hatta Kürtlere, Kerkük dahil olmak üzere otonomi sözü bile verir.

7 Mart 1959’da Arap General Sevaf, Abdülkerim’e karşı Musul’da bir ayaklanma başlatır ancak bu ayaklanma Mustafa Barzani ve peşmergeleri tarafından bastırılır. Olayda iki Türkmen ölür.

Olaylar devam eder. Kerkük’ün Kürtlere vaat edilen Otonom Bölge içinde kalmasından rahatsız olan ve kendi kimlik haklarına Anayasa’da yer verilmeyen Türkmen gruplar 14 Temmuz 1959 tarihinde direnişe geçerler. General Abdülkerim’e bağlı askerler ve peşmergeler ile Türkmen gruplar arasında Kerkük sokaklarında üç gün devam eden çatışma çıkar. 25 Türkmen ölür.

Mustafa Barzani’nin bu şekilde güç kazanması Türkiye’yi rahatsız eder.

CHP Niğde Milletvekili emekli asker Asım Eren, Başbakan Adnan Menderes’e Meclis kürsüsünden sorar: “Irak Kürtlerinin, Türkmen soydaşlarımıza yaptığı baskı, zulüm veya öldürme olaylarından dolayı, Türkiye’deki Kürtlere karşı aynıyla mukabele yapacak mısınız?”

İddialara göre Cumhurbaşkanı Celal Bayar, öneride bulunur:

“Kürtlerden 1000 tanesini Taksim Meydanı’nda sallandıralım ki diğerlerine ibret-i âlem olsun.”

Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu, karşı gelir:

“Türkiye’nin dışarıdaki itibarı Ermeni meselesi ve Rumlara karşı yapılan 6-7 Eylül saldırıları dolayısıyla zaten kötü, buna bir de Kürtleri eklemeyelim.”

Bunun üzerine ‘daha kabul edilebilir (!)’ bir plan yürürlüğe konur.

Musul olayından hemen sonra hükûmet, basın yoluyla anti-Kürt duyguyu kamuoyuna aşılamaya çalışır. Akşam gazetesi, 15 Nisan 1959 tarihinde manşetten duyurur: “102 üniversiteli Kürt, Kürtlük iddiasında bulundu.”

Habere göre Asım Eren’e tepki gösteren Kürt öğrenciler, protesto amacıyla Başbakan, Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Diyarbakır Baro Başkanı ile ABD, Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi devletlerin Büyükelçiliklerine olayı kınayan birer telgraf çekerler. Telgrafın altına da “Türkiye Kürtleri’ imzasını atarlar.

Bu durum Hükûmette büyük bir rahatsızlık yaratır. Bu telgraf aynı zamanda 1938 Dersim Direnişinden beri sesi çıkmayan Kürt Milliyetçilerinin, üzerlerindeki ölü toprağını atmaya karar verdiklerinin işareti anlamına gelmektedir. Hükûmet, “Kürtçülük mevzuundaki” tüm yayınların yasaklanması yönünde bir mahkeme kararı çıkartır.

Çok geçmeden ikinci bir kriz patlak verir. Bu kez Diyarbakır’da yayımlanan İleri Yurt gazetesinin 31 Ağustos 1959 tarihli sayısında, Musa Anter’in “Amma Ne İleri Yurt” adlı hiciv köşesinde yayımladığı Kımıl (Qimil) şiiri gündeme düşer. Şiire başlığını veren “Kımıl”, hububat zararlısı bir böceğin adıdır.

Şiirin konusu şöyledir: Siverekli bir kız, kımıl zararlısı (böceği) tarafından samana döndürülmüş bir torba buğdayı çerçiye götürür. Çerçi buğdayın işe yaramadığını görünce, buğdaya karşılık mal veremeyeceğini söyler. Kızcağız da yüzyıllardır gelenek olduğu üzere, üzüntüsünü bir türküyle dile getirir:

Bi çîya ketim lo apo, çîya melûlbûn rebeno

Ceh seridî lo apo, genim hûrbûn êvdalo

Qimil hatî lo apo, bi refa ye rebeno

Xwar genimî lo apo, hiştî qâye rebeno

 

Dağa tırmandım amca, zavallı dağ mahzunlaştı

Arpa olgunlaştı amca, buğday un ufak oldu biçare

Kımıl geldi amca, kafile halinde zavallı

Buğdayı yedi, geride samanı bıraktı zavallı

Şiirin asıl önemli kısmı son bölümüdür: “Üzülme bacım, seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.”

Şiirin sonundaki bu metaforik ifade Ankara tarafından bir Kürt İsyanının habercisi olarak algılanır. İleri Yurt gazetesi ve Musa Anter hakkında dava açılır.

Mahkeme günü gelir. Diğer illerden gelen avukatlar savunmayı üstlenir. Mahkeme önü, miting alanına dönüşür. Ankara ve İstanbul’daki Kürt kökenli lise ve üniversite öğrencileri de heyecanla davayı izlemektedirler.

Hükûmet bir Kürt Raporu hazırlatır, 50 kişilik bir idam listesinde karar kılınır. Tutuklamalar 17 Aralık 1959 günü başlar. Bitlis Bağımsız Milletvekili Ziya Şerefhanoğlu da tutuklananlar arasındadır. Öğrencilerden Mehmet Emin Batu, hücrede mide kanamasından vefat eder. Geriye 49 kişi kaldığı için, bu olay tarihe “49’lar” olarak geçer.

Derken 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi olur. Tutuklular serbest kalacaklarını ümit ederler ama yanılırlar. Medet Serhat’ın avukatı (sonradan eşi) Seniha Hanım ve Ali Karahan’ı savunan Emekli Yargıç Turan Ayata dışında hiçbir avukat da tutukluları savunmaya cesaret edemez.

14 aylık tutukluluktan sonra mahkeme 3 Ocak 1961’de başlar. Sanıkların bir kısmı ilk celsede berat eder. Geriye kalan sanıklar da tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilirler (1962). Ortada delil olmadığı için sanıklar 30 Nisan 1964’de berat ederler.

49’lar Olayında yakalananların 24’ü öğrencidir. Geriye kalanlar İstanbul, Ankara gibi şehirlerde yaşayan Avukat, Doktor, Mühendis gibi aydınlarıdır. 49’lar Olayının arkasında bir örgüt veya parti yoktur. Hükûmetin işgüzarlığı nedeniyle ortaya çıkan bir olaydır. Bununla birlikte 49’lar Olayı, Kürt öğrenci ve aydın kesimde bir uyanışa neden olmuş, tutuklananlar arasından sonraki yıllar Kürt hareketine yön verecek önemli isimler çıkmıştır.

Enver Aytekin ve Fetullah Kakioğlu, 1959 yılındaki 49’lar tutuklamasında yokturlar, ancak tutuklananların hepsiyle dostluk ilişkisi içindedirler.

SOSYAL YAYINLAR’IN KURULUŞU

Enver Aytekin, 1962’de Sosyal Yayınları kurar. Amacı bir yandan Hasan Âli Yücel’in bastırdığı klasikleri yeniden ve daha etkili bir çeviriyle okuyucuyla buluşturmak bir yandan da Marksizmin temel klasiklerini yayımlamaktır. 1962’de yayımladığı ilk kitap, John Strachy’in “Sosyalizm Nedir?” isimli eseridir.

Sosyal Yayınların ilk kitabı: Sosyalizm Nedir?

Sosyal Yayınların etki alanı kısa sürede genişler. 1938’den beri ilk kez dünya klasiklerini basan ikinci yayınevi olur. Sosyalistlerin ellerinden düşürmediği George Politzer’in ünlü “Felsefenin Başlangıç İlkeleri” ve “Felsefenin Temel İlkeleri” isimli kitaplarını yayımlar.

TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ

12 sendika başkanı bir araya gelerek 13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi’ni kurarlar. Parti, 15 Ekim 1961’de yapılan Genel Seçimlere katılamaz. Parti, güç kazanmak ve toplumdaki etki gücünü artırmak için 1962’de aydınları partiye davet eder. İşte bu süreçte Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Adnan Cemgil, Fethi Naci ve Enver Aytekin, partiye katılırlar. Mehmet Ali Aybar, Genel Başkan seçilir. İçinde Enver Aytekin’in de olduğu bir ekip parti programını kaleme alır. Partinin ayrıca “Sosyal Adalet” isimli bir yayın organı vardır. Enver Aytekin’in TİP üyeliği de bu şekilde başlamış olur.

“AHMET BOTANLI” KİM?

49’lar Olayında yakalanan Kürt aydınları serbest kalınca yayın hayatına atılırlar. 1962-63 yıllarında üç Kurmançça /Zazaca / Türkçe dergi ve gazete yayımlanır. Devlet paniğe kapılır. Yayımlanan üç dergi-gazete şunlardır:

  1. Edip Karahan’ın sahibi olduğu Dicle-Fırat (Kurmançça-Türkçe) aylık dergi (Altı sayı çıkmıştır/1962)
  2. Ergün Koyuncu’nun sahibi olduğu Deng (Kurmançça-Türkçe) aylık dergi (İki sayı çıkmıştır; üçüncü sayıya polis matbaada el koymuştur. 1963)
  3. Doğan Kılıç Şıhhesananlı’nın sahibi olduğu Roja Newe (Zazaca: Yeni Gün) gazetesi (Sadece bir sayı çıkmıştır. 1963)

(Soldan sağa) Deng Dergisi, Dicle-Fırat Dergisi ve Roja Newe Dergisi

Enver Aytekin, “Ahmet Botanlı” mahlasıyla “Doğu Meselesi” adıyla bir yazı kaleme alır. Polis, bu şahsın Enver Aytekin olduğu yönünde ihbar almıştır. Bu nedenle 23’ler Davasına dahil edilir.

Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak ve Ahmet Aras gibi önemli isimlerin de yazıların çıktığı Dicle-Fırat Dergisi’nde, Enver Aytekin, “Ahmet Botanlı” mahlasıyla “Doğu Meselesi” isimli bir makale yayımlar. Bu mahlasın sahibinin kim olduğunu sadece gazete yönetimine yakın birkaç kişi bilmektedir.

1963 yılı haziran ayında devlet, üç gazete/dergiye karşı operasyon düzenler. 23 kişi gözaltına alınır. Bunların arasında Enver Aytekin ve dayım Fetullah Kakioğlu da vardır. 1959’daki 49’lar Olayında yakalanan birçok isim de bu listeye dahil edilir.

MİLLİ TÜRK TALEBE BİRLİĞİ (MTTB) VE FETULLAH KAKİOĞLU

1916 yılında kurulan MTTB, 1936 yılına kadar Türkçü, milliyetçi ve Atatürkçü görüşleri temsil etmiştir. Çok partili siyaset ile, 1946 yılından 1965 yılına kadar Atatürkçü-milliyetçi çizgisini devam ettiren birlik, 1960-1965 yılları arasında yer yer sol görüşlere de eğilim göstermiştir. 1960’tan kapatıldığı 1980 yılına kadar ise siyasal İslamcı bir kimliğe sahip olmuştur.

MTTB’NİN 1959 seçimlerinde Fetullah Kakioğlu yönetim kurulu üyesi olarak görev alır.  31 Ekim 1959-Nisan 1961 tarihleri arasında MTTB’deki görevini devam ettirir. Dönemin MTTB Genel Başkanı Yaşar Özdemir’dir.

Diğer üyeler şöyledir:

İkinci Başkan: Beşir Hamidi

Genel Sekreter: Hüseyin Sağıroğlu

Genel Muhasip: Yüksel Çengel, Teoman dikmen

İstanbul İcra Konseyi Başkanı: Selim Şenay, Mete Akıncı, Ersin Ertekin

Ankara İcra Konseyi Başkanı: Erkan Okan, Kemal Kumkumoğlu

Turgut Özdemir

Yüksek denetleme kurulu: Nedret Yalçı, Cengiz Şener, Cafer Karadağ

YÖNETİM KURULU ÜYELERİ

  1. Yaşar Özdemir
  2. Beşir Hamidi
  3. Hüseyin Sağıroğlu
  4. Yüksel Çengel
  5. Erdem Okan
  6. Kemal Kumkumoğlu
  7. Bülent Savaş
  8. Naim Pembegül
  9. Bedii Erdoğan
  10. Oktay Evinç
  11. Erhan Okan
  12. Çetin Altınöz
  13. Erdem Anıl
  14. Mehmet Ayhan
  15. Ersin Ertekin
  16. Hamdi Çiğdem
  17. Aydın Kumru
  18. FETULLAH KAKİOĞLU
  19. Cezmi Akıncı
  20. Abdullah Koçak
  21. Süleyman Bek Karayazılı
  22. Ali Rıza Olcayto
  23. Yaşar Bayındır
  24. İsmet Bayındır
  25. Selim Şenay
  26. Öznur Tekin
  27. Hülagü Bağcılar
  28. Mete Akıncı
  29. Orhan Gama
  30. Naci Mısırlıoğlu
  31. Hüseyin Gemici

27 Mayıs 1960’ta Demokrat Partiye karşı girişilen darbe hareketinden hemen sonra, o dönemki MTTB Genel Başkanı Yaşar Özdemir, Genel Sekreter Hüseyin Sağıroğlu, İstanbul İcra Konseyi Başkanı Mete Akıncı, Silahlı Kuvvetler Komutanlığı’na ortak bir telgraf çekerek “darbeyi desteklediklerini” belirtirler. Hatta MTTB, 27 Mayıs’ı “Milli İnkılap Hareketi” olarak değerlendirir.

Alparslan Türkeş, 27 Mayıs Darbesi’nin bir anlamda fiili lideridir. Darbe bildirisini 27 Mayıs 1960 sabahı radyodan okuyan kişidir. Bundan sonra adı sıkça duyulmaya başlanır. Ancak Milli Birlik Komitesi (MBK) arasında görüş ayrılığı ortaya çıkar. MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, içinde Türkeş’in de olduğu bir grup subayı emekli eder. Türkeş, 19 Kasım 1960 tarihinde Yeni Delhi büyükelçilik müşaviri olarak Hindistan’a gönderilir.

Kısacası Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960-19 Kasım 1960 tarihleri arasında darbenin önde gelen ismi olarak görevinin başındadır. İşte böyle bir zamanda, içinde Fetullah Kakioğlu’nun da bulunduğu MTTB üyeleri Alparslan Türkeş’e nezaket ziyaretinde bulunurlar. Bu sırada 49’lar tutukludurlar. 49’ların mahkemesi 3 Ocak 1961’de başlar. Bu tarihleri dikkate aldığımızda Fetullah Kakioğlu’nun 49’lar Davasında tutuklanmadığını, serbest olduğunu anlıyoruz.

MTTB’nin Nisan 1961’de yapılan Kurultayında Fetullah Kakioğlu, yeni yönetimde yer almaz. Çok geçmeden İstanbul İktisat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı seçilir.

TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ’NE SALDIRILAR

Mehmet Ali Aybar’ın genel başkan seçilmesiyle birlikte adeta yeniden doğan TİP bir yandan etki alanını genişletirken diğer yandan sağcı grupların hedefi haline gelir. TİP toplantıları saldırıya uğramaya başlar. Ayrıca TİP’in komünist propaganda yaptığı iddia edilir. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’i fahri başkan olarak seçen Komünizmle Mücadele Derneği TİP’e karşı yapılan saldırılarda baş rolde yer alır. 11 Kasım 1962’de Türkiye İşçi Partisi’nin İstanbul Beyazıt’ta, Beyaz Saray’da düzenlediği toplantı basılır ve TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’a karşı söylemler içeren “TİP’ in Genel Başkanı Aybar Kimdir?” başlıklı bildiri dağıtılır. Bu saldırı gençlerden tepki görür. İktisat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Fethullah Kakioğlu, TİP’e yönelik yapılan saldırıyı şu sözlerle kınar:

“Türk gençliğinin faşizme karşı olduğu ve bunları kaldırtmaya azmettiği kesinlikle bilinmelidir. Ağabeyi Kamuran Evliyaoğlu ile dahi kafaları birbirine uymayan kafatasçı Gökhan Evliyaoğlu’nun yayınıyla hareket eden güruhun değil gençlikle, mütevazi Türk halkıyla bile alakasını düşünmek zordur. Bütün benliğimizle faşizme karşıyız. Memleket huzursuzluğunun gerçek sebebi yeni yeni ortaya çıkıyor.”

ABD BAŞKAN YARDIMCISI LYNDON B. JOHNSON’IN TÜRKİYE ZİYARETİ (26-30 AĞUSTOS 1962)

ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson, 26-30 Ağustos 1962 tarihleri arasında Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunur. “İyi niyet elçisi” görevi çerçevesinde planlanan ve Türkiye dışında 5 ülkeyi daha kapsayan gezinin asıl amacı, Sovyetler Birliği’nin (SSCB) genişleyen nüfuzuna karşı müttefik ülkelere destek vermekti.

Fetullah Kakioğlu, İktisat Fakültesi Talebe Derneği Başkanı sıfatıyla Lyndon Johnson ile yan yana gelme şansı bulur.

İktisast Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Fetullah Kakioğlu (sol başta), ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson ile (1962)

TALAT AYDEMİR ASKERİ DARBESİ VE 23’LER

13 Ekim 1961 seçimlerini izleyen aylarda ordu içinde huzursuzluk baş gösterir. Başbakan İnönü, atama ve tutuklamalarla müdahale edince, Talat Aydemir Ankara’daki askerî birliklerin bir bölümünün katılmasıyla 22 Şubat 1962’de bir darbe düzenler. Ancak ordu, İsmet İnönü’nün yanında yer alır. Yalnız kalan Aydemir, teslim olur. Aydemir, 9 Temmuz 1962’de tutuklanır ama 18 Temmuz’da tahliye edilir.

Talat Aydemir, darbe projesinden vazgeçmez. 20 Mayıs 1963’te, Kara Harp Okulunun katılmasıyla ikinci darbe girişiminde bulunur. Bu girişim de İnönü’nün direnişiyle bastırılır. Talat Aydemir, yargılanır, 5 Temmuz 1964’te idam edilir.

Talat Aydemir’in ikinci darbesini izleyen günlerde Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilir. Hükûmet, durumu fırsat bilerek, yakından izlediği ve rahatsız olduğu Kurmançça ve Zazaca yayımlanan gazeteleri Haziran 1963’de kapatır, Kürt aydınları arasında geniş bir tutuklama kampanyası başlatır. Yakalananların on dördü Türkiyeli öğrenci ve aydın, dokuzu da Iraklı Kürt öğrencilerdir. Yakalananların arasında Enver Aytekin ve Fetullah Kakioğlu da vardır.

Yakalananları önce İstanbul Harbiye Binasının altındaki zindanlara götürürler. Burada on gün kalırlar. Oradan bu kez Balmumcu Garnizonuna transfer edilirler. Burada 2-3 ay kadar alıkonurlar. Enver Aytekin’i özel olarak alıp Ziverbey Köşkünde sorguya çekerler. Sordukları tek bir soru vardır: “Ahmet Botanlı kimdir?”

Belli ki kendisiyle aynı gazetede çalışan birisi Ahmet Botanlı mahlasıyla yazı yazan şahsın Enver Aytekin olduğunu söylemiştir. Dicle-Fırat dergisinde yazı kadrosunda bulunan Kürt aydınları Edip Karahan, Dr. Sait Kırmızıtoprak, Musa Anter, Yaşar Kaya, Edip Osmanoğlu, Sait Elçi, Ahmet Aras, Hüseyin Sağnıç ve diğerleri… Acaba ajan kim?

23’ler daha sonra kargo uçağıyla İstanbul’dan Ankara’ya nakledilirler. Önce Zırhlı Kuvvetler Birliğine, oradan da Mamak Dil ve İstihbarat Okuluna götürülürler. Yan koğuşta darbeci Talat Aydemir ve arkadaşları tutukludurlar.

23’ler Davası tutukluları: (Ayakta sağ başta) Enver Aytekin, yanında Fetullah Kakioğlu

Fetullah Kakioğlu, Talat Aydemir’in arkadaşlarından Yarbay Asım Özden ile tanışır, aralarında dostluk gelişir. Aradan zaman geçer. Fetullah Kakioğlu serbest kalır. Yarbay Asım Özden de emekliye sevk edilir. O da serbest kalır. Dostlukları İstanbul’da devam eder. Kader bu, Fetullah Kakioğlu, cezaevi arkadaşı Yarbay Asım Özden’in kızı Meral Hanımla evlenecek, bu evlilikten Mehmet Kaan ve Dilan isimli iki çocuğu dünyaya gelecektir.

TUTUKLANAN 23’LERİN LİSTESİ

 

 

 

 

 

ENVER AYTEKİN’E İSNAT EDİLEN SUÇ

Enver Aytekin, gerçekte Dicle-Fırat Dergisinde “Ahmet Botanlı” mahlasıyla yazdığı yazı nedeniyle tutuklanmıştır. İhbar vardır ancak delil yoktur.

FETULLAH KAKİOĞLU’NA İSNAT EDİLEN SUÇ

YASİN GÜLTAŞ KİMDİR?

Yasin Gültaş, Doğulu gençlerin arasına sızan bir istihbarat ajanıdır. Fetullah Kakioğlu hakkında hazırladığı rapor Haziran 1963 tutuklamalarında uygulamaya konur.

Yasin Gültaş ve bağlantılarını merhum gazeteci Uğur Mumcu, öldürülmesinden on gün önce yazdığı bir yazıda deşifre eder. (24 Ocak, Uğur Mumcu’nun suikastla öldürülmesinin yıl dönümüdür. Bu cesur ve inançlı gazeteciyi rahmetle anıyorum.)

Bu yazının giriş kısmına olduğu gibi yer veriyorum:

UĞUR MUMCU’NUN 13 OCAK 1993’TE YAZDIĞI KRİTİK “UYUŞTURUCU” YAZISI:

“Özgür Gündem gazetesi imtiyaz sahibi, kimyevi madde pazarlamacısı, iş adamı ve Kürt milliyetçisi Yaşar Kaya yine “sapla samanı” karıştırarak cumhuriyet gazetesini karalamaya çalışıyor.

Geçenlerde Şeyh Sait ayaklanması davasına bakan mahkeme üyelerini karıştırdı. Şimdi de 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 ihtilal girişimleri ile 9 Mart-12 Mart olaylarını birbirine karıştırıyor. Kürt milliyetçiliği ile solculuğu, solculukla ırkçılığı birbirine karıştırdığı gibi… Kaya’nın kafası Cudi Dağları’ndan da karışık.

Yaşar Kaya, Diyarbakır Belediye Başkanı’na yazdığı mektupta Kürtlüğün görüşüldüğü sırada Başbakan Adnan Menderes’e Fahri Hemşerilik verilmesine karşı çıkarken hangi solculuğun ve hangi Marksistliğin gereğini yerine getiriyordu? Yaptığı düpedüz Kürt milliyetçiliğiydi. Kürt milliyetçiliğinden neden utanıyor Kaya?

1960 öncesinde YASİN GÜLTAŞ adlı bir ajan ile ilişkisi kendi açıklamaları ve mahkeme kararı ile kanıtlanmıştır. (Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nin 24 Eylül 1965 gün ve 1965/14 esas sayılı gerekçeli kararı). Yaşar Kaya, bunu bir “şeref madalyası” olarak kabul ediyorsa, başka madalyaları da hak ediyor demektir. (….)”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir