Değerli Okuyucular,

Geçenlerde sakin sakin çalışırken araya girdi eşim Şeval: “Bugün 28 Şubat. Deniz Gezmiş’in doğum günü.”

Zamanın ruhunu yakalamak için zihnim derinlere daldı. Sisler arasında kaybolup giden üniversite günlerimi kuyudan su çeker gibi binbir zahmetle gün ışığına taşımaya çalıştım. Hatıralar derinlere gömülmüştü. Acılar, zorluklar, kaybolan yıllar, direnen umutlar ve zihinlerimizde hapsolup kalan masum aşklar…

***

Tarih bizi 78’ler Kuşağı olarak bilecekti, ama kimse içimizdeki heyecanı, yanıp sönen umutları, hayallerimizde bizi kovalayan aşklarımızı bilemeyecekti.

Kâh sokaklara sel gibi akıp kükreyen bir aslan gibi devrimi haykırandık, kâh yataklarımızda bizi uyutmayan sonu gelmez düşler içinde adım adım yaklaştığına inandığımız devrimin bize vereceği görevi bekleyendik, kâh kalbimize gömdüğümüz ve bir gizeme dönüşmüş aşklarımızın ağırlığı altında ezilip kıvranandık…

Tarih bizi 78’ler Kuşağı olarak bildi ve öylece unutup gitti.

***

Yıl 1976. İTÜ’deki ilk günümü nasıl unutabilirim. Üç arkadaş Erenköy’de bir Rum teyzenin küçük bir odasında birlikte kalıyorduk. Üniversitede eğitimin başlayacağı gündü. Erenköy’den trene bindik. Boğazı geçip otobüsle Gümüşsuyu Yerleşkesine vardık. İnşaat Fakültesini kazanan arkadaş bizden ayrıldı, ara patikalardan Taşkışla Yerleşkesine doğru yol aldı. İhsan, Gemi İnşaat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydi. Birlikte İTÜ’nün ana kapısından içeri girdik. İhsan’ın arkadaşları yanımıza geldi: “Haber aldık. Faşistler kalabalık bir grup olarak geliyorlar. Fakülteyi işgal etmek istiyorlar. Yanımızdan ayrılmayın.”

İTÜ’nün Gümüşsuyu Yerleşkesi Giriş Kapısı önünde sınıf arkadaşlarımla toplu halde (en arkadayım)

Elimde küçük bir çanta. Çantada defter ve kalem. Sınıfa gidemiyorum. İhsan’ın yanında bekliyorum. Üniversiteye yeni başlayan gençlik yanımızdan geçip heyecanla  sınıflara akın ediyor, ama biz 20-30 kişilik bir grup olarak koridorun ağzında nöbet tutuyoruz. Ülkücüleri içeri sokmayacağız. Birisi uzaktan bağırdı: “Yoldaşlar, faşistler geliyor!”

Gittikçe yükselen “Kahrolsun Komünistler” sloganları yüreğimi ürpertiyle dolduruyor… Kapıdaki üç-dört polisin yapabileceği fazla bir şey yok. Ülkücüler hızla içeri giriyorlar. Biz, kenetleniyoruz, “Kahrolsun Faşizm” diyerek slogan atıyoruz. Ülkücüler hazırlıklı gelmişler. Sakladıkları sopalarını, zincirlerini, silahlarını çıkarıyorlar. Karşılıklı atışmalar devam ederken ülkücüler slogan atarak saldırıya geçtiler.  Devrimci grup olarak, panik içinde uzun koridor boyunca geriliyoruz.

O an elimdeki çanta yere düştü. İhsan, etrafına bakınıyor, eline geçirebileceği sopa benzeri bir şey arıyor, ama nafile… Cesur bir ülkücü bir elinde tabanca bir elinde sopayla ileri atıldı, küfürler savurarak bize doğru hamle yaptı. Direnmek, direnmemek arasında tereddüt ediyoruz.

Koridorun sonu “T” harfi gibi sağa ve sola açılıyor. Sola giden koridor yemekhaneye, Temel Bilimler ve Gemi İnşaat Fakültesine; sağa giden koridor Elektrik Fakültesi’ne ait sınıflar…. Ülkücülerin saldırısı şiddetlenince İhsan’la birlikte merdivenlerden ikinci kata çıkıyoruz. Can havliyle bir amfiden içeri dalıyoruz. Kocaman bir amfi (derslik)… Sıralar tıpkı antik Yunan tiyatrolarında olduğu gibi yarı çember şeklinde, merkeze doğru alçalan oturma düzeni… İçerisi tıklım tıklım öğrenci…

Sınıf arkadaşlarımla amfide (derslik)

Arka sıralarda bir yer bulup oturuyoruz. İkimiz de nefes nefeseyiz. Biraz sakinleştikten sonra İhsan, yanındakine soruyor:

“Bu hangi ders?”

“Analiz I dersi”

“Elektrik-Elektronik mi?”

“Evet!”

“Kaçıncı sınıf?”

“Birinci sınıf”

İhsan, bana dönüyor, alaycı bir gülümsemeyle, “Senin sınıfın” diyor. Amfi her ne kadar çok büyük olsa da iyi bir görüş açısı ve akustiğe sahip… Kürsüdeki beyaz sakallı beyaz üniformalı hoca, sırtını öğrencilere dönmüş durmadan kara tahtaya matematik formülleri yazıp duruyor… Sınıf arkadaşlarım pür dikkat ve sessizce not alıyorlar. Elimde ne defter ne kalem…

Dışarıda bağrış çağrış sesleri geliyor. Öğrenciler birbirine bakışıyor.

Kapı hızla açıldı. Daha sonra isminin Talip olduğunu öğreneceğim Karslı ve Halkın Yolu mensubu kısa boylu, tıknaz ama kendisinden emin bir abi içeri giriyor. Hocaya aldırmadan sınıfa nutuk atıyor:

“Yoldaşlar, faşistler üniversiteyi zorla işgal ediyor. Sınıfı boşaltıp karşı koyacağız.”

Devrimci gençler sınıfları boşaltıp kalabalıkları yanlarına alıp dört bir koldan hücuma geçiyorlar. Sınıfa yeni başlamış gençlik şaşkın… Emirlere itaat ediyorlar. Ülkücüler üzerlerine dalga dalga gelen kalabalığı görünce kaçıp gitmek zorunda kalıyorlar.

Bu benim, İTÜ’deki ilk günümdü.

***

Devrimciler nöbet sistemi kuruyorlar. Hatta geceyi yerleşkede geçireceklerini öğreniyorum. Amfinin arka tarafında, gizli bölmede saklı silahlar elden ele dağıtılıyor.

Kabataş Erkek Lisesi’nin disiplinli yatılı okul günlerinden sonra birdenbire darmadağınık bir yaşamın içinde buluyorum kendimi. Günler, aylar birbirini kovaladıkça sınıf arkadaşlarımla kaynaşıyorum. Dersler mi Devrim mi, ikilemi içinde bocalıyor ruhum. Sol örgütler sıra sıra boy gösteriyorlar. Yayın organları elden ele dolaşıyor. Çok geçmeden devrimcilerin Maocu, Enver Hocacı, Sovyet Yanlısı şeklindeki parçalı yapısı zihnimi alt üst ediyor.

Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP/C), Türkiye Komünist Partisi / Marksist Leninist (TKP/ML) ve askeri kanadı Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO), Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO), Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin gençlik örgütü İlerici Gençler Derneği (İGD), Kurtuluş, Devrimci Sol, Özgürlük Yolu ve sonu gelmeyen diğer örgütler… Halkın Sesi, Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği, İlerici Gençlik, Rızgari, Özgürlük Yolu ve sonu gelmeyen diğer yayınlar…

***

Sınıf arkadaşlarım üç farklı davranış içinde: Birincisi, bütün bu gürültü patırtıya rağmen kendisini derse verenler; ikincisi hem devrimci mücadeleye gönül bağlayıp hem de dersleri bir arada götürmeye çalışanlar ve sonuncusu, kendisini devrime adayanlar… Ben ikinci sınıfa dahildim.

Sınıfın büyük çoğunluğu erkekti. 1976’dan önceki yıllarda İTÜ’de uygulamada olan Akşam Bölümleri kapatılıp gündüzlü öğrencilere dahil edilince sınıftaki öğrenci sayısı 200’ü aşmıştı. Kızların sayısı ise bir avuç…

Laboratuvarda deney yaparken (sağ arkada Mücahit Özden Hun) 

***

Neden ruhum beni boğuyor, neden isyan ediyor yüreğim ne zaman düşündükçe İTÜ’lü günleri ve neden kıpırtıları yanıp sönen melankolik bir aşkın izleri hâlâ zihnime saplanmış, inatla peşimi bırakmıyor…

İTÜ’nün soğuk duvarlarında hapsolup kaldı her şey: Devrimin umutları, bilime gönül bağlamış ruhlar ve kaybolan aşklar…

Bilmem, 78’ler Kuşağını hâlâ hatırlayan var mı?

Artık aramızda olmayan, rahmetle andığım sınıf arkadaşlarım

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir