Değerli Okuyucular:

İtiraf edelim, her ulusun, her milletin, her etnik grubun gizli kalmış bir ülküsü vardır: Turan, Aryan, Kürdistan, Siyonizm, Zhou, Atlantis vb.

Bu ülküler kutsaldır ve insanlığın mirasıdır. Bunları seslendirmenin ayıp yanı yoktur. İnsanları geçmişe bağlayan tarihi ve kültürel köprülerdirler.

Ancak bazen bu “ülküler” tehlikeli bir ideolojiye bürünüp insanlık için büyük bir felakete yol açabilirler. Buna en bariz örnek, Hitler’in Aryan Irkı tutkusuydu. Hitler, Aryan ülküsünü, Nazi ideolojisine dönüştürdü. Bu maceranın acı sonunu sizler de benim kadar iyi biliyorsunuz. Keza Enver Paşa’nın Turan tutkusu da bu yönde atılmış bir adımdı.  “Büyük Kürdistan” ülküsü Abdullah Öcalan’da keskin ve yıkıcı bir ideolojiye dönüşmüştür. Keza, Theodor Herzl’in Siyonizm (Büyük İsrail) ülküsü de İsrail Devleti’nin kurulmasıyla sonu gelmez bir genişleme ideolojisine dönüşmüştür.

Çin tarihinde, “Zhou” terimi, Çin medeniyetinin temelini atan önemli bir dönem ve hanedanlık için kullanılır. Kültürel ilerlemenin, felsefi gelişimin ve siyasi istikrarın yaşandığı bir dönem olarak kabul edilir. “Zhou” terimi, Çin’in eski mirası ve tarihsel sürekliliğinin bir sembolü olarak saygı görür.

Tarihi Çin İmparatorluğunu yeniden kurmak ülküsü olan “Zhou”, bugün Çin Komünist Partisi’nin ideolojisine dönüşmüştür. Çin, bu ideolojiyle Uygur ve Tibet ülkelerini işgal etmiştir. Büyük Çin’i kurmak için Tayvan’ı ve komşularını tehdit etmekte, gerginlik yaratmakta, bu hedefine ulaşmak için de durmaksızın silahlanmaktadır.

Bu arada bir parantez açarak “Atlantis” ülküsünden de bahsetmek isterim. Atlantis, ilk olarak Platon tarafından bahsedilen bir ada olup, kaybolan ve denize batan bir medeniyetin efsanesidir. Günümüzde “Atlantis” terimi genellikle ütopya toplumu anlamında bir sembol olarak kullanılmakta, gizemli bir kaderle karşılaşan gelişmiş bir antik medeniyetin metaforu olarak hizmet etmektedir. Bakarsınız bir gün aramızdan birileri Atlantis ideolojisini üretir, “Atlantis’i yeniden kuracağım” diyerek savaş başlatır.

***

Çocukluğumdan beri gazetelerde, dergilerde zaman zaman gündeme getirilen bir konuyu Akay Aktaş Hocamız köşe yazısına taşıdı. “Türklerle Kızılderililerin Yakınlığı” ismiyle bir yazı kaleme aldı. Meraklı okurlar için link aşağıdadır:

https://igdirabakis.com/kose-yazilari/31238/

Akay Hoca’nın, Ordinaryüs Profesör Doktor Reha Oğuz Türkkan’ın “TÜRKLER VE KIZILDERİLİLER” isimli kitabını referans alarak kaleme aldığı yazı, Turan ideolojisinin acı izlerini taşımaktadır. Dediğim gibi Turan Ülküsü tarihi kimlik ve bağ anlamında kutsaldır, ancak ideolojiye dönüştüğünde kaçınılmaz olarak nefret ve yok sayma düşüncesini beraberinde getirir.

Söz konusu yazıda, bazen doğrudan bazen imalı bir şekilde “Bütün Dünya Türk’tür” anlamına gelecek ifadeler ve tanımlar iç içe dokunmuş, “Ordinaryüs” beyefendi ne söylerse doğruyu söyler anlamına gelecek şekilde boş iddiaların arkasına sığınılarak okuyucuyu yanıltıcı bir yol izlenmiştir.

İsterseniz Türkler ve Kızılderililer arasındaki bağa farklı bir açıdan göz atalım:

 BUZUL ÇAĞI VE BERİNG BOĞAZI

Bir zamanlar Asya ve Amerika, Bering kara parçasıyla birbirine bağlıydı

Buzul Çağı, dünya tarihine damgasını vurmuş bir zaman dilimidir. Ekvatordan uzak bölgeler, geniş buz levhaları ve buzullarla kaplıydı. Özellikle kutuplardaki buz dağları nedeniyle okyanusların seviyesi bugünkünden 100 m daha aşağıdaydı. Asya ve Amerika (bugünkü Alaska) kıtaları Bering kara parçasıyla birbirlerine bağlıydılar. O yıllarda bu bölgede yaşayan insanlar avcı ve toplayıcı toplumlardı. Yazı henüz icat edilmemişti. Konuşmaları sınırlı kelimelerden oluşuyordu. Neolitik çağ henüz gelişmediğinden ne halı ne kilim ne de çadır benzeri eşyalar icat edilmemişti. Onlar ne Çinli ne Türk ne Eskimo ne Japon’du. Onlar taş devrini yaşayan insan topluluklarıydılar.

Son buzul çağı olan Pleistosen Dönemi, yaklaşık 2,6 milyon yıl önce başladı ve yaklaşık günümüzden 12,000 yıl önce sona erdi. Buzul çağı devam ederken insanlar Bering kara parçası üzerinden muhtemelen avlarını takip ederek Kuzey ve Güney Amerika kıtalarına geçiş yaptılar. Günümüzden 12,000 yıl önce buzullar eridiğinde bu bölgelerde Neolitik dönem (tarım ve hayvanların evcilleştirilmesi) henüz başlıyordu veya başlamamıştı. Buzullar eriyip okyanus seviyesi yükselince 82 km uzunluğundaki Bering kara parçası sular altında kaldı. Amerika kıtasında yaşayan insanlar, Asya’dan koptular. Asya’dan getirdikleri sadece avcılıkta kullandıkları taş aletleri ve kullandıkları garip seslerdi. Elbette ne kilim ne alfabe ne dil ne çadır söz konusu değildi.

Ordinaryüs Profesörümüz, üstün zekasıyla, Kızılderililerin kullandıkları kilimlerdeki motiflerin Türk kilim motifinin aynısı olduğunu söyleyerek, Kızılderililerin “Türk” olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Bu insan topluluklarının Amerika’ya giderken yanlarında kilim götürmediklerini nasıl göz ardı edebiliyor?

Zavallı Ordinaryüs! Bering boğazı sular altında kalıp Asya ve Amerika birbirinden ayrıldığında insanlık daha kilim ve çadır yapmasını icat etmemişti. Üstelik kilim ve halının merkezi Mezopotamya’dır. Neolitik döneme ilk geçiş yapan bölge, ekvatora yakınlığı ve ılıman iklime sahip Mezopotamya’dır. Neolitik dönemin Mezopotamya’da 10,000 yıl önce yani Bering boğazının sular altında kaldığı dönemden hemen sonra başladığını söylersek okuyucularım konuyu daha iyi anlamış olacaklardır.

 NEOLİTİK DÖNEM

Tarihe merakı az olan okuyucularıma neolitik dönemi kısaca tanıtmak isterim:

Neolitik dönem, insanların avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarım topluluklarına geçişin yaptığı dönemdir. Dünya üzerinde birden fazla bölgede bağımsız olarak başlamıştır.

En eski bilinen Neolitik yerleşim yerlerinden bazıları şunlardır:

Verimli Hilal /Mezopotamya: Tarımın ve yerleşik yaşamın ilk başladığı ana bölgelerden biri olarak kabul edilir. Filistin’deki Jericho ve Türkiye’deki Çatalhöyük gibi yerleşimler, en eski bilinen Neolitik yerleşimler arasındadır.

Doğu Akdeniz (Yunanistan, Kıbrıs): Bölge, erken tarımsal uygulamaların geliştiği ve Girit adasındaki Knossos gibi Neolitik yerleşimlerin ortaya çıktığı bir yerdi.

Çin: Çin’in çeşitli bölgelerinde Neolitik tarım toplumları ortaya çıktı. Peiligang ve Yangshao gibi siteler, erken tarım topluluklarının kanıtlarını sunmaktadır.

Güney Asya: Bugünkü Pakistan’daki Mehrgarh, Hint altkıtasındaki en eski Neolitik yerleşimlerden biridir.

Bu yerler, erken tarımın, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesinin ve yerleşik toplulukların kurulmasının kanıtlarının bulunduğu mekanlardır. Paleolitikten (taş devri) Neolitik döneme geçişin bir işareti olarak kabul edilir. Neolitik devrim, dünya üzerinde farklı bölgelerde uzun bir süreç boyunca bağımsız olarak gerçekleşmiştir; bu nedenle bu geçişin tek bir “ilk” yeri yoktur.

Mezopotamya’da Neolitik dönem M.Ö. 10.000 ila 8.000 civarında başladı. Bu dönem, insan medeniyetinde önemli gelişmeleri içerir. Avcı-toplayıcı yaşam tarzından yerleşik tarım topluluklarına geçişi işaret eder.

Mezopotamya, “nehirler arasındaki topraklar” anlamına gelen (Dicle ve Fırat nehirlerine atıfta bulunur) bir bölge olarak bilinir ve tarımın, bitki ve hayvanların evcilleştirilmesinin ve yerleşik köy ve kasabaların geliştiği en eski bölgelerden biridir.

Bu nehirler arasındaki verimli topraklar, tarım ürünlerinin yetiştirilmesine ve sulama sistemlerinin kurulmasına olanak tanımıştır, bu da tarımsal uygulamaların ve yerleşik yaşamın gelişimine katkıda bulunmuştur.

Bu dönemde, çanak çömlek yapımı, koyun ve keçi gibi hayvanların evcilleştirilmesi, buğday ve arpa gibi tahılların yetiştirilmesi, basit sulama sistemlerinin kurulması gibi önemli gelişmeler yaşanmıştır. Bu yenilikler, bölgede kompleks toplumların yükselmesine, Sümerler, Akadlar, Babiller ve Asurlular gibi antik medeniyetlerin gelişmesine temel oluşturmuştur.

Kuzeye gittikçe Neolitik dönem daha geç bir tarihte başlamıştır. Örneğin Kore Yarımadası’nda Neolitik dönem M.Ö. 6000 civarında başladı.

 KIZILDERİLİ DİLİ VE TÜRKÇE

Şanlı şerefli Ordinaryüs beyefendi, sonra da Kızılderili diliyle Türkçeyi karşılaştırarak akrabalıklarını dilsel anlamda da kanıtlamaya çalışır ve aşağıdaki tabloyu dikkatimize sunar:

Ordinaryüsün hazırladığı tablo

Taş devrini yani avcılık ve toplayıcılık dönemini yaşayan insan toplulukları Bering kara parçasını kullanarak Asya’dan Amerika’ya geçtiklerinde bugün anladığımız türden bir dile sahip değildiler. Kullandıkları kelime sayısı sınırlıydı. Alfabe falan da yoktu.

Daha detaylı bir açıklamaya geçmeden önce bize sunulan yukarıdaki tablodaki iki kelimeyi dikkatinize sunmak isterim:

“TEMMUZ” kelimesi Türkçe değildir. İbranice/Sümerce kökenlidir.

“MISIR” kelimesi Kuzey Doğu Afrika’da bir ülke adıdır. Arapça miṣr (şehir, ülke) sözcüğünden türetilmiştir. Severek yediğimiz mısır ve patates, Amerika’nın keşfinden sonra Amerika’dan Avrupa’ya 15nci yüzyılda getirilmiştir. Mısır bitkisi, Osmanlı ülkesine Mısır’dan getirildiğinden bu bitkiye “mısır” ismi verilmiştir. Kısacası, insan toplulukları Bering kara parçasını geçip Amerika’ya gittiklerinde dünyanın hiçbir yerinde maalesef “mısır” ekilmiyordu.

Buna benzer bir durum kümes hayvanı olan hindi için de söz konusudur. Hindistan’dan Türkiye’ye getirildiğinden bu kümes hayvanına Türkiye’de “hindi” adı verilmiştir. İlginç bir şekilde bu kümes hayvanı sonraki yıllar Türkiye’den Avrupa’ya götürülünce, Türkiye’den geldiği için Avrupalılar bu kümes hayvanına “turkey” adını uygun görmüşler. Bugün İngilizcede “turkey” kelimesi hem “hindi” hem de “Türkiye” anlamına gelmektedir. Cumhurbaşkanımız haklı olarak bu karışıklığı önlemek için Birleşmiş Milletlere başvurarak “Turkey” yerine “Türkiye” kelimesinin kullanılmasını istemiştir.

Tablodaki diğer tüm kelimler Neolitik dönem ve sonrasında ortaya çıkmışlardır. Yani, insan toplulukları Bering kara parçasını geçip Amerika’ya yerleştiklerinde bu kelimelerin hiçbirisi kullanımda değildi.

KIZILDERİLİ DİLLERİ

Sadece Kuzey Amerika’daki Kızılderililerin dil grupları 

Ordinaryüs beyefendi, öyle bir anlam yüklüyor ki sanki bugünkü Kuzey ve Güney Amerika’da yaşayan Kızılderililer tek bir dil konuşuyorlar. O da zahmet edip bu dili incelemiş ve Türkçeyle olan benzerliklerini fark etmiş.

Halbuki, Amerika kıtasında bugün kaç farklı Kızılderili dilinin var olduğu konusunda kesin bir sayı vermek zor çünkü bu konudaki değerlendirmeler ve sınıflandırmalar değişebilmektedir. Kuzey, Orta ve Güney Amerika’da, Avrupa temasından önce yüzlerce, hatta belki binlerce farklı yerli dil konuşulduğu tahmin ediliyor.

Günümüzde birçok Kızılderili dilinin hala var olduğu bilinse de birçoğu tehlike altında veya tarih içinde yok olmuş durumda. Yaygın bir tahmin bugün var olan farklı Kızılderili dillerinin 250 ila 300 arasında olduğu yönündedir.

Bu kadar farklı diller arasında ses ve kelime benzerliğiyle istenen manipülasyonu yapmak elbette mümkündür.

Sanırım, Ordinaryüs beyefendiye en çok şaşırtan, Kızılderililerin (Mayalar, Aztekler, İnkalar ve diğerleri) nasıl oluyor da aynı kilim desenini kullanmış olmalarıdır.

Diğer ilginç konu da takvimlerin karşılaştırılmasıdır. Ordinaryüs beyefendi, Türk takvimi ile Aztek-Maya takvimi arasındaki inanılmaz benzerliğe dikkati çekiyor. 12 hayvandan oluşan bir Türk takvimi resmini takdim ediyor. Halbuki o takvim, Çin takvimidir. Çin astrolojisi ve Çin zodyak sistemi, her yılı on iki yıllık bir döngüde belirli bir hayvanla ilişkilendirir.

Maya medeniyeti, ikonografi ve mitolojilerinde hayvan sembollerini kullanmış olsa da takvim temsillerinde hayvan figürlerine yer vermemiştir.

Maya uygarlığı, karmaşık bir takvim sistemine sahipti. Mayalar, zamanı, tarımsal döngüleri, dini törenleri ve tarihi olayları takip etmek için birden fazla birbirine bağlı takvim kullandılar. Maya takvim sisteminin en ünlü bileşenlerinden biri Uzun Sayım takvimidir.

Uzun Sayım takvimi, efsanevi bir başlangıç noktasından gün sayısını hesaplayan lineer ve döngüsel bir takvimdir. Gün, k’in (gün), winal (20 gün), tun (360 gün), k’atun (7,200 gün) ve b’ak’tun (144,000 gün) gibi farklı zaman birimlerinden oluşur.

 SONUÇ

Avcılık ve toplayıcılıkla uğraşan insan toplulukları Amerika’ya geçtiklerinde ellerinde sadece taştan yapılmış silahları vardı. Bering kara parçasının sular altında kalmasıyla dünya ikiye ayrıldı: Amerika ve Asya/Avrupa/Afrika.  Bu ayrılık binlerce yıl devam etti. Asya-Avrupa-Afrika halkları birbirleriyle iletişim halindeydiler.

Birbirinden kopuk yaşayan bu insan toplulukları benzer süreçleri yaşadılar ve keşfettiler: Neolitik dönem, madenlerin kullanılması, hayvanların evcilleştirilmesi, tarım, savaş, piramitlerin yapılması, din, alfabe, yazı, matematik, astronomi, takvim, çanak çömlek yapımı, sulama sistemi, ev, pencere, kapı, yol, aile, kölelik, dinsel tören vb

Ordinaryüs beyefendi, insanların birbirleriyle iletişim içinde olmadan aynı şeyi yaratmalarına bir anlam veremediği için, olsa olsa bütün bunları Türklerden öğrenmişlerdir gibi bir anlam vermeye çalışıyor.

Bay Ordinaryüs! Bugün Maya hiyeroglifleri tam olarak çözülebilmiş değildir. Zamanınızı boş şeylere harcayacağınıza hiç olmazsa Maya hiyerogliflerini çözerek “Ordinaryüs” sıfatını hak etmeye çalışınız.

 

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir