07/02/2020

GENÇLİĞE EĞİTİM ÜZERİNE NASİHATLAR (2)

Değerli okuyucular! Uzun bir yazı sizleri bekliyor. Amacım sorunu çok yönlü ve boyutlu ele almak, istenen hedefi daha iyi tanımlamaktır.

Bir önceki yazımda gençliğin içinde bulunduğu çıkmaz durumu genel hatlarıyla özetlemiş, vahim gidişe nasıl “dur” deneceğini bu yazıma bırakmıştım. Düşünce ve önerilerimi daha etkili kılacağı umuduyla geçmişten birkaç örnek vermek istiyorum.

’78 KUŞAĞI VE TOPLUMSAL DEVRİM

1978 kuşağına mensubum yani o yıllarda üniversitede öğrenciydim. Gençlik sağ-sol olarak ikiye ayrılmış, ayrıca sol da kendi içinde onlarca farklı (birbirine karşı acımasız ve anlamsız bir kin ve düşmanlık besleyen) fraksiyonlara (siyasi akımlara) bölünmüştü. Kimi solcular, Sovyetler Birliği’ni, kimileri Çin’i kimileri Arnavutluk’u kimileri de Küba’yı yapılacak sosyalist devrim (!) için model olarak alıyor, sık sık ikna tartışmaları oluyor, sonunda sopalar havada uçuşuyor, silahlar patlıyordu. 

Üniversiteler, sağ veya solcular tarafından “kurtarılmış bölge”  olarak esir alınmıştı. Gençliğin eğitime ilgisi en alt seviyedeydi. Özellikle sağ-sol cinayetleri gündemi belirliyor, zamanımızın çoğu sokaklarda yürüyüş ve mitinglerde geçiyordu. Gençliğin idealizmi ve eğitim hakkı, gizli eller tarafından yok edilmişti. Bu gizli el maalesef devletin bizzat kendisiydi. Dönemin aydınları bu durumdan “Amerikan Emperyalizmini” sorumlu tutuyor, işin kolayına kaçıyorlardı.Bu tespitin doğru olmadığını yıllar sonra öğrenecektik. Anlayacağınız baba parasıyla okuyan biz gençlerden ülkeyi kurtarmamız bekleniyor, böyle bir görevimiz olduğu ima ediliyor, acemi bir satranç oyuncusunun elinde piyon olarak öne sürülüyorduk.

Devlet,Böl-Yönet siyasetiyle gençliği kukla gibi eline almış, böylece gençlik üzerinde oynanan oyunlarla toplumun dikkati başka bir noktaya çekilmişti. Böylece hükümetler kendi başarısız yönetimlerini gizlemeye ve sorumluluktan kaçmayı umut ediyorlardı. Sol gençlik sokaklarda “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” diye slogan atarken sağ gençlik “Kahrolsun Komünistler” sloganıyla karşılık veriyordu. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi olunca ortada ne “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” ne de “Kahrolsun Komünistler” sloganı kaldı. Gençlik başarısız yönetimlerin günah keçisi olarak kullanıldı, ödül olarak ya idam sehpalarına gönderildi ya da zindanlara tıkıldı.

2000’Lİ YILLAR KUŞAĞI

1978’den 2000’e kadar aradan çok yıllar geçti. Gençlik kendi içinde bir dönüşüm yaşadı. 78’li yıllarda gençlik ülke siyasetiyle ne kadar yakından ilgiliydiyse bu kez ülke siyasetine sırtını tamamen dönmüştü. Özellikle Sovyetler Birliğinin çöküşüyle sağ-sol ayrışması veya kutuplaşması anlamını kaybetmiş, bu hesaplaşma bir anlamda tarihin çöplüğüne atılmıştı.

Yeni bir gençlik ortaya çıkmıştı. Cemaatler gençliğe el attı. Türkiye’de sivil ve askeri bürokraside yer kapma yarışı başlamıştı. FETÖ en başarılı olanıydı. Hükümetlerden destek alıyor, sınır tanımaz bir cüretle istediği adamı istediği yere yerleştiriyordu. Türkiye ile yetinmiyor, Türk Büyükelçiliklerinin desteğini alarak dünyaya yayılıyor, gizli bir imparatorluk ağı örüyordu. Bugün ülkeyi yönetenler o yıllar maalesef bu ağın içinde kutsal görevler üstlenmiş ve cemaatin güç kazanmasına destek olmuşlardır.Suçlu olan FETÖ değil, ona zamanında gönüllerini ve kapılarını açanlardı.

Kısacası gençlik 1990’lı yıllardan itibaren cemaatlere teslim edildi. Üniversitelerde sessizlik vardı. “İşte gençlik bu şekilde olmalı sadece eğitime odaklanmalı,” denilerek var olan durum övgüyle karşılandı. Tabi sınavlarda sahtekârlık yapıldığı, cemaate yakın olanların işe alındığı yıllar sonra anlaşılacaktı. Bu haksızlık gençleri hayal kırıklığına uğratacak, heder olan emekleri için üzülüp umutsuzluğa itileceklerdi. Devlete ve topluma olan kızgınlıklarını ifade edecek yollar da kapalı olduğundan “kaderci” bir anlayışla içinde bulundukları durumu kabullenmekten başka çareleri yoktu.

2020 VE GENÇLİĞİN BİREYSEL DEVRİMİ

Geçmişi kısaca özetledikten sonra gençlik bugün ne yapmalı sorusunu ele alacağım. Öncelikle beynimize empoze edilmiş aşağıdaki önyargılardan kurtulmamız gerektiğine inanıyorum:

ÖNYARGI_1: “Gençliğin bugünkü durumundan Amerikan emperyalizmi ve Siyonizm sorumludur.”

Elbette bu saçma bir öneri ve değerlendirmedir. Uluslararası ilişkilerde her ülke askeri güç veya ekonomik ürün temelinde emperyalist bir yaklaşıma sahiptir. Emperyalist kelimesi, “başka ulusların aleyhine olacak şekilde kendi ülkesi lehine siyasi ve ekonomik nüfuz kazanmak,” anlamına gelir.

Türkiye de emperyalist bir ülkedir. Kaç ülkede Türk askerinin konuşlandığının araştırmasını size bırakıyorum. Aynı şekilde İran da emperyalist bir ülkedir. Yemen’de, Suriye’de, Lübnan’da ve daha birçok yerde askeri gücü vardır, Şii yayılmacılığını devlet siyaseti olarak kabullenmiştir. Rusya da emperyalisttir. Kırım’ı ve Ukrayna’nın doğusunu ilhak etmekle kalmamış, Suriye’de, Libya’da ve daha birçok ülkede askeri üs bulundurmaktadır. Yanı başımızdaki Ermenistan bile Karabağ’ı işgal ederek emperyalist bir tutum içine girmiştir.

Bazı ülkeler de ekonomik ürünleriyle emperyalist bir güce dönüşmüşlerdir. Buna örnek olarak Japonya, Almanya, Güney Kore, Suudi Arabistan vb birçok ülkeler gösterilebilir. Kısacası uluslararası siyasette bütün ülkeler az veya çok emperyalisttirler, sınırlarını genişletme veya ekonomik nüfuzlarını artırmanın peşindedirler.  Bu durum Afrika veya Güney Amerika’da da böyledir. Bu yüzden Ey Gençlik içinde bulunduğunuz durumdan Amerikan Emperyalizmini ve Siyonizm’i sorumlu tutarak işin kolayına kaçmayınız. Bu bir aldatmacadır!

ÖNYARGI_2: “Gençliğin bugünkü durumundan PKK ile yaşanan iç savaş sorumludur.”

Birçok öğrencimden şöyle bir değerlendirmeye tanık oldum: “Eğer PKK’ya karşı yapılan savaş olmasaydı, bu mücadele için harcanan milyarlarca dolarla gençliğe iş alanları açılabilecek, mezun olan gençler işsiz kalmayacaktı.”

İlk anda mantıklı ve anlaşılabilir görünen bu önermenin aslında birçok gerçekleri sakladığına hiç şüphe yoktur.

PKK hareketini üç dönemde irdelemek mümkündür:

1978-1984: Bu dönem PKK’nın ortaya çıkışı ve kendisini kabul ettirme sürecidir. Haksız yere sol kesimde birçok cinayetler işlenmiş, devrimci Türk ve Kürt hareketi zorla ve tehditle sindirilmiştir. PKK örneğin ülkücü veya sağcı kesimle hiçbir zaman silahlı bir çatışma içinde olmamıştır. Bu dönemde PKK’nın devletin istihbarat güçlerinden destek aldığına hiç şüphe yoktur. Zaten Abdullah Öcalan da bunu itiraf ediyor. Dünya siyasetinde gizli örgütlerin içinde bir şekilde istihbaratın görünmeyen bir eli hep var olmuştur. Bu devletin kendini koruma refleksidir. Anlaşılabilir bir durumdur.

İlk yıllar PKK’yı kuran ve asıl kadroların oluşmasına katkı sunan Kürt gençliği ya lise mezunu ya da üniversiteden terk idi. Üniversite sınavlarını kazanamayan, sayıları çığ gibi büyüyen, işsizlikle mücadele eden Kürt gençliği için PKK’nın “Bağımsız Kürdistan” söylemi hiç şüphesiz bir kurtuluş yolu olarak görülmüştü. 90’lı yıllardan itibaren ilkokul mezunu ve okul yüzü görmemiş Kürt gençliği de PKK hareketine özellikle milis güç olarak katılınca, PKK hızla büyüyen ve bir anlamda kontrol dışına çıkan siyasi bir yapıya dönüşmüştür.

1984-1992: Eruh ve Şemdinli baskınları, Kenan Evren’in başında olduğu askeri diktatörlüğe karşı bir direniş olarak algılandı. Bu çıkış sindirilmiş Türk ve Kürt solundan büyük bir destek aldı. Türk ve Kürt devrimcileri işbirliği içinde bu mücadeleye sahip çıktılar. PKK’nın geçmişte yaptığı hatalar unutuldu. Ancak bu sefer Suriye istihbaratı PKK’yı içten ele geçirdi, istediği gibi yönlendirmeye başladı. Suriye istihbaratının onayını almayan hiçbir eylemi gerçekleştirmek mümkün değildi. Bir anlamda Suriye, PKK üzerinden Türkiye ile hesaplaşıyor, iki ülke arasında yıllardır gerginliğe neden olan konularda (su paylaşımı)  elini güçlendirmeye çalışıyordu. Zaten Suriye istediğini elde ettiğinde Abdullah Öcalan’ı gözünü kırpmadan Suriye’den kovdu. 

1992-Günümüze: Bu süreçte PKK uluslararası istihbarat güçlerinin Ortadoğu’daki dengelere uygun bir şekilde yönlendirdiği çok boyutlu ve ahtapot yapısında bir örgüte dönüşmüştür. İşsiz ve okumak için para bulamayan Kürt gençliği, aile içinde şiddet ve zorla evlendirmeye isyan eden Kürt kızları dağlara akın etti. Amaç bağımsız bir Kürdistan kurmaktan çok, “özgür” bir yaşama kavuşmaktı. Hüsran, acı ve hayal kırıklıkları birbirini izledi. “Hain” jargonu gündeme damgasını vurdu. PKK’lı olmayan herkes “hain” ilan edildi, acımasız infazlar gerçekleştirildi. Her evden bir kişi ya çatışmada öldü ya da cezaevine girdi. Böylece Kürt halkı gönlü istemese de PKK’nın stratejilerine ve isteklerine boyun eğmek zorunda bırakıldı. Bu süreçte masum Kürt gençliği ve görevini yapan askerler sonu gelmeyen bir savaşta şehit düşerek yürekleri paraladılar. Dökülen kanın yerini doldurmak zordur. Her verilen şehitle Kürt ve Türk halkı birbirine daha da yabancılaştı, gizli şovenist duygular harekete geçti. İki halk arasındaki fay hattı derinleşti. Maalesef bu durum halen devam etmektedir.

Bir Kürt aydını olarak bana düşen görev, PKK’ya çağrı yapmak, en azından Türkiye sınırları içindeki eylemlerine son vermelerini ve silahlara veda etmelerini istemektir. Türk ve Kürt halkı silah olmadan evrensel demokrasinin temel kuralları çerçevesinde birbirine yaklaşmalı, güven yeniden tesis edilmeli, sorunlar demokratik özde çözüme kavuşturulmalıdırlar. Türkiye’de gerçek demokrasiyi kuracak entelektüel ve kültürel birikim vardır ancak bunu harekete geçirecek siyasi organizasyonlar ve söylemler yoktur.

SONUÇ: Şu gerçekliği göz ardı edemeyiz: Devlet, Kürt gençlerinin dağlara akın etmesini gönül rahatlığıyla izledi çünkü böylece bu gençlere eğitim sunma ve iş bulma derdinden bir anlamda kurtulmuştu. Ayrıca şovenist duygular canlı tutulduğundan metropollerdeki başarılı Kürt gençleri üniversite ve işyerlerinde “mobbing” uygulamasının hedefi olduklarından kariyer şansını kaybettiler. Bürokrasi, polis teşkilatı ve ordunun üst düzeyi bir anlamda Kürt kökenli olmayanlara teslim edilmiştir. Yönetimsel anlamda Kürtler ikincil vatandaş düzeyine indirgenmişlerdir.

PKK’ya karşı yapılan mücadele sayesinde ülkede askeri sanayiye önemli yatırımlar yapıldı, Türkiye kendi silahını yapacakgüce kavuştu. Bu özgüven sayesinde Türkiye, Suriye ve diğer ülkelerde askeri hamle yapma şansı bulmaktadır. Kısacası, ülkedeki gençliğin içinde bulunduğu vahim durumun suçunu PKK ile yapılan savaşa bağlamak devletin kendi sorumluluğunu gizlemek anlamına gelmektedir. PKK, işsiz Kürt gençliğini dağlara davet ederekve onları Türkiye’ye yabancılaştırarak bir anlamda devletin yükünü azaltmıştır.Kanımca, güçlü ve akıllı bir devlet 40 yıldır devam eden bu soruna defalarca çözüm üretmiş olurdu. “Emperyalistler ve dış düşmanlar bizi rahat bırakmıyor,” söylemi sorumluluktan kaçmanın ucuz yoludur.

PKK konusunu niçin açtığımı birkaç cümleyle özetlemek isterim: Günümüzde gençlik, bireysel özgürlük ve kendini gerçekleştirmek anlamında önüne çıkan her fırsatı değerlendirmekte, fazla düşünmeden yeni bir yaşamın çağrısına kulak vermektedir. Eski ve modası geçmiş aile ve feodal yapılardan bıkmış olan gençlik, kendi özgürlüğünü yaşamak isteğindeydi. En ücra Kürt köylerindeki gençlik de aynı ruh hali içindeydi. İlk andaPKK bu isteği karşılayacak bir örgüt olarak görünmüş, çekim gücü olmuştur. Ancak örgüte katılan Kürt gençliği ikilemle karşılaşmıştır: Ya haksız uygulamalara tanıklık edip örgütten uzaklaşmış (ki bu durumda infaz edilmişlerdir) ya da sesini çıkarmadan verilen emirleri yerine getirerek bir bakıma hayal kırıklığı yaşamışlardır. Örgüte “ihanet” edenleri bulup cezalandırmak konusunda olağanüstü bir yetenek kazanan PKK, kendisine katılan militanların tekrar normal hayata dönmelerinin önünü kapatmıştır. Özgürlüğüne kavuşmak ve kendi yeteneğini gerçekleştirmeyi hayal eden Kürt gençliği, modası geçmiş “sosyalist” ideoloji ve sözde “özgür kadın” söylemleriyle iki kuşak Kürt gençliğinin ruhunu köreltmiş ve umutlarını yok etmiştir. Bu durumdan da en çok devlet memnun olmuş, bu gençlere eğitim sunma ve iş bulma derdinden kurtulmuş, yönetimsel başarısızlıklarını iç kamuoyuna “PKK tehdidini” göstererek saklamayı başarmışlardır.

Türkiye gençliği yeni bir evreye girmiştir. Artık bağımsız olmak ve kendi yeteneğini gerçekleştirmek zorundadır. Önceki yıllar örgütlü veya dernek kültürüyle hareket eden gençlik artık “bireysel” olarak yaşamayı öğrenmeli bunu bir yaşam biçimine dönüştürmelidir.

BİREYCİLİK / BİREYSELLİK

Burada bir açıklama yapma ihtiyacı doğmuştur. Aslında her iki kelime de aynı anlama gelmektedir.  Ancak Türkiye’deki siyasi jargonda her nedense “Bireycilik”, negatif içerik taşıyan, bencillik, kıskançlık ve kendi çıkarları için karşı tarafa zarar vermeyi içeren bir kavrama dönüşmüştür. Bu yüzden ‘Bireysellik’ kelimesini kullanmayı tercih ediyorum. Bireysellik, kişinin kendi öz gerçekliği ve yeteneğiyle tanışması, geleceğini bu temel üzerinde kurgulamasıdır.Özgüven ve yaratıcılık bireyselliğin doğal sonucu olarak ortaya çıkar.

Gençliğin elini kolunu bağlayan toplumsal engelleri sıralamak isterim:

AİLE: Ülkemizde anne-babalar, çocuklarının eğitimine aşırı bir önem vermekte, süreç içinde gençlik, ebeveynlerin kuklası durumuna indirgenmektedir. Gelecek planlarını aileler yapmakta veya gençliğin aldığı kararlara müdahale etmekteler. Öğrenciler bir anlamda aile adına okuyan “vekalet öğrenci” konumuna indirgenmiştir.

Öncelikle buradan tüm ailelere sesleniyorum: Gençlerin tercihlerine ve kararlarına müdahale etmeyiniz!  Her müdahale ve tartışma ile gençlik kendi inisiyatifinin elinden alındığını hissetmekte, kendi gerçekliğinden ve yeteneğinden uzaklaşmakta, başkalarının adına okuyan “ikincil derece önemli bir kişiye” dönüşmektedir. Böyle bir öğrencinin eğitim hayatı zor geçtiği gibi mezun olduktan sonra özgüven ve girişimcilik ruhu eksikliğinden dolayı içine kapanmakta, piyasa koşullarında mücadele etme şansını kaçırmaktadır. İş bulmak için aileyi ve dostları devreye sokmakta, çalışma disiplini düşük seviyede seyrettiği için işe isteksiz başlamakta, iş yerinde gerginlikler baş gösterince, çabuk “pes” etmekte,depresyona girmekte ya işten ayrılmakta ya da işine son verilmektedir. Yani gençlik kendi geleceğini kendisi kurgulamadığı için mücadele ruhunu kaybeder, hayatı eziklik ve yenilgi duygusuyla devam eder.

Öğrencinin kendi iradesiyle tercih ettiği bölümün ne olduğunun hiçbir önemi yoktur. Başarının sırrı öğrencinin kendi iradesini devreye sokması, bireysel ve bağımsız bir güç olarak kendi geleceğini planlaması ve bu şekilde toplumda yer almasıdır. “Gençliğin kendi yaşamından sadece ve sadece kendisi sorumludur,” anlayışı ve kültürü toplumda artık yer etmelidir. Acıma ve duygu sömürüsü gençliğin kendine olan özgüvenini temelden sarsar, topluma ve aileye yük olduğunu düşünerek kendini değersizleştirir.

AŞK, CİNSELLİK VE EVLİLİK: Dizilerin veya popüler kültürün etkisiyle gençlik kendisini aşk ve cinsellik denizinde çırpınır halde bulmaktadır.  Aşk ilişkileri yapıcı değil yıkıcıdır. Batı kültüründe yer almayan “Kara Sevda” yani sevdiği için kendini feda etme duygusu maalesef Türkiye’de salgın bir hastalık gibi yayılmakta, gençliği derinden etkilemektedir. Zaten bireysel özgürlüğüne kavuşmamış gençlik, aşk ve cinsellik alanında yaşadığı kaotik duygularla yolunu ve yaşam hedefini kaybetmekte, enerjisini ve zamanını boş mesajlaşmalar ve ilişkilerle heder etmektedir. Aile depresyonuna, aşk ve cinsellik depresyonu da eklenince gençlik içi boşaltılmış ve ruhu alınmış bir halde eğitim ve iş hayatına devam etmekte, umudunu bir anlamda mucizelere bağlamaktadır.

Evlilik kurumu tamamen çökmüş durumdadır. Boşanma yüzdesi az olabilir ama aile için gerginlikler ve huzursuzluklar had safhadadır. Evliliklerde hayal kırıklığı yaşanmakta, toplumsal baskılar yüzünden boşanma zorlaştığından, gönülsüz birliktelikler zorla devam ettirilmekte, çocuklar bu gergin ortamda kişiliklerini geliştirme fırsatı bulamadan büyümektedirler.

DEVLET:Maalesef devletin gençliğe verebileceği bir şey yoktur. Ülkemizde şu an psikolojik diktatörlük hüküm sürmektedir. Herkes her an kendisine bir iftira atılacağı veya haksızlığa uğrayacağı korkusu içindedir. Özellikle FETÖ askeri darbe girişiminden ve Kanun Hükmünde Kararname yetkisinin uygulamaya girmesinden sonra zaten özerk olmayan üniversiteler tamamen devletin emrinde bir oyuncağa dönüşmüştür. Eğitim politikası çökmüş ve kontrol dışına çıkmıştır. Üniversiteler bir anlamda işsizliği saklama merkezleri konumuna indirgenmiştir. Daha çok üniversite daha az işsiz anlamına gelmektedir. Bu durum ne zamana kadar devam edecek, bilinmiyor. İş yerlerinde çalışan gençler de aynı şekilde psikolojik diktatörlüğün korkusu içinde görevlerinin bir iftirayla ellerinden alınacağı endişesini yaşamaktadırlar.

TOPLUMSAL DEVRİMDEN BİREYSEL DEVRİME

1960 ve 1970’li yıllarda gençlik toplumsal devrime gönül bağlamışve bu yönde mücadele vermiştir. Kurulacak Sosyalist Türkiye ile her sorunun aşılacağına inanılmıştı. Ancak toplumsal devrimler dönemi artık kapanmıştır. Yeni Gezi olaylarının yaşanması hem anlamsız hem de gereksizdir.Gençlik yakarak-yıkarak asla hedeflerine ulaşamayacaktır. Aslında bu tür eylemler gençliğin içindeki kızgınlık ve nefret enerjisini devlete yöneltip psikolojik bir rahatlama sağlama aracına dönüşüyor. Önemli olan dıştaki sistemi (devleti) değiştirmek değil, kendi içinizde yeni bir devrim yaratmaktır. Bunun için kimsenin yardımına ihtiyacınız yoktur.

BİREYSEL DÖNÜŞÜM İÇİN NASİHATLAR:

  • Mesleğine kendin karar ver. Ölçüt asla para olmasın.
  • Mesleğin ne olursa olsun onu severek icra et.
  • Mesleğini doğru ve hakkıyla yapanların her zaman kariyerinde ilerleyeceğine inanmalısın.
  • Torpil, siyasi güç, eş-dost yardımına güvenerek bir kariyer planlama.
  • Cinsellik, aşk veya sevdayı hayatının merkezine oturtma.
  • Ülkede yaşanan savaş, deprem veya benzeri durumları “trajik” bir öze indirgeyip “dünya boş” gibisinden bir yaklaşımla sorumluluklarından kaçma. Vietnam savaşında en ön cephede çarpışan Amerikalılar sanki yarın ülkeye döneceklermiş gibi üniversitelere giriş için hazırlık kitaplarını ellerinden düşürmemişlerdir. Bu bireyselliğin gücüdür.
  • Empati duygusunu yani başkalarının sıkıntılarını anlama yeteneği geliştir
  • Pozitif düşünme yetisi kazan. Yarın daha iyi olacak diye düşün.
  • Kıskançlık duygusunu içinden yok et ve başkalarının sana karşı olan kıskançlığını önemseme
  • Kolay para düşüncesine kendini kaptırma. Özellikle borsa, bitcoin gibi çağdaş kumar yöntemlerinden uzak dur.
  • İş ve okul hayatının gerginlik ve sıkıntılarını anlayışla karşıla
  • Fırsat buldukça başka şehirleri veya ülkeleri tanımaya çalış
  • Her türlü sınavı bir yarış olarak değil bir bilgi geliştirme fırsatı olarak gör
  • Sınavlarda aldığın puan düşük olsa bile bunu  “başkaları daha zeki ve daha başarılı” şeklinde bir önermeye asla dönüştürme
  • TV’de dizi izleme alışkanlığına son ver. Film izlemede seçici ol. Film, tiyatro ve operayı değerlendirecek kadar sanat felsefesine sahip ol.
  • Takım tut ama fanatik olma
  • Sigara, alkol ve diğer madde bağımlılığı yapan ürünlerden uzak dur. Eğer böyle bir sorunun varsa mutlaka yardım al.
  • Şiddet ve küfür konusunda iki defa düşün ama mecbur bırakıldığında sessiz kalma. En tehlikeli algılardan birisi kendini “korkak” olarak algılaman ve görmendir. Buna asla izin verme.
  • Yabancı dil veya mesleki bilgiyi geliştirme anlamında kişisel gelişimine önem ver
  • Arkadaşlığı veya evliliği bir dayanışma gücüne dönüştür. Kız/erkek arkadaşın veya eşinle tartışma ve inatlaşmalardan kaçın
  • Yeni yetenekler ve hobiler geliştirmeye çalış
  • Hayvan ve doğa sevgisine önem ver
  • Her türlü spora ilgi duy ama birisini hobi olarak edin
  • Telefon konuşmasını ve mesajlaşmayı en aza indir
  • Cenaze, hastalık gibi durumlarda dostlarının yanında ol
  • Keskin bir siyasi görüş oluşturmaktan kaçın. Partilere üye olma. Oy kullanırken sadece vicdanının sesini dinle.
  • Sanat, edebiyat, resim veya fotoğrafçılıkla ilgilen
  • Başarısızlığın için aileyi, toplumu veya devleti suçlama
  • Şovenizm, önyargılar, mezhepçilik, cemaatler, partiler ortalığı doldurmuştur. Onları ciddiye alma ve taraf olma.

YURT DIŞI EĞİTİM

Yurt dışı eğitim konusunda yazacağım çok şey var. Ancak bir makale kapsamında kısa ve öz olacağım. Her gencin mutlaka lisans, lisansüstü, doktora ve post-doktora anlamında bir yurt dışı deneyimi olmalıdır. Böyle bir hedefi her zaman yüreğinizde taşımalı ve gereğini yapmalısınız. Asıl konuya geçmeden önce bazı öğrenci değiş-tokuş programları konusundaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum:

ERASMUS:Erasmus Programı yükseköğretim kurumlarının iş birliğini, öğrenci ve akademisyenlerin kısa süreli olarak bu iş birliği çerçevesinde farklı ülke ve üniversitelerde deneyim kazanmasını teşvik eden Avrupa Birliği projesidir. Öğrenciler bir sömestr veya bir yıl kadar Avrupa Birliği ülkelerinden birisinde okumakta, ülkeye geri dönmektedirler. Aşağıdaki nedenlerden dolayı ERASMUS programından mutlaka kaçınmanızı tavsiye ederim.

  • ERASMUS programının asıl doğuş nedeni 20’nci yüzyılda iki büyük dünya savaşına neden olan Alman ve Fransız gençliğini birbirine yakınlaştırmak ve kaynaştırmak idi. Ancak proje bu anlamda başarısız oldu. Bugün ne Almanya’da tek bir Fransız öğrenci vardır ne de Fransa’da tek bir Alman öğrenci… Şu anda 28 Avrupa Birliği ülkesi vardır. ERASMUS programından en çok EU ülkesi Bulgaristan, Yunanistan, Macaristan, Polonya gibi nispeten ekonomik gücü zayıf olan ülkeler yararlanmaktadırlar. Oturma izni sorunu olmadığı için örneğin Almanya’ya bir yıllık eğitim için giden bir Polonyalı genç orada iş bulmakta, bir daha Polonya’ya dönmemektedir. Türkiye EU ülkesi olmadığı için gençlerin oturma izni alma şansları olmadığından ülkeye geri dönmek zorundadırlar.
  • Almanya, Hollanda veya Fransa gibi bir ülkede bir yıl yaşadıktan sonra Türkiye’ye geri dönen öğrencilerde adaptasyon sorunu yaşamakta, bir anlamda depresyon benzeri durumlar oluşmaktadır. Bu yüzden benim tavsiyem ERASMUS programından uzak kalmanız, Lisans programınızı ara vermeden Türkiye’de bitirmenizdir.
  • Lisans programının üçüncü yılında, Lisansüstü veya doktora çalışmasını yurtdışında yapmanın planını öngörmeli ve gereken sınavlara hazırlanmanız gerekmektedir.
  • Yurtdışı eğitim için sadece Amerika’yı öneriyorum. Çünkü önemli olan diploma almak değil diploma aldıktan sonra o ülkede kalarak iş tecrübesi kazanmaktır. Varsayalım Almanya’nın en iyi üniversitesini bitirdiniz ve diplomanızı aldınız. Almanya size oturma ve çalışma izni vermeyeceği için Türkiye’ye geri gelmek zorunda kalacaksınız. İşin acı tarafı siz Almanya’dan diploma aldığınız için Türkiye’de rahat iş bulacağınızı düşünüyor olacaksınız ama maalesef “kıskançlık” faktörü devreye girmekte, iş yerleri sizi bir tehdit olarak algılamaktadırlar. Bu durumu yaşayan çok öğrencim oldu. Sonunda çözümü Amerika’ya gitmekte buldular.
  • Amerika’ya gitmek isteyen öğrencilerin bölümlerine bağlı olarak TOEFL, GRE veya GMAT gibi sınavlara hazırlanmaları ve istenen puanları almaları gerekmektedir. Bu sınavlara üçüncü sınıfta iken hazırlanmanız gerekir.
  • Amerikan üniversiteleri uluslararası öğrencileri kabul ederken sırasıyla aşağıdaki kriterleri esas alırlar
    • SOP (Statement of Purpose) : Öğrencinin kendi kaleminden yaşam hedeflerini özetleyen iki sayfalık bir yazı
    • LOR ( Letter of Recommendation)  : Tavsiye mektupları
    • CL (CoverLetter): Niçin başvurduğunuzu özetleyen tek sayfalık yazı
    • GRE/GMAT/TOEFL sonuçları
    • CV (CurriculiumVitae):  Özgeçmiş
    • İş tecrübesi yani stajlar
    • GPA: Üniversite not ortalamanız

Yurt dışı eğitimle ilgili yazılacak çok şey var! Ancak buraya sığdırmam mümkün görünmüyor. Kısaca olsa da sizleri bilgilendirdiğimi umut ediyorum. Bireysel kimliğinizi güçlü kılın ve yurt dışı eğitim fırsatı yakalamaya çalışın!

Başarılar!

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir