KAHIRLI İSYANLI AVAZ AVAZ SÜKÛT

Günlerdir hür dünyanın gözleri önünde bir “Soykırım” yaşanıyor. 1947’den beri egemen güçlerin himayesinde işgalci İsrail tarafından masum Filistin ahalisine karşı uygulanan işgal/zulüm tehcir/sürgün politikasında, insanlık tarihinde eşine az rastlanır bir barbarlık, bir vahşet sürgit devam ediyor; harp hukuku, harp ahlakından bile yoksun, yaşlı, çocuk sivil halkın hedef gözetmeden kimyasal silah ve mühimmatla bombardımanı, topyekûn bir şehrin bir kavmin imhasıdır, şahit olduğumuz…

Filistin’in Doğu Kudüs ve Batı Şeria şehirleri yarım asırdan fazladır işgal altında. Gazze Şeridi ise 2006’dan bu yana acımasız, hunharca bir abluka altında tutulmakta, ahalisi bir açık mahpushaneden daha ağır şartlarda (tutuklunun asgari ihtiyaçlarının güvenle sağlandığı düşünüldüğünde) adım adım ölüme, intihara zorlanmaktadır.

İnsan balasının kadim asırlardan beri yek diğerine eklemlenerek edindiği cümle değerleri yerle yeksan eden bu vahşet karşısında, hür dünyanın sessizliği hatta bu faciayı tepkileriyle dillendiren vicdan, insaf, izan sahiplerinin en masum gösteri ve yürüyüşleri, sesleri, İsrail Diasporasının dünyanın dört bir yanına hakim tahakkümü ile ezilmekte, yok sayılmakta… Kitap fuarlarında, şenlik ve festivallerde bu vahşete dikkat çeken, asgari insani gereklerle bu vaziyetin kabul edilemez olduğunu dillendiren sanatçı, yazar vd. seslerin nasıl kısıldığı, ödül törenlerinin basit, adi bahanelerle nasıl ertelenip iptal edildiği, hak, vicdan, insaf diye yakaran seslerin, uluslararası medya, kültür ve sanat alanına hakim Siyonist mahfillerce nasıl  elimine edildiğini hayret ve öfkeyle izliyor, avaz avaz isyanlı bir sükûtla  kahırlanıyoruz.

Nağırcı Ewdo ve Meşşedi, olup bitenlerden üzgündüler

Mevzuyu, hepimizim canlı kanlı tanıklığında yaşanan bu hazin vaziyeti bu defa Meşşedi’ye sormaya hacet yoktu. Zira, her şey eskimezlerin, “vaziyet izahtan varestedir” dediği şekilde, ayan beyan ortada idi ve ahali bu hunharca katliamları, soykırıma varan bu vahşeti; müptelası olduğu TV dizisi rutininde ara ara sövüp sayarak esefle izliyordu.

Ama Nağırçı Ewdo, her olay ve durumda herkesi şaşırtan farklı zaviyeden yaklaşımı, yaşanan hadiselere tarihin derinliklerinden bulup ortaya çıkardığı ilginç meseller, çarpıcı ibretnüma kıssalardan anlatımları ile üzerimize çöken bedbin, kahırlı, kasvetli karanlığa her defasında yeni ufuklar açan, başımız sıkışıp yüreğimiz daraldığında her defasında huzuruna varıp umut, muştu devşirdiğimiz Meşşedi ile istişare etmeden içimiz rahat etmez deyince, yamacına varıp meseleyi sual ettiğimiz Meşşedi; bu defa mevzuyu insanoğlunun kadim asırlarına, antik zamanlara götürmeden, yaşadığımız asrın içinde kimi birebir tanıklığımızda vuku bulan olaylar karşısında insanlığın kadim gereklerini kuşanarak kanıyla/canıyla tarihe şerh düşen feryatları, figanlarıyla, kalbi kararmış, vicdanı sükut etmiş kör-sağır fanilere hatırlattıklarına, şairin “sol memenin altındaki cevahir” de saklı olana dikkat çekerek başladı söze, sohbete…

Üstad İsmet Özel’in, “Zor Zamanda Konuşmak” ve “Waldo Sen Neden Burada Değilsin” eserlerinde; 2. Cihan Harbinde yeryüzünü ateşe verip, nesli, ekini yakanların vahşeti karşısında “evlad û iyal” “maişet” saikiyle gündelik telaşlarla insan balasına reva görülen onca gadre, zulme kör sağır kalan kahir ekseriyetin yanında insani sorumluluğunu kuşanan birkaç iyi/güzel adamın soylu tutumundan, hatırlı öfkesinden bahsederdi ya…

Üstad İsmet Özel

Anlattığı ibretlik hadiselerle, eyleme geçecek sözün karşısında, sükutun hiç de altın değerinde olmadığı demlere o hazin zamanlara işaret ediyordu ya. Hani, yeryüzünde kimden gelirse gelsin mazluma/masuma/mustazafa yönelen cümle tehdit ve tehlikelere karşı, müminin celadeti/sosyalistin öfkesi ile karşı durmanın, insanın insan kalabilmesinin yegâne dayanağı, asgari insani gereği olduğunu hatırlatıp sözün gücünden, kudretinden söz ederdi ya…

İnsan balasının tanıklık ettiği Zulme hiç olmazsa sesiyle, avazıyla ses vermesi…kaş çatması insan kalabilmesinin asgari haddi idi ya… Bunu da yap(a)mamanın, türlü mazeretlerle bu insani sorumluluktan kaçanın özü itibariyle “Dilsiz şeytana”, Kitab-ı Kadimin ifadesiyle “Bel’am” a (1) dönüşme derekesi olan o aşağıların da aşağısına düşme haliydi ki “neme lazım” diyerek seyirci kaldığın ataş gün gelir, seni de evini ocağını da yakardı. İnsanlık tarihi bu nevi meşum sayfalarla doluydu, Maazallah… Anlattıklarıyla başına yığışan ahali, ürküten bir sessizliğe bürünmüştü sanki…

İnsanı, tarz-ı kadim üzere yek diğerine karşı endişe sahibi varlık olarak tarif eden ve bu yönüyle hemcinslerine hatta sadece insana da değil, cümle cana duyduğu haldaşlık, hüzündaşlıkla ancak insan olabileceğine/insan kalabileceğine işaret eden Meşşedi, başta Gazze olmak üzere dünyanın dört bir yanında yaşanan fecaate, vahşete din, ırk, milliyet saikiyle kayıtsız kalan, nemelazımcı bir biganelikle kör-sağır kesilen fanilerin, insanın vicdan, izan, insaf gibi asgari lazımelerinin sükût ettiğini ve bu halleriyle, tanıklık ettikleri ataşın kendi nefislerini de saracağı günü kendi elleriyle hazırlayıp aşağıların aşağısı derekesine yuvarlandıklarını belirttikten sonra insan balasının bu garabetine karşı kanıyla/canıyla kıyama duran o soylu canlardan misallerle yüreğimizin harını/narını bir nebze dindirmişti…

Mesela çok değil, 16 Mart 2003’te eline aldığı megafon ile Filistinli masum köylülerin evini yıkıp ocağını söndürmeye gelen işgalci İsrail buldozerlerinin önüne dikilen, 20’li yaşların en civan deminde bedeniyle canını siper eden Rachel Corrie…

                                 Buldozerin önüne korkusuzca yatan Rachel Corrie

Hani İsrailli askerlerin “Filistinli değilsin. Müslüman da değilsin, üstelik bizdensin. Ne işin var burada?” dediklerinde, “Evet, ABD’liyim ve Yahudiyim ama, masum bir köylünün evini yıkıp, ocağını söndürmek, onu hiçbir sebep yokken yerinden yurdundan edip sürgüne göndermek haksızlıktır. Zulümdür. Zulüm Bizdense, Ben Bizden Değilim…” diyerek, masum Filistinli köylülerin evini yıkmaya gelen buldozerin önüne kendisini atan…Civan bedenini siper ettiği hanenin önünde üzerinden tekrar tekrar geçen buldozerin altında başı ezilerek öldürülen Rachel, Meleklere tebessüm eden çehresindeki o masum eda ile ruhunu teslim edip kanıyla, canıyla, başta 54 İslam Ülkesinin 3 milyarı bulan Müslümanları olmak üzere kör dünyanın sağır sultanlarına ve zulüm, vahşet karşısında, din, mezhep, meşrep, ırk, coğrafya kısıtlarına takılıp insaniyetten sükût eden fanilere o gür gümrah nidası ile İnsan kalabilmenin lüzumunu ve barışa olan inancını, umudunu haykıran Rachel…

Ahh Rachel.. İnsanın yeryüzü serüveninde, insanlığın adeta sükût ettiği bu nevi hazin, vahşet demlerinde, asgari insani gereklerle “Durun kalabalıklar!” diyerek bütün kutsal metinlerdeki kutsanmışlığına rağmen ölümü, yaşama tercih ederek kanları, canlarıyla tarihe şerh düşen; hak, vicdan, izan, endişe sahibi Canların varlığıydı, belki de bunca kötü, kötücül, fena fesada karşı hala Kul Tanelerine yaşamı “yaşanılır” kılan…Her defasında yüreğimize oturan onca ukdeye rağmen hala umut edebilmekliğimiz….

Yine, II. Cihan Harbinde, melun bir ırk kutsaması/takıntısıyla Dünyayı hunharca ateşe verip yarım milyon insanın katline, milyonlarca canın yaralanmasına, sakat kalmasına sebep olan garabete, kıta Avrupa’sının savaş, katliam ve soykırımına şahit olan Stefan Zweig, mesela…Hani 1930’ların dünyasında, eserleriyle edebiyat aleminin en meşhur en popüler yazarları arasında yerini alan, yazdıkları elliden fazla dile tercüme edilerek dünyaca okunan Avusturyalı roman, deneme, öykü, biyografi yazarı, gazeteci…

Savaş süresince şahit olduğu garabetler, tek tek insanların nasıl insanlık değerlerini yitirip sükût ettiğini görmenin dayanılmaz kahrına, yaşanan çürümüşlüğe dikkat çekmek, tahammül edilmeyecek noktaya gelen vaziyetin vahameti karşısında ölümü yaşama tercih ederek elinden tuttuğu sevgili eşiyle birlikte intiharıyla insanlığa verdiği mesaj…

Stefan Zweig ve eşi Lotte

Keza, Filistinli Hıristiyan şarkiyatçı, Oryantalizm kitabı onlarca dile tercüme edilen, aydın, yazar Edward Said’in, Gazze ve Batı Şeria sokaklarında işgalci İsrail tanklarına sapanla, çıplak elleriyle taş atan Filistinli çocukların yanında hizalanıp, onlarla beraber tankları taşa tutması, aydının halkının yanında ona ufuk tayin eden, yoluna yoldaşlık eden erdemine dairdi diye anlatan Meşşedi yakın tarihten daha nice olayı kahramanlarıyla anlattıktan sonra sözü Filistin’in bağrında doğan ve makûs talihinden payını alan sesi/bağrı yanık Şair Mahmud Derviş ile bağlamıştı…

                  İsrail askerlerine taş atan Edward Said

Hani, daha 7 yaşında çocukken bir gece köyleri işgalci İsrail buldozerleri tarafından yerle yeksan edilince, köyünden yurdundan edilerek Lübnan’a mülteci olarak sığınan, ömrünü sürgünlerde mahpuslarda İsrail tasallutunda geçiren, sürgünü şiirlerinde aşkla direnişe dönüşen, şiirleri 40’tan fazla dile tercüme edilen…”Biz kaybettik ama Aşk da kazanmadı” diyerek kavgaya zulme aşkla tebessüm eden, Dünya edebiyatının en iddialı ödül ve payeleriyle taltif edilen Şair; onca yokluk ve yoksunluk içinde mülteci kampında devam ettiği okulda yaptığı resimlerin çok beğenilmesi ve öğretmenlerinin teşviki ile devam ettiği resim çalışmaları sırasında, taş ocağında çalışan babasının resim araç gereçleri için mütevazı gelirinin yetmediğini, bu cüzi şeyler için bile babasının arkadaşlarından borç aldığını gördüğü bir gün ağlayarak resim yapmayı bırakıp  masrafsız maliyetsiz olduğu için şiire yöneldiğini de eklemişti. Bu anekdotu anlatırken buğulanan gözleri ve boğazında düğümlenen sözlerle o aşkın ve Direnişin Şairinden şu mısraları bize terennüm etmişti…

Filistinli şair Mahmud Derviş

“…

Füze sizden, taş bizden

Kılıç sizden, kan bizden

Ateş sizden, can bizden

Saatlerinizi de alın vaktimizden

Ve defolun!

Kirletmeyin güvercin ellerimizi,

Çekin elinizi ekmeğimizden ve tuzumuzdan,

Yaramızdan, suyumuzdan ve toprağımızdan,

Alın hissenize düşeni de kanımızdan,

Haydi, defolun!…”

Başta Gazze olmak üzere Dünyanın dört bir yanında yaşanan katliamlara, vahşete artık ne İslam aleminde ne diğerlerinde ne doğuda ne de batıda canını vermek şöyle dursun anlamlı bir tepki koyacak Zweig, Rachel, Edward, Derwiş gibi bir âlim, bir mütefekkir, bir sanatçı, bir aydın kalmadı (mı)…diyecektim ki bir dostun gönderdiği şu mesajla bir kere daha İnsan varsa, Umut da vardır dedim;

“Eğer Dünya Barış/Huzur İstiyorsa; Müslümanlara değil, İsrail’e Karşı Birleşmelidir” demiş Mel Gibson

Mel Gibson

Yanisi, Halamın yakarışında dediği gibi “Erdê Xwedê Xalî Nîne/Yeryüzü Boş Değildi… İnsan kadar umut vardı.”

NOT

(1) Her türlü kötülük, şer odağının özünde bir figür olarak Bel’am, dünyevî çıkar ve hesaplar için Allah’ın dinini tahrif eden, kötü/kötücül yöneticilere yaranmak maksadıyla Allah’ın hükümlerini çiğneyen ve asıl gayesinden saptıran menfaatperest kimseleri temsil etmektedir.

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir