16/02/2021

mehmet kum   

 

Dr. Mehmet Kum: Cehalet varsa düşman vardır

Iğdır’da Aile Hekimi olarak görev yapan fakat eğitim faaliyetleri ile öne çıkan Dr. Mehmet Kum, Damga’ya konuştu. “Düşman kelimesini sadece cehalete yakıştırıyorum” diyen Kum, “Düşmanı orada burada aramayalım. Cehaletin olduğu yerde düşman yuvalanır. Cehalet bizim en tehlikeli düşmanımızdır. Yağmur damlaları kendini selden sorumlu tutmalıdır. Ben de o damlalardan biri olduğumu düşünüyorum. Denizde bir damla misali mücadele ediyorum” ifadelerini kullandı

düşman vardır

 Iğdır’da Aile Hekimi olarak hizmet veren Mehmet Kum’un eğitim çalışmaları herkese örnek olacak nitelikte. Başlattığı Kardelenler Projesi ile kız çocuklarının okumasına yardımcı olan Kum, kurduğu kütüphanelerle de Türkiye’de ses getirmiş. Yayınlanmış kitapları da olan Mehmet Kum, müayeneye gelen hastalarına da kitap hediye etmeyi ihmal etmiyor. Kul, “Okullarda özellikle okul öncesi çocuklara, ilkokul öğrencilerine masal anlatarak onların hayal dünyasını zenginleştirmeyi düşünüyorum. Düşünmelerini sağlamak için sohbetlerim oluyor. Merak etmeyi ve düşünmeyi başardıkları zaman zaten önleri açılacaktır. Okullara masal kitapları da hediye ediyorum” diyor.

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

1964 yılının kasım ayında annem hastaneye götürülürken, yolda at arabasında dünyaya gelmişim. İlk ve orta öğrenimimi Iğdır’da yaptım. Bursa Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde okurken, Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandım. Halen doktor olarak Iğdır’da görev yapmaktayım. Kendimi bir tümce ile tarif edecek olsam; nefretini, öfkesini zaaflarını heybesinden atmak için kendisiyle cebelleşip duran, hatalarında sadece kendisini cezalandıran garip bir bencileyi.

Iğdır’da devam ettirdiğiniz çok ses getiren farkındalık yaratan bir Kardelenler projeniz var. Proje ile ilgili detayları bizimle paylaşır mısınız?

Aile hekimi olarak görev yapmam vesilesiyle, kız çocuklarının 14, 15 yaşlarında daha çocuk yaşta evlendirildiklerine defalarca şahit oldum. Aileleri ziyaret ettiğimde ise 17, 18 yaşlarında boşanıp gelen kızları gördüm. Hemen hepsi varoşlarda veya köylerde yaşayan çocuklardı. Bu durumdan çok etkilendim. Kardelenlerin en azından liseyi bitirene kadar okumasını sağlamalıydık. Lise bitince 18 yaşına geleceklerdi. Hem evlenme yaşlarını biraz yukarıya çekeceğiz, hem de liseden sonra başarılı olanlar üniversiteyi okuyacaktı. Bu alanda yoğunlaştım. Babaların kız çocuklarını okutması için birebir görüşüyorum. Dostların desteğiyle okumaları için maddi manevi yanlarında olmaya gayret ediyorum. Destek verdiğimiz kardelenlerle görüşmeye devam ediyorum; onları öğretmen, mühendis, hemşire olarak görmek bizi mutlu ediyor. Meslekleri olmasa bile okumaları geleceğimiz için önemlidir. Bir anımı anlatayım. Bana muayene olmaya gelen kızlara okuyup okumadıklarını sorarım. Kızlardan biri, “Liseyi bitirdim, kayısı toplamaktan geliyorum, para biriktirip dershaneye gideceğim” dedi. “Maddi durumunuz iyi değil mi?” diye sordum. Babamın durumu çok da kötü değil, ama ben onun parasını istemiyorum. Kendi kazandığım parayla dershaneye gideceğim” dedi. Babasına kırgındı. Ona kırıcı bir şeyler söyleyip kalbini kırmıştı. Israr ettim ama söylemedi. Hâlâ da ne söylediğini bilmiyorum. “Çok çirkin şeyler size söyleyemem” dedi. “Biriktirdiğin parayı üniversiteyi kazanınca harcarsın” dedim. O kız mevsimsel tarım işçisi olarak çalışıp para biriktirdi. Dershaneler acılınca, onu dershaneye gönderdim. Seviyesi çok düşüktü, birkaç defa, “Ben başaramayacağım” dedi. Dershaneyi bırakmayı düşündü. “Paranıza yazık boşa gidecek” dedi. Dershaneye devam etmesi için ısrar ettim. Dershanesine zaman zaman gittim, motive ettim. Şimdi öğretmen, atama bekliyor. Yine daha bu hafta liseyi ağabeyinin baskısı ile bırakan kardelenimizi gördüm. İlk fırsatta okula devamını sağlayacağım. Yine bu hafta bir kardelenimizin doğuştan sakat olduğuna şahit oldum. Gece uyuyamadım. Cerrah Paşa Tıp Fakültesi ile görüşüp ameliyat imkanlarını araştıracağım. Sevgili Ata’mızın dediği gibi, “Sefaletimizin ve yoksulluğumuzun sebebi cehalettir.” Düşman kelimesini sadece cehalete yakıştırıyorum. Düşmanı orada burada aramayalım. Cehaletin olduğu yerde düşman yuvalanır. Cehalet bizim en tehlikeli düşmanımızdır. Yağmur damlaları kendini selden sorumlu tutmalıdır. Ben de o damlalardan biri olduğumu düşünüyorum. Denizde bir damla misali mücadele ediyorum. On üç yıldır kardelenleri okumaya teşvik etmek için didinip duruyorum. Soran, sorgulayan, araştıran çağdaş nesiller yetiştirmek için çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmalıyız. Okuyunca bilgiye ulaşacaklar, düşünmeyi öğrenecekler. Ben de bu alanda yoğunlaşıyorum. Aile sağlığı merkezimize kütüphane kurdum. Sadece çocuklara değil, büyüklere de kitap hediye ediyorum. Ayrıca kardelenlerimizin evlerine götürüp kitap hediye ediyorum.

mehmet kum

Peki ailelere kıyafet ve gıda yardımında da bulunuyor musunuz? Bu organizasyonu nasıl sağlıyorsunuz?

Kitapla başladım ama; varoşlara gidince benden bot, mont, kazak, bisiklet, oyuncak, gıda vb taleplerde de bulunmaya başladılar. Duyarlı dostların katkılarıyla bu alanda da çalışmaya başladım. Üniversite öğrencileri ve müsait olan dostlar yardımıma koşuyorlar.

Okullarda masal günleri düzenleyip Iğdır yöresinin masallarını anlattığınızı biliyorum bu konu hakkında biraz konuşalım istiyorum. Nasıl gelişti fikir, biraz açıklar mısınız? İleri ki bir zamanda bu masalları kitap haline getirmeyi düşünüyor musunuz?

Okullarda özellikle okul öncesi çocuklara, ilkokul öğrencilerine masal anlatarak onların hayal dünyasını zenginleştirmeyi düşünüyorum. Düşünmelerini sağlamak için sohbetlerim oluyor. Merak etmeyi ve düşünmeyi başardıkları zaman zaten önleri açılacaktır. Okullara masal kitapları da hediye ediyorum. Çocuklardan evde anne babalarının varsa dedelerinin ninelerinin onlara masal anlatmasını teşvik etmeye çalışıyorum. Velilere masal kitabı vererek çocuklarına masal anlatmalarının önemini vurguluyorum. Yöremize ait masalları ileride kitaplaştırmayı düşünüyorum.

Okul önlerine gidip çocuklara kitap dağıtıyorsunuz, pandemi öncesi ve sonrası bu eylemi nasıl gerçekleştirdiğinizden bahseder misiniz?

Iğdır’ın tüm köy okullarına ve varoşlara kitap götürdüm. Götürmediğim köy yok. Bazı köylere defalarca kitap götürdüm. Bir süre sonra milli eğitim müdürlüğü okullara bizden izin almadan kitap kabul etmeyin diye baskı yapınca, okul müdürleri izinsiz kitap almayı kabul etmedi. Hatta boyama kitabı için bile izin almamız gerektiğini söylediler. Şimdiye kadar 100 binden fazla kitap dağıttım. Milli eğitim müdürlüğünden izin almak, yazışmalar, kitaplar için komisyon kurulması, binlerce kitabı oraya taşımam her okula gidişimde aylarca beklemem demekti. Bu da zaman kaybıydı. Ben de çözüm olarak arabamın arkasını kitapla doldurup okul önlerine gittim. Kardelenler okuldan çıktıklarında kitap dağıtmaya başladım. Ama okula bırakmayı tercih ederdim. Bir köy okuluna 300 kitap verdiğim zaman bir öğrenci birçoğunu okuma şansı yakalıyordu. Pandemi sonrası ise Aile Sağlığı Merkezine kütüphane kurdum orada kitap hediye etmeye başladım. Çocuklar, anneleri, babaları, dedeleri kitap alarak evlerine götürmeye başladılar. Tabii ki, sadece çocuklara değil, gençlere ve büyüklere göre de kitaplar hediye ediyorum. Evlerine her gidişimde zaten kitap götürüyorum. Bir süre sonra verdiğim kitapları kaybettiklerini gördüm. Geçen yıl kitaplık alıp hediye etmeye başladım. Böylece okudukları kitapları kitaplıklarına bıraktılar. Böylece okumayı daha çok özendirmeye başladığımı gördüm. Bir yıl içinde 134 eve kitaplık kurdum.

mehmet kum

Kitap dağıtımı konusunda ki engellemeler sizi yıldırmamış duruşunuzu takdir ediyorum. Cehalete açtığınız savaşın ve azmin diğer insanlara da örnek olmasını dileyip hemen sormak istiyorum Iğdır’ın Melekli beldesinde ki Hz. İmam Hasan Camii’ne yapılan kütüphane fikri ve gelişme sürecinden bahseder misiniz?

Bu fikir aslında bana ait değil. Kasabadan dostum olan Coşkun Oluz camiye kütüphane

kurma fikrini bize söyleyince destekledik. Dostlar aracılığı ile 3 bin kitap kütüphaneye

bıraktım. Sanırım bu ülkemizde bir ilkti. Yine Coşkun bey kasabada sanat sokağı oluşturdu.

Bu sokağın muhtelif yerlerine de kitaplık ve kitap bıraktım.

mehmet kum

Iğdır Belediyesi Gençlik Yaşam ve Kültür Evi bünyesinde açılan Öykü Atölyesini de sizden duymak isteriz. Bunu da anlatabilir misiniz?

Iğdır tarihsel süreçte birçok medeniyetle, farklı kültürlerle ve inançlarla tanışmış kadim bir

şehirdir. Çocuklarımıza hem okumayı hem de yazmayı teşvik etmek için belediye bünyesinde

öykü atölyesi oluşturdum. Her yaş gurubundan ilgi duyanlara öykü yazma konusunda

ücretsiz kurslar verdim. Ama yeni seçilen belediye başkanı kültür evini kapatınca atölyemizde

kapandı.

Bize biraz Iğdır’ın tarihçesinden gezilecek görülecek yerlerinden bahseder misiniz?

Bembeyaz bir orkide gibi başını göğe uzatan Ağrı Dağı’nın eteklerindedir Iğdır. Dağdan baktığınızda, doğunun en büyük ovası olan Sürmeli Çukuru zümrüt yeşili ışıklar saçar. Iğdır sınırları içinde olan ova Anadolu’nun sebze ve meyve ambarıdır. Mikro klima iklimi olan ilimizin özellikle kayısısının farklı bir aroması vardır. Ünü ülkemizin sınırlarını aşmıştır. Korhan Kurganı, Karakale Harebeleri, Ahura Ermeni Mezarlığı, Ahura Vadisi ve Cehennem Deresi, Selçuklulardan kalma Kervensaray, Tuz Mağaraları, Meteor Çukuru, İrem Bağları, Koçbaşı mezar taşları, Ekerek Vadisi, Karasu ve Çıyrıklı Kuş Cenneti. Melekli Kasabası Sanat Sokağı gibi görülmeğe değer yerler vardır. Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim. Güzel Kardelenlerimizin sizin ve kitaplarınızın yolu

açık olsun.

ŞENGÜLÜM ŞÜNGÜLÜM MENGÜLÜM

Okuyucularımız için de Iğdırlı ninelerimizin anlattığı o güzel masallardan birini anlatmanızı

isteyebilir miyiz?

Tabii ki, seve seve.

Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm

Bir varmış bir yokmuş bir dağ köyünde bir keçi yaşarmış. Bu keçinin üç yavrusu varmış. Birinin adı Şengülüm, birinin adı Şüngülüm, birinin adı Mengülüm. Bu keçi her gün erkenden kalkıp ormanda, otlarmış. Akşam eve döndüğü zaman buynuzunda ot, ağzında su, göğsünde süt, yüreğinde sevgi getirirmiş. Eve gelince kapıya vururmuş.

Tak, tak, tak…

Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm koşarak gelip sorarmış;

-Kimsiniz?

Keçi cevap verirmiş:

-Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm açın kapıyı ben geldim. Boynuzumda ot, ağzımda su, memelerimde süt getirdim. Yüreğimde sevgi getirdim

Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm koşar kapıyı açarmış. Keçi içeri girerince yavrularını öper koklar; otlarını, sularını verip karınlarını doyururmuş. Uyumadan bir saat önce yataklarına götürüp sütlerini içirip masal anlatırmış. “Beyninizin gelişmesi için biz büyüklerden daha çok uyumalısınız” der yüzlerinden öperek akşam erken saatlerde uyuturmuş.

Her sabah yüzlerinden öperek, Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm benim sözlerimi söylemeyene sakın ha kapıyı açmayın diye de öğüt verirmiş. Günlerden bir gün hain kurt öz özüne dedi ki, Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm’ü yiyeceğim. Keçinin kapısının ağzına geldi. Yavaş yavaş kapıyı dövdü. Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm kapının arkasına gelip sordu:

-Kimsiniz?

Kurt:

-Ben annenizim, kapıyı açın, dedi.

Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm kapıyı dövenin anneleri olmadığını anladılar.

-Siz yalan söylüyorsunuz, bizim annemiz değilsiniz, dediler.

Hain kurt kapıyı açmak için uğraşırken, keçinin geldiğini gördü. Koşup otların arasına saklandı. Sessiz sedasız bekledi. Keçinin kapıyı nasıl açtığını öğrenmek istiyordu. Keçi gelip kapıyı vurdu.

Tak, tak, tak…

Şengülüm,Şüngülüm, Mengülüm sevindiler, koşarak kapının arkasına gelip

-Kimsiniz? diye sordular.

Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm açın kapıyı ben geldim. Boynuzumda ot, ağzımda su, memelerimde süt, yüreğimde sevgi getirdim.

Şengülüm,Şüngülüm, Mengülüm sevinerek kapıyı açtılar. Keçi içeri girdi. Her zaman ki gibi onlara ot, su, süt verdi. Yavruları kapının dövüldüğünü söyledi. Keçi çok kızdı,

-O hain kurt olmalı, sakın kapıyı açmayın dedi. Yavrularının yüzünden öpüp çıkıp gitti. Hain kurt her şeyi işitmişti. Otların içinden çıkıp kapının önüne geldi. Kapıya vurdu.

Tak, tak, tak…

Keçinin yavruları koşarak kapının arkasına geldi

-Kimsiniz, diye sordular.

Kurt sesini keçinin sesine benzeterek,

-Şengülüm, Şüngülüm, Mengülüm açın kapıyı ben geldim. Boynuzumda ot, ağzımda su, memelerimde süt, yüreğimde de sevgi getirdim.

Yavruları anneleri sanıp kapıyı hemen açtılar. Kurt Mengülüm’ü hemen yedi. Şengülüm ve Şüngülüm kaçıp saklandı. Kurt onları arayıp bulamadı. Keçininde gelme saati yaklaşmıştı, çıkıp gitti. Şengülüm ve Şüngülüm koşup kapıyı kapadılar. Oturup ağlamaya başladılar…

Akşam olmuştu, keçi ormandan döndü. Kapıyı ne kadar dövdüyse ona cevap veren olmadı. Yine gelenin kurt olduğunu sandılar. Keçi baktı kapıyı açan yok. Kapıya bir boynuz vurdu; bir boynuz, iki boynuz derken Şengülüm, Şüngülüm baktılar ki kapı kırılacak korka korka gelip kapının deliğinden baktılar. Anneleri olduğunu anlayınca hemen kapıyı açtılar. Keçi onlara sordu

-Mengülüm nerede?

Ağlaya ağlaya başlarına gelenleri tek tek anlattılar. Keçi çok sinirlendi.

-Siz kapıyı sıkı sıkı kapayın, dedi.

Keçi az gitti, uz gitti, dere tepe düz gitti. Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçti. Gelip bir evin damına çıktı.Ayakları ile dövmeye başladı. İçeriden bir ses geldi

-Damın üstünde kim var, dedi

Keçi:

-Yavrumu sen mi yedin?

Tilki:

-Yok ben yemedim, git hain kurta sor.

Keçi önce demircinin yanına gitti.

-Demirci kardeş benim boynuzlarımı kılıç gibi keskin yap; sana bir kova kaymak, bir kova süt vereceğim.

Demirci kabul etti. Keçinin boynuzlarını kılıç gibi keskin yaptı. Keçi demircinin kaymağını ve sütünü verdi. Gidip kurdun evinin damının üstüne çıktı. Kurt da bir kazan yemeği ocakta pişiriyordu. Keçi damı dövünce yemeğinin içine toprak döküldü. Kurt çok kızdı.

-Damın üstünde kim var, yemeğimin içine toprak dökülüyor.

Keçi sinirli bir şekilde

-Hain kurt ben keçiyim, Mengülüm’ün anasıyım. Yavrumu sen yemişsin, çık dışarıya savaşalım.

Kurt cevap verdi:

-Çok güzel, gel savaşalım, ben de seni arıyordum.

Kurdun ağzı sulandı, çok sevindi, “bugünkü yemeğim çıktı” dedi. Kurt dışarı çıkar çıkmaz, keçi geri geri gidip hızla gelip boynuzunu kurdun karnına geçirdi. Kurt bağıra bağıra yere düştü. Keçi hemen kurdun karnını yarıp Mengülüm’ü çıkarıp bağrına bastı, yüzünden gözünden öpüp kokladı.

Kurt dedi.

-Vay karnım vay!

Keçi dedi:

-Mengülüm’ü yemeseydin, vay karnım demeseydin.

Kurt öldü. Keçi Mengülüm’ü alıp eve gitti. Şengülüm, Şüngülüm kardeşlerini görünce çok sevindiler. Gökten üç elma düştü. Biri ağaçları sevenlerin başına, biri hayvanları sevenlerin başına, biri de insanları sevenlerin başına…

HER AY 2-3 KADIN ÖLDÜRÜLÜYOR!

Hem bir kız çocuğu babası hem de Iğdır’daki Kardelenlerin babası olduğunuz için sormak istiyorum, Iğdır’da kız çocukları kadınlar ne gibi zorluklar yaşıyor? Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin getirdiği baskıya direniyor mu yoksa sessiz bir kabulleniş mi yaşıyor?

Aslında Iğdır’da da ülkemizin durumunu görmek mümkündür. Yoksulluk ve cehalet en çok anneleri ve çocuklarımızı etkilemektedir. Yoksullaşan aileler de boşanmaların hızla artması, çocuklarımızı derinden etkilemektedir. İş imkanının olmaması da özellikle ayakları üzerinde durmak isteyen annelerimizi etkilemektedir. Kadınlar, ekonomik özgürlükleri olmadığı için çoğu eşlerine boyun eğerek evliliklerine devam etmektedir. Az bir kısmı ise her şeyi göze alarak ayrılmaya cesaret ediyorlar. Yokluk ve yoksulluk en çok anneleri ve çocukları vuruyor. Ataerkil aile yapısı, töreler, inançlar, kültürel çatışmalar ve üzerine de ekonomik sıkıntılar artınca ilimizde kadın cinayetleri de son yıllarda oldukça artırmıştır. Erkekler ya eşlerini terk ediyor veya boşanmak isteyen eşini cezalandırma yöntemi olarak canına kıyıyor.. Buralarda son yıllarda neredeyse ayda iki, üç defa kadın cinayetlerine şahit oluyoruz.

KARAKTERLER HALKIN İÇİNDEN

Mehmet Kum kaç kitap yazdı, yazarken nelerden ilham alır ve yeni bir kitap çalışmanız var mı?

İlk göz ağrım ‘Babamın Sesi’ ve ikinci kitabım ‘Mozalan’ isimli öykü kitabıdır. Son yazdığım ise ‘Son Ezidi’ isimli romandır. Öykülerimde genellikle sıradan insanların sıradan olmayan öykülerinden oluşmaktadır. Halkın içinden karakterler vardır. Son Ezidi isimli romanım ise 1920’den önce Iğdır’dan Erivan’a göç etmek zorunda kalan Ezidi bir aile, “Burası benim toprağım, ne olursa olsun terk etmeyeceğim” der Iğdır’da yaşamaya karar verir. Ama şeytana taptıklarına inanılan bu ailenin burada tutunması kolay değildir. Babasız ailenin annesi olan Fatê’nin oğlu Meme’nin 1940’lı yıllarda yolu Mit Şefi Hüsnü Bey ve Erivan’dan Iğdır’a göç etmek zorunda kalan Azerbaycan Türk’ü Nağı Bey ile kesişince olaylar gelişiyor. Memê casuslukla suçlanır. Bu süreçte yaşanalar anlatılıyor. Şu an bir roman çalışmam da var. Sanırım önümüzdeki yıla hazır olur.

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir