DİYANET BAŞKANINA DİYEMEDİM BARİ MÜFTÜLÜĞE SÖYLEYEYİM

12/07/2017 Güncelleme: 11/07/2021

Diyanet Başkanı Prof.Dr.Sayın Mehmet GÖRMEZ’in ilimizi teşrifleri üzerine verilen yemekte fırsat olsaydı bir iki konuyu gündeme getirecektim. Ancak ortam uygun olmadı. Ama ben yine de Diyanetin İl Temsilcisi niteliğindeki müftülüğe sorayım.

Sayın GÖRMEZ çoktan kullanıma giren ama resmen açılışı yapılmamış olan merkez camiin açılışını yaptı.

Bilindiği üzere cami kelimesi cem(cem) kökünden gelir. Toplanılan, bir araya gelinen, meşveret yapılan yer anlamlarına gelir. Aynı zamanda cuma namazının da eda edildiği yerdir.

Ama cami bir külliyedir aynı zamanda. İbadet yeri, vakfı, imareti. kitaplığı, parkı olur.

Atalarımızın 500 -900 yıl önce yaptıkları Çifte Minareler, Yeşil Cami. Sultanahmet ve Selimiye Camileri birer san’at, incelik, zarafet ve bedii şaheserlerdir.

Oysa Iğdır’da açılışı yapılan camii şehrin popülaritesini boğmuş, trafiği tıkamış v e herhangi bir eklentisi olmayan zevksiz ruhsuz bir yapıdır. Kaldırıma tecavüz eden şer’i bir binadır. Altı ticaret, üstü ibadet olan bu yer, atalarımızın yaptırdıkları şaheserlerin yanından dahi geçemeyecek bir binadır.

Yerinin isabetsizliği, camide bulunması gereken eklentilerin olmaması bir yana tamamen bir kopyadır. Malum bir kopya katiyetle aslının yerini tutamaz. Selimiye Camisindeki muhteşemlik burada nasıl olabilir ki.

Bu caminin yapımına başlandığında da bu görüşlerimi kaleme almıştım. Ancak kimse kaale almadı.

Arzu eder ve beklerdim ki Sayın Görmez bu eksiklikleri dile getirsin. Ama biz de nutuk çekme ve ille de övme esas olduğundan görmezden geldi sayın Görmez.

Diyanet İşleri Başkanına ve İl Müftülüğüne sormak isterim.

Malumları olduğu üzere minare yapımı İslamiyet’in doğuşundan iki yüz yıl sonra ortaya çıkmıştır. Minarenin iki temel fonksiyonu vardır. Çok uzaklardan görünme özelliği ile o yerleşim yerinin Müslüman bir topluluğu içerdiği mesajını vermek. Diğeri ise ezanın sesinin uzak yerlere ulaşmasını sağlamaktır.

Ama günümüzdü bu iki fonksiyonda işlevini yitirmiştir. Zira minareler, apartmanlar gökdelenler arasında kayboluyor. İki, sesin çok uzaklara gitmesine gerek yoktur. Zira herkesin saati vardır. Hoparlör vardır. Zaten hiç bir müezzin de minareye çıkıp şerefeden ezan okumamakta, sadece bir düğmeye basmakta ve sesi sonuna kadar açarak şehri inletmektedir.

Ey yetkililer, ey müminler! Ezanın bir okunuş biçimi vardır. Makamı vezni vardır. Dinleyende huşu yaratır. Gönlü okşar. Bunların yaptığı ise, insanı toplumu, rahatsız etmekten öteye nedir. Sesini sonuna kadar açtığınızda cami ya da cemaati daha mı inançlı oluyor.

Eh merkez resmi camisi, böyle yaparsa diğerleri geri kalır mı? Onlarda hoparlörlerin sesini sonuna kadar açıyorlar. Milleti de bıktırıyorlar. Uyuyanı, çalışanı, hastası varmış, Kimin umurunda.

Peki durum böyleyken dört minare ve her minareye de üç şerefe niye yapılmıştır. Anlayana aşkolsun.

Minare artık günümüzde bir dini tezyinat durumundadır. Buna özen gösterecek, kültürlü, şehirli, zarif din büyüklerine şiddetle ihtiyaç vardır.

Gelelim kubbeye. Kubbe ilk kez İtalya Panteon tapınağında kullanılmıştır. M.S.120 Örnek olarak da Ortaasya Türk çadırları alınmıştır. O kadarki tapınağın tavanındaki çadır çubuklarının izleri dahi ihmal edilmemiştir.

Pagan tapınağı olan Panteon abidesinin ardından Ayasofya Kilisesi kubbe halinde yapılmıştır. Akabinde İslamiyet gelişmiş genişlemiş ve yaptıkları camilerde kubbe biçimini kullanmışlardır.

Kubbe mimarisinin bir kaç temel özelliği vardır. Ağırlığı yanlara yansıtır. Sıcaklığı aynı ayarda tutar. Yazın serin kışın sıcak yani. Ses akustiği ise daha güzeldir. Hani Hocanın siz benim sesimi bir de hamam da dinleseniz söyleyişi var ya.

Ama günümüzde kubbenin dışına çıkılarak daha stilize daha görkemli ve İslamiyet’in ruhuna olduğu kadar, zevke, göze hitap eden ve gelecek kuşaklara bırakabileceğimiz anıtlar.

Vedat Dalokay Pakistan’da Kral Faysal’ın yaptıracağı cami yarışmasına onlarca ülkenin ve 43 projenin katılımında birinci olmuş ve çok değişik bir tarzda cami hayata geçmiştir. Resimde gördüğünüz gibi ne kubbe var ne şerefe.

Biz de ise hala Selçuklu hala Osmanlı tipi ile uğraşıyoruz. Bir türlü kendimize uygun bir yapı biçimi geliştirmiyoruz.

Din diyanet işine girmişken bir iki konuya da değinmek isterim. Kendilerine din adamı, din alimi, ilahiyatçı sıfatı takılan bir çok zat, hep kadının evlenme yaşından, saçından, topuğundan söz ederler. Ama hiç birisinin fizik, kimya, biyoloji, tıp, felsefe üzerine bir kelime ettiklerini duymayız. Ve bunlar 9 yaşındaki bir kızın evlenebileceğini söylerler. Merak ederim hangisi kızını 9 yaşında kocaya vermiştir. Yahu 9 yaşındaki kız evden işten ne anlar. Çocuktur o çocuk. Oyun ister. Okul ister. Ama bu sapıklar sayesinde dinden imandan çıkanlar çoğalıyor.

Türkiye’deki cami sayısı maşallahımız var diğer bütün Müslüman ülkelerinden kat be kat fazla.

İmam Hatipli sayısı da hızla artıyor. Televizyonlarda din programları gırla gidiyor. Oruç tutan namaz kılan hacca giden sayısı artıyor.

Bu durumda bu toplumun daha faziletli, daha dürüst, daha selim, daha ahlaklı olması gerekmez mi.

Tersine hırsızlık, dolandırıcılık. tecavüz fuhuş, yalan dolan, şiddet, sapıklık katlanarak artıyor.

Demek ki burada bir terslik var. Bilime ahlaka çağdaş evrensel değerlere önem vermeyen ve hala ortaçağ çadır menkıbeleri ile avunan, oyalanan ya da toplumu sömüren imtiyaz ve güç sahibi olan kişilerin olduğu yerde din tam anlamıyla bir soygun ve sömürü aracı olarak kullanılacaktır.

Ve bu din adına yapılan kepazeliklerin devamı için kendileri daha büyük din alimi görünecek, toplum ise düşünmeyen. sorgulamayan sadece sadece BİAT eden fertlerden oluşacak.

Gel keyfim gel,

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir