(Not: Değerli okuyucular! Kitap dağıtımı nedeniyle Iğdır’da bulunduğumdan yazımın yayınlanmasında gecikme olmuştur. Özür dilerim!)

Değerli okuyucular!

Türk Dil Kurumu, “Paradoks” kelimesinin anlamını, “aykırı düşünce” olarak vermiştir. Bu açıklama yetersizdir. Paradoks, beklentilerimizin aksine bir durumun oluşmasına denir. Örneğin aşırı derecede yemek yiyen birisinin şişman olmasını bekleriz. Eğer bu şahıs bunca oburluğa rağmen hala ipince bir vücut yapısına sahip ise bu duruma paradoks denir çünkü beklentilerimizin tersi bir durum oluşmuştur. Her paradoksun mutlaka bir açıklaması vardır. Muhtemelen çok yemek yediği halde ipince kupkuru bir vücut sahibine sahip olmasının nedeni ya metabolizma sorunu veya buna benzer bir biyolojik durumla açıklanabilecektir. Gördüğünüz gibi her paradoksun mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır.

BİRİNCİ PARADOKS

Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinin en büyük paradoksu nedir diye sorarsanız verebileceğim cevap aşağıdadır:

Bir yandan; Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü üzerine, 11 Kasım 1938 tarihinde olağanüstü toplanan TBMM tarafından oy birliğiyle Cumhurbaşkanlığına seçilen ve partisi tarafından “Millî Şef” ilan edilen İsmet İnönü’nün, ülkeyi 12 yıl boyunca baskıcı ve otoriter bir rejimle yönetmesi ve beklenen aksine bir tutumla 25 Mayıs 1950 tarihinde iktidarı seçimle ve barışçıl bir şekilde Demokrat Parti’ye devretmesi, akabinde demokrasi mücadelesine soyunması,

Diğer yandan; halkın demokrasi umutlarını ateşleyerek iktidara gelen Demokrat Partinin (Celal Bayar/Adnan Menderes) 1950’den itibaren gittikçe artan bir tempoda “Milli Şef” den daha baskıcı bir rejime yönelmesidir.  Tek farkla ki İsmet İnönü baskıcı ve otoriter rejimini pekiştirirken sivil ahaliyi örgütlememiş, rakipleri üzerine saldırtmamıştır. Ancak Demokrat Parti Türkiye çapında her il, ilçe, kasaba ve hatta köylerde şiddete dayalı bir örgütlenmeyi her geçen gün daha da desteklemiş, ön plana çıkarmış, iktidarını pekiştirmek için sivil direniş gruplarına yeşil ışık yakmış yani faşist bir rejime doğru ilk adımı atmıştır. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilktir.

Yani “diktatör” olan İnönü “demokrat” olurken, “demokrat” olan Menderes “diktatör” olmuştur. Ne paradoks!

Burada bir parantez açmam gerekir: Askeri darbeleri “Faşizm” olarak nitelemek doğru değildir. Baskıcı ve otoriter rejimlerdir. Ne silahlı sivil güçlere dayanarak darbe yaparlar ne de darbe yaptıktan sonra kendilerini destekleyecek sivil direniş grupları oluştururlar. Kısacası Türkiye, 1957-60 yılları arasında başarılı olmayan ama iz bırakan bir faşizm denemesi yaşamıştır. Bu ilk ve son faşizm denemesidir.

FAŞİZM NEDİR?

Faşizmin tarihsel gelişimine dair derinlemesine bir incelemeye girme niyetinde değilim. Faşizmin en belirgin özelliği ya örgütlü (ve silahlı) sivil güçlere dayanarak iktidarı zorla ele geçirmesi veya iktidardayken, varlığını devam ettirmek için silahlı güçleri kendi eliyle örgütlemesidir. Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü sivil ordu ve polisi yani devletin asli unsurlarını esas alarak devleti yönetmişlerdir. Celal Bayar/Adnan Menderes, bu yaklaşımın dışına çıkarak yavaş yavaş sivilleri örgütleyip sokağa dökmüşlerdir.  

İKİ FAŞİZM ÖRNEĞİ

Birinci örnek İtalya Ulusal Faşist Partisi lideri Mussolini’dir. Partiye bağlı silahlı yarı askeri milis kuvveti olan Kara Gömlekliler örgütünü kurdu. 1922’nin Ekim ayında Mussolini önderliğindeki faşistler toplam 26.000 kişi ile beraber Napoli’den Roma’ya yürüme kararı aldılar. Kral, Mussolini’yi 31 Ekim 1922 tarihinde Başbakan olarak atamak zorunda kaldı. Kısacası Mussolini, Kara Gömlekliler isimli sivil milis gücüyle hem iktidarı ele geçirdi hem de iktidarını pekiştirdi.

Karagömleklilerin Roma’ya yürüyüşü

İkinci örnek Hitler’dir. Hitler, yarı askeri örgüt olan Sturmabteilung (SA yani Taarruz Bölüğü) sivil gücünü kurmuştur. Mussolini’nin sivil güçleri siyah gömlek giyerken, Hitler’in sivil milis güçleri kahverengi gömlek giydiklerinden Kahverengi Gömlekliler olarak bilinir oldular. Hitler, Kahverengi Gömlekliler sayesinde hem iktidarı ele geçirdi hem de iktidarını pekiştirdi. Okuyucularım sivil milis güçlerin önemini abartmış olduğumu düşünebilirler. Şu örneği verebilirim: 1934’ten sonra SA’nın personel mevcudu 3.5 milyon kadardı. Ayrıca ağır silahları da mevcuttu. Buna karşı Alman ordusunun sadece 100.000 askeri vardı. Taarruz Bölüğü (SA), Almanya içinde ikinci bir ordu haline geldi ve nasyonal sosyalistlerin politik rakiplerinin bastırılmasında önemli rol üstlendi.

İKİNCİ PARADOKS

Ne ilginçtir ki ikinci paradoks da 1946-60 yılları arasında yaşanmıştır. Demokrat Parti kurulduğu zaman Nispi Temsil sisteminden yanadır. CHP, çoğunluk sisteminde ısrar eder. 27 Mayıs 1950 seçimlerinde DP, CHP’nin savunduğu çoğunluk sistemi sayesinde iktidar olur.

Yine ne ilginçtir ki, 1957 seçimleri arifesinde CHP nispi temsil sistemini savunurken DP çoğunluk sisteminde ısrar eder. Eğer seçimler zamanında yani 1958 yılında yapılsaydı, CHP, DP’nin savunduğu çoğunluk sistemi sayesinde tek başına iktidar olacaktı.

1957 SEÇİMLERİ VE IĞDIR (KARS)

1957 yılına gelindiğinde Demokrat Parti hızla taban ve taraftar kaybediyor, muhalefet partileri de her geçen gün güç kazanıyordu. Adnan Menderes, 1958 yılında normal zamanında yapılması gereken genel seçimleri eğer beklerse oy kaybedeceği korkusuyla erkene almaya karar verir.  Böylece Türkiye siyasi tarihinin ilk erken seçiminin 27 Ekim1957 yılında yapılması yönünde karar alınır.   

Erken seçim kararı alındıktan sonra siyasi partiler hızlı bir şekilde il ve ilçe kongrelerini tamamlamak ve milletvekili listelerini hazırlamak için harekete geçerler. Erken seçim kararı alındığında Iğdır Demokrat Parti İlçe Başkanı Hacı Nağdali Parlar’dır. DP’nin Iğdır’daki kurucu başkanı Nurettin Kirman, yapılacak Demokrat Parti İlçe Kongresinde başkanlığa adaylığını koymayı planlamakta ve mümkünse Demokrat Parti Kars Milletvekili listesinde yer almak istemektedir. İşte bu hengâme ve çekişme içinde seçim çalışmalarına başlayan Nurettin Kirman (Bu Taylı), 25 Mart 1957 tarihinde parti içindeki muhalifleri (O Taylılar) tarafından sıradan bir cinayet süsü verilerek şehit edilir. Nurettin Kirman’ın vefatı O Taylı-Bu Taylı arasındaki çekişmenin bir anlamda zirve yaptığı andır. Çok geçmeden DP İlçe Başkanı olan Hacı Nağdali Parlar  görevden uzaklaştırılır, yapılan ilçe kongresinde Karapapak kökenli Eşref Kaya DP İlçe Başkanı olarak seçilir. Eşref Kaya bu görevini 27 Mayıs 1960 İhtilaline kadar aralıksız devam ettirir.

Burada önemli bir konuyu okuyucumun dikkatine sunmak isterim. O Taylı-Bu Taylı çekişmesinin Nurettin Kirmann’ın öldürülmesiyle sonuçlanmasından sonra DP’nin başına bir Karapapak olan Eşref Kaya, PTSK’nın da başına Bitlisli Cezmi Öztekin getirilmiştir.

Eşref  Kaya

1950-60 yılları arasında Iğdır sosyal, siyasal ve toplumsal anlamda üç kez ciddi kırılma yaşamıştır. Bunları şu şekilde sınıflandırmak mümkündür.

  1. 1954 seçimlerinde Abdürrezak Güneş’in DP Milletvekili listesinden “O Taylı” Azeri siyasi grup tarafından çıkarılması bunu sonucu olarak Iğdır’daki bütün Kürtlerin birleşerek Abdürrezak Bey’i Bağımsız Aday göstermesidir. Bu olay Kürt-Azeri kutuplaşmasının ilk adımıdır.
  2. İkinci olay CHP Kars Milletvekili Sırrı Atalay’ın 1955-57 yılları arasında Iğdır’da yargılanmasıdır. DP’li Enver Sever, Sırrı Atalay’ın bir toplantıda hükümete hakaret edici sözler söylediğini sahte bir tutanakla düzenler ve savcılığa suç duyurusunda bulunur. O yıllar Milletvekillerinin dokunulmazlığı olmadığından Sırrı Atalay iki de bir Iğdır’a gelip mahkeme huzuruna çıkar.  Sırrı Atalay 18 Temmuz 1957 tarihinde beraat ettiğinde tüm Kürt aşiretleri köylerden akın akın Iğdır şehir merkezine hücum etmiş, Kürt kökenli Sırrı Atalay’ı omuzlarına alarak zafer turu atmışlardır. Bu olay Kürt-Azeri kutuplaşmasının ikinci adımıdır.
  3. Nurettin Kirman’ın 25 Mart 1957 tarihinde öldürülmesiyle O Taylı-Bu Taylı Azeriler arasında kutuplaşma zirve yapmış ve iki grup arasında ciddi bir kopma yaşanmıştır.
Nurettin Kirman

MUSA TURAN KİMDİR?

Rıza Yalçın 1954 yılında CHP listesinden Kars Milletvekili seçilince boşalan Iğdır CHP İlçe Başkanlığına sırasıyla Bağır Aras ve Mehmet Ali Kutlay gelir. 1957 yılında yapılan CHP İlçe Kongresinde Musa Turan İlçe Başkanı, Demokrat Partiden ayrılan Mecit Hun da Başkan yardımcısı seçilir. 1958 yılı sonunda Musa Turan’ın kendi isteğiyle ayrılmasıyla yapılan kongrede Mecit Hun CHP  İlçe Başkanı seçilir ve bu görevini 1980 Askeri darbesine kadar aralıksız devam ettirir. (1977 yılında Milletvekili adayı olunca bu görevi kısa bir süreliğine Aziz Güney üstlenir). Mecit Hun siyasi yasaklı olduğu için 1980’li yıllarda siyasetten uzaklaştırılır. 12 Eylül 1960 Askeri Darbesiyle yasaklanan CHP tekrar 9 Eylül 1992 tarihinde açılınca Mecit Hun 27 Mayıs 1992 tarihinde il olan Iğdır’ın İl Başkanlığı görevini üstlendi.

Sırrı Atalay ve Cihangir Turan

Musa Turan, Iğdır’ın ileri gelen eşrafından Merhum Hacı Cihangir Turan’ın öz amcasıdır.  Gelturan aşiretinin ileri geleniydi. Olgun, dirayetli, liderlik özellikleri ön planda bir şahsiyetti. Yeğeni Hacı Cihangir Turan 1950’li yılların CHP’ne ait görüşlerini şöyle özetler:

“Askerlik görevimi tamamlayıp Iğdır’a döndüğüm yıl olan 1950’de hatırladığım kadarıyla CHP ilçe teşkilatı Azerilerin kontrolündeydi. Kürtler de yönetimde vardı ama güçleri fazla değildi. Bir ara ilçe başkanlığına Bağır Aras seçilmişti.

CHP Genel Başkan yardımcısı Kasım Gülek Iğdır’ı ziyaret ederken Bağır Aras’ın evinin geniş bahçesinde tantanalı bir öğle yemeğine misafir olunmuştu. CHP ilçe başkanlığına kısa süreliğine Hasan Çetiner getirildi. (Not: Daha sonra bu görevi Rıza Yalçın üstlendi. 1954 yılında Milletvekili seçilince Bağır Aras ve Mehmet Ali Kutlay CHP İlçe Başkanlığını devam ettirdiler.  Mücahit) 

1957 genel seçimleri sonucunda ortaya açık bir durum çıkmıştı. Kürtler oylarını Sırrı Bey’den dolayı CHP’de toplamışlardı. Bu yüzden partinin ilçe teşkilatının da bu etnik grubun elinde olması doğaldı. Azeri arkadaşların gönlünü kırmayacak bir düzenlemeyle amcam Musa Turan ilçe başkanlığına seçildi. Bu görevi 1958 yılına kadar devam ettirdi.

Amcam yaşlılık durumunun ileri sürerek politikadan çekilmek istiyordu. Yeni ilçe başkanlığı için ortalıkta Mecit Hun’un ismi dolaşıyordu. Azeriler Mecit Hun’un “ayrımcılık” yapacağından endişeli oldukları için benim ismim üzerinde duruyorlardı. Bu istemlerini kendilerine yakın gördükleri CHP Milletvekili Mehmet Hazer’e de iletmişlerdi.

Sırrı Atalay

Bir gün Mehmet Hazer ve Sırrı Atalay beni yanlarına çağırdılar ve ilçe başkanlığını önerdiler.

“Eğer Mecit Hun’un ismi ortaya atılmamış olsaydı kabul ederdim”, dedim. Bununla yetinmeyip, “Eğer aşiret içinde Mecit Hun’dan başka birini ararsanız kimseyi bulamazsınız” diyerek görüşümü bildirdim. Böylece Mecit Hun 1958 yılında CHP Iğdır ilçe başkanlığına görevini üzerine aldı. Ben de yönetim kurulu üyeliğine seçildim. Eyüp Serhat, Aziz Güney, Mecit Yılmaz ve Ferzende Armağan da aşireti temsilen yönetime girdiler.

 Kürtler arasında aşiretçilik henüz canlanmamıştı. Bu yüzden kimse kalkıp, “Niçin Gêloî aşiretinden Aziz Güney ve Mecit Hun var!” gibisinden bir soruyu aklına bile getirmek istemezdi. Aramızda büyük bir sevgi ve dostluk bağı vardı. Kürt kesim arasındaki bu olumlu denge uzun yıllar devam etti.

Etnik taraflar arasında iyi bir denge kurulamadığı için partide aşiretin ağırlığı çok fazlaydı. Azeriler azınlıkta kaldılar. Bizimle beraber çalışan Azeri arkadaşlar gerçekten tam bir “particilik” ruhuyla çalışıyorlardı.

Tuzluca asıllı Mehmet Ali Kutlay partinin yazı işlerinden sorumluydu. Melekli köyünden Esat Ogan ( Enver Ogan’ın babası), amcası Şah Hüseyin ve Kadir Erol partimizi ayakta tutan ve tam anlamıyla parti ruhuyla hareket eden kimselerdi. Onlar için bir “Kürt” Sırrı Atalay’la bir “Azeri” Doğan Araslı arasında hiçbir fark yoktu.”

Hamza Aygün

HAMZA AYGÜN ANLATIYOR: MUSA TURAN’IN TABANCASI

Musa Turan ileri görüşlü aydın bir insandı. Yürüyüşü, konuşması ve tavırları ciddiyet ve saygı uyandırırdı. Kasaba merkezinde bir manifatura dükkanı vardı. İşleri oldukça iyiydi. Musa Turan, kahve ve lokantamızın düzenli müşterilerindendi.

Bir gün yine kahvehanemizde oturmuş çayını yudumluyormuş. Tam o sırada jandarmalar kahveden içeri girip, ani bir baskınla müşterilerin üst-başını aramaya koyulmuşlar. O gün Musa Turan’ın üzerinde ruhsatsız bir tabanca varmış!

Jandarmaların yavaş yavaş yaklaştığını gören Musa Turan, sıkıntılı ve telaşlı tezgâhtaki babama göz atmış,  “Üzerimde tabanca var, bir şeyler yap!” anlamında imalı mesaj iletmiş.

Durumun ciddiyetini anlayan babam, yardım etmek kaygısıyla tavla kutusunu eline alıp, Musa Turan’ın masasına gitmiş. “Tavla mı istediniz?” diyerek tavlayı Musa Turan’ın önüne koymuş. Kutuyu hafiften aralayıp kaş-göz işareti etmiş. Babamın niyetini anlayan Musa Turan, belindeki tabancayı çıkartıp gizliden tavla kutusunun içine yerleştirmiş. Tavla kutusunu koltuğunun altına koyana babam, tezgâhının başına dönmüş.

Bir fırsatını bulup tabancayı kutudan çıkartmış; sağ ayak çorabının içine sıkıca yerleştirmiş, sanki bir iş için kahveden çıkması gerekiyormuş havasında, kapıya yönelmiş. Jandarmalar, babamı kahvehanenin sahibi bildikleri için şüphe duymadan ve üstünü aramadan aralarından geçmesine izin vermişler.

Babam sokağa çıkar çıkmaz koşar adım evin yolunu tutmuş. Niyeti tabancayı evde emin bir yere sakladıktan sonra tekrar işinin başına dönmekmiş.

Ama sokağın köşesini hızla dönerken, olan olmuş, tabanca çorabın içinden fırlayıp sert toprak zemine şiddetle çarpmış. Emniyeti açık tabanca gürültüyle patlamış; fırlayan mermi de babamın sağ baldırına saplanmıştı.

İlk yardıma koşanlar babamı doktora götürüp tedavi ettirmişler ama polis bu garip (!) olayla ilgili soruşturmayı hemen başlatmıştı. Babam, bu tabancayı sahiplenmediği halde hakkında açılan mahkeme uzun yıllar devam etti ve neticede beraatla sonuçlandı. Ama baldırındaki mermi çekirdeği ölünceye kadar orada saklı kaldı.

SİVİL FAŞİZMİNİN AYAK SESLERİ

Her şey 1957 seçimleri sırasında yaşanan usulsüzlüklerle başladı. Menderes’i büyük bir korku almıştı. İnönü birden halkın umudu olmuş, aradaki oy farkını ciddi oranda kapatmıştı. Menderes’e tek çare kalıyordu: Usulsüzlük. Daha seçim devam ederken radyonun tekelini elinde bulunduran Demokrat Parti, Fatih Rüştü Zorlu’nun ağzından saat 14:30’de halka yaptığı açıklamada seçimleri Demokrat Partinin açık arayla kazandığını ilan ediyordu. Amaçları CHP’li seçmenlerin morallerini bozmak sandığa gitmesine engel olmaktı. Usulsüzlük bununla kalmadı. Seçimin kaderini belirleyecek sandıklar ortadan kayboldu. CHP seçmenin çoğunlukta olduğu oylar Boğazın sularında yüzer halde bulundu. Menderes, hayatının en zor anını yaşıyordu. Seçim akşamı DP’nin hileyle de kazanmış olduğu açıklandığında Menderes’in ağzından şu cümle çıkar:

“Allah bir daha bana 27 Ekim gecesi gibi bir gün yaşatmasın!”

DP’nin 1957 seçimlerinde muhalefetin radyoda konuşma hakkını elinden aldığı halde CHP parlamentoda daha da güçlenerek çıkmıştır.  Demokrat Partinin 1957 yılında aldığı oylar 1954 yılı ile karşılaştırıldığında, % 57’den % 47’e düşmüştü. Eğer seçimler erken alınmaz ve 1958 yılı içinde yapılsaydı CHP tek başına iktidara gelecekti. DP bunu bildiği için seçimleri erkene almayı tercih etti.

Menderes yavaş yavaş Faşizmi örgütlemeye çalışır:

  1. Radyo devlet tekelindedir. Muhalefetin konuşma hakkı yoktur
  2. Basına sansür getirir ve basını karşısına alır
  3. İl ve ilçelerde parti üyelerini örgütler, eli silahlı direniş güçleri oluşturur. Amaç İnönü’nün Anadolu’yu dolaşmasına engel olmak, gerekirse linç edip öldürmektir. İnönü inanılmaz bir cesaret ve kararlılıkla hayatını tehlikeye atarak her il ve ilçeye girmeye çalışmış ancak bu çabası organize olaylar, taşlamalar, silah patlamalarıyla sindirilmeye çalışılmıştır. Hitler ve Mussolini’de olduğu gibi şiddet yanlısı sivil örgütlenmeler özendirilmiş, yetkilendirilmiştir. Polis seyirci durumda kalmıştır.

1957 yılında CHP’nin isteklerini şöyle sıralamak mümkündür:

  1. Parlamento, Kurucu Meclis olarak çalışıp yeni bir ANAYASA hazırlamalı
  2. Nispi Temsil Sistemine geçilmeli
  3. Memur ve işçiye sendika hakkı verilmeli
  4. İşçiye grev hakkı verilmeli
  5. Üniversiteler özerk olmalı
  6. Hukuk Devleti ilkeleri esas alınmalı
  7. Planlı ekonomi
  8. MİT’in yeniden düzenlenmesi
  9. Bölgesel işbirliği
  10.  Devlet İstatistik Enstitüsünün kurulması
  11. Güneydoğu Anadolu’nun kalkınması
  12. Mahkemeler bağımsız olmalı
  13. Radyo tarafsız olmalı

Bu nedenle 1957 seçimlerinde CHP’nin seçim sloganları şöyleydi: “Partizan idareye son”, “Hukuk devleti düzenini kurmak”, “Bağımsız mahkeme, hakim güvencesi”, “Tarafsız radyo”, “Memurlara grev hakkı”, “Seçimlerde nispi temsil usulü”

DP, bu önerilere kulağını tıkayıp, “’Nurlu ufuklara doğru” sloganının arkasına saklanmıştı.

27 Ekim 1957 seçimlerine Hürriyet gazetesi şöyle yer veriyordu:

“Seçim sonuçları İstanbul’da büyük tartışmalara neden olur. Oyların sayımı esnasında olaylar çıkar. Beyoğlu’nda mühürsüz oy torbaları itirazlara yol açar. Bazı sandıklarda oy verme gece yarısına dek sürdüğü halde, radyonun kesin sonucu çok önceden ilan ettiği basına yansır. CHP, seçimler esnasında kanunsuz müdahalelerin yapıldığı ve sayım devam ederken seçim sonuçlarının açıklandığı gerekçesiyle, başka illerle birlikte, İstanbul seçimlerine de itiraz eder.

İl Seçim Kurulları, CHP’nin itirazını Bilecik ve Diyarbakır’da kabul ama İstanbul’da reddeder. Saatlerce devam eden görüşmelerin ardından CHP teşkilatının İstanbul seçimlerinin “muallel” (hatalı) olduğu yolundaki itirazı üçe karsı sekiz oyla geri çevrilir. CHP’nin 15 maddede toplanan itirazının ilk sekiz maddesi incelenmeden, geri kalan yedi maddesi de, incelendiği halde seçimin iptali ve yenilenmesi için yeter görülmediği için kabul görmez.”

Eğer 1960 Darbesini yapan Milli Birlik Komitesi bir yıl daha bekleseydi 1961 yılında yapılacak seçimlerde CHP tek başına iktidar olacak, darbeye gerek kalmayacaktı. Bu yüzden İnönü, darbecilere karşı hep kızgın ve mesafeli olmuştur. “Askeri darbe demokrasiyle sırtı yere gelecek olan DP’yi tuş olmaktan kurtarmış, gereksiz bir mağduriyet yaratarak DP’nin baskıcı rejiminin yaptığı haksızlıkların göz ardı edilmesine neden olmuştur.”

KARS 1957 SEÇİMLERİ MİLLETVEKİLİ SONUÇLARI

1.      Demokrat Parti (DP)                                          0

2.      Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)                          12 

3.      Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP)           0 

4.      Hürriyet Partisi                                         0

5.      Vatan Partisi                                            0

                                                        TOPLAM: 12

SEÇİLEN CHP’Lİ MİLLETVEKİLLERİ (%58 OY ORANIYLA)

1.      Fevzi Aktaş                  

2.      Sırrı Atalay

3.      Şemsettin Ataman

4.      Kemal Güven

5.      Hasan Erdoğan

6.      Turgut Göle

7.      Mehmet Hazer

8.      Rasim İlker

9.      Behram Öcal

10.    İbrahim Us

11.    Osman Yeltekin

12.    Ali Yeniaras

1957 KARS DP KAYBEDEN MİLLETVEKİLLERİ LİSTESİ

1.      Lâtif Aküzüm

2.      Zeki Aras

3.      Zarif Akman

4.      İsmail Alaca

5.      Abbas Çetin

6.      H. Dursunoğlu

7.      Mecit Gezer

8.      Veyis Koçulu

9.      C. Nuri Koç

10.    Alaaddin Metan

11.    Rüştü Öktem

12.    İsa Taşdemir

TÜRKİYE GENELİ

Toplam Seçmen                      12.078.623

Toplam Kullanılan Oy           9.250.949

Katılım Oranı                         % 76,6

Milletvekili Sayısı                            610

ADIM ADIM FAŞİZME

1960’lara gelindiğinde CHP ile DP arasındaki tartışmalar daha da arttı. Ayrıca İnönü başta olmak üzere CHP’nin ileri gelen üyelerine saldırılar düzenlendi. CHP’yi destekleyen gazeteler art arda kapatıldı, muhalif gazeteciler tutuklandı. Bunun üzerine Nisan 1960 tarihinde DP, basını soruşturmak amacıyla Tahkikat Komisyonu kurulmasını öneren kanun teklif etti. Bu kanunda komisyona gazete kapatma ve gazeteci tutuklama yetkisi tanınması öneriliyordu, bu yüzden CHP’li vekiller sert bir biçimde bu yasaya karşı çıktı. Görüşmeler süresince CHP’li vekillere bazı kısıtlamalar getirildi. İnönü’nün kendisine ise 12 oturumda katılım yasağı verildi. İnönü de DP’nin bu antidemokratik tavrı karşısında meclisteki tarihi konuşmasını yapmıştır: “Yanlış yolda gidiyorsunuz! Siz ben bile kurtaramam! Şimdi iktidarda bulunanların, iktidarı ellerinde bulunduranların milletleri ihtilâle nasıl zorladıkları insan hakları beyannamesine girmiştir. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur. Buna mahal vermemek için idarelerin demokratik yolda olması, insan haklarının yürürlükte olması şarttır. Bu fikir Beyannamenin ruhunu teşkil ediyor. Şimdi mevzu bahis olan mesele budur. Demokratik rejim, insan hakları yürütülüyor mu, yürütülmüyor mu? Bu bir. Eğer insan hakları yürütülmez, vatandaş hakları zorlanırsa, baskı rejimi kurulursa ihtilâl behemehal (kaçınılmaz) olur. Beni dinleyin… Biz böyle bir ihtilâl içinde bulunmayız, bulunamayız. Böyle bir ihtilâl dışımızda, bizimle münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam.”

1000 KÜRT AYDININA TOPLU İDAMI İSTEĞİ

49 MASUM KÜRT GENCİNİN İDAMLA YARGILANMASI (1959)

Irak’ta 1958’de General Abdulkerim Kasım, Kraliyet ailesine karşı darbe yapar ve cumhuriyet ilan eder. Molla Mustafa Barzani, bizzat Abdulkerim Kasım’ın daveti üzerine 11 yıl kaldığı Sovyetler Birliği’nden Irak’a geri döner. Biliyorsunuz 1947 yılında Mahabad Cumhuriyeti deneyiminin başarısız olmasından sonra Barzani yüzlerce silahlı savaşçısıyla Sovyetlere sığınmıştı. Barzani’nin gelişi Türkiye’de yüksek okullarda okuyan Kürt öğrencilerin Kürt sorunu ile ilgilenmesine neden olmuştur. 

O sırada Kerkük’te aslında Arapların çıkardığı karmaşa sonucu aralarında Türkmenlerin de olduğu siviller hayatını kaybeder. Olay Türkiye’de, “Kürtler Türkmenleri öldürdü,” şeklinde yansıtılarak, Kürtlere mal edilir. Parlamentoda asker kökenli Asım Eren isimli cuntacı bir milletvekili sunduğu önergede, “Abdulkerim Kasım, müttefiki Kürtler eliyle Türkmen kardeşlerimiz öldürttü. Hükümet olarak misliyle mukabelede bulunacak mısınız? Onlar 100 Türkmeni öldürdüyse biz de 1000 Kürdü sallandıralım” şeklinde bir istekte bulunur, Hükümeti Kürtlere şiddet uygulamaya davet eder. Bu önerisi Hükümet tarafından uygun bulunur ve derhal uygulanmaya koyulur.

Kürt öğrenciler şiddetli tepki gösterir. “Kürt Yüksek Öğrenim Öğrencileri”  Kürtlerin öldürülmesi önerisini telgrafla protesto ederler. Bu olay1959’da oldu. 1000 yerine 50 Kürt aydını tutuklanır ve idamla yargılanır. Tutuklulardan birisi Harbiye nezarethanesinde ölünce geriye 49 kişi kalır. Bu yüzden bu olay “49’lar” olarak bilinir. 49 genç aydın Menderes Hükümeti tarafından suçsuz yere idam edilmek üzereyken 1960 Askeri darbesi olur. Bu olay, 6-7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul’da Rumlara karşı düzenlenen planlı saldırılardan sonra Menderes’in ırkçılık ve faşizme yöneldiğinin diğer bir kanıtı sayılabilir.

TAHKİKAT KOMİSYONU, TURAN EMEKSİZ VE NEDİM ÖZPOLAT

Turan Emeksiz

Tahkikat Komisyonu, Demokrat Parti tarafından 18 Nisan 1960’ta kurulan 15 üyeli Meclis komisyonunun adıdır. Muhalefet ve basının faaliyetlerinin tahkik edilmesi ve özgürlüklerin sınırlandırılması için kurulmuştur. Komisyon sadece Demokrat Partili milletvekillerinden oluşmaktaydı.

Önerge 27 Nisan 1960 tarihinde Meclis’te büyük bir çoğunlukla kabul edildi. 28 Nisan 1960 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre bir Tahkikat Komisyon’u oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturacaktı.

Demokrat Parti tarafından önerilen Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasına dair kanunun kabul edilmesi üzerine 28 Nisan 1960 sabahı İstanbul Üniversitesi bahçesinde öğrenciler tarafından bu faşist uygulamaya karşı protesto mitingi düzenlenir. 20 yaşındaki Orman Fakültesi öğrencisi Malatyalı Turan Emeksiz polislerin açtığı kurşunlara hedef olur ve ölür. Lise öğrencisi Nedim Özpolat polis tankının paletleri altında ezilir. Menderes, il ve ilçelerde oluşturduğu sivil şiddet gruplarının yanı sıra polis gücünü de arkasına alarak faşizme doğru hızla adım atar. Artık cadı avı başlamıştır.

İNÖNÜ’YE YAPILAN SİVİL FAŞİST SALDIRILAR

İnönü’ye Uşak’ta linç girişimi

1 Mayıs 1959 tarihinde İnönü yurt gezisine çıkar. Menderes DP il ve ilçe partililerini el altından tıpkı Mussolini’nin yaptığı gibi silah ve taşlarla İnönü’yü linç etmek ya da öldürmek ister. Eğer İnönü öldürülürse Menderes, faşist bir diktatörlük kurmaya hazırdır.  Partilileri silahlı ve organizedir. Menderes, polisi ve askeri devre dışı bırakacak bir güce ulaşmıştır.

DP, 1957 seçimlerinden yenilgiye yakın anlamda fena bir yara alınca siyasi tansiyon çok yükselir. Başbakan Menderes bir yandan sürekli kötüye giden ekonomiye krediyi kesen ABD’yi sıkıştırmak için Rusya’ya yaklaşırken ve dikkatleri dışa çekmek için Suriye sınırına asker yığarken, diğer yandan da muhalefeti bunaltmaktadır. Gezilere çıkmaya başlayan İsmet İnönü de Uşak-İzmir istikametinde bir “Bahar Taarruzu” başlatmaya karar verir.

İçişleri Bakanı Namık Gedik, İsmet Paşa’yı korumak sorumluluğunu Hükümetin alamayacağını söyler ve Paşa’nın bu seyahatten vazgeçmesini talep eder.

Ankara tren istasyonunda İnönü’yü uğurlamaya gelenlere polis engel olur. Paşa Eskişehir durağında halka hitap etmek isteyince iş makinelerinin düdükleri çalmaya başlar. Karşılayanlar ile tren arasına yük katarları sokulur.

Geziden birkaç gün önce Manisa Milletvekili Muzaffer Kurbanoğlu başkanlığında 15 DP milletvekili Uşak’a geliyor ve iktidara çok yakın olduğu bilinen valiyle görüşüyorlar. Amaçları birlikte bir komplo hazırlamaktır.

Tren Uşak’a varınca işler daha sertleşir. Hoparlörle anons yapılıp Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu hatırlatılır. Köylerden kente Bayındırlık Bakanlığının kamyonlarıyla faşist çeteler taşınır.

İnönü’nün bindiği üstü açık araç DP il binasının önünden geçerken İlçe Başkanı elindeki çay bardağını İnönü’ye fırlatır, bir gazeteci alnından yaralanır.

CHP gençlik kolu kongresinde Paşa bir konuşma yapar, ekonominin çok kötüye gittiğinden bahseder, partizan radyo ve idareye yüklenir.

Atatürk’ün kaldığı ve Yunan komutanı General Trikupis’le görüştüğü eve bir ziyaret planlamaktadır. Uşak Emniyet Müdürü ve Jandarma Alay Komutanı, validen aldıkları emir üzerine gidip ziyaretten vazgeçilmesini istiyorlar.

Emniyet Müdürü daha sonra olaylar nedeniyle açılan davada, valinin kendisine “İnönü’yü bırakmayacaksınız; icap ederse vuracaksınız” diye emir verdiğini söyleyecek, Vali de 27 Mayıs askerî darbesinden sonra 1 Haziran’da tutuklandığında, “Bana emir veren Bakan Namık Gedik idi; şimdi nasıl ispat ederim?” diyecektir.

Yine vali, Uşak Cumhuriyet Savcısının ifadesine göre şoförüne İnönü’yü vurup vuramayacağını soruyor, “silahım yok” cevabını alınca yanındaki jandarma erinin tabancasını zorla alıp uzatıyor. Jandarma eri durumu komutanına bildirince şoför bulunuyor ve tabanca geri alınıyor. Emniyet müdürü ve jandarma alay komutanını görevden alan vali, sonradan açılan davada böyle bir vurma emri vermediğini söyleyecektir.

30 Nisan’ı 1 Mayıs’a bağlayan gece İ. İnönü’nün misafir kaldığı evin mahzeninde sabaha karşı yangın çıkıyor ve hemen söndürülüyor.

Tren istasyonuna doğru yola çıkılır. Aracın önü kesilmiştir. İ. İnönü kalabalığa doğru yürüyor, yolunu açmak isteyen CHP milletvekillerine, “Bırakın. Ben yolumu açmasını bilirim!” diyor.

O sırada kafasına bir taş isabet ediyor. Trene kendini atıyor. Bindiği vagon da taşlanmakta, gazetecilere taşlar isabet etmektedir. Bu arada Uşak CHP ilçe başkanı iki uyluğundan bıçaklanıyor. Uşak’ın tanınmış kabadayılarından birisi yumruğunu İnönü’nün başına indirirken engel son anda engel olunuyor.

Geziye katılan 11 gazeteci ortak bir bildiri hazırlayarak hakaret ve darp olaylarını protesto ediyorlar. İktidarın yandaş medyasından Zafer ve Haber gazeteleri muhabirleri imzalamıyor. Hürriyet dışındaki İstanbul gazeteleri yayınlıyor.

Haber yasağı getirilir. Tarafsız gazeteler o gün boş sütunla yayımlanır. Bu gazetelerden birisi de Dünya gazetesidir. Ünlü kalemi F. R. Atay şöyle yazıyor: “Eğer İsmet İnönü, iktidar aleyhine yüz nutuk söyleseydi ve bu nutukları bütün gazeteler harfi harfine yayımlasalardı, neşir yasaklarından dolayı boş çıkan sütunların beyazlığı kadar hatta onun yüzde onu, yüzde biri kadar tesirli olmayacağına şüphe yoktu”.

İçişleri Bakanı Namık Gedik utanmaz bir şekilde olaylardan CHP’yi suçluyor: “Tertipçilerin büyük Ege taarruzunu düşünüp mevki-i tatbike koyanların ta kendileri olduğundan şüphe yoktur. Memleketin huzur ve asayişine bu derece kastederek tertipler yapmaya kimsenin hakkı yoktur”.

Bu bakan hakkında meclis soruşturma önergesi verilir ama DP oylarıyla reddedilir. Tersine, CHP milletvekillerinden bazılarına oturumlardan çıkarılma ve ihtar cezaları uygulanıyor. İsmet İnönü’nün dokunulmazlığının kaldırılması için tezkere verilir fakat 27 Mayıs darbesi bunun gündeme gelmesine engel olacaktır.

CHP atağa geçerek olaylar nedeniyle DP’liler hakkında suç duyurusu yapar. Açılan davada dinlenen, Uşak Emniyet Müdürlüğünden bir Baş Komiser DP il yetkililerinin kalabalığı “Ne duruyorsunuz, yürüsenize!” diye kışkırttıklarını anlatır.

KARS ESKİ MİLLETVEKİLİ OSMAN YELTEKİN ANLATIYOR:

(Değerli okuyucular! Menderes faşizme adım adım yürümektedir. Eğer İnönü öldürülürse bütün partileri kapatacak, sivil dikta rejimini ilan edecektir. Kurtuluş Savaşının Kahraman evladı İnönü, Menderes’in faşist tehditlerine aldırmaz, yurdu adım adım dolaşarak demokrasiye olan umudu pekiştirmeye çalışır. Eğer İnönü öldürülseydi, 27 Mayıs 1960 darbesi olmayacak, Türkiye, faşist bir yönetimle yoluna devam edecekti. Mücahit)

OSMAN YELTEKİN ANLATIYOR:

1957-60 yılları arasında DP iktidarı İsmet Paşa’ya karşı ülke çapında bir blokaj ve geziden men etme kampanyası başlatmıştı. İktidar kendisine bağlı mülki ve idari amirleri devreye sokarak Paşa’yı her yerde taciz ettirip siyasi propaganda yapmasına engel oluyordu. Bu gezilerin birçoğunda Paşa’yla yan yana bu saldırıları göğüsledim.

Paşa’nın konvoyunun İncesu ilçesinden geçerek Ankara’ya dönmesine izin verilmediği bu yüzden Kayseri il merkezinde mahsur kaldığını haber aldık. Bir grup partili milletvekili Kayseri’ye doğru çıkıp Paşa’nın yardımına koştuk. Ancak bizi bekleyen tablo pek de iç açıcı değildi. Belediye başkanı, vali ve jandarma alay komutanı el ele vererek Paşa’ya ve bizlere karşı hakaret derecesinde saygısızlık ediyor, otel ve lokantaları bizi kabul etmemeleri yönünde tehdit ediyorlardı. Nihayet Paşa, il başkanının evine yerleşti. Bizler de evin etrafında nöbet tutarak güvenlik sağlamaya çalıştık. Sabah olunca il ve ilçelerden gelen partili arkadaşlar Paşa’nın ve oradaki 40 mebusun onuruna kahvaltı verdi. Biz zevkle kahvaltımızı atıştırırken içeriye il başkanı girdi.

Yanında bir bayan ve bir kız çocuğu vardı. İl başkanı:

“Paşam dün önünüzü kesen jandarma alay komutanını hanımı ve kızı elinizi öpmeye gelmişler” dedi. Bayan saygıyla Paşa’ya yaklaşıp elini öptü.

“Paşam, emin olun, kocamın size karşı davranışından çok üzgünüm.

Dün gece onu yatağa sokmadım,” dedi.

Paşa gülümseyerek kadına baktı ve onu teselli eder gibi şöyle dedi:

 “Kocan bir emir kuludur. Kendisine verilen emri yerine getirdi. Şimdi senden isteğim, evine git ve kocandan özür dile!”

OSMAN YELTEKİN ANLATIYOR

Osman Yeltekin

Belediye binasında İçişleri bakanı Namık Gedik’le telefon konuşması yapıldı. Bakan,  “Bu durum artık beni aştı. Başbakan ve Cumhurbaşkanını ilgilendiren bir konu” diyerek aradan çekildi. O arada toplantı yerine, Paşa’ya karşı bu iğrenç komplonun planlayıcısı Vali Ahmet Kınık geldi. Arkadaşlarımızdan Kamil Sürenköy dayanamayıp ileri atıldı:

“Ey Vali! 1949 yılında Malatya’da Paşa’nın heykelini diktirdin. Şimdi de onun önünü kesmiş yolculuk yapmasına engel oluyorsun. Doğrusu sizin yerinizde olsam böylesi bir görevi üstleneceğime karımı genelevine kor, kendim de önünde oturup bilet keserdim. Bu daha şerefli bir iş olurdu.”

Bu konuşma yüzünden ortalıkta gergin hava dolaştı. Parti konvoyumuz gece 9’a kadar il merkezinde bekletildikten sonra Ürgüp’e doğru yola çıktık. Ancak Paşa rahatsızlandığı için kendisini alıp hükümet tabibine götürdük. Doktor,  “Paşam durumunuz iyi değil. Bu gece misafirimsiniz” deyince mecburen geceyi orada geçirdik Ne oteller ne de ev sahipleri bizi kabul etmek istediler. Aç susuz bir halde ertesi gün Ankara’ya doğru yola çıktık. Konvoyumuz Gölbaşı’na yaklaştığında Mevhibe Hanım’ın bizim için gönderdiği içi tıka basa ekmek ve peynir dolu kamyonet önümüze çıktı. Aç tavuklar gibi yiyeceklere saldırıp karnımızı doyurduk.”

ASKERİ DARBE

İnönü askeri darbe taraftarı değildi çünkü bir sonraki seçimlerde çoğunluk sistemiyle iktidara geleceğini biliyordu. On yıl boyunca bunun için mücadele etmiş dişiyle tırnağıyla demokrasi kuralları çerçevesinde CHP’yi yeniden örgütlemişti. Daha önce yazdığım gibi seçimler normal süresi içinde yani 1961 yılında yapılsaydı CHP tek başına iktidar olacak, Kurucu Meclisin önerdiği bütün değişiklikleri daha önce parti programına aldığından yeni bir Anayasa yaparak Türkiye’de sivil yeni bir dönem başlatacaktı. İnönü ve Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu babalarıdır. Her ikisi de hiçbir emperyalist güce boyun eğmemişlerdir. İnönü, Lozan’da emperyalistleri masada bozguna uğratmıştı. Dünya hegemonyasını pekiştiren Amerika, Türkiye’ye el atar. Gittikçe Sovyetler Birliğine yaklaşan Menderes’i tehlikeli bulur. İnönü’yü değil askerleri ikna ederek darbe yapar. Bu şekilde tam bağımsız Türkiye inancını yüreğinde taşıyan İnönü’yü de bir anlamda fırlatıp bir kenara atar. Kendisine bağlı bir yönetimi Türkiye siyasetine yerleştirir. İnönü, darbeyi yapanın Amerika olduğunu bilmektedir. Kısacası Amerika bir taşla iki kuş vurmuştur. Türkiye’nin Sovyetlere yaklaşmasına engel olmuş ve İnönü’nün temsil ettiği ‘tam bağımsızlık’ ruhunu parçalayıp atmıştır.

ABD CUMHURBAŞKANI VE İNÖNÜ KARŞI KARŞIYA

ABD Cumhurbaşkanı Lyndon Johnson

ABD Cumhurbaşkanı Lyndon B. Johnson 1964 tarihinde Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye ağır ifadeler ve üstü örtülü tehditlerin olduğu bir mektup gönderir. Johnson mektubu, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla yazılmıştır. Çok geçmeden İnönü korkusuzca bir mektubu kaleme alır: “Sizi en kesin ve açık bir surette temin etmek isterim ki, eğer Türkiye bir gün Kıbrıs’a askeri müdahale ızdırabında bırakılırsa, bu, tamamıyla milletlerarası Antlaşmaların hükümlerine ve gayelerine uygun olarak yapılacaktır.”


İnönü

Ancak askerin içinde oluşturulan Milli Komite, darbe seçeneğini ön plana çıkarır. DP, 27 Mayıs1960 darbesiyle uzaklaştırılıp Kurucu Meclis açılır. CHP’nin daha önceden öngördüğü tüm maddeler tek tek kabul görürü. 15 Ekim 1961 genel seçimlerinden CHP tek başına iktidar olacak çoğunluğu sağlayamasa da, birinci parti olarak çıkınca, 24 yıl sonra yeniden başbakan olarak hükûmeti kurmakla görevlendirildi. Bu dönemde CHP-AP, CHP-YTP-CKMP ve CHP-Bağımsızlar koalisyon hükumetlerine başkanlık etti. Yeni kurulan siyasal sistemin sağlıklı biçimde işlemesi için çaba gösterdi.

İnönü, 27 Mayıs Darbesinin doğurduğu sorunlarla da uğraşarak 22 Şubat 1962 ayaklanması ve 20 Mayıs 1963 ayaklanması girişimlerinin önlenmesi çabalarında cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay ile birlikte yardımcı oldu. 1964 Kıbrıs olayları sırasında ABD’nin Türkiye’nin adaya müdahalesini engellemesi üzerine dış politikada çok yönlü arayışlara girdi. 21 Şubat 1964 tarihinde İsmet İnönü’ye Ankara’da suikast girişiminde bulunuldu. Suikastçı olay yerinde yakalandı ve İsmet İnönü bu olaydan yara almadan kurtuldu

İnönü hükûmeti Mecliste yapılan bütçe oylamasında ret oylarının kabul oylarından fazla çıkması üzerine istifa etti ve 20 Şubat 1965 tarihinde yerini Suat Hayri Ürgüplü hükumetine bıraktı. 10 Ekim 1965 seçimlerinde partisinin seçimi kaybetmesi üzerine, parti içi görüş ayrılıkları derinleşti. İnönü’nün desteklediği “ortanın solu” politikasının CHP tarafından benimsenmesine rağmen parti 1969 yılında yapılan genel seçimleri de kaybetti.

Değerli Okuyucular!

Burada önemli bir konuyu dikkatinize sunmak isterim. Gerek Süleyman Demirel, gerek Turgut Özal ve şimdi de Recep Tayyip Erdoğan, Menderes ve arkadaşlarının darbeciler tarafından idam edilmesini yıllarca istismar etmiş bu demagoji üzerine siyasetlerini oluşturmuşlardır. Ben hiçbir insanın idamına taraftar değilim. Halepçe’de binlerce insanı kimyasal gazlarla öldüren Saddam Hüseyin’in idam sahnesini izlemek bile ruhumu rahatsız etmişti. Elbette Menderes ve arkadaşlarının idamı, Şeyh Sait ve arkadaşlarının idamı, Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı Türkiye siyasi tarihinin yüz karası olaylardır. Ancak bütün bu gerçekliği kabullenmekle birlikte bir noktanın altını özellikle çizmek istiyorum: 1957-60 yılları arasında Menderes sivil faşist bir yönetime yönelmiş, İnönü ise Menderes’in karşısında demokrasi kuralları içerisinde korkusuzca bir mücadele vermiştir. Gerçek Demokrasi Kahramanı bize yutturulduğu gibi Menderes değil İnönü’dür. Menderes’in sonraki yıllar önem kazanmasının nedeni “idamının” neden olduğu bir duygu sömürüsüyle seçmenin oy tercihinin bilinçli olarak etkilenmesidir ve hala etkilenmeye de devam edilmektedir.

1960-65 YILLARI ARASINDA KARS VE IĞDIR

1954 Genel Seçimlerinde CHP listesinden Kars Milletvekili seçilen Rıza Yalçın,  Askeri Darbeden sonra Yeni Türkiye Partisine girer ve 1961 yılında yapılan seçimlerde YTP’den Milletvekili olur. Iğdır siyasetinin bu mümtaz şahsiyeti 1966 yılında temelli olarak Iğdır’a dönmeye hazırlanırken Ankara’da vefat etmiştir.

Merhum Rıza Yalçın her ne kadar YTP Milletvekili olsa da yüreğinde derin bir İnönü Sevgisi taşımaktadır. Bu durumu oğlu Merhum Ataman Yalçın şöyle ifade eder:

“Babam sanki doğuştan CHP’li idi. Kendisini partinin değerlerine adıyor, malını mülkünü bu yolda feda ediyordu. İlk dönem milletvekilliği (1954-57) sırasında beni yanına alarak Mecliste İnönü’yle tanıştırmıştı. Paşa’nın elini saygıyla öpmüş, çekingen bir şekilde yanı başına dikilmiştim.

Babamın İnönü’ye özel bir sevgisi vardı. Hatta 1960’lı yıllarda YTP’den ikinci dönem milletvekilliği sırasında (1961-1965), İnönü hakkında soruşturma açılması için imza toplanırken, babam ciddi bir kararlılıkla, “O tarihi bir şahsiyettir, ele ayağa düşmesi için imza atmam!” diyerek karşı gelmişti.

(NOT: Değerli Okuyucular! Daha önceki yazılarımdan bildiğiniz gibi 1951 yılında Adnan Menderes, Tekirdağ Milletvekili Şevket Mocan’ın Meclis Kürsüsünde seslendirdiği ‘Boraltan Köprüsü’ yalanına dayanarak İsmet İnönü’yü idam sehpasına göndermek ister ancak ordu içinde hoşnutsuzluk baş gösterince planından vazgeçer. Çok ilginçtir! Tarih tekerrür eder. 1964 yılında AP Genel Başkanı olan Süleyman Demirel aynı şekilde ‘Boraltan Köprüsü’ yalanına sarılır, İnönü’nün idamı için imza toplamaya başlar ancak başarısız olur. Değerli okuyucularım bilmelidir ki Boraltan Köprüsü olayı tamamen uydurmadır. Aras nehri üzerinde bu isimle bir köprü asla var olmamıştır)

1961 GENEL SEÇİMİNDE KARS: PARTİLER VE MİLLETVEKİLLERİ

Parti adı                                Alınan Oy                       Oranı

CHP                                        83.806                          48,16

YTP                                        53.365                           30,66

AP                                          38.115                           21,90

1961 GENEL SEÇİMLERİNDE SEÇİLEN KARS MİLLETVEKİLLERİ

Hasan Erdoğan             Cumhuriyet Halk Partisi

Kemal Güven                Cumhuriyet Halk Partisi

Kemal Okyay               Cumhuriyet Halk Partisi

Bahtiyar Vural             Cumhuriyet Halk Partisi

Kemal Kaya                            Yeni Türkiye Partisi

Sırrı Öktem                             Yeni Türkiye Partisi

Rıza Yalçın                    Yeni Türkiye Partisi

Necmettin Akan            Adalet Partisi

Latif Aküzüm               Adalet Partisi

MECİT HUN VE FİKRET EKİNCİ KRİZİ

Darbeden 3 gün sonra 30 Mayıs 1960  Pazartesi günü Başbakanlık Müsteşarlığı koltuğuna MGK’nun kudretli üyesi Albay Alparslan Türkeş oturdu. Türkeş, bu göreve kendi kendini getirmişti. Fiilen Başbakan olmadığından Müsteşarlık koltuğu ülkenin 2 numaralı önemli mevkii idi. Cumhurbaşkanlığını Devlet Başkanı sıfatıyla Orgeneral Cemal Gürsel yürütüyordu.  İkinci adam da Albay Alparslan Türkeş idi. Iğdırlı Paşa Ekinci’nin oğlu Askeri Hâkim Fikret Ekinci de MGK Genel Sekreteri Özel Danışmanı görev üstlenmişti. Bir anlamda darbeyi yapan kadronun kilit isimlerinden birisiydi. İsmet İnönü yaklaşan seçimlerde mümkün olduğu kadar darbeyi yapan kadroyu aday göstererek onları partiye kazanmaya çalışır. Bu isimlerden birisi belki de en önemlisi aslen Aralıklı Askeri Hâkim Fikret Ekinci’dir. 15 Ekim1961 yılı seçimlerinde Fikret Ekinci, CHP’nin Kars’taki ön yoklamasına katılır. Bundan sonrasını Merhum Ali Yiğit’in kendi anlatımından dinleyelim:

MERHUM ALİ YİĞİT ANLATIYOR

Ali Yiğit

Fikret Ekinci, 1960 İhtilalini yönlendiren Hareket Subayları grubu içinde ismi önce çıkanlardan birisiydi. Aslen Aralıklı olan Fikret Ekinci (Merhum Paşa Ekinci’nin oğludur) davranış ve çalışmalarıyla İsmet Paşa’nın gönlünü kazanır. 1961 Genel Seçimler yaklaşırken İsmet Paşa, Kars CHP politikasının önemli iki ismi, Sırrı Atalay ve Mehmet Hazer’i yanına çağırtır:

 “Ne yapıp edin Fikret Ekinci’yi Kars listesinden parlamentoya sokun” şeklinde üstü kapalı bir emir verir. Sırrı Atalay da İsmet İnönü’nün bu önemli isteğini Kars ve Iğdır parti teşkilatına iletir. Mecit Hun CHP Iğdır İlçe Başkanlığı görevini yürütmektedir. Ön seçim yoklamasında Fikret Ekinci Iğdır ve Aralık parti delegesinin tam oyunu aldığı halde kuzey ilçelerinden yeterli oy alamadığından listeye girememişti. Fikret Ekinci yenilginin faturasını Mecit Hun’a çıkarır. Her oturduğu yerde, “Mecit Hun kendi seçim bölgesinde bana tam oy verdirtti ama el altından kuzey ilçelerinde aleyhimde gizli bir çalışma yürüttü” şeklinde bir menfi propaganda başlatır hatta bununla da yetinmez parti genel merkezine, “Eğer Mecit Hun görevinden alınmazsa partiden ayrılacağım” şeklinde siyasi bir çıkışta bulunur.

Sırrı Atalay, Fikret Ekinci’yi seven İsmet Paşa’nın hışmına uğramamak için Mecit Hun’u CHP İlçe Başkanlığından görevden alma operasyonunu yönetme işini üzerine alır.

Sırrı Atalay önce bu işi nazik bir şekilde CHP Kars İl başkanı Saffet Tiryaki’ye havale eder ancak gücünün sınırını iyi bilen Laz kökenli Saffet Tiryaki bu öneriyi ret etmekle kalmaz, gizliden Mecit Hun’a haber göndertip kendisini Sırrı Atalay’ın komplosundan haberdar eder.

“Aman Mecit Bey! Sana verdiğim ilçe başkanlığı mührünü kimseye kapturmayasun ha!” diye bir de dostça uyarıda bulunur.

Saffet Tiryaki’den istenen çıkış gelmeyince, Sırrı Atalay bu işi kendi eliyle halletmeye karar verir. Yanına Mehmet Hazer’i de alarak Iğdır’a doğru yola çıkar.

Fikret Ekinci, heyeti Tuzluca’da karşılayıp kararlılığını tekrarlar:

“Mecit Hun ilçe başkanı olduğu sürece Iğdır’a ayağımı basmayacağım.”

Yeni ilçe başkanı olarak da Melekli köyünden Kadir Erol’un ismi üzerinde mutabık olduktan sonra heyet yola çıkar.

O yıllar CHP İlçe Başkanlığı, sonraki yıllar Mecit Hun’un Piknik Pasta Salonu olarak kullandığı binanın olduğu yerdeydi.

Bir öğleden sonra Sırrı Atalay ve Mehmet Hazer’i getiren araba sürpriz bir şekilde CHP parti lokalinin önünde durur. Partililer tanınmış politikacılarını sevgiyle karşılayıp ağırlarlar. Çaylar içilip hal hatır sohbeti yapıldıktan sonra Sırrı Atalay konuya girer:

“Mecit Bey, biliyorsun siyasette görevler nöbetleşedir. Uzun yıllardan beridir partimizin ilçe başkanlığı görevini üstlendiniz ve çok yoruldunuz. Biraz dinlenip bu görevi şimdi başka bir arkadaşa devir etme zamanının geldiğine inanıyoruz.”

Bu konuşmalar yapılırken Kadir Erol da takım elbisesini ve kravatını giyinmiş parti lokaline yakın belediye bahçesinde heyecanla volta atıyormuş. Her an Sırrı Atalay’ın kendisini çağırtıp ilçe başkanlığı görevini vermesini bekliyormuş.

Mecit Hun, Sırrı Atalay’ın konuşmasını sessizce fakat dikkatlice dinler. Sırrı Atalay’ın konuşması biter bitmez Mecit Hun nezaketi elden bırakmayarak Sırrı Atalay’ı şöyle cevaplar:

“Sırrı Bey, siz de on yılı aşkın bir süredir milletvekilliği yapıyorsunuz. Aynı durum sizin için de geçerlidir. Siz de yoruldunuz sizin de dinlenmeye ihtiyacınız olabilir. Eğer siz buradaki partili arkadaşlar önünde gelecek seçimlerde tekrar aday olmayacağınıza dair yemin ederseniz ben de ilçe başkanlığı görevinden hemen istifa ederim.”

Sırrı Atalay kafasını sert bir kayaya çarptığını anlar. Yarı titrek bir sesle,

“Vallahi Mecit Bey, bu o günün şartlarına bağlı…”, diye cevaplamaya çalışır.

Mecit Hun, Sırrı Atalay’ın kendi siyasi kariyeri söz konusu olduğunda taviz vermeye yanaşmadığını görünce kükrer:

“Sırrı Bey! Bu parti mührünü siz bana emanet etmediniz! Bana bu görevi – o anda parmağıyla kalabalığın içinde bulunana Rutto Yusuf’u işaret ederek- Rutto Yusuf gibi insanlar teslim etti. Ben onların ilçe başkanıyım. Ancak onlar isterlerse ben görevimden istifa ederim. Yakında partinin ilçe kongresi toplanacak. Gücünüz varsa gelin orada hesaplaşalım.”

Yusuf Çakmaz (Rutto)

Bu olaydan sonra Fikret Ekinci, Mecit Hun’a karşı siyasi hesaplaşmasını kendi öz çapasıyla devam ettirmeye karar verir. CHP ilçe başkanlığını Mecit Hun’un elinden almak için Iğdır bölgesinde tanıdığı önemli kişilere mektuplar gönderip onlardan bu konuda yardım ister.

Mektubu gönderildiği şahıslardan birisi de Devlet Hastanesi Baş Tabibidir. Bu özel mektup doktorun makam şoförü Ferit Ayrım isimli bir gencin eline geçer. Şoför, kişiye özel mektubu okur, gizliden Mecit Hun’a ulaştırır.

Mektup ciddi bir siyasi komplo içermektedir. Mektupta, “Mecit Hun ilçe başkanı olduğu sürece benim milletvekili olmam mümkün değil. Ne yapıp edelim bizden (Azerilerden) birisini ilçe başkanı yapalım” şeklinde bir ibare taşıyormuş.

Selçuk Ayrım ve babası Ferit Ayrım

Mecit Hun mektubu notere götürüp çoğaltır tasdikli kopyalarından bir tanesini de parti genel merkezine ve milletvekillerine gönderir.

“Kendi milletvekilliği hesabı için zümrecilik propagandası yapan böyle bir insanı partimiz nasıl olur da üye olarak kabul eder?” şeklinde de ağır bir not düşer. Mektup hızla elden ele dolaşıp ta İsmet Paşa’ya kadar ulaşır. Paşa bu gibi konularda çok hassasmış.

“En kısa zamanda parti müfettişi olayın doğruluğunu araştırsın!” diye emir buyurur. Iğdır’a gelen müfettişlerin öğrenmek istediği ilk şey böyle bir mektubun gerçekte yazılıp yazılmadığını anlamakmış.

Mektubun aslını görür görmez raporunu Fikret Ekinci’nin aleyhine olacak şekilde hazırlarlar. Bu rapora dayanarak CHP Genel Merkez Fikret Ekinci’yi partiden apar topar ihraç eder.

MERHUM HAMZA AYGÜN ANLATIYOR: PAŞA EKİNCİ KİMDİR?

Iğdır’ın ilk belediye başkanı Sultanabat Beylerinden Hacı Hanlar Bey’dir. İkinci olarak bu görevi üstlenen Başköylü Paşa Bey’dir. 1960 İhtilali yıllarında önemli görevler üstlenen asker kökenli Fikret Ekinci’nin babası olan Paşa Ekinci’nin, teşkilat ve organizasyon yeteneği oldukça yüksekti.

Onun en önemli özelliği ve bölge halkına en büyük katkısı daha çok manevi anlamda olmuş; otoritesini ve maddi gücünü seferber ederek savaş öksüzü çocukları bir araya toplamış ve onları sahiplenmiştir. Halk arasında “Paşa Bey’in Yetimleri” adıyla anılan bu çocuk gurubundan memlekete çok değerli evlatlar yetişmiştir.

Özellikle 12-16 yaş gurubundaki kız çocuklarını kötü niyetli insanların taciz ve saldırısından korumak için, büyük çaba sarf etmiştir. Bu kız çocuklarının çoğu bizzat Paşa Bey’in eliyle evlendirilip, aile ocağına kavuşturulmuşlardır.

Iğdır’ı kurtaran zabıtan (askeri) güçler içinde yer alan değerli memleket evlâtlarından Rıfat Ilgaz ve Ali Çavuş, bu “yetim kızlar” okulundan evlenip Iğdır’a yerleşmişlerdir. Ali Çavuş, Iğdır’ın Kurtuluşunda Belediye binasına ilk Türk Bayrağını çeken askerdir. Bu kahramanlığı nedeniyle İstiklal Madalyasıyla ödüllendirilmişti. Evlendikten sonra kendisine bir bağ ve ev verilerek Iğdır’a iskân edildi.

Ali Ilgaz’ın çocuklarından Kemal ve Yusuf kardeşlerin Iğdır’a memur olarak çok emekleri geçmiştir.

Hükümet, “Ağaları ve Beyleri Sürgün Kanununu” (1926) çıkardığı zaman Iğdır bölgesinden Torun Ailesinin ileri gelenleri ile Azeri kesimden Paşa Bey gibi birkaç kişi sürgüne tabii tutuldular. Paşa Bey’i Tokat’a sürgüne gönderdiler. Iğdır’a büyük hizmetleri geçmiş bu vefakâr vatan evladı hak etmediği bir şekilde sürgün yıllarında yalnızlık içinde vefat etti.

Paşa Bey sürgüne gönderilince, kurmuş olduğu “Yetimler Okulu” dağıtıldı. Bu öğrencilerden ancak 10-15 tanesi bir yolunu bulup Kâzım Karabekir Paşa’nın aynı isimli okulunda öğrenimlerine devam etme şansı buldular.

Ama çok geçmeden Karabekir Paşa, görevden alınınca okul da kapandı. Başköy’deki Azeri kökenli Celayir kabilesinden birçok önemli isim de İzmir’e sürgün edildiler. Aynı şekilde Hasanhan köyünden de bazı isimler bu sürgün konvoyuna dahil edilmişlerdi. Kaderin garip bir tecellisi olarak, bu “sürgün aileler”in çocukları gittikleri şehirlerde okuma fırsatı bulup sonraki yıllar Türkiye’nin kaderinde önemli rol aldılar. Bunlardan birisi de babası Hasanhan köyünden, siyaset adamı İsmet Sezgin’dir.

MECİT HUN VE HÜSEYİN AKBULUT

17 Kasım 1963 tarihinde ülke çapında yerel seçimler yapılır.  Hacı Nağdali Parlar Iğdır Adalet Partisi İlçe Başkanıdır. Hüseyin Akbulut’u aday olması için ikna eder. CHP’nin adayı Mecit Hun’dur.

MERHUM HÜSEYİN AKBULUT ANLATIYOR:

Hüseyin Akbulut

Üniversite yıllarında politikayla fazla ilgili değildim. 1961 yılında Veteriner olarak Iğdır’a geldikten sonra büyük bir şevk ve azimle görevimi yapmaya koyuldum. Iğdır ne de olsa küçük bir yerdi, bu yüzden konuşma ve davranışım bazı politikacıların dikkatini çekmişti.

Bir gün, AP İlçe Başkanı Hacı Nağdali Parlar ve Sadık Tezel Beyler, 1963 Kasım ayındaki mahalli seçimlerde belediye başkanı adayı olmam yönünde bir teklifle geldiler. Hemen kabul ettim. Karşımda CHP’den rahmetli Mecit Hun ve YTP’den Yakup Tuncer aday oldular.

Yakup Tuncer kendi partisinin İdare Heyeti ile anlaşmazlığa düşüp adaylıktan çekilince siyaset meydanı ben ve Mecit Hun’a kalmıştı.

Mecit Hun 1950’den beri bölgede çok iyi tanınıyor, Azeri veya Kürt, herkes tarafından seviliyordu. Unutmadan eklemeliyim ki o seçimlerde bir de bağımsız bir aday çıkmıştı. Kendisi Kayseriliydi. Iğdır’a gelip dükkan açan bu zat seçimi kazanmak için herkese çikolata dağıtıyordu. Hatta bir ara ona takılmışlar, “Seni anlayamıyoruz! Hüseyin Akbulut’un arkasında Sadık Tezel ve Hacı Nağdali Parlar gibi seçkin ve saygı duyulan politikacılar var. Mecit Hun desen Azeri veya Kürt herkesten oy alabilecek bir kimse. Peki ya sen, kime güvenerek bu seçimlere katılıyorsun?”

“Ben hesabımı yaptım! Bu seçimler çok çekişmeli geçecek belki de biri diğerini öldürecek. Biri mezara diğeri hapse girecek. Ben de belediye başkanı olacağım!”, diye cevaplıyormuş.

Sırrı Atalay ve Mecit Hun

Seçim mücadelesi heyecan ve şevkle başlamıştı. Her şey, terbiye ve nezaket kuralları içinde geçiyordu. Küfür ve rencide etmek gibi bir durum yoktu. Acımasız kürsü konuşmalarında bile buna herkes dikkat ederdi.

Oy verme günü ilginç olaylar yaşandı. Rivayete göre Mecit Hun’un annesi benim için oy kullanmıştı! Yine yanlışlıkla benim baldız da oyunu Mecit Hun’a vermişti!

Verilen oyların 1700’nü Mecit Hun. 2000’e yakınını da ben aldım. 34 yaşımda belediye başkanı seçildim. Yaşımdan daha da genç gösteriyordum. Hatta şöyle bir anım olmuştu.

Seçimlerden sonra Kaymakamla beraber Ankara’ya gitmiştik. Bir görüşmede Kaymakam beni “Belediye başkanı” olarak tanıtınca, Bakanın gözleri açılmış, neredeyse “Olamaz siz daha çocuksunuz!” der gibi bana bakmıştı. Sonra da, “Vallahi çok gençsiniz sayın başkanım!”, demekten kendini alamamıştı.

Belediye başkanlığını, Kaymakamdan devraldım. 1960 ihtilalinden beri görevi vekaleten yürüten Kaymakam, Mecit Hun’un Erzurum lisesinden sınıf arkadaşıydı.

MERHUM ALİ URAL’IN OĞLU AYDIN URAL ANLATIYOR

Ali Ural

1963 mahalli seçimleri gelip çatmıştı. AP’nin adayı Hüseyin Akbulut’tu. Babam da seçimlere CHP’den katılmak için gerekli olan 250 lirasını yatırmış, çalışmalara başlamıştı. Ancak beklenmedik bir olay babamı adaylıktan feragat etmek zorunda bırakacaktı.

Seçimlerin arifesinde Kurucu Meclis üyeleri Sırrı Atalay, Mehmet Hazer ve Turgut Göle Iğdır’a geldiler. Bugün Halk Bankası’nın olduğu yerde, o yıllar Gümüşhanelilerin çalıştırdığı, İmren Lokantası vardı. Milletvekilleri, yaklaşan seçimlere hazırlık anlamında bazı değerlendirmelerde bulunmak için babamı lokantaya davet ettiler.

CHP ilçe başkanı Mecit Hun da belediye başkanlığına aday olmak istiyordu. Üç milletvekili, “Ali Bey, bu sefer de Mecit Hun adaylığını koysun!” demişler. Babam, “Bırakın başkanlığa ben aday olayım. Benim kazanmam demek Mecit Hun’un kazanması demektir. Sonra unutmayın ki seçimi kazanmak için benim Hüseyin Akbulut’a karşı güçlü olduğum bir yanım var. Halkın desteğini, ‘Ben onun babasıyım,’ diyerek kazanabilirim.”  (Bir açıklama: Bu sözle Hz. Ali ve oğlu Hz. Hüseyin’e referans var. Seyit ailesinden Ali Ural ve Hüseyin Akbulut, halk arasında sevilip sayılmışlardır. Mücahit )

Babamın tüm uyarılarına rağmen milletvekilleri tercihlerini Mecit Hun’dan yana yapınca babam adaylıktan vazgeçti. Halk akın akın mağazaya ve eve gelerek, “Ağa duydu ki çekilmişsin. Biz bunu kabul etmeyiz!” diyerek babamı yeniden ikna etmeye çalıştılar. Ancak babam kesin kararını vermişti: “Ben aday değilim. Bildiğiniz gibi yapın!”

1963 mahalli seçimlerini Hüseyin Akbulut kazandı.

Babam kalbinden mustaripti. Hastalığını uzun yıllar ihmal etmişti. Bir gün protokol görüşmelerinde bulunmak için, tercüman olarak Rusya’ya gitmişti. Çalışmaların orta yerinde birdenbire ayakları şişmiş, yürüyemez hale gelmişti. Rus heyetinden dostları, “Ali Bey, bu ayak şişkinliğinin ne anlama geldiğini biliyor musun?” diye sormuşlar. Babam da, “Hayır!” demiş. Rus görevli, “Kalbinizin rahatsız! Hemen ciddi bir tedaviye ihtiyacınız var. İsterseniz burada kalın gerekli tedaviyi görün” demiş ama babam bu öneriyi nazikçe reddedip

Babam 1964 yılında ani kalp krizi sonucu vefat etti.

Babamın vefatının üzerinden 5-6 yıl geçmişti.

Hacı Nebi Gölalı’nın kızının nikâh merasiminden çıkmış, yanımda Mecit Hun ve Hacı Ekber Gökçe olmak üzere kasaba merkezine doğru yol alıyorduk. Yollar çamurdan geçilmiyordu. Hacı Ekber Gökçe, “Mecit Bey, yollar nasıl da çamur!” diyerek sitem etti. Mecit Hun, üzgün ses tonuyla,

“Ne yapayım, kendi parmağımla kendi gözümü çıkardım. Eğer bıraksaydım Mireli Ağa (Ali Ural) belediye başkanı olsaydı, şimdi sıra bende olacaktı! Ama yaptığım hata yüzünden bugün oğlu Aydın Ural bile benimle olmuyor” dedi.

NİZAMETTİN ONK ANLATIYOR

Nizamettin Onk

1960 İhtilali olduğu gün Iğdır’daydım. Haberi duyar duymaz sokağa çıktım, kahraman edasıyla dolaşmaya başladım. İsmet Üsteğmenle kucaklaştım, Tabur komutanı Osman Hisarcıkoğlu’yla sohbet ettim. Şube Başkanı Albay Hayri Armağan, sıkıyönetim komutanı olarak askeri ve sivil yönetime el koydu.

Çok geçmeden tayinim tekrar Iğdır’a yapıldı. 30 Haziran günü de Taşburun da büyük bir kutlama töreni yapıldı. Ben, Mecit Hun ve Nejat Birdoğan konuşma yaparak kalabalığı coşturmuştuk.

İhtilal olduğu zaman CHP ilçe başkanı Mecit Hun, başkan yardımcısı Mehmet Ali Kutlay idi. DP ilçe başkanı da Eşref Kaya idi. Vahap Akar, ilçe idare kurulunda görevliydi.  

1963 yılında Adapazarı’nda görevliydim. Aynı yılın sonunda yapılan mahalli seçimlerde Iğdır’daydım. Çekişmeli geçen belediye başkanlığı seçimlerini Hüseyin Akbulut kazanmıştı.

Güneşli güzel bir gündü. Kayınım Mehmet Kavrut’la belediyenin önünde ayakta sohbet ediyordum. Mecit Hun, caddenin diğer ucundan yorgun argın geliyordu. Mehmet Kavruk, “Dostuna geçmiş olsun demeyecek misin?” diye sordu.

O anda caddenin diğer ucunda Hüseyin Akbulut belirdi. Kalabalık ona doğru koşturdu. Omuzlayıp kaldırmak istediler ama Hüseyin Akbulut buna engel oldu. Seçim zaferini onur kırıcı bir gövde gösterisine dönüşmesini istememişti. Hüseyin Akbulut’un bu jestini hep takdir etmişimdir.

Mecit Hun gelip elimden tuttu, “Gel Nizamettin derdimi sana anlatayım” dedi. Birlikte Erzurum Otelinin altındaki lokantaya sıvıştık. Başladık önümüzdeki rakı şişelerini devirmeye. Mecit Hun:  “Nizamettin sen buralarda değildin. Olup bitenden haberin olmamıştır. Keşke aday olmasaydım keşke Mir Ali Ural’ın adaylığına karşı gelmeseydim” diyerek pişmanlığını belirtti.

O ara Karakoyunlu işportacı Sefer içeri girdi, bir şeyler satmak istiyordu. Mecit Hun, “Sefer pazı olma!” dedi. Azerice olan bu deyim, “Bizi rahatsız etme” anlamındaydı. Aziz Güney ve Eyüp Serhat da gelerek bize katıldılar, geç saate kadar konuşmamız devam ettik.

1965 GENEL SEÇİMLERİ VE KARS

Parti                                                  Milletvekili

AP – Adalet Partisi                            3

CHP – Cumhuriyet Halk Partisi        3

Bağımsız                                          2

TİP – Türkiye İşçi Partisi                     1

AP:             Abbas Çetin

AP:              Celal Nuri Koç

AP:              Latif Aküzüm

CHP:           Muzaffer Şamiloğlu

CHP:           Osman Yeltekin

CHP:           Turgut Göle

Bağımsız:    Cengiz Ekinci

Bağımsız:    Fatma Sevinç Düşünsel

SON

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir