‘ÇOCUKLUĞUNUN GEÇTİĞİ YERLER CENNETİDİR İNSANIN’

20/08/2022

Bir köşe yazısında okumuştum başlıktaki sözü. O da, yazar-romancı Mehmet Uzun’undan naklediyordu, onun sözüymüş : Çocukluğunun geçtiği yerler cennetidir insanın.

 

Facebook’da Nermin Hanımın Iğdır ziyaretine ilişkin duygusal paylaşımını okuyunca aklıma geldi başlıktaki cümle. Iğdır çocukluğumuzun cennetiymiş meğer. Daha çok da çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını orada geçirip yad ellere gidenler için cennetten de öte bir şey.

 

Benim için Iğdır halen ; Kerpiç duvarlı evler,  killi çamurdan yapılmış bahçe duvarlarıyla çevrilmiş hayatlar (bahçeye hayat derdik o zaman), tozlu topraklı sokaklar, her kesin bir birini tanıdığı yedi sekiz bin nüfuslu bir kasaba demek. Su ambarı demek, aras sineması demek, yazın çimdiğimiz çaylar, dereler demek. Yirmi beş kuruşa aldığımız gazoz demek. Dondurma demek, bardağı on kuruşa cıttama-çekirdek demek.

 

Komşularımız demek, o zamanki gözümüzle yaşlı yaşlı amcalar teyzeler demek. Mahalle arkadaşlarımız demek. İsimlerini yazmıyorum. Nasılsa kimse tanımayacak. Ama isim isim, ev ev hepsi aklımda.

 

Otuz yıl aradan sonra Iğdır’a gittiğimde çocukluğumun geçtiği evi aramış bulamamıştım. Bir on yıl aradan sonra tekrar gittiğimde artık birkaç cadde sokak hariç farklı bir yer olmuştu . İstanbul’un varoşlarındaki binaların benzeri olan beton yığını evler, kalabalık, keşmekeş ve düzensiz bir şehir. Okuduğum en son haberde dünya birincisi olduğu yazıyordu. Hava kirliliğinde birinci olmuş.

 

Oysa çocukluğumuzun cennetinde kışın, odun veya tezekle ısınırdı evler. Havanın da kirlendiğini duymamıştık. Fark ettiğim şeylerden biri de çaylar olmuştu. Şehrin içinden geçen beş tane çayın hepsi kurumuştu.

 

Liseyi Iğdır’da okuma şansımız olmadı. Kars’ta okuduk liseyi. Orta okulu okuduğumuz binalar depremde yıkılınca son iki seneyi 12 kasım İlkokulunun bahçesine kurulan barakada okuduk. Kışın buz gibi olurdu sınıfın içi. Öğretmen masasının yanındaki küçük odun sobası ısıtmazdı sınıfı. Hemen her derste üçer kişi birkaç dakikalığına sobanın yanına gider ısınıp yerimize dönerdik. Öğretmenlerimizin sobada ısındığını  hatırlamıyorum. Sıraların arasında dolaşırlardı ders sonuna kadar.

 

Bir de Ağrı dağı. Yıllar sonra tekrar gördüğümde şaşırmıştım. Eskiden de bu kadar yüksek miydi. Ama nedense o görkemli manzarayı şehrin bir parçası haline getirememişiz. Ağrı deyince akla Ağrı İli geliyor nedense. Halbuki Ağrı İlinden bile bu kadar ihtişamlı göründüğünü sanmıyorum.

 

Elin adamları dünyanın öbür ucundan gelip Ağrı’ya tırmanırken, bırak zirveyi yamaçlarına kadar bile gitmemişiz. Arkadaşlarımdan da gideni hatırlamıyorum. Gözümüz alıştığı için miydi, her ne hal ise merak edip tırmanmayı veya sırf macera olsun diye birkaç günlüğüne yamaçlarında kamp kurmayı bile akıl edememişiz.

 

Iğdır’daki evimizi anlatmıştım çocuklarıma. Tek katlı, bahçe içinde, önünde balkonu, meyve ağaçları olan bir evdi.  Çocuklarım şaşırarak sormuştu : Baba siz eskiden villada mı oturuyordunuz ?

 

Kimin sözü bilmiyorum. Mutluluğu şöyle tarif ediyor : Mutlu olduğunu bilmeden yaşama halidir mutluluk. Çocukluğumuzun cennetinde villada yaşıyormuşuz ve mutluymuşuz meğer. 15.08.2022

Hayati Demir

 

 

 

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir