ÜLKELERİN KURULUŞ FELSEFESİ

Her ülkenin bir kuruluş felsefesi vardır. Ülkenin geleceği bu ilk temel üzerinde yükselir. Bu kuruluş felsefesini sonradan değiştirmek hemen hemen imkansızdır veya uzun ve zahmetli bir süreç gerektirir. Aslında kuruluş veya işleyiş felsefesi kavramını, şirketleri ve kurumları dahil edecek şekilde genişletmek mümkündür.

Her şirketin kendine özgü bir çalışma, işçi-işveren ilişkisi ve işletme felsefesi  vardır. Şirket ilk nasıl kurulmuşsa hep aynı felsefe ve anlayışla devam eder. Sonradan gelenler bu felsefeye (yaklaşıma) ayak uydurmak zorundadırlar. Bir örnek vermek isterim: 1998 yılında LarryPage ve SergeyBrin isimli iki öğrenci tarafından kurulan  ve 2004 yılında halka arz edilen Google şirketinin temel felsefesi iki kurucusu tarafından şöyle belirlenmişti: Dünyadaki bilgiyi organize etmek ve bunu evrensel olarak erişilebilir ve kullanılabilir hale getirmektir. Diğer bir sloganı da “Kötü olmamaktır”. Google’da işe başlayanlar bu temel felsefeleri kabullenmek zorundadırlar.

Aynı durum ulus-devletler için de geçerlidir:  İsterseniz tarihe kısa bir yolculuk yapalım:

ABD

Amerika nasıl kuruldu? Böyle bir ulus-devletin kuruluşunu zorunlu kılan koşullar nelerdi? Kuruluşunun temel felsefesi neydi?

Bildiğiniz gibi ABD var olmadan önce Büyük Britanya İmparatorluğu, Amerika’nın doğu bölgesinde sömürgeler kurdu. Amacı gittikçe yaygınlık kazanan çay, şeker ve tütün ekimi için geniş arazilere el koymaktı.  İngiltere’den gelen yerleşimciler Kızılderilileri öldürerek veya kovarak el koydukları topraklarda plantasyon denilen çiftlikler kurdular. Kızılderililerden köle yapmayı başaramayınca Afrika’dan gelen siyahileri köle olarak kullandılar.

Kısacası ABD’nin ilk temelleri ürün yetiştirmek üzerine kurulmuştur. Daha sonra buraya yerleşen İngiliz çiftçiler, Britanya İmparatorluğuna vergi vermeyi reddettiler. Bağımsızlık savaşı başladı. ABD bağımsızlığı, ırk veya din değil, vergi yani para üzerinekurulmuştur. Bu yüzden bugün bir yabancı Amerika’ya gittiğinde Amerikalılar için önemli olan yabancının dini ve ırkı değil disiplinli çalışması ve vergisini zamanında ödemesidir.  Kölecilik ekonomik zenginliği artırmanın bir unsuru olarak kullanılmış, 1865 yılında 13 Nolu yasa hükmüyle kaldırılmıştır. Her ne kadar kölelik Anayasa’da kaldırılmış olsa bile fiziksel ve psikolojik etkileri uzun yıllar devam etmiş, yavaş yavaş ortadan kalkmıştır.

FRANSA

Fransa bir imparatorluk iken 1789 yılında gerçekleşen devrimle ulus-devlet olarak yeniden yapılanmıştır. Üç temel sloganı vardır: Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik. Bu üç kelime Fransa’nın kurucu felsefesini oluşturur. Her ne kadar daha sonra imparatorluk değerlerine geri dönme yönünde güçlü bir istek olmuşsa da sonuçta CodeNapoleon (Napolyon’un hazırlattığı Medeni Kanun) olarak bilinen kanunlar bugünkü Fransa’nın temel değerlerini oluşturur. Napolyon’un Medeni Kanunu bugünkü tüm Anayasaların da temelini meydana getirmektedir. İsterseniz bize hep “acımasız diktatör” olarak tanıtılan Napolyon’un insanlığa kazandırdığı temel değerlere bir göz atalım:

  1. Bildiğimiz anlamda laiklik prensibinin ilk kurucusu ve uygulayıcısıdır
  2. 1215 yılında İngiltere’de uygulamaya giren ve kralın yetkilerin sınırlayan MagnaCarta’yı bir kenara bırakırsak dünyada bildiğimiz anlamda ilk Anayasayı uygulamaya koymuştur
  3. Köleliği kaldırmıştır
  4. Eğitimi halka açmıştır
  5. Bugün de kullanımda olan vergi sistemini ve Merkez Bankası kavramını uygulama koymuştur
  6. Çağdaş anlamda lise ve üniversiteyi Napolyon kurmuştur
  7. Gelenekler yerine aklı ön plana çıkarmıştır
  8. Sokaklara numara verilmesini ve modern posta sistemini kurmuştur
  9. İcat ettiği askeri stratejiler yıllarca kullanımda olmuştur
  10. Şehit asker ailelerini maaşa bağlamıştır

Napolyon’un amacı etrafı imparatorluklarla çevrili tüm Avrupa’yı ele geçirmek ve yukarıda saydığım temelde bir devlet kurmaktı.

İSPANYA

Bir zamanlar İspanya’nın güneyinde görkemli Endülüs Emevi Devleti vardı. Müslümanları İspanya’dan daha doğrusu Avrupa’dan atmak için Katolik bir cephe oluşturuldu. İspanya, Katolik değerler üzerine kurulmuş bir din devletidir. Çünkü Katolik değerleri ön plana çıkartılarak Müslümanlar yenilgiye uğratılmışlardır. Sonraki yıllar İspanya’da kurulan tüm devletler ve hükümetler Katolik değeri tartışmasız ön planda tutmuşlardır.

Türkiye ile ilgili bölüme geçmeden önce bir anekdot anlatmak isterim. Kuzey Amerika kıtası sömürgeleştirildiği zaman Meksika’yı ele geçirmiş olan İspanyollar güneyden (Kaliforniya, Teksasvb), Fransızlar kuzeyden ve İngilizler de doğudan ilerlemişlerdir. İspanyollar Katolik mezhebini benimseyen Kızılderilileri affetmiş diğerlerini katletmişlerdir. İngilizler, topraklarını vermemek ya da köle olmak istemeyen Kızılderilileri öldürmüşlerdir. Kuzeyden gelen Fransızlar Kızılderililere “Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” temelinde eşit davranmış, Kızılderililerin izin verdikleri yerlere yerleşmiş ve onlarla ticaret yapmışlardır. Fransızlar kısa sürede bugünkü Amerika’nın %80’nini ele geçirmişler ancak Napolyon’un Avrupa’daki savaşlar devam ettirmesi için paraya ihtiyacı olduğundan bu toprakları İngilizlere satmıştır.

TÜRKİYE

Türkiye Cumhuriyeti ulus-devletinin kurucu babaları çok zorlansalar da şu iki temel ilkeyi esas almışlardır: Anayasa temelinde Laiklik ve Cumhuriyetçilik. Anayasa’da Türkçe resmi dil olarak kabul edilmiştir. Bir anlamda Mustafa Kemal, Napolyon’un devrimlerine sadık kalmış onlardan etkilenmiştir. Napolyon’un da amacı Fransızcayı tüm Avrupa’da resmi dil haline getirmekti. Sonraki yıllar kurulan hükümetler bu esasa bağlı kalmış, Fransa’daki diğer diller ya yasaklanmış ya da önemsizleştirilmiştir.

TC Ulus-Devleti kurulduğu zaman art arda Kürt İsyanları ortaya çıkmış, kendi ulus-devletlerini kurmak istemişler ancak başarısız olmuşlardır. Bu bir anlama kurulmuş TC Ulus-Devletini kabul etmek anlamına gelmiştir. Anayasa, eğitim ve öğretimde ırk esasına dayalı bir ayrımcılık yapmamış, Türkçe konuştuğu sürece her türlü görev herkese açık olmuştur. Laiklik prensibi ve kadın hakları korunmuş, Misak-i Milli esas alınmış, özellikle eğitimde eşitlik prensibiyle güçlü bir devlet yapısının ortaya çıkması umut edilmiştir. Köy Enstitüleri ve Bölge Yatılı okulları bu süreci hızlandırmak için uygulamaya konmuştur.

Ancak sadece eğitimde eşitlik ilkesi yeterli olmamış, laiklik ilkesi göz ardı edilmiş, Aleviler ayrımcılığa uğramıştır. Belki Cumhuriyet ilk kurulduğunda bir federasyon yapısı öngörülebilseydi birçok sorunlar engellenmiş olurdu ancak geriye gidip tarihi değiştirme şansımız olmadığı için Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini esas alarak siyaset yapma zorunluluğu doğmuştur.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti resmi dili Türkçe, bayrağı ve toprak bütünlüğüyle bir ulus-devlet olarak vardır. Ulus devletlerin kuruluş felsefesi kolay ortaya çıkmıyor. Türkiye Cumhuriyeti haklı veya haksız bu kuruluş felsefesini ayakta tutmak için bir bedel ödemiş ve ödemeye devam etmektedir. Bugün eğer bir değişim isteniyorsa önce TC’nin kuruluş felsefesinin temel ilkeleri kabul edilmeli, buradan hareketle iyi niyet çerçevesinde ve demokratik işbirliği temelinde ihtiyaç duyulan maddeler Anayasaya eklenmelidir. Örneğin Amerika’nın ilk Anayasasında kölelik varken sonraki yıllar yapılan değişiklikle kölelik kaldırılmıştır.

Türkiye’de kurulan Kürt partileri Türkiye Cumhuriyeti bayrağını veya ülkenin bütünlüğü ilkesini göz ardı etmektedirler. Bir Kürt olarak benim de kalbimde geleneksel Kürt bayrağının renkleri vardır ve isterimi ki Kürtler ve Zazalar, TC’nin bütünlüğünü bozmadan, ulus-devlet yapısını tehdit etmeden ilkokullardan itibaren ana dillerine kavuşabilsinler. 50-100 yıl sonrasının ne getireceğini kimse bilemez. Ayrıca TC sınırları içinde Bağımsız veya Federal bir Kürt cumhuriyeti kuracağız diyerek halkın duygularını maniple etmek, Türk-Kürt barışını ve güvenini tehlikeye atmak iç savaş çığırtkanlığı yapmakla eş anlamlıdır. Kürtler, ulus-devlet yapısını, kurucu babaların prensiplerini ve Anayasa’nın tanıdığı hakları kullanarak barış ve güven içinde gerekirse sivil itaatsizlik temelinde hedeflerine ulaşabileceklerdir.

Bugün Kürtler dört ayrı ülkede yaşamaktadırlar. Her Kürt içinde yaşadığı ulus-devletin kuruluş felsefesi ve Anayasa’sı temelinde haklarını barışçıl yollardan aramalı, içinde yaşadıkları halklarla yabancılaşma değil bütünleşme duygusu uyandırmalıdırlar. Büyük Kürdistan ütopya olarak kalplerde yaşayabilir ama geçek yaşamın barış ve huzur içinde devam etmesi için ulus-devlet yapıları çerçevesi içinde kalınarak çözümler aranmalıdır.

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir