23/02/2020

THOMAS PAINE VE ZİYA GÖKALP

Değerli okuyucular!

Tarih vefasızdır. Gerçek kahramanları bizlere çabuk unutturur. Yıllar geçtikçe bir zamanlar tarihin en önemli devrimlerine fikir babalığı yapmış kahramanların üzerini toprakla örter, her şeyi karanlığa gömer. Bu yazının amacı isimlerini başlıkta gördüğünüz iki büyük şahsiyeti okuyucularıma hatırlatmak ve onların mücadelesini bir anlamda onurlandırmaktır. Bunu tamamen evrensel ve vicdani bir saikle yaptığımı özellikle belirtmek isterim.

THOMAS PAINE

İsterseniz önce Thomas Paine (TomısPeyn) ile başlayalım. İnsanlık tarihinin en önemli üç devrimi hangisidir diye soracak olursam büyük ihtimalle okuyucularım şu üç isim hakkında benimle hemfikirolacaklardır: Amerikan Devrimi, Fransız Devrimi ve Rus Devrimi. Eğer biraz zorlarsak Türk Devrimini pekâlâ dördüncü sıraya koymamız mümkündür.

Devrimler, fikir babaları ve doktrinler olmadan gerçekleşemez. Amerikan ve Fransız Devrimlerinin fikir babaları kimlerdi, diye soracak olursam büyük ihtimalle derin düşüncelere dalacak, Fransız Devrimi için Robespierre ve Danton isimlerini, Amerikan Devrimi için de George Washington, Benjamin Franklin gibi isimleri telaffuz edeceksiniz. Halbuki gerçek çok farklıdır. Her iki devrimin de fikir babası aynı kişidir: Thomas Paine. Şimdi soruyorum aramızda kaç okuyucu gerçekten bu ismi daha önce duymuş ve oynadığı tarihi rolü biliyordu?

Kusura bakmayınız alçak gönüllü olmaya niyetim yok! Bu ismi olsa olsa Anatole France’ın romanlarında okumuş olabilirsiniz. Okullarda okutulan tarih kitaplarında bu isim yoktur. Gazete köşelerinde veya TV ekranlarında da bu isimden hiç bahsedilmez. Sizlere bu şekilde hücum ettiğim için sakın kırgınlık duymayınız çünkü ortalama Amerikan ve Fransız vatandaşı da bu ismin oynadığı tarihsel rolün farkında değillerdir. Dediğim gibi, tarih acımasızdır. Yayımladığı makaleler ve manifestolarla iki devrimin fikir babası olan Thomas Paine’in mezar yeri bugün bile belli değildir! Şimdi Thomas Paine’in hayatına kısaca bir göz atalım: Bazı kaynaklar Thomas Paine’i Amerikalı olarak tanıtır. İşin doğrusu şudur:

Thomas Paine 1737 yılında İngiltere’de dünyaya geldi. Yani bir İngiliz’di. Bayan korse yapımcısı babasına yardımcı olmak için 13 yaşında okuldan ayrıldı. Kısa bir askerlikten sonra baba mesleğine geri döndü. 1759 yılında evlendi ama çok geçmeden iflas etti. Eşi doğum sırasında çocuğuyla birlikte vefat edince Thomas Paine işsiz ve yalnız kaldı. Memurluk işlerine girdi ama işten atıldı. Tekrar işe alındı bu kez kendi isteğiyle ayrıldı ve öğretmen oldu. 1771 yılında yeniden evlendi. 34 yaşındaydı. Bu kez tütün sektöründe iş buldu. Hayatının ilk makalesini kaleme aldı. 12 sayfalık bu manifestodan 4000 adet bastırdı ve Londra’da dağıttı. Makalede tütün sektöründe çalışan işçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesini ve ücretlerin artırılmasını talep ediyordu.O yıllar ne Marx ne Engles vardı. Sosyalizmin hatta ütopik sosyalizmin esamesi bile okunmuyordu.

Bir bahaneyle işine son verildi, iflas etti. Borçlarını ödemek için evini sattı ve karısından ayrıldı. Londra’ya yerleşti. Tesadüfen matematikçi bir dostu Thomas Paine’i Londra’yı ziyarete gelmiş olan Amerikalı Benjamin Franklin’e tanıştırdı. Elbette o yıllar ABD diye bir devlet yoktu. Amerika, İngiltere’nin bir sömürgesiydi. Benjamin Franklin ona bir tavsiye mektubu verdi. Thomas Paine 41 yaşında Amerika’ya göç etti. O yıllar Amerika’nın en önemli şehri Philadephia (filadelfiya) idi.

Gemiyle yolculuk sırasında tifoya yakalandı. Ha öldü ha ölecek derken gemi Amerika’ya ulaştı. İyileşti. O yıllar Amerika’da birbirinden bağımsız 13 sömürge vardı. Bunlardan birisi de Pennsylvania idi. Bu sömürgenin vatandaşı oldu. 1775 yılında Pennsylvania Dergisinin editörü oldu. İşini severek yapıyordu. Thomas Paine Amerika’ya gelmeden önce sömürgelerde 16 dergi faaliyete geçmiş ama hepsi iflas etmişti. Ama Thomas Paine’nin dergisi doğrusu iyi iş yapıyordu. Bir arkadaşının önerisiyle derginin adını Amerikan Dergisi olarak değiştirdi amacı diğer sömürge bölgelerindeki haberleri de okuyucuya aktarmaktı. İlk kez bu dergi sayesinde 13 bağımsız İngiliz sömürgesi birbirleriyle tanışma fırsatı buldu. Bu bir anlamda ortak bir ruhun doğması anlamına geliyordu. Okuyucu sayısı arttı. Thomas Paine makalelerinde yavaş yavaş siyasi konuları gündeme getirmeye başladı. Ve nihayet bir gün o ünlü cümleyi yazdı: “Artık, her kalp ve elin, Amerikan bağımsızlığı için yola çıkmış olduğunu kabul edebiliriz.” Amerikan’ın İngiltere’den ayrılıp ayrı bir devlet olması düşüncesi ilk kez telaffuz ediliyordu. Bu bir devrimdi! Daha da ileri gitti: Dergide “Yeni bir ulus doğuyor!” diye başlık attı. Sömürgeler yavaş yavaş birbiriyle iletişime geçti. 8 Mart 1775 tarihinde en büyük adımını attı ve Amerika’daki Afrika Köleliği başlıklı makalesinde haykırdı: “Kölelik kaldırılmalıdır!”

Ve nihayet Amerikan Devriminin el kitabını 10 Ocak 1776 tarihinde yayımladı: Common Sense (Ortak Akıl). Bu manifestoda bağımsızlık düşüncesini daha da güçlendirdi. Manifestonun altına kendi ismini yazmadı ve sadece “Bir İngiliz” yazmakla yetindi. Ortak Akıl manifestosu fırtına gibi sömürgelerde elde ele dolaştı. Üç ay içinde 100 000 adet basıldı.

O yıllar 13 sömürge bölgesinde iki milyon insan yaşıyordu. Bu manifesto, Amerikan Devrimi sırasında basılmaya devam etti ve toplamda 500 000 adet basıldı. Bu inanılmaz bir rakamdı! Artık Amerika Devrimi başlamıştı. Ortak Akıl evlerde, sokaklarda, barlarda, tarlalarda okunuyor, elden ele dolaşıyordu. 13 Sömürge artık tek sömürge ve tek ruh olmuştu.

Thomas Paine derhal bir ordu kurulması gerektiği fikrini ileri sürdü. O yıllar sömürgelerde yaşayan aydınlar, yaşanan sıkıntılardan İngiltere Kralı yerine İngiliz Parlamentosunu sorumlu tutuyorlardı. Ama Thomas Paine doğrudan Kralı suçladı ve sorumlu tuttu. Bu tutum bağımsızlık düşüncesini daha da güçlendirdi. Thomas Paine’in en büyük yeteneği yazdıklarının sıradan insanlar tarafından anlaşılması ve yüreklerine işlemesiydi.

Amerikan Kongresi toplandı ve Bağımsızlık Bildirisi yayımlandı. Elbette Thomas Paine’in düşmanları az değildi. İngiliz Kraliyetine bağlı aydınlar Thomas Paine’i ortadan kaldırmak için fırsat kolluyorlardı. Kıskançlık da çok fazlaydı. Örneğin Amerika’nın kurucu babalarından biri kabul edilen John Adams, Ortak Akıl manifestosunu küçümsüyor, önemini azaltmaya çalışıyordu. Thomas Paine, herkesin oy hakkı olduğunu savunuyor ama bu düşünce birçok aydının hoşuna gitmiyordu. Kadınlar ve köleler oy mu kullanacak! Bu düşünce imkansız gibi geliyordu.

Thomas Paine bununla yetinmedi, dine hücum etti. Dini, insan aklını sınırlayan bir sistem olarak görüyordu. Düalist bir din anlayışı vardı. Düşmanları daha da çoğaldı.

1776 yılı sonlarına doğru Thomas Paine Amerikan Krizi isimli manifestoyu yayımladı. Amerikalıları, İngiliz ordusuna karşı birleşmeye davet etti. Amerika’nın ilk Cumhurbaşkanı olan George Washington o yıllar sömürgelerdeki İngiliz Ordusunda bir askerdi. Thomas Paine’in manifestosundan öylesine etkilenmişti ki dostlarına manifestoyu sesli okumayı bir alışkanlık haline getirmişti.

Sömürgeci orduyla, İngiliz ordusu arasında savaş başlamıştı. Yardıma ihtiyaç vardı. Thomas Paine, İngiltere’nin düşmanı olan Fransa’dan yardım almayı önerdi. Bu öneriye önce çok sert şekilde karşı çıkıldı. Thomas Paine Komiteden uzaklaştırıldı (1779). Ama çok geçmeden 1781 yılında Fransa’ya bir heyet gönderildi ve yardım istendi. Thomas Paine Bağımsızlık Savaşında Nathanael Greene isimli bir generalin yanında en önde savaştı, bir yandan da yapılan hataları ve bazı şahısların Fransa’dan rüşvet aldığını yazdı. Düşmanları tarafından Amerikan Devrimine ihanetle suçlandı. Hatta iki kez sokakta yürürken fiziksel saldırıya uğradı. Thomas Paine tekrar Komiteden ayrıldı. Sonradan haklı olduğu anlaşıldı, saygınlığını geri kazandı.

Thomas Paine boş durmuyordu. 1780 yılında Kamu Malı isimli manifestosunu kaleme aldı. Bu makalesinde ilginç bir konuyu gündeme getirdi. Okuyucularım bilmeli ki 13 sömürge bugün Amerika’nın Doğusu dediğimiz bölgede yer alıyordu. Thomas Paine, yeni manifestosunda bu sömürgelerin batısında bulunan ve Kaliforniya’ya kadar uzanan tüm toprakların İngiliz hükümetinin değil yeni kurulan devletin olacağını iddia etti. Tekrar düşmanları devreye girdi ama bu görüşü 1787 yılında yapılan toplantıda kabul edildi.

Devrim için para gerekiyordu. Thomas Paine, Albay John Laurens ile birlikte Fransa’ya gitti. 2,5 milyon gümüş sikke ile geri döndü. Bugün halen Amerika’nın en büyük bankası olan Bank of America’yı (Amerikan Bankası) kurdu. New Jersey şehrinde basit bir ev satın aldı. Bu hayatı boyunca sahip olduğu tek servetti.

Thomas Paine, Amerikan Devrimi başarıya ulaştıktan sonra 1787 yılında Londra’ya döndü amacı burada da bir devrim hareketi başlatmaktı. Ancak Fransız Devrimini daha olası gördü ve 1789 Fransız Devriminin hemen arkasından Paris’e gitti. Devrim gelişigüzel ve ani olmuştu. Düşünsel bir temeli yoktu. İngiliz Edmund Burke, Fransız Devrimini küçümseyen bir yazı kaleme alınca Thomas Paine ünlü İnsan Hakları manifestosuyla buna cevap verdi (1791). Artık Fransız Devriminin bir el kitabı vardı. Fransız onursal vatandaşlığını kazandı. Fransızca konuşamadığı halde Ulusal Konsey’e seçildi ve Anayasal Komitede görev aldı. Thomas Paine Kral 16’ncı Louis’in idam edilmesine karşıydı. Fransız toplumunun buna hazır olmadığını düşünüyordu. Bunu yerine Kral’ın Amerika’ya sürgüne gönderilmesini önerdi. Thomas Paine her şeyden önce “idam” düşüncesini insani bulmuyor bu vahşete karşı çıkıyordu. Ancak Marat, Thomas Paine’i korkaklıkla suçladı. Robespierre, Thomas Paine’i cezaevine kapattı (1793).

Thomas Paine cezaevinde boş durmadı. İnsan Hakları manifestosunun ikinci kısmını yazdı. Dostları Thomas Paine’in serbest bırakılması için yeni kurulan Amerika Birleşik Devletlerinde imza kampanyası başlattılar. Fransız Kongre’si bu kez Thomas Paine’in ABD vatandaşı olmadığını ileri sürerek yapılan öneriyi reddetti. Fransızlara göre o bir İngiliz’di. Thomas Paine itiraz etti ama kulaklar sağırdı. Düşmanları çoktu. İdam cezasına çarptırıldı ama son anda vazgeçildi. Aslında bu bir vazgeçme değil celladın hatasıydı. O sabah giyotine gönderileceklerin kapısına tebeşirle bir çarpı işareti konmuştu ama cellat bu işareti kazaen Thomas Paine’in kapısına yapmayı unutmuştu. İdamı ertesi güne kalmıştı ama o akşam Robespierre tutuklanınca Thomas Paine bir anlamda unutuldu. 1794 yılında serbest kaldı. Tekrar Fransız Kongresi üyesi oldu. Kabul edilen Anayasa’ya, evrensel oy hakkı maddesi konulmadığı için karşı geldi.

Thomas Paine, 1794 yılında yayımladığı, The Age of Reason (Akıl Çağı) adlı kitabında, Tevrat ile İncil’in eleştirisine girişti:“Tek bir Tanrı’ya inanıyorum… Yeryüzü yaşamı ötesindeki mutluluğa inanıyorum; insanlar arası eşitliğe ve sevgiye inanıyorum ve şuna da inanıyorum ki, dinsel görevler adil olmayı, hemcinslerimizi mutlu kılma çabalarını kapsar…”

Hemen arkasından “kutsal” diye bilinen kitapların Tanrı yapısı değil, insan yapısı şeyler olduğunu söyler ve bütün dinleri hedef alır.

Thomas Paine ilginç bir adamdı. Bir yandan da köprüler dizayn ediyor, patent haklarını alıyordu. Dumansız mumu icat eden de oydu. Buhar makineleri üzerinde çalışmalara başlamıştı.

1800 yılında Thomas Paine Napolyon ile tanıştı. Napolyon övünçle şöyle dedi: “Bay Paine, şunu bilmenizi isterim ki yastığımın altında sizin İnsan Hakları manifestosu kitabı var. Her gece yatmadan baştan sona tekrar tekrar okuyorum.” Napolyon’un Thomas Paine’e olan sevgisi o kadar fazlaydı ki dostlarına şöyle diyordu: “Thomas Paine’in manifestosu olmadan Fransız Devrimi kargaşası hep devam edecekti. Bana göre, dünyanın her şehrinde Thomas Paine’in altından bir heykeli dikilmelidir.”

Napolyon’un en büyük hedefi İngiltere’yi işgal etmekti ancak Manş Kanalını nasıl aşacağını bilemiyordu. Thomas Paine her birinin üzerinde top bulunan 1000 sandal inşa edilmesini önerdi. Napolyon önceliği Rusya’ya vermeyi tercih etti. Sonraki yıllar Napolyon kendisini diktatör olarak ilan edince Thomas Paine acımadan onu “dünyanın gelmiş geçmiş en büyük şarlatanı” olarak ilan etti. Thomas Paine 1802 yılına kadar Fransa’da kaldı. ABD Cumhurbaşkanı Jefferson’ın davetiyle tekrar ABD’ye döndü.

Thomas Paine ABD’nin ilk Cumhurbaşkanı George Washington’a kızgındı. Çünkü Fransa’da cezaevinde idam beklerken Washington elini bile kıpırdatmamıştı. Thomas Paine bu davranışı bir ihanet olarak algılamıştı. Sessiz kalmadı. Washington’u eleştirdi. Ona bir mektup gönderdi. Onu yeteneksiz ve beceriksiz bir devlet adamı ve komutan olmakla suçladı. Eğer Fransız yardımını sağlamasaydı George Washington’un Amerikan Devrimini başarmasının imkansız olduğunu vurguladı.

Thomas Paine artık yaşlanmıştı. Hastaydı. 8 Haziran 1809 tarihinde New York’da basit bir evde vefat etti. Amerikan ve Fransız Devrimlerinin fikir babası belki de her iki devrimin başarısında en önemli rolü oynayan Thomas Paine öldüğünde yalnızdı. Basit bir mezarlıkta üç-beş kişinin huzurunda defnedildi.

Mezarı New Rochelle’e nakledildi. Thomas Paine, ateist olduğu için, Quakers (Amerika’da önemli bir dini sektin adı) onun mezarının kendi topraklarında olmasını protesto ettiler. Mecbur kalıp tabutunu uzakta bir yerde bir ceviz ağacının dibine gelişigüzel gömdüler. Bir İngiliz dostu, tabutu çıkarıp İngiltere’ye götürdü. Kemiklerini bir torbaya koyup evinin bir köşesinde sakladı. Arkadaşı 15 yıl sonra ölünce Thomas Paine’in kemiklerine ne olduğunu kimse bilemedi. Bugün Thomas Paine’e ait bir mezar yeri yoktur.

ZİYA GÖKALP

Ziya Gökalp’ın özel hayatıyla ilgili yazmadan önce Osmanlı İmparatorluğunu ele almak istiyorum. 1839 Tanzimat Devrimine kadar Osmanlı İmparatorluğu çok dinli çok dilli kozmopolit bir imparatorluktu. 1789 Fransız Devriminin etkisiyle özellikle Balkanlardaki Hristiyan halklar ulus-devletlerini kurmak için harekete geçtiler. Hristiyan tebaa yavaş yavaş Osmanlı İmparatorluğunu terk ediyordu. Sultan Abdülhamit II, iktidara gelince Hristiyan tebaaya olan güveni kalmamıştı. Sadece Anadolu’da yaşayan Ermeniler vardı. Hamidiye Alaylarını kurarak onları da kontrol altına aldı.

İmparatorluk kabuk değiştirmiş, kozmopolit yapıdan İslam İmparatorluğuna dönüşmüştü. Araplar, Arnavutlar ve Kürtler güvenebileceği Müslüman ahaliydi. 1908 Devriminden sonra Müslüman ahalide de huzursuzluk başlamıştı. İttihat ve Terakki, 1913 yılında iktidarı ele geçirince, Müslüman tebaadan uzaklaştı, Türkçülük/Turancılık düşüncesini ön plana çıkardı çünkü Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla Müslüman ahali de ulus-devletlerini kurmak için harekete geçmişlerdi.

Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybedince Anadolu’yu işgaller başladı, ortalık karıştı. İşte bu koşullarda yazılarıyla ve makaleleriyle bir düşünür Türk Devrimini haber veriyor, tıpkı Thomas Paine gibi yazıları elden ele dolaşıyor, şiirleri herkesin ezberinde bulunuyordu. Türk Milliyetçiliğinin babası sayılan bu kişinin adı Ziya Gökalp idi.

Ziya Gökalp 23 Mart 1876 Çermik /Diyarbakır doğumluydu. Kürt (Zaza) kökenliydi. Birçok Türk Milliyetçisi yazar ve düşünür Ziya Gökalp’ın Türk kökenli olduğunu ispatlamak için birçok makale kaleme almış, hatta belgelerde tahrifat da yapmışlardır. İlginçtir, Thomas Paine de aynı acıyı yaşamış, İngiliz mi Amerikalı mı Fransız mı olduğu işine gelen yazara göre değişmiştir. Aslında bunun hiçbir önemi yoktur. Bildiğimiz tek bir gerçek var: Ziya Gökalp’ın Türk Devriminin düşünce babası olduğudur.

Cumhuriyet kurulduktan sonra özellikle Kürt İsyanlarından sonraki yazarlar, Ziya Gökalp Kürt kökenli olduğundan, Türk Devriminin düşünce babası olarak Mustafa Kemal’i ön planda tutarlar. Halbuki Mustafa Kemal’in yazılmış ne tek bir makalesi, ne manifestosu ne de şiiri vardır. Nutuk kitabı, Cumhuriyet Halk Fırkası umumi reisi olan Gazi Mustafa Kemal’in 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde, 1919’dan 1927’ye dek kendisinin ve silah arkadaşlarının faaliyetlerini özetlediği konuşmasının metnidir.

Ziya Gökalp, eğitimine doğduğu yer olan Diyarbakır’da başladı. 1886’da Mektebi Rüştiye-i Askeriye’ye (Askeri Ortaokul) girdi, özgürlük düşüncesiyle ilk defa okulda tanıştı. Askeri rüştiyenin son sınıfında iken babasını kaybetti. İslâm ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istedi ancak bu imkânı bulamayınca 1891’de Diyarbakır’da İdadi Mülkiye’nin (Sivil Lise) ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken okul çıkışında alışıla gelen “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırması nedeniyle soruşturmaya uğradı. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894’te okuldan ayrıldı.

Liseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey (Kürt kökenli, İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucusu ve fikir babasıdır) ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenlerle 18 yaşında intihar teşebbüsünde bulundu. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakır’da bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi.

1896’da İstanbul’a giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebi’ne kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katıldı. İnsanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo (Arnavut) ve İshak Sükûti (Kürt) ile görüştü. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.

Serbest bırakıldıktan sonra 1900’de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Yükseköğrenimini tamamlayamadı. Amcası kızıyla evlendi. Bir oğlu (Sedat), 3 kızı (Seniha, Hürriyet, Türkan) dünyaya geldi.

1908’e kadar Diyarbakır’da küçük memuriyetler yaptı. Eşinin mal varlığıyla rahat bir yaşam sürdürdü. Hürriyet çalışmalarını aksatmadı. O dönemde bölgenin güvenliği için kurulan ve başında Kürt asıllı İbrahim Paşa’nın bulunduğu Hamidiye Alayları hırsızlık ve soygun olaylarına karışınca halkı örgütledi. Üç gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal ederek buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çekmeye başladı.

Batılı devletlerin saraya yaptığı baskı neticesinde bölgeye bir araştırma heyeti gönderildi. Fakat bir süre için ortadan kaybolan İbrahim Paşa ve adamları daha sonra aynı kanunsuzluklara yeniden başlayınca Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğindeki halk bu sefer 11 gün süre ile telgrafhaneyi yeniden işgal ettiler. Bu direnişin sonunda İbrahim Paşa ve adamları bölgeden uzaklaştırıldılar.

1904- 1908 arasında Diyarbakır Gazetesi’nde şiir ve yazılarını yayımladı. İbrahim Paşa’nın halka yaptığı zulümleri “Şaki İbrahim Destanı” adlı yapıtında anlattı.

II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. “Peyman” gazetesini çıkardı. Ziya Gökalp, 1909’da Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Kongresi’ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye olarak seçildi. Selanik’te kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı.

İttihat ve Terakki Selanik Şubesi’ni gençlik işleri kolunun başına geçen Ziya Gökalp, çevresindeki gençlere toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Selanik’te yayımlanan bir felsefe dergisinde yazılar yazdı. Dünyadaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını tasarlayan Ziya Gökalp bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanı’nı 1911’de Genç Kalemler Dergisi’nde yayımladı.

“Vatan ne Türkiyedir Türklere ne Türkistan

Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Türklere Turan!”

1912’de Derneğin merkezi İstanbul’a taşınınca, Ziya Gökalp de İstanbul’a geldi, Cerrahpaşa semtine yerleşti. Mart ayında Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu.

1913 ve 1914 yıllarında kendisine önerilen Maârif Nazırlığı (Millî Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915’te İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe bölümünde İctimâiyyât müderrisi (Sosyoloji öğretim görevlisi) olarak atandı. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk sosyoloji profesörü oldu. Bir anlamda üniversitelerimize toplumbilim (sosyoloji), onun sayesinde girdi.

Düşüncelerini Türkçülük etrafında şekillendiren Ziya Gökalp, İstanbul’a gelir gelmez Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin yayın organı “Türk Yurdu” başta olmak üzere Halka Doğru, İslâm Mecmuası, Millî Tetebbûlar Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmua’da yazılar yazdı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kurulunda kaldı, derginin her sayısına bir şiir bir de yazı verdi. Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı dizisinde önemli konuları ele aldı. Sonraki yıllarda Yeni Mecmua’yı çıkardı.

Ziya Gökalp, bir yandan da eser vermeyi sürdürüyordu. 1914’te “Kızıl Elma”; 1918’de ise Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” adlı eseri ile “Yeni Hayat” isimli şiir kitabını yayımladı.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919’da üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı. Dört ay Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldı. Yargılama sonucu diğer İttihatçılarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, orada arkadaşlarına toplumbilim ve felsefe dersleri verdi.

Ziya Gökalp, 2 yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakır’a gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle Küçük Mecmua’yı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.

1923’te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na atandı, Ankara’ya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü esrini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara vermedi. Dünya klasiklerinin Türkçeye çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924’te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbul’da 25 Ekim 1924 günü hayatını kaybetti. Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesi’ne yakın bir yere defnedildi.

Ziya Gökalp “Türkçülük” düşüncesini sistemleştirdi. Milli edebiyatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı. Ziya Gökalp önce Turancılık sonrasında Oğuzculuk daha sonra ise Türkiye Türkçülüğü fikirlerinin destekçisi oldu. Atatürk’ün fikir babasıydı.

Şu kadarını söylemek isterim ki Ziya Gökalp, Türk Devriminin fikir ve düşünce babasıdır. O olmadan Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşma şansı çok azdı. İnsanları birleştiren ortak duygular ve düşüncelerdir. O yıllar bunu yapan tek bir kişi vardı: Ziya Gökalp.

Yahya Kemal’e göre Osmanlı İmparatorluğu içinde Türklüğü keşfeden adam Ziya Gökalp’ti. Ziya Gökalp ülkeyi Osmanlıcılığın ya da İslamcılığın değil, ülkü birliğinin kurtaracağını görmüştü. Ona göre çeşitli etnik köken, din ve mezhepten halkı birleştirecek şey ülküydü. “Türküm” diyen ve bu duyguyu taşıyan herkes Türk’tü.

Evet değerli okuyucular! Böylece Amerikan, Fransız ve Türk Devriminin gerçek düşünce babalarıyla tanışmış olduğumuzu düşünüyorum. Saygılarımla

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir