27/03/2020

IĞDIRLI BİR SAMARİTAN

Değerli okuyucularım!

Samaritan kelimesi günlük yaşantımızda yer alan bir kelime değildir. Hemen hemen hiç kullanılmaz. Yardımsever anlamına gelir. Tek farkla ki samaritan öyle bir yardımseverdir ki başkasının hayatını kurtarabilmek için kendi hayatını feda etmeye hazırdır.

Çocukluk yıllarımda böyle bir samaritan tanıdım: Selçuk Ayrım. Babası Merhum Ferit Amca aslen Pernavut (Gaziler) kökenliydi. Milli kahramanımız Şamil Ayrım’ın ailesindendi. Ferit Amca bir nedenle Iğdır’a gelmiş, bu şirin ilçeye yerleşmişti. Yıl 1971 olmalıydı. O yıllar Iğdır Ortaokulunda öğrenciydim. Sınıf arkadaşlarımdan birisi de Ferit Amcanın oğlu Selçuk idi.

1970’li yıllardan itibaren Iğdır’da şehir içi yolcu taşımacılık sektöründe bir değişim yaşanıyordu. O yıllarda faytonculuk tek rağbet gören yolcu taşıma aracıydı. Gençlerin bisiklet kiralama şansları da vardı.Nasıl olduysa bir gün fayton sahipleri, faytonlarını satıp, araba satın almaya ve taksicilik yapmaya başladılar. Bunlardan birisi de Merhum Ferit Amcaydı.

Babam sık sık Ferit Amcanın taksisiyle  “Çimen” olarak adlandırdığımız Karakuyu köyü yakınındaki çiftlik evimize gelirdi. Ferit Amca artık aileden birisi gibiydi. Annem her seferinde peynir ve tereyağını paket yapar, eve götürmesi için ısrar ederdi.

Yaz aylarında ben şehir merkezindeki pastanemizi geceyarısına kadar açık tutmakla sorumluydum. Selçuk da bir şekilde babasını ikna etmiş taksitle bir araba satın almış, taksicilik işine başlamıştı. Nerdeyse sabaha kadar yorulmadan çalışıyor, kazandığı parayla senetlerini ödüyordu. Altı ayda bankaya olan tüm borcunu ödemeyi başarmıştı. Bu bir rekordu!

Selçuk olağanüstü yetenekli bir şofördü. 15-16 yaşındaydı. O yıllar trafik polisi falan olmadığı gibi ehliyet kontrolü de yapılmazdı. Selçuk’la çok defalar yolculuk yapma şansım olmuştu. Ne zaman hızlanacağını ne zaman yavaşlayacağını çok iyi hesaplıyordu. Tehlikeleri önceden sezme yeteneğinehayrandım. Kaza yaptığına hiç şahit olmadım. Köylerin çamurlu ve tozlu yollarına gider gelirdi ama arabası pırıl pırıldı.

Bir gün bütün geceyi çalışarak geçiren Selçuk, sabaha doğru Karakuyulu bir köylünün ağlamaklı ses tonuyla başında uyukladığı direksiyondan kafasını kaldırır:

“Buyur kirve!”

“Karım hamile. Çocuğu karnında ölmüş. Erzurum’a götüremezsek ölecek!”

Sabahın o saatinde başka taksi yoktur. Üstelik Selçuk nerdeyse 24 saattir uyumamıştır. Köylüyü yanına alır, Karakuyu köyüne doğru yola çıkar. Hasta kadın arka koltuğa uzatılır. Artık en hızlı şekilde hastayı Erzurum’a yetiştirmek gerekmektedir. O yıllar Erzurum yolları şimdiki gibi asfalt değildi. Taş ve çukurla dolu geniş bir şose yol idi. Normal bir yolculuk en azından 10 saat sürmektedir.

Selçuk, Tuzluca’yı geçince gözüne ağır bir uyku iner. Yorgundur. Gözleri yarı uykulu bir zaman devam eder ama kaza riskinin yüksek olduğunu anlar. Arabayı Aras nehri kıyısına çeker:

“Kirve! Bana 10 dakika izin ver! Eğer 10 dakika içinde uyanamazsam bana çuvaldız batır, uyandır!”

Selçuk, bir hocasından duymuştur. Bazen temiz 10 dakikalık uyku 8 saatlik uykuya bedeldir! Selçuk battaniyesine sarılır, derin bir uykuya dalar. 10 dakika sonra Karakuylu köylü Selçuk’u sarsarak uyandırır. Selçuk panik halinde hemen olduğu yerden zıplar, elbiselerini üzerinden atar, Aras nehrine dalış yapar, soğuk su vücuduna güç ve zindelik verir. Hızla direksiyonun başına geçer. Taşıdığı hastanın ölümle boğuştuğunu bilmektedir. Kadının çığlıkları yere göğü inletmektedir. Selçuk zamanla yaraşır. Hızlı manevralar yapar, nerede hızlanacağını nerede yavaşlayacağını çok iyi hesaplayarak hastayı 6 saatte Erzurum’a yetiştirir. Bir bakıma imkânsızı başarmıştır.

Hasta sedyeyle ameliyat odasına alınırken Karakuyulu köylü ve Selçuk ameliyat odasının önündeki sıraya oturup sonucu meraklabeklerler. 2-3 saat sonra, elinin tersiyle alnındaki terleri silen bir doktor odadan çıkar: “Hastanın sahibi kim?” diye seslenir. Köylü korkuyla ayağa kalkar. “Ölüm” haberini alacağını düşünür. Doktor biraz da kızgın ses tonunda konuşur: “Eğer 2-3 saat daha geç kalsaydınız kadın ölecekti. Kurtuldu! Durumu iyidir. Üç gün hastanede yatacak. Kasaya gidip ödemenizi yapın!”. Köylü, eşinin hayatta kalmasına sevinir ama cebinde tek kuruş parası yoktur: “Doktor Bey, param yok!” der.Selçuk araya girer, olup biteni özetler: “Sayın doktorum üzerimde 260 TL var. Eğer bunu size verirsem Iğdır’a dönüş için benzin param olmayacak!” Doktor elini bu fedakâr şoförün omzuna koyar: “Merak etme! Masrafları hastane kasasından karşılayacağız. Ödeme yapmanıza gerek olmayacak. Iğdır’a dönebilirsin.”

Selçuk, ölmek üzere olan bir hastayı Karakuyu köyünden Erzurum’a zamanla yarışarak götürmüş hayatını kurtarmıştı. Ücret almamıştı ama vicdanı rahattı. Hayatta her şey para değildir, diye düşünür.

Aradan bir zaman geçer. Kadın iyileşir. Yayla dönüşünde köylü bir tulum peynir ve bir kuzuyu şehir merkezine getirir, Selçuk’a verir: “Gönlüm isterdi ki sana daha fazlasını vereyim ama ben yoksul bir köylüyüm.” Selçuk bu davranıştan etkilenir: “Benim için önemli olan eşinizin hayatının kurtulmasıdır. Paranın hiç önemi yoktur!”  Kendisine verilen peynir ve kuzuyu minnet duygusuyla kabul eder.

İşte bu samirtan yani Selçuk Ayrım şu an Bodrum’da yaşıyor ve Iğdır’ı hep özlemle yâd ediyor. Biz de ona ve ailesine sağlık ve esenlik diliyoruz.

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir