NOKTA NOKTAM’IN YANİ ÖLÜMSÜZ AŞKIN DİYARI: BARTIN

Gençliğimizin yani 1960 ın ilk yılları hepimizin dilinde şu şiirler vardı.

Marya (Bekir Sıtkı Erdoğan)

Agora Meyhanesi(Onur Şenli)

Saçların Alnına Düşecek (Ayhan Hünalp)

Dağ Rüzgarı ( Ümit Yaşar Oğuzcan)

Nokta Noktam (Rıza Polat Akkoyunlu)

         Daha öncede yazdım. Bunlardan Nokta Noktam şiirinin pek hüzünlü bir hikayesi vardır. Rıza Polat Edebiyat öğretmenidir. Bartın’da öğretmenliği sırasında bir kıza aşık olur. Hemde çılgınca. Rıza Polat evlidir. Kız ise öğrencisi.Tam anlamıyla bir yasak aşk yani.

         Bartın’ın ortasından bir ırmak geçer. Kıyısında yalılar vardır. Zenginlerin yani. Kızın ailesi bu yalılardan birinde oturmaktadır. Zaman zaman kayıkla bu ırmakta mehtap sefası yaparlar.

         Derken toplumun kabul etmediği, edemeyeceği bu memnu aşk (yasak aşk) yayılmaya başlar. Rıza Polat Tayinini ister ve Tarsus’a gider. Ama yüreğini, kalbini, sevgisini Bartın’da bırakır.

İsmi belli olmasın diye yazdığı şiirleri Nokta Noktam diye adlandırır.

         Bu aşkın geçtiği o egzotik ve büyülü ortamı koklama, gezme, teneffüs etme, ruhuma, içime, hücrelerime kadar çekme fırsatı doğunca, Bursa’dan Bartın’a doğru yola koyuldum.

         Zonguldak’ı geçene kadar yol boyu, kentler, ilçeler arasında adeta boşluk yoktu. Birinin banliyösünden çıkmadan diğerinin evleri, işyerleri başlıyordu.

         Zonguldak’tan sonra bakir sahalara girdik. Bir yanda dağ ve orman ,bir yanda Karadeniz’in koyu maviliği.

         Bartın. o büyülü, o aşkın alameti farikası olan şehir.

        Duyguların kristalize olduğu, elmas kadar saf ve değerli, gökyüzünün bulutları kadar yumuşak ve latif Bartın.

         Sevgi dolu, ılık temiz Bartın.

         Kendimi Nokta Noktam’ın o esrarlı, ama insanı esrüklendiren havasına gark edilmiş olarak buldum.

         Nemli, hafif iyot, tuz karışımı deniz havasını içime çekmeye fırsat bulamadan İl sağlık Müdürü Dr. Alpaslan Erol beni aldı. DSİ misafirhanesine gittik. Mini valizimi bıraktık. Yemeğe çıktık. Tabii deniz kentinde balık yenir. Biz de öyle yaptık.

         Tayini Iğdır İl Sağlık Müdürlüğü’nden Bartın’a çıkan hemşerimiz Dr.Alpaslan’ın bir ay kadar kısa bir süre içerisinde Bartın siyasetçileri, bürokrasisi özellikle de insanları esnafı ile olan diyalogu beni şaşırtmadı. Yılların tecrübesi ile kısa sürede kendisini Bartın’a kabul ettirdi.Bu açıdan duyduğum memnuniyeti ifade etmeden geçemeyeceğim.

         Devrisi gün sabah kahvaltısını Karslı bir hemşerimizin iş yerinde açıp, kenti dolaşmaya çıktık.

         Amasra müthiş turizm potansiyeli olan fevkalade güzel bir ilçe. Ama bizim gibi ova insanını yadırgatan, tepeleri, yokuşlu yolları var.

         Tanrı buralara lütfetmiş bahşetmiş. Orman, dağ, ırmak, göl deniz 72 kısım tekmili birden var yani.

           Ben illaki Nokta Noktama konu olan ırmağın kıyısına gitmek, o ortamı terennüm etmek istedim. Yalı yanındaki bankta oturdum.Havayı, o ölümsüz aşkın zerreciklerini ciğerlerime doldurdum. Her yan şiir, hasret ve aşk kokuyordu.

Kendi geçmişimdeki aşklarımı, sevgilerimi, ihanetleri, aldatılmışlıkları hatırladım. Ve fakat hiçbiri bu AŞK’IN VE NOKTA NOKTAM ŞİİRİ’nin eline su dökemez, yanından dahi geçemez.

         Bartın bu konuda şanslı mı? İki genci, sonsuz sevdayı ayıran bir cadı mı?

         Ayrılık olmasaydı bu karasevda olmayacaktı. NOKTA NOKTAM da yazılmayacak ve Bartın şiir dünyasında anıtlaşamayacaktı.

         Benim gibi aşk hayranları da buraya bu kente bu duygular ile gelmeyecekti.

         Selam olsun sana, sevdalar kentine, güzel insanlarına, güzel doğasına BARTIN.

         Şimdi aşkı pespayeleştiren, müptezellere ise bir şey demeye ne hacet.

         Sana, Rıza Polat doyasıya selamlar olsun.

         Yüce aşkın divanesine sevgiler, saygılar olsun.

YAZIMA KONU OLAN ŞİİRLER

Nokta Noktam.

Dün bir dosttan, uzun bir mektup aldım

Beni anlatmış sana ve sen ona

“Unuttum artık onu” demişsin

Hem bu sözü gülerek,

Medar-ı iftihar ile söylemişsin…

Unutamazsın Nokta Noktam

Unutamazsın!

Çünkü; unutmak için

önce unutulmak gerek..

Oyasa ki sen,

Hala bende esen,

Eski kavak yelisin….

..

Unutamazsın…

Kan değil, tüküremezsin,

Ruj değil, silemezsin

Dişi dudaklarına, dişimle yazdığım..

İki heceli erkek adımı….

Unutamazsın Nokta Noktam

Unutamazsın!

..

Seninle biz, halâ bir kabukta

İki badem içi gibiyiz..

Baharsın; kokacaksın..

Güneşsin; yakacaksın…..

Sabah yatağım kadar rüyâ dolu

Sabah yatağım kadar sıcaksın..

Unutamam..Unutamazsın!

..

Şimdilik bu kadar.

Öbür mektubuma daha diyeceklerim var

Darılma bana,

gücenme sakın

Ankara günlerinin bembeyaz ufkundan

Binlerce selam sana

Bahar başladı nokta noktam

Ankara’da bahar,

veriminde toprak ana

Aylar var ki sana tek satır yazamadım..

Oysa ki şimdi mevsim bahar

Ötüşlerde adın, kokuşlarda tadın var..

..

Artık yazmalıyım…

Takvime baktım bu sabah,

ayrılalı beş ay olmuş..

Düşün ki Nokta Noktam

Beş ay denilen nesne tam yüz elli gün eder..

Bunca uzun ayrılıksa;

İnsanı, herşeye küskün eder…

İnan bana…

Dargınlığım herkese

Ve tek hasretim sana.

..,

Düşünüyorum…

Aşıklar pazarına çıkan yolu düşünüyorum…

Bu yolun sağında yükselen

Her geçişinde penceresinden tebessümler gelen

Bahçesinde iri yedi veren,

kayısı gülleri açan evi düşünüyorum..

Bir türlü gelmiyor düşüncelerimin ardı

Ablan yanımda çorapsız gezerdi,

Baş örtüsüz annen benden kaçardı.

Düşünüyorum…

Bu mevsimde baban,

Her akşam bir yerine iki içerdi.

Miyoplaşınca gözleri “Şair, iç be oğlum

bahar dişidir doğurur” derdi….

..

Bahar başladı Nokta Noktam.

Ankara’da bahar,

Gönül ufkunda yağmur bulutları

Cennet olsa artik sevmiyorum

Sevmiyorum sensiz baharı…

..

Sen; ey yirmidört baharın en güzel süsü!

Sen; ey mutlu günlerimin mutlu türküsü!

Sen; ey ilk yaz akşamları kadar güzel çocuk!

Sen; ey altın gözlerinin hisli dünyası!

Ölümsüz bir yolculuk yaratan

Sen; ey çıplak bir hançer gibi!

Boylu boyunca gönlümde yatan

Sen; ey herşeyim olan herşey!

Son mektubunda söz verdin

Tut diyorsun..

unuttum

Unut diyorsun,

unutmak mı?

Güneş tekrar doğmayı unutabilir mi hiç?

Gönül ferman dinlemez sözü unutulabilir mi hiç? ..

..

Sen; ey mutlu günlerimin mutlu türküsü!

Sen; ey herşeyim olan herşey!

.

Bu gece Yılbaşı…

Başkent’de kar yağıyor Nokta Noktam

Başkentte kar

ve tütüyor gözlerimde

Küllenmiş bir mangal gibi hatıralar…..

Başkent’de kar yağıyor, başkent’de kar…

Bu gece yılbaşı.

Bilirsin ki Nokta Noktam

Yılbaşında hesaplanır

Çoğu zaman insanların yaşı.

..

Bu gece yılbaşı…

Tokmaklarında yirmi dört hece

Eğilip üstüme sessizce

Şehrin kule saati

Bilir misin Nokta Noktam?

Bilir misin, ne dedi?

“Şair, kutlu olsun, yaş otuz yedi.”

Ve bir el saçlarımdan tutarak

Kalbimi sana kadar sürükledi..

..

Bu gece yılbaşı, başkent ayakta

Çalınan Tuna dalgaları komşu plâkta.

Ne de kıvrak bu vals havası

Başladı yine gönlümün

On yıl evvel ki kanaması….

..

Ne günlerdi o günler cancağızım

Ne günlerdi….

Sen, on yedisinde sevgilerin sisinde

Başı duman duman bir kız.

Ben, yirmi üstünde

Gönlü gördüğü her güzelliğe nişanlı

Öylesiye bir şair, öylesiye bir delikanlı……

Ne çabuk geçti zaman.

Hey gidi Dünya hey…

Bu gece yılbaşı

Dışarıda kar yağıyor ve tütüyor gözlerimde

Küllenmiş bir mangal gibi eski hatıralar…

Köşede bir kırlent, kırlentde bir resim.

Bartın’da bahar.

Elimle yapmışım

“asma köprüsünden” Kocanaz deresi

Sağda, orta okul

Okulda, çocukların sesi.

“Çakır beylerin” elma bahcesi.

Derede kayık, dümende ben.

Küreklerde sen.

Hava berrak, hava ılık

Hava temiz

Ve sularda sarmaşan gölgemiz…

Bu gece yılbaşı, başkent ayakta

Çalınan Tuna dalgaları değil artık

komşu plâkta.

Gönlüm bu diyardan çok çok uzakta..

Dışarıda kar yağıyor.

Dışarıda kar

ve tütüyor gözlerimde

Küllenmiş bir mangal gibi

Eski hatıralar..

Rıza Polat AKKOYUNLU

AGORA MEYHANESİ

Sana bu satırları

Bir sonbahar gecesinin

Felç olmuş köşesinden yazıyorum.

Beş yüz mumluk ampullerin karanlığında

Saatlerdir, boşalan kadehlere

Şarkılarını dolduruyorum,

Tabağımdaki her zeytin tanesine

Simsiyah bakışlarını koyuyorum*

Ve, kaldırıp kadehimi

Bu rezilcesine yaşamların şerefine içiyorum:

Burası Agora Meyhanesi

Burda yaşar aşkların en madarası

Ve en şahanesi

Burda saçların her teline

Bir galon içilir

Sen, bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin

Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir.

Burası Agora Meyhanesi

Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası.

Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı

Boşalan ellerimde

Kahreden bir hafiflik.

Bu akşam

Umutlarımı meze yapıp içiyorsam

Elimde değil.

Bu da bir nevi namuslu serserilik.

Dışarıda hafiften bir yağmur var

Bu gece benim gecem

Kadehlerde alaim-i semaların raksettiği,

Gönlümde bütün dertlerin

Hora teptiği gece bu

Camlara vuran her damlada

Seni hatırlıyorum

Ve sana susuzluğumu…

Birazdan plaklarda şarkılar susar,

Kadehler boşalır,

Umutlar tükenir

Mezeler biter

Biraz sonra

Bir mavi ay doğar tepelerden

Bu sarhoş şehrin üstüne,

Birazdan bu yağmur da diner.

Sen bakma benim böyle delice efkarlandığıma,

Mendilimdeki o kızıl lekeye de boşver

Yarın gelir çamaşırcı kadın

Herşeyden habersiz onu da yıkar;

Sen mes’ut ol yeter ki

Ben olmasam ne çıkar.

Dedim ya:

Burası Agora Meyhanesi

Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere

Meydan okuduğu yer

Burası Agora Meyhanesi,

Burası kan tüküren

Mes’ut insanların dünyası…

Onur Şenli

Sustu another life gazinosu

Sustu şarkılar

Paletimde renk sustu fırçamda şekil

Ve bu gece ilk defa

şimal körfezinde

Sustu paramos’un mazgallarından

Şehre pancur pancur dökülen arya,

Artık ne tayfalar mevcut,

ne komondoslar,

No o kor tenli,

kızıl saçlı kanarya.

Bu medar ikliminin tenha gecesinde

Sardı bambu kamışlarını pişman bir sukut

Sardı bu sızı

Hani birdenbire bazen etrafımızı

Sapsarı bir şüphe sarar ya

İşte öylesine

berbat bir hal var

Hiçbir şey düşünmek istemiyorum,

hiçbir şey

Ama dördüncü tarassut kulesinde

Bir şüpheli sinyal var

Hayır, hayır yalan bütün bunlar

Artık ne kadere inanıyorum ne fala

Yalan söylüyor o falcı kadın

O hintli parya

Ben yalnız sana inanıyorum

Yalnız sana marya

Beni kahrediyor böyle geçen her gece

Bu hoyrat yıldızlar,

bu su,

bu okyanus, bu yer

Ve gökyüzünde emanet duran

Şu asma fener

İnan ki sevgili marya

Ne varsa hepsi yalan

hepsi keder

Ve hepsi omuzumuzun üstünde

çaresiz bir yük

Ve hepsi angarya

Biliyorum bu sabah güneşle beraber

biliyorum

Bir vapur demirleyecek

bu nankör limanda

Pol’ün ebedi matemine rağmen

Virjini olabilirdi bu vapurda

Ama sen yoksun biliyorum

sen yoksun

Baharda geleceğim diyordun hani

İşte mevsim bahar ya

Fırçam neden böyle titrer bilir misin

Ve neden resimlerde fon sapsarı

Anlıyorsun değil mi yavrum

Bütün kağıtlara sinmiş anlıyorsun

Bu tropikal zehir

Bu müzmin malarya,

Sensiz nasıl da boş iskele

Sensiz nasıl da tenha şehir

Müfreze nöbetçilerinin gözü önünde

Koydan yıldızları çalmışlar

bir bir,

Yine birkaç çımacı,

birkaç palikarya

Ama kim düşünür yıldızları

Yüzbaşı Arnold’u vurmuş yerliler

Matemler içinde

tekmil batarya.

Bu insanlar,

bu gök bu deniz, bu yer

Birer birer kaybolmaya mahküm,

birer birer

Biz ki çoktan bu sapsarı hasret içinde

susuz

Biz ki çoktan beri kaybolmuşuz

Nasıl, ağlıyor musun marya

Sil gözlerini

sil yavrum

Bizim yokluğumuzdan ne çıkar

Aşkımız var ya…

Bekir Sıtkı Erdoğan

SAÇLARIN ALNINA DÜŞECEK

Ve bir gün leylaklar kuruyacak

Sil gözlerini diyeceğim o zaman

Yeşil bir bahar sabahında

Asker yüklü bir trenin düdüğü ile bitecek her şey

Marı kanadından

Kahve falından haber bekleyeceksin

Saçların alnına düşecek

Bir duman gibi geçip gidecek en renkli bulutlar

Deniz en güzel maviliğini verecek avuçlarımıza

Şarkılı bir masaldır yaşamak

Şafak karanlığın zaman rüyaların düşmanıdır

Yolunu bilmediğim şehirlerden

Adını duymadığım zenginlerden birine gelin gitmişsin

Sevmez oldum geceleri

Geceler ki en hüzünlü türküler söylenirdi

Eyvallah deyip her şeye alıp başımı gitmeliyim

Ellerim cebimde dudaklarımda hep o ıslık

Düşen yıldızlardan başkasını sevmeyeceğim artık

Köşebaşlarında serhoş şarkıları söyleyeceğim bazan

Bunca diyar gezdim gözlerin için diye

Ve bir gün yorulup bıkacağım yaşamaktan

Yalnız hatıralarımız kalacak beni yaşatan

Işıklar dökülmeli avuçlarına

Karpit lambalarından

İskele fenerlerinden

Kaybolmuş bir İstanbul akşamında karşılaşmalıyız

Kar yağmasa da olur

Yıldızları dökülmüş göklerin

Kurşuna dizilmiş erler gibiyim

Öylesine delik deşik öylesine susmuş

Neslimden binlercesi köşebaşlarında kan kusmuş

Hepsinin dikili ağacı çoluk çocuğu olmalı

Yummazdım gözümü karanlıklarda

Anahtar saçardım dosta düşmana

Kuşlar hep uçar mı sandın

Aldırma boşver yalnızlığıma

Biz kadere tekme atıp çelme takmış insanız

Aç dolandığımıza bakma

Biz şair adamız

Fakat yağmurlar gönlümce yağmalıdır

Ve balkonda dağlara karşı beni beklemelisin

Sokaklar yıllarca boş kalsa da

Bir gün döneceğimi bilmelisin

Ayhan Hünalp

Dağ Rüzgarı

Kaderde senden ayrı düşmek de varmış

Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim…

Seni tanımadan

Hele seni böyle deli divane sevmeden

Yalnızlık güzeldir diyordum

Al başını, kaç bu şehirden

Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara

Rüzgarın iyot kokularını taşıdığı denizlere git

Git gidebildiğin yere git diyordum

Oysa ki, senden kaçılmazmış

Yokluğuna birgün bile dayanılmazmış.

Bilmiyordum…

Yine de dayanmağa çalışıyorum işte

Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen

Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye

Rüzgar güzel bir koku getirmişse

Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum

Yaşamak seninle bir başka zamanı

Bir başka zamanda seni yaşamak

Herşeyden önce sen

Elbette sen

Mutlaka sen

İster uzaklarda ol

İster yanıbaşımda dur

Sen ol yeter ki bu zaman içinde

Ben olmasam da olur

Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır

Bitmiyorsun

Çaresizliğim gün gibi aşikar

Su olup çeşmelerden akan güzelliğin

İnceliğin ışık ışık yüzüme vuran

Sen güneş kadar sıcak

Tabiat kadar gerçek

Sen bahçelerde çiçekler açtıran

Sudan, havadan, güneşten yüce varlık

Sen, o tek sevgi içimde

Sen görebildiğim tek aydınlık

Bir nefes de benim için al

Havasızlıktan öldürme beni

Bulutlara, yıldızlara benim için de bak

Susadım diyorsam

Bir yudum su içmelisin

Ben yorulduysam sen uyumalısın

Ellerim sevilmek istiyor

Saçlarım okşanmak istiyor

Dudaklarım öpülmek istiyor

Anlamalısın.

Ağaçların yeşili kalmadı

Gökyüzünün mavisi yok

Bu dağlar o dağlar değil

Rüzgarında kekik kokusu yok

Kim bu çaresiz adam

Bu kan çanağı gözler kimin

Kaç gecedir uykusu yok

Gündüzü yok

Gecesi yok

Yok

Yok

Anladım

Sensiz yaşanmaz bu dünyada

İmkanı yok.

Ümit Yaşar Oğuzcan

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir