İşte bir yıl daha geride kalacak, ey benim güzel insanım, sevgili okuyucularım!

Ne yapsak da boş durmuyor gezegenler, yıldızlar, galaksiler… Dönüyor dünyamız yorulmadan, devasa bir aslan yelesine benzeyen güneşin etrafında; işte böylece geçiyor günlerimiz.. Sessizce, farkında olmadan; kimi zaman hüzünlü, kimi zaman sevinçli…

Perdeyi aralıyorum; kar yağıyor, ince ince, biraz da utangaç… Kedim de merakla bakıyor beyaz taneciklere. Dalmışız birlikte, öylece… Hava kararıyor yavaşça; ne diyebilirim ki, lütfen umutlarınızı canlı tutunuz, biliyorum zor ama yine de ha gayret, hiç değilse hayal kurunuz!

Hepinize mutlu, neşeli, sağlıklı bir yıl diliyorum değerli okuyucularım!

 TOLSTOY

Ey yola çıkan koca Tolstoy! Söyle, bu yolculuk nereye? Sırtında çıkının, elinde kapkara bir yılan gibi tuttuğun asanla, lütfen söyle, nereye böyle? Objektife yakalanman, yüz hatlarında şaşkınlık belki de kızgınlık yaratmış gibi… Anlıyorum, yalnız olmak istiyorsun. Mutlu edecek seni, tek başına adımlamak, Astapovo kasabasının taşlı-topraklı patikasını…

Geride, sisler içinde bırakıyorsun Savaş ve Barış’ı, Anna Karenina’yı, Hacı Murat’ı, Kazaklar’ı ve daha nice eserleri… Doyurmadı ruhunu, özenle kaleme aldığın İman Nedir, İnciler, Kilise ve Devlet, İtiraflarım ve diğer kitapların... Sorgulayıp durdun kendini hep yeniden ve hep yeniden boğuldun içinde, binlerce yıldır insanlığın peşini bırakmayan manevi sorular denizinde.. Sordun, sordun, hep sordun… Niçin Tanrı, niçin ölüm, niçin yaşam, niçin ben? Ama cevap yok! Cevap yok işte Üstat!

Bekle ey Üstat! Öylece kal orada, dimdik ayakta, sırtında çıkınınla, elinde asanla, ne olursun kıpırdamadan bekle! Geliyorum, beni de bekle! Birkaç kitap kaldı yazılacak elimde… Biliyorum, sonrasında boşluğa savrulacak ruhum, kimliğim, benliğim… Yalnızlığa sığınmak isteyeceğim senin gibi. Soylu ruhun kabul etsin bu yolculukta beni de… Birlikte adımlayalım Astapovo’dan Sibirya’nın sonsuzluğuna uzanan patikayı, sessizce…

Merak etme, sohbet edip yormayacağım seni. Birkaç adım geriden takip edeceğim kutsal siluetini. Duymayacak yaşlı kulakların ne adım seslerimi ne ayaklarım altında ezilen kuru ağaç dallarını, ne de sağa sola savrulan çakıl taşlarını… Bileceksin ki yalnız yürüyorsun, sadece arkanda önemsiz bir gölge; bileceğim ki yalnız yürüyorum, gölgesinde, çınar ağacı duruşlu, koca bir Üstadın.

Yüce Üstat!

Dünya romanlarının incisi, Anna Karenina’yı zevkle okuyup baş ucu kitabı yapık, defalarca okuduk. Evlilikte yaşanan düş kırıklıklarını, sadakati, tutkuyu ve kıskançlıkları en iyi siz anlattınız. Anna Karenina’nın toplumdan nasıl dışlandığını, içe-dönük bir yaşamı nasıl kabullendiğini, nasıl ruhsal bunalıma yuvarlandığını, sonunda intihar etmeyi yeğlediğini sizin kaleminizden öğrendik.

Üstat! Pek yakında, nasıl desem, eli kulağında, bir yıl daha geride kalacak bu yaşlı dünyada, ama değişmedi ne kurallar ne de idealist hülya! Anna Karenina’lar şimdi, her tarafta… Aile denilen küçük yuva, kaldıramıyor artık sırtındaki yükü; her fert arıyor kendisi için özgürlüğü, içlerinde taşıdıkları coşkulu ama acı bir isyan türküsü…

DOSTOYEVSKİ

Sizi tanıyıp da unutmak mümkün mü ey Üstat! Bir polis aramasında, o ünlü köşe başındaki dairenizde, Gogol’a Mektup isimli bir yazı bulundu diye nasıl da sizi apar topar tutuklayıp koydular cezaevine. Ah! O uğursuz gün, yani 22 Aralık 1849! Yüzünüze karşı okunan kararda yoktu ne af ne de Sibirya’ya sürgün, istedikleri hemen ölümdü. Artık infaz zamanıdır! 20 diğer mahkumla, cezaevinden çıkarıp, biraz ötedeki Semyonov meydanına götürdüler sizleri, hani sürükler gibi… Hava, buz gibi soğuk… Zincir sesleriniz şakırdıyordu donmuş Neva nehrinin derinliklerinde, attığınız her adım, tüketiyordu yaşam ümitlerinizi, boğulmuştunuz anlamsız bir kedere…

İdam mangası işte orada,  hazır olda, sizleri beklemekte… Sıra sıra dizilmiş askerler, sabırsızlanıyorlar tüfekleri ateşlemeye… Siz zavallı mahkumları, üçer sıra halinde dizdiler çünkü yere çakılı üç kazık vardı; üçer üçer kurşuna dizilecektiniz, ruhunuz karardı.

Birinci sıradaki üç mahkumu çekip aldılar, kazıklara bağladılar. Üstat, işte o an hayatınızın son dakikalarını yaşadığınızı anlamıştınız. Komutan, kılıcını kaldırınca, askerler durdu nişana. Kılıç inmek üzereydi ki bir atlı dört nala girdi infaz meydanına; merhametli (!) Çar, sizleri bağışlamıştı, Tanrı aşkına…

Hatırlıyor musunuz Yüce Üstat, o gün yaşadıklarınızı kardeşinize şöyle yazmıştınız:

“Bugün 22 Aralık. Semyonov Alanı’na götürdüler bizi. Orada hepimize ölüm kararımız okundu, Haçı öptürdüler, başlarımızın üzerinde kılıçlar kırdılar ve en son süsümüz yapıldı (yani beyaz gömlek giydirildi). Sonra aramızdan üç kişiyi kurşuna dizmek üzere öne çıkardılar. Ben altıncıydım, üçer üçer çağırıyorlardı; bu duruma göre ikinci dizideydim ve birkaç dakikalık ömrüm kalmıştı. Seni anımsadım kardeşim, seni ve bütün aileni, son anda kafamda yalnız sen vardın, o zaman seni ne kadar çok sevdiğimi anladım, benim canım kardeşim. Yanımda duran Plasçev’i, Dourov’u kucaklayacak, onlarla helalleşecek zamanı buldum. En sonunda dur borusu çalındı, kazığa bağlanmış olanları geri getirdiler ve bize, Çar’ın cezamızı bağışladığı resmi yazı okundu.”

Saygıdeğer, yüce Dostoyevski!

Her biri, dünya edebiyatı tacını süsleyen, eşsiz birer mücevher olan, Ezilenler, Ölüler Evinden Anılar, Yer Altından Notlar, Suç ve Ceza, Kumarbaz, Budala, Ecinniler, Delikanlı, Karamazov Kardeşler isimli şaheserlerinizi özenle, dikkatle okuduk. Ancak, zihnimiz henüz aydınlanmış değil! Hemen hatırlatmak isterim ki, St. Petersburg’da tutuklu kaldığınız hücrenizi ziyaret etme şansı bulan bir hayranınızım.

Taşların soğukluğunu, zindanın karanlığını unutmadım.

Değerli Üstat!

Siz de unutmayınız ki, halen eğitimli insanlar hücrelere tıkılıyor, halen eğitimli insanlar hücrelerde tecrit ediliyor, halen eğitimli insanlar belki sizin gibi soğuk havada kurşuna dizilmek için dışarı çıkarılmıyorlar ama ölümün ve yalnızlığın soğukluğunu yüreklerinde acıyla taşıyorlar.

Yüce Dostoyevski! Budala isimli eserinizde, dürüst bir insan olarak yaşamanın zorluklarına değiniyor, toplumun ne kadar yozlaştığını ve iki yüzlü olduğunu gözler önüne seriyor ve diyorsunuz ki, “Böyle bir dünyada dürüst olmak budala olmaktır.” Üzülerek söylemek istiyorum ki, geçen zamanla çok şey değişmedi. 2022 yılına girerken hala Budala olmaya devam ediyoruz.

Değerli Üstat!

Delikanlı ve Karamazov Kardeşler isimli kitaplarınızda baba ve oğul arasındaki ilişkiye ışık tutuyor, iki kuşak arasındaki değerler çatışmasını özetliyor, babanın oğlu hiçe saydığını ve oğlun nefrete yenik düşüp babayı öldürdüğünü bize aktarıyorsunuz.

Üstat! Aaradan bunca zaman geçti, ama yaşam, durgun bir göl gibi, değişmeden devam ettiriyor her şeyi… Hâlâ babalar çocuklarını yok sayıyor, hâlâ babalarını öldürmeye hazır bekliyor nefret dolu çocukları… Hâlâ kardeş kıskançlığı kemiriyor yürekleri, hâlâ iftiralar dolaşıyor bir uçtan diğerine… Dersiniz ki insanoğlu, yaşıyor sadece, ölümcül darbeyi indirmek için bir kardeşe..

Yeraltından Notlar isimli kitabınızın ayrıdır kalbimdeki yeri; inanınız bana, orada yazılanlar unutturuyor her şeyi… İtiraf ediyor romanın kahramanı, “Ben, hasta bir adamım!”.

Türkiye’mde onlarca yıldır uygulanan acımasız işkenceler, haksız yargılamalar, parçalanan aileler, yaban ellerde mülteci yaşamlar, faili meçhul cinayetler, yasaklanan diller ve kimlikler… Üstat, itirafım sen de kalsın: Tanıklık ettiğim dertler, başkaldıran zihinler artıyor her geçen gün… Artık ben de bir hastayım orta yerde; çaresizim, yüreğim derin bir üzüntüde.

GORKİ

Ah Üstat! Şimdilerde sizi hatırlamak güzel bir duygu… Çünkü emek hırsızları iş başında; her yerde, her adımda karşımızda… Çalışmak, yok olmakla aynı anlama geliyor artık günümüzde. Kazanılan para, eliniz değmeden buharlaşıp yok oluyor havada.

Siz; anne- babanızın erken vefatıyla 11 yaşında öksüz kaldınız, ama insanlık şimdilerde, sahipsiz ve öksüz, hem de anne-babayla birlikte… Çaresiz, sessiz, öylece kalmış orta yerde…

Biliyoruz, anneannenizin masallarıyla büyüdünüz. Şanslıydınız. Şimdilerde ne masal anlatacak kimse kaldı ne de masal dinleyecek bir sabır… “Yarınım ne olacak,” diye kaygıya boğulmuş halde yaşıyor gençlik; “eve ekmek getirebilecek miyim,” korkusu kemiriyor içini ebeveynin… Ne masala ne hayale zaman kalmadı ey Üstat! Yoksa siz daha mı şanslıydınız?

Saygıdeğer Gorki!

Ne ilginçtir, çalışanların cefasını ve bir annenin vefasını anlatan ANA isimli kitabınızı, kapitalizmin göbeğinde yani Amerika’da kaleme aldınız. Rus işçilerinin yoksul yaşamını, zulüm eden kocayı ne de güzel betimlediniz.  Sonunda yalnız bıraktınız ana ile oğlu, hem de acımasız yaşamın orta yerinde… Oğul da ana da direndi haksızlığa. Biri ölüme gitti korkmadan diğeri sürgüne Sibirya’ya… Ancak kalmadı artık bu dünyada, ne öyle bir evlat ne de öyle bir ana… Korku sarmış ruhları, bağıramıyor insanlar ne gerçek yaşamda ne de rüyada…

Sessizlik… Sessizlik… Sadece uzaktan işitiliyor, belli belirsiz, postalların uygun adım sesleri…

Ne diyelim! Hoş geldin Yeni Yıl!

Anlıyorum, Ey Yeni Yıl, işin zor! Yeşertmen gerekiyor sönen ümitleri… Ama lütfen unutma, bize gerekli olan, koltuk değnekli de olsa, sadece kör-topal bir DEMOKRASİ.

 

Benzer Haberler

2 Yorum



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir