31/03/2020

SHAKESPEARE, AHMED-İ HANİ,  GOETHE

Değerli okuyucularım!

Koronavirüs dünyayı kasıp kavuruyor. Henüz önümüzü göremiyoruz. Sabırlı olmalı ve karantina koşullarına uymalıyız. Dedikodulara ve komplo teorilerine itibar etmeyiniz. Bu gibi durumlarda iki türlü panik oluşur: Birincisi, her şeyden ve her kesten şüphelenme. İkincisi, bir çözüm bulunamayacağına yönelik bir korkuya kapılma. Şuna kesinlikle inanmanızı istiyorum: İnsanlık er geç aşıyı bu yıl içinde bulacaktır. Buna inanın, en azından bir panik duygusunun üzerine bir çizgi çekin. Diğeri tamamen sizin iradenize ve kararlılığınıza bağlıdır. Hepinize ve ailenize sağlık ve sabır diliyorum.

GİRİŞ

Değerli okuyucularım!

Bugün sizleri geçmişin derinliklerine bir yolculuğa davet ediyorum. Biliyorum okuyucularımın bir kısmı edebiyat ve şiire ilgi göstermeyebilir ama yazdıklarım edebiyat ve şiirin çok ötesinde bir konuyla ilgili olacaktır. Tarihte bazı şahsiyetler vardır ki kendilerinden önce yaşananları ve ağızdan ağıza dolaşan hikâyeleri evrensel bir duyguyla kaleme almış, yazdıkları eserler yeni bir dönemin habercisi olmuş, insanoğluna ilham vermiş, içimizdeki umut ışığını canlı tutmuş ve insanlığın ruhunu ölümsüzleştirmişlerdir.

Unutmayalım ki insanın erişebileceği en yüksek aşama kendini tanımasıdır. Her üç şahsiyet de yazdıkları eserlerle insanlığa kendini tanıma ve kendisiyle yüzleşme şansı vermiştir. İnsanlığın yeryüzünde var oluşundan beri insanlar kendilerinin kusursuz olduğunu düşünmüşlerdir. Ama bu ÜÇ DEV ŞAHSİYET her insanın hem melek hem de şeytan olabileceğini edebi anlamda kaleme alan ve gündeme getiren isimlerdir. Sonraki yüzyıllar psikanaliz, psikoloji ve tüm bilimsel çalışmalar bu gerçekliği kanıtlamışlardır.

Gerek yaşadıkları dönem gerekse ele aldıkları konular bakımından, edebiçalışmaları ve dünyaya bakış açıları nerdeyse birbiriyle örtüşen bu ÜÇ DEV İSMİ ele alıp size tanıtmak istiyorum.

Yazıma devam etmeden önce bu üç şahsiyetin isimleri, milli aidiyetleri ve doğum-ölüm tarihleri hakkında bilgi vermek istiyorum:

Shakespeare (Şekspir):                       İngiliz   1564- 1616

Ahmed-i Hani (EhmedêXanî):   Kürt     1650 – 1707 (Vefat Bayezid)

Goethe (Göte):                                    Alman   1749- 1832

Dikkat ederseniz önce Shakespeare ortaya çıkıyor. 1616 yılında vefat ediyor. 34 yıl sonra Ahmed-i Hani dünyaya geliyor. Ahmed-i Hani 1707 yılında vefat ediyor. 42 yıl sonra Goethe dünyaya geliyor. Aralarındaki zincirleme devamlılığa özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Goethe, Shakespeare’i okuma şansı buldu ama Ahmed-i Hani Shakespeare’in varlığından habersizdi çünkü yaşadığı topraklar İngiltere’den çok uzaktaydı. Shakespeare’in Arapça çevrisi falan da yoktu. Bu da Ahmed-i Hani’nin ne kadar orijinal bir yazar olduğunu ve kimsenin etkisinde kalmadan çağdaşlarıyla aynı düzeyde bir düşünce ve felsefi bakış açısına sahip olduğunun kanıtıdır.

Bu üç şair ve filozofun en önemli özelliği, yaşadıkları dönemde (17nci ve 18nci yüzyılda) insanoğlu artık karanlık Ortaçağ’ı geride bırakmış, yeni bir çağa girmektedir. Yavaş yavaş feodalizmden sıyrılıp kapitalizme doğru bir dönüşüm yaşanmaktadır. Ulus-millet (ulusal milliyetçilik) kavramı bütün dünyada kök salmakta, özellikle dil ve kimlik milliyetçiği ön plana çıkmaktadır. İşte bu üç şahsiyet bu yeni dönemin habercileri olmuş, yazdıkları şiirler, manzum eserler, piyeslerle bu dönemin entelektüel öncüleri olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır.

BAYEZİD VİLAYETİ VE IĞDIR

Ağrı Dağı İsyanı isimli makalemi yazarken bir okuyucum rahatsız olmuştu: “Ağrı Dağı İsyanının Iğdır’la ne ilgisi var? Yazacaksan Iğdır’ı yaz!”

İlk anda bu önerme insana makul ve anlaşılabilir gelmekteydi. Okuyucuma şöyle cevap verdiğimi hatırlıyorum: “Zirve dahil olmak üzere Ağrı Dağı’nın %65’i Iğdır il sınırları içinde kalmaktadır. Burada yaşanan olaylar Iğdır tarihinin bir parçasıdır. Zaten Ağrı Dağı İsyanının Iğdır bölgesindeki etkilerini daha sonraki makalelerimde ele alacağım veİsyanın Iğdır için önemini ortaya koyacağım,”diye yazmıştım. Nitekim öyle de oldu.

Şimdi başka bir Iğdırlı okuyucum çıkıp şöyle ifade edebilir: “Bayezid (Doğu Beyazıt) ve Ahmed-i Hani’nin Iğdır’la ne ilgisi var? Bu yazıya niçin gerek vardı?”

Şöyle cevaplamak istiyorum: Iğdır ve Doğubayazıt son 100 yılda her geçen yıl artan miktarda iç içe girmekte, ruhları bütünleşmektedirler. Bu gerçekliği Iğdırlı hemşerilerimin daha iyi gözlemleme şansına sahiptirler. Iğdır ve Doğubayazıt’ı birbirine bağlayan tarihsel ve güncel olaylar şunlardır:

Birincisi;1917-1920 yılları arasında Iğdır’da İç Savaş tüm şiddetiyle yaşanırken, Merhum Hacı Ali Ekber Tufan’ın anılarında ifade ettiği gibi BıroHeski Telli komutasındaki Kürt Hamidiye süvari birliği 1919 yılının yaz ayında Ermeni kuşatmasını yararak Meleklide yaşayan 3000 ahaliyi Erhacı düzlüğüne getirmişti.

İkincisi; Iğdır’a karşı saldırının son hazırlıklarının yapıldığı Kasım 1920 tarihinde Bayezid vilayetinde konuşlu Hamidiye Alayları, Kazım Karabekir Paşa’nın ordusuyla eş zamanlı olarak Sürmeli topraklarına girmişlerdir.

Üçüncüsü; Iğdır Büyük Millet Meclisi sınırları içine katılınca Bayezid Sancağına bağlanmış, Bayezid Vali Yardımcı Numan Efendi (Dündarzade) de Iğdır’ın ilk geçici Kaymakamı olmuştur.

Dördüncüsü; bugün Iğdır’da “Şeyhler” olarak bilinen aileler 1920’li yıllardan itibaren Doğubayazıt’tan Iğdır’a gelip yerleşmişlerdir. Iğdır siyasetinin ve toplumsal yaşamanın ayrılmaz bir parçası olan Şeyhler’i anlamak bir anlamda Doğubayazıt’ı anlamak demektir.

Beşincisi; Iğdır tarihine damgasını vuran Merhum Hüsnü Bingöl’ün annesi Doğubayazıt’ın Karaşeyh köyündendir.

Altıncısı; Doğubayazıtlı lise mezunları Iğdır Üniversitesini tercih etmektedirler.

Yedincisi; Kürt aşiretleri uzun yıllar Doğubayazıt üzerinden Aladağ yaylalarına gitmişlerdir. Her iki taraftaki aşiretler arasında doğal bir kaynaşma olmuştur.

Sekizincisi; Doğubayazıtlılar Iğdır HavalimanınıAğrı Havalimanına tercih etmektedirler.

Dokuzuncu; Iğdır önce Beyazıt Sancağına (1920) daha sonra Ağrı’ya bağlandığı için 1955 yılına kadar Iğdır’a diğer illerden gelişler Kars-Doğubayazıt üzerinden yani Çille geçidinden yapılıyordu. Erzurum yolu sonra açıldı.

Onuncusu: Mecit Hun ve Cezmi Öztekin, Şarkın Dili (1953) isimli gazetenin ilk sayılarını Iğdır’da son sayılarını da Ağrı’da yayımlayarak iki şehir arasındaki bütünlüğü sağlamaya çalışmışlardır.

Bayezid Vilayetinin adı Ağrı Dağı İsyanı yıllarında(1927) Doğubayazıt olarak değiştirilmiş, Ağrı vilayet olmuş, bu kez Iğdır Ağrı’ya bağlanmıştır. Iğdır ve Tuzluca 1936 yılında Ağrı’dan ayrılıp Kars’a bağlı bir ilçe olmuştur. Gördüğünüz gibi Iğdır ve Doğubayazıt’ın tarihi son 100 yılda iç içe geçmiş, bir anlamda aynı sıkıntıları paylaşmışlardır. Bugünlerde gittikçe artan miktarda Doğubayazıt  kökenli işadamı Ağrı yerine Iğdır’da yatırım yapmakta, Iğdır’ın yerli halkıyla kaynaşmaktadırlar. Böyle bir süreçte özellikle Iğdırlı hemşerilerimin Ahmed-i Hani ismiyle tanışmalarını ve bu önemli Kürt şahsiyetinin bölge halkları arasında kültürel bir köprü olmasını diliyorum. Doğubayazıt ve Iğdır gerek Ağrı Dağının turizme açılması, gerek sınır ticareti yapan il ve ilçe olduklarındanileride ortaya çıkacak lojistik sorunların çözümünde el ele vermek zorundadırlar. Bir anlamda artık Doğubayazıt ile Iğdır’ın kaderi bütünleşmiş ve birlikte aynı hedefe doğru yönelmek zorunda kalmışlardır. Bu yakınlık o kadar derinleşmektedir ki Doğubayazıt, Ağrı’dan çok Iğdır’ın bir ilçesi konumundadır. Iğdır, 1920 yılında Bayezid vilayetine bağlanmıştı şimdi tersi bir durum yaşanabilir.

SHAKESPEARE (Şekspir)

Bu üç önemli şahsiyetten, önce İngiliz şair, oyun yazarı ve her sözü derin bir felsefi içerik taşıyan,bu anlamda filozof olarak ele alabileceğimizShakespeare ile başlayalım. İngilizce dilini bir anlamda Shakespeare kurmuş, ona mükemmel bir biçim vermiştir.

Shakespeare üretken bir yazardı. İngilizcenin en iyi ürünleri kabul edilen Hamlet, Kral Lear, Othello, ve Macbeth’iyazdı. Kendisinden önce yaşanan tarihi olaylara yeni bir içerik kazandırdı. O sadece basit bir şair veya oyun yazarı değildi. Her cümlesiyle İngiltere’nin ruhunda ulus-devlet düşüncesinin doğmasına neden oldu. Vefatından sonra uzun bir zaman unutuldu. 20nci yüzyılda değeri anlaşıldı. Hakkında binlerce araştırma ve inceleme yazısı yayımlandı. Trajedileri ile ün saldı. Burada okuyucum “Trajedi” nedir diye sorabilir: Trajedi, konusunu efsanelerden veya tarihsel olaylardan alan, acıklı sonuçlarla bağlanan bir tür edebiyat türüdür. Bugün Shakespeare İngiltere’nin ulusal şair unvanını kazanmıştır. Yazdıklarının evrensel ve felsefi içeriği o kadar derindir ki kitaplarının popülerliği büyük ölçüde devam etmektedir. İnsanlığın evrensel değerleri olan iyilik, kötülük, kıskançlık, intikam, fedakârlık, aşk, romantizm Shakespeare’in eserlerinde bir bütünlük kazanır. Kısacası Shakespeare, İngiliz milliyetçiliğinin ve ulus-devlet düşüncesinin bir anlamda ilk temsilcisi ve habercisidir. Değeri ölümsüzdür.

İlginçtir benzer durumu Ahmed-i Hani ve Goethe’de de göreceğiz. Bu üç önemli şahsiyetin mezarları kendisinden sonrakiler üzerinde mistik ve dini bir etki bırakmıştır.

Shakespeare’in mezarının üzerinde şöyle yazar:

Güzel arkadaş, Hz. İsa aşkına bir dur da sakın

Eşmeden örtüsünü üstümdeki toprağın

Bu taşları koruyan her kim olursa kutsansın

Kemiklerimi yerinden oynatana ise lanetler yağsın

Bu yüzden Shakespeare’in mezarına uzun yıllar asla dokunulmamış, Aziz yani Evliya muamelesi görmüştür. Uzun bir aradan sonra Shakespeare,  çok yönlü evrensel bakış açısına sahip bir üstat,  insanoğlunu iyi-kötü yönleriyle bir bütün olarak ele alanbir düşünür veayrıca İngiliz dilinin en iyi yazarı olduğu kabul görmüştür. Felsefeyi edebiyata aktaran ve edebiyatı siyasete uyarlayan ilk dahi olarak dünya yazın dünyasında saygın bir yer edinmiştir.

AHMED-İ HANİ (ÊhmedêXanî)

Ahmed-i Hani Kürt (Kurmanç) şair, yazar, astronom ve filozoftur. Hakkâri doğumludur. Bayezid vilayetine yerleşir. Kurmançça dilini öğretir. Bu anlamda tıpkı Shakespeare nasıl İngiliz dilinin babası olarak kabul görüyorsa Ahmed-i Hani de Kurmançça dilinin kurucusu ve babası olarak kabul edilir. Farsça ve Arapçayı çok iyi bilmektedir. 1692 yılında Mem û Zîn isimli eserini yazar. Bu sadece bir aşk hikayesi değil aynı zamanda Shakespeare’de olduğu gibi insanlığın evrensel değerleri olan iyilik, kötülük, kıskançlık, intikam, fedakârlık, aşk, romantizm gibi konuları ele alır ve Kürt ruhuna bir bütünlük kazandırır. Kürtler arasında ulus-devlet düşüncesinin ilk tohumlarını Ahmed-i Hani atar.

Ahmed-i Hani, Bayezid’e gelmeden önce Ahlat ve Bitlis medreselerinde öğrenim görür. Medrese (üniversite) eğitimine Botan ve Mezopotamya’da devam eder. Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerinde de uzun yıllar öğrencilik hayatı yaşar.  Suriye medreselerinde Antik Yunan felsefesini, Mezopotamya ve İran medreselerinde ise İslam felsefesi, astronomi, şiir ve sanat tekniğini öğrenir. Ahmed-i Hani daha sonra Mısır’a gider. Her yerde isim yapmış âlimleri araştırır, ilmi ve bilimi daha da ilerletmek için onların yanında diplomasını aldıktan sonra Beyazıt’a döner ve Muradiye medresesinde eğitim vermeye başlar.  Nasıl Shakespeare, geçmişte yaşanan ve halkın ağzında sözel efsaneye dönüşen konuları el atmış ve eserlerinde onları yeniden canlandırmışsa, Ahmed-i Hani de sözlü kültürün bir parçası olan Memê Alan destanından etkilenerek Mem û Zin isimli ünlü manzum eserini yazmıştır. Ahmed-i Hani sanıldığının aksine sadece dini eğitim almış bir molla değildir. Farabi, Platon, Aristoteles, Ali Hariri, Firdevsi ve Ömer Hayyam gibi büyük şahsiyetlerden doğrudan etkilenmiştir. Ahmed-i Hani, Kurmançça dilini yazıya kavuşturduğu için nasıl Shakespeare İngilizcenin babası kabul ediliyorsa , O da bu anlamda Kurmanççanın babası sayılır. Hatta çocuklar için NûbiharaBiçukan(Küçüklerin Baharı) isimli bir kitap bile yazmıştır. 

Ahmed-i Hani,siyasi özlem ve düşüncelerine eserlerinde açıkça yer vermiştir. Maalesef kendi döneminde, Kürt düşün hayatı oldukça geridir. Ahmed-i Hani ulus-devlet düşüncesinin temellerini atmış, ancak çağının çok ilerisindeki bu görüşler karşılık bulmamış, göz ardı edilmiştir. Astronomi ve Coğrafya üzerine ilk Kurmançça kitabı O yazdı.Felsefe üzerine ilk Kurmançça eseri O yazdı.Kendisinden sonra gelen bütün Kürt bilginlerine ilham kaynağı oldu.

Ahmed-i Hani, vefatından sonra tıpkı Shakespeare’de olduğu gibi Aziz yani Evliya muamelesi görmüştür. Gerçek kişiliği göz ardı edildi. Bugün halen yöre halkı Ahmed-i Hane’nin türbesini ziyaret edip dileklerinin yerine gelmesi için dua ederler. Sanılır ki Ahmed-i Hane Kur’an-ı Kerim’den başka kitap okumamış sıradan bir din hocası veya ermiş bir molladır. Elbette bunun gerçeklikle ilgisi yoktur.

Avrupa’daki sanayi devriminden ve kapitalist üretimden çok uzakta, Bayezid vilayetinde,  aşiretler ve feodal bir yapı içinde ömür süren Ahmed-i Hani’nin dehası ulus-devlet arayışını öngörmüş ve Ağrı Dağının zirvesinden tüm insanlığa yeni bir dönemin mesajını iletmiştir. Ahmed-i Hani’nin şansızlığı O’nun ruhunu ve insan analizini anlayacak kapasitede Kürt entelektüellerinin etrafında olmayışıdır. Ve ne yazı ki Ahmed-i Hani’nin bu yalnızlığı halen devam etmektedir.

Bazı siyasi partiler Ahmed-i Hani üzerinden rant yapmaya çalışmakta, O’nun ismini, şurada burada parklara, kütüphanelere hatta bazı iş adamları kendi zenginliklerini meşru göstermek amacıylaMeslek Okullarına vermekte ancak bütün bu manevralar siyasi ve ekonomik olduğundan, Ahmed-i Hani’nin felsefi düşüncesi ve edebi dehasının derinliğinden halk bilgi sahibi olamamaktadırlar.Önemli olan Ahmed-i Hani’yi kalplerde yaşatmak ve yazdıklarının hakkını vererek O’nu anlamaktır. Şu anda bu gerçeklikten çok uzaktayız. Ben şu ana kadar Ahmed-i Hani’nin manzum eserinden bir bölümü ezberden söyleyen bir Kürt entelektüeline rastlamadım ama medrese eğitimi görmüş din hocaları yazılanların tarihsel ve evrensel anlamını bilmeden şakır şakır Ahmed-i Hani’yi ezberden söylemektedirler.

Ahmed-i Hani, maalesef Sünni molla olarak tanıtıldığı için Zaza Alevi ve Kurmanç Aleviler Ahmed-i Hani’den uzak durmaktadırlar. Hâlbuki Ahmed-i Hani tıpkı Shakespeare ve Goethe gibi evrensel bir dehadır. Dinler ve ırklar üstü hümanist bir şahsiyettir.Ancak şu an Ahmed-i Hani,sadece Kurmanç Sünnilerin önem verdiği bir şahsiyet muamelesi görmektedir.Shakespeare ve Goethe gibi evrensel değerlere sahip olan Ahmed-i Hani’nin fikirlerinden herkes yararlanabilir ve bu mesajlar bölgede ortak bir kültür ve karşılıklı anlayış duygusu yaratmak için bir şans olabilir.

Uzun yıllar boyunca Ahmed-i Hani’nin eserleri medrese hocalarının insafına terk edildi. Kürt aydınları O’nun şahsiyeti ve eserleriyle ilgili tek bir kelime yazmadılar. Kendisi de bir din hocası olan Mehmet Emin Bozarslan eğer Ahmed-i Hani’yi 1968 yılında Latince karaktere ve Türkçeye çevirmeseydi bugün bile bu büyük şahsiyetten haberimiz olmayacak, O’nu sıradan Kürt şeyhlerinden veya mollalarından birisi olarak varsayacaktık. Ahmed-i Hani’nin türbesi halen dini ziyaret yeri olarak kabul edilmekte, insanlar dileklerde bulunulmakta sonra da yamaçta kuzu kesip kebap yemektedirler.

Sözlerimi daha yaşadığı yüzyılda ilme ve ulus-devlete olan inancını ifade eden şu şiiriyle tamamlamak istiyorum:  

Eğer birlik ve beraberlik içinde olsaydık

Birbirimize uyup ittifakımızı kursaydık 

Tamamıyla Romlar, Araplar ve Farslar

Hepsi de bizim için hizmetçi olacaktılar 

O zaman tamamlardık dini ve devleti

Elde edecektik hem ilmi hem hikmeti 

Sözler ayıklanır ve elenirdi

Kemal sahipleri belirlenirdi.

GOETHE (Göte)

Alman asıllı Goethe, edebiyatçı, şair, drama yazarı, siyasetçi, ressam ve doğabilimci olarak çok yönlü çalışmalar içinde bulundu. 1790 yılından itibaren, tıpkı Shakespeare ve Ahmed-i Hani gibi sözlü kültüre el atmış, halk dilinde sözel olarak var olan ve gerçekte Staufen isimli şehirde çok eskiden yaşamışFaustisimli doktorun sözel efsaneye dönüşen hikayesini kaleme almış, ona yeni bir ruh vermiştir. Tıpkı Shakespeare ve Ahmed-i Hani gibi vefatından sonra unutulmuş ama yıllar sonra değeri anlaşılıp Alman Edebiyatının ve dilinin babası ve kurucusu olarak genel kabul görmüştür. Tıpkı Ahmed-i Hani gibi bir süre politika ile ilgilenmiş ve Dük’ün özel danışmanlığını yapmıştır. Her ne kadar Fransız Devrimini onaylamamışsa da yazıları sonraki yıllar Almanların ulus-devlet olarak ortaya çıkmasına vesile olmuştur.Goethe, Arapça ve İran dili öğrenmeye başlamış, Kuran’ı hatmetmiş ve İranlı şair Hafiz’ı okuma fırsatı bulmuştur. Goethe vefat ettiğinde kısa bir süreliğine göz ardı edilmiştir. Sonraki yıllar, Hegel, Schopenhauer, Kierkegaard, Nietzsche,veJung gibi ünlü düşünürler veThomas Manne gibi edebiyatçılar Goethe’ye karşı yoğun sempati duyarlar. Goethe yeniden önem kazanır. Öyleki Almanya’da 1932 ile 1948 yılları arasında Goethe üzerine onlarca kitap yayımlanır, Alman dilinin üstadı olarak kabul edilir. Mezarı tıpkı Shakespeare ve Ahmed-i Hani’de olduğu gibi önceleri evliya türbesi muamelesi görür. Bu arada meraklıları için bir not düşmek isterim: Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük mucitlerinden biri kabul edilentTesla, Goethe’nin ünlü eseri Faust’u ezbere biliyordu. Kendi ifadesine göre ne zaman bu eseri ezberden söylediğinde buluşlar zihnine şelale gibi akıyormuş.

Alman burjuvazisinin Goethe’nin eserleriyle 20. Yüzyılın başlarında gitgide daha da somutlaşan bir ilişkisi ortaya çıkmıştır. Alman işçi hareketinde çok değerli bir özgürlük şairi olarak saygın bir yer kazanmıştır.

SONUÇ

Bugün Shakespeare ve Goethe’nin eserleri ve kişiliği dünyada ön planda iken, Ahmed-i Hani eserlerinde bunun tersi bir durum yaşanmaktadır. Eserleri göz ardı edilmekte veyadar bir bölgeye hapsedilmekte, evliya kabul edilerek türbesi dini bir ziyaretgâha dönüştürülmektedir.Artık buna bir son vermenin zamanı gelmiştir. Nasıl ki her İranlının evinde Hafız’ın bir eseri varsa, aynı değer Ahmed-i Hani’ye de verilmelidir.

Maalesef Ahmed-i Hani ismi genellikle Doğubayazıt ve civar bölgede bilinmekte (evliya olarak), henüz bir filozof ve edebiyatçı olarak ulusal veya uluslararası bir üne kavuşmuş değildir. Umarım yakın zamanda Kurmançça dilinin babası ve ulus-devlet düşüncesinin ilk savunucusu Ahmed-i Hani tarihte hak ettiği gerçek değerine kavuşur.

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

1 Yorum


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir