18/01/2020

SENİ GÖRMEYE İKİ GÖZ YETMEZ

Evrimin belli aşamasına gelmiş bütün canlılarda iki göz vardır. Balık, yılan, kuş, kedi… Tabii insan. Neden dersiniz acaba.

            Çünkü maddenin üç boyutu vardır. En, boy ve derinlik. Şayet tek gözlü olsaydı canlılar, maddeyi üç boyutuyla değil iki boyutlu olarak kavrayacaklardı. Bu ise evrimin temel yapısı olan doğal ayıklanma ve mutasyon ilkelerine ters düşmek olurdu. Gerçekten de bu iki kuralın özünde tek hedef vardır: Mükemmele varmak.

            Hiç düşündünüz mü ya madde iki boyutlu olsaydı. Yalnızca eni boyu yani. Bir kağıt ya da Tv görüntüsü gibi. Herhalde yürüyemezdik. Yere batar ya da yapışık kalırdık. Batar mıydık. Zira zeminde iki boyutlu olacaktı. Kitap yaprakları gibi üst üste yığılı kalırdık herhalde. Bir varlık üstümüze çizgi çekse ikiye bölünürdük. En tehlikeli silahta makas olurdu mutlaka. Tuhaf yabansı anlaşılmaz bir dünya olurdu ama böyle bir evrende tek göz de yeterli gelirdi.

            Fantezi ya da hayal bilim bir yana madde üç boyutlu ve ancak iki göz ve değişik açılardan gelen ışık sayesinde perspektif algılaması oluyor.

            Çağımızın en büyük bilgini sayılan Albert Einstein maddeye dördüncü boyutu ekledi: ZAMAN

            Her madde belli bir zaman dilimi içinde vardır. O sürede bilinir görülür. Sonra ise değişime uğrar nitelik değiştirir. Ben Akay AKTAŞ, bir cismim, bedenim, maddem var. Ama 73 yıl önce bu bedenim yoktu.Ve yirmi otuz yıl sonrada olmayacaktır.

            Bu açıdan maddenin beşinci boyutu olduğunu da savunanlardanım. Bu arada büyük sibernetikçi Toygar AKMAN’ı saygıyla anarım. Kendileri dünya bilimine beşinci boyut kavramını kabul ettirmişleredir.

            Beşinci boyut. Düşünce yani. Madde özünde harikulade bir yapıya sahip. Bu akıl sır ermez yapı ille de yaşama geçmek ister. Belli koşullar oluştuğunda hemen canlı hale gelir. Adeta doğum yapar. Bunu ona iten bir dürtü,bir program olsa gerek.

            Fakat bu eylem için bir enerjiye ihtiyaç vardır. Hayat zaten dışarıdan enerji sağlayabilmekle olasıdır. Buna, yani enerjiye altıncı boyut diyebiliriz. En azından ben diyorum.

            Pazar sabahının mahmurluğu içinde bu düşünceler nerden mi aklıma geliyor.

            Bütün canlıların gözü yoktur. Böceklerin duyargaları, yarasanın kanatları, yunus balıklarının tiz sesi, körlerin parmak uçları ve kulakları bizim gördüğümüzden daha iyi  görür. Bizim anladığımız manada olmasa bile.

            Esasen görme dediğimizi olay ışık spektrumundaki 3800-7500 angström arasındaki titreşimleri, ışık ışınlarını almaktır. Gözümüz bu titreşim dışında kalan, alfa, beta, gamma, röntgen, kızılötesi, morötesi ve kozmik dalgaları alamaz. Kedilerin köpeklerin skalası daha geniş olduğundan geceleyin bizim göremediklerimizi görür ya da duyarlar.

            İyi ki görme tayfımız sınırlı. Yoksa röntgen ışınlarıyla insanların içini, kemiklerini  organlarını görürdük. Liseli aşık sevdiği kızı enfraruj ışınlarıyla kıpkırmızı ve iskelet halinde görür v e dolayısıyla da aşkın bir anlamı kalmazdı.

            Dedim ya. Maddenin evrim süreci iyiye güzele doğrudur.

            İşte ben bu noktada iki gözüm olduğuna hayıflanıyorum. Keşke onlarca yüzlerce gözüm olsaydı.

            Ölmek üzere olan Goethe:

            -Işık daha fazla ışık, diye haykırmamış mıydı.

            Ya da Cahit Sıtkı TARANCI:

            Her mihnet kabulüm yeter ki

            Gün eksilmesin penceremden,  derken bu duyguları paylaşmamış mıdır.

            Bense usta DAĞLARCA’ya daha çok hak veriyorum:

            GÖRMEYECEĞİM GÜZELLİĞİNİ İŞTE

            İKİ GÖZ YETMEZ Kİ.

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir