Değerli Okuyucular,

“Aşiret” kelimesini okuyan bazı okuyucularımın zihninde şöylesine otomatik bir çağrışımın yankılandığını duyar gibi oluyorum:

“Feodal kalıntı, gerici, ilkel, cumhuriyet düşmanı (Türk fanatik milliyetçileri), Kürt devletinin kurulmasının önündeki en büyük engel (Kürt fanatik milliyetçileri), yok edilmesi ve dağıtılması gereken toplumsal bir yapı.”

İsterseniz aşiret gerçekliğini bütün açıklığıyla ele alıp irdeleyelim:

“Aşiret” kelimesinin etimolojisi Arapça “ عشيرة ” yani “aşira” kelimesinden gelmektedir. Akraba topluluğu anlamına gelir. Bu nedenle “aşiret” kelimesi yerine, boy, klan, oymak, kabile, oba gibi kelimeler de kullanmak mümkündür. Kürtler “êşîr” yani “aşiret” kelimesini içselleştirmişken Türkler “boy veya oymak”, Araplar “kabile” diğer halklar da farklı isimleri tercih etmişlerdir. Örneğin Japon Samurayları için “klan” ifadesi alışılagelen bir ifade olmuştur.

Dipnotlara boğulmuş bilimsel bir yazı kaleme almak yerine, bir Kürt olarak çocukluğumdan bugüne “aşiret” kelimesiyle ilgili yüreğimde ve zihnimdeki değişimleri olduğu gibi sizlere aktarmak istiyorum.

CELALİ (Celalî) ve GELOYLU (Gêloî) AŞİRETİ

Babam Mecit Hun, Geloylu Aşireti lideriydi. Bu görevi 1944 İlkbaharında babası Ahmed Şemo’nun vefatı sonrası toplanan Aşiret Konseyi’nin (rûspî) kararı üzerine 19 yaşında devralmış, 1998’de vefatına kadar aralıksız sürdürmüştür. Mecit Hun, 1950-55 yıllar arasında bir yandan siyasetle uğraşırken diğer yandan Iğdır’ın ilk en önemli gazetelerini yayın hayatına sokar. Babam, 1958 sonbaharından itibaren CHP Iğdır İlçe Başkanı olur.

Babam, emir veren, zulmeden bir lider değildi. Zaten Iğdır bölgesinde hiçbir aşiret lideri böyle bir yapıda olmamıştır. Hepsi de eğitimli, kültürlü, dünya ve memlekette olup bitenle ilgili, aşiretlerinin sorunlarını çözmek için uğraşıp duran idealist ve fedakâr insanlardı. Halkla aralarına mesafe koymaz, onlarla iç içe yaşarlardı. Evimiz, dağ köylerinden gelen akrabalarımızla dolup taşardı.

Yayla zamanı ya kendi aşiretimizin ya da başka aşiretlerin obasında (zoma) konaklardık. Aşiret mensupları birbirine saygılı ve anlayışlıydı. Hiçbir aşiret kendisini diğerinden üstün görmezdi. Aralarında geçmişe dayalı husumetler olsa da biz çocuklar bunu bilmez, anlamazdık. Hemen kaynaşır, ruhlarımız bir olurdu.

Geloylu Aşireti’nin üst kimliği “Celali Aşireti” olduğundan bu ismi de sahiplenir, gurur duyardık. Özellikle babaannem Fatma Hanım’ın aşiret mensuplarıyla samimi ve sevgi dolu bir üslupla konuşması beni derinden etkilerdi.

ÜNİVERSİTE YILLARIM

Üniversite yıllarıma kadar (1976) aşiretimle gurur duyuyor, onun bir parçası olduğum gerçeğini tartışmasız kabulleniyordum. Üniversite yıllarımda hem Kürt hem de Türk sol hareketinin içinde buldum kendimi… Türk solcuları, aşireti feodalizmin bir kalıntısı olarak görüyor, gerçekleşecek sosyalist bir devrimde bu ilkel (!) yapının yerle bir edilmesi gerektiğini seslendiriyorlardı.

O yıllar daha çok Özgürlük Yolu ve Rızgari gibi Kürt dergilerini okuyordum. Her ikisi de Türk solundan devraldıkları bu söylemleri daha ileriye götürüyor, her makale, “Kahrolsun Ağa, Bey, Şeyh, Medrese” sloganı ile bitiyordu. Böyle olunca zamanla kendi değerlerime yabancılaştım. Doğrusu önceleri arada kaldım: Bir yandan Iğdır’daki ağa, bey, şeyh, lider olarak tanımlanan şahsiyetlerin hümanist ve yardımsever karakterleri gözlerimin önüne geliyor bir yandan da bilimsel (!) sosyalizmin tartışmasız bir ilke olarak öne sürdüğü acımasız ve dogmatik ifadelerini dikkate alıyordum. Çok geçmeden ben de aşireti, “ilkel ve ortadan kaldırılması gereken önemsiz bir sosyal yapı,” olarak değerlendirmeye başladım.

Bu düşünce ve anlayış, Türkiye’den ayrılıncaya kadar (1984) beni terk etmedi.

FRANSA YILLARIM

Paris’te çalıştığım günlerdi. Fransız bir çevrenin içindeydim. Onlarla birlikte oluyor, aktivitelere davet ediliyordum. Çok geçmeden şu gerçeğin farkına vardım: Fransa’da aşiretçilik başka bir formda devam ediyordu.

Ben öyle zannediyordum ki Baron, Dük, Düşes, Marki, Kont vb gibi Fransa’nın feodal dönemine ait unvan ve ayrıcalıklar 1789 Fransız Devrimi’yle tamamen ortadan kaldırılmıştı. Ama hayır! Fransız toplumunda birçok aile, “soylu veya aristokrat” olarak değerlendiriliyor, saygı duyuluyordu. Şecereler elden ele dolaşıyor, “aristokrat” geçmişle övünç payı çıkarılıyordu. Fransa’nın ekonomisini, medyasını ve siyasetini bu seçkin aristokrat ailelerin şekillendirdiğini anlayınca doğrusu büyük bir “şok” yaşadığımı hatırlıyorum. Çağdaş ve uygar (!) Fransa’da feodalizmin kalıntıları kutsanıp onurlandırılırken ben kendi değerlerimi reddetmiş ve yabancılaşmıştım. Ne tezat!

ALMANYA YILLARIM

Ekonomi doktorası programıma Almanya’da Freiburg Üniversitesi’nde başladım. Freiburg, zengin Almanların emekli olduklarında ev satın alıp yerleştikleri, etrafı dağlar ve ormanlarla çevrili huzurlu bir şehirdir. Zengin Almanlar arasında dostlar edindim. Çok geçmeden tıpkı Fransa’da olduğu gibi Almanya’da da Herzog, Graf, Adel, Hochadel gibi feodalizm döneminden kalma unvanların insanlara prestij sağladığına tanıklık ettim. Biraz araştırınca soyadlarında “Von” eki taşıyanlar, bir anlamda, “Ben soylu bir Alman ailesindenim,” mesajını veriyorlardı. Almanya’daki ekonomi, medya ve siyasetin en önemli oyuncuları bu unvanı taşıyanların arasından çıkıyordu. Almanya’da da şecereler elden ele dolaşıyor, herkes buna göre kimin “soylu” olduğunu biliyordu.

JAPONYA YILLARIM

Paris yıllarımda Japoncaya olan ilgim arttı. Fransa-Japon Derneği’nin düzenlediği kurslara katılıyordum. Dönem birincisi olunca, 1987 yılı yaz ayında 2 aylık bir süre için beni Japonya’ya gönderdiler.

Tokyo’da emekli bir Japon doktorun evinde kalarak okula gidip geliyordum. Eşiyle beraber yalnız yaşıyordu. Akşamları yemekten sonra sohbetimiz olurdu. Ev sahibim, İkinci Dünya Savaşı yıllarında askerdi. O döneme ait hatıralarını konuşmak istemezdi ama bazen ısrarlarıma dayanamayıp ketum halinden vazgeçerdi.

Böylesi bir gündü. Emekli doktor, önüme bir papirüs tomarı koydu. Silindir şeklindeki tomarı yavaş yavaş açtı. Bu “Fujiwara” isimli bir Samurayı klanın şeceresiydi. Fujiwara klanı, 6-7’inci yüzyıllarda kurulmuştu. Japonya’da feodalizm 12-13’üncü yüzyıllarda başladığından belli ki Fujiwara klanı, feodalizmin kalıntısı değildi. Ev sahibim, elini gururla Fujiwara klanının şeceresinin üzerine yerleştirdi ve şöyle dedi: “Ben de Fujiwara klanı mensubuyum.”

Emekli doktor, bu kez Fujiwara klanına mensup önemli Japon şahsiyetlerini saymaya başladı. Japonya’daki ekonomi, medya ve siyasetin en önemli isimleri bu klandan geliyordu. Bir kez daha aşiretimi düşünüp, kendimi sorguladım.

Sonraki yıllar iş nedeniyle Japonya’ya sürekli uğradım. Her defasında Samurayı kültürünün toplumun ana değerlerini nasıl belirlediğine tanık oluyor, şaşkınlığımı gizleyemiyordum.

(Not: Bildiğiniz gibi eski Japonya Başbakanı Shinzo Abe, 8 Temmuz 2022 tarihinde talihsiz bir suikasta kurban gitti. Shinzo Abe de tanınmış bir Samurayı klanı (Abe klanı) mensubuydu. “Klan”ın adını da soyadı olarak almıştı. Ancak kimse bundan rahatsızlık duymuyordu.)

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ

Bu kez yolum ABD’ye düştü. 1991’de eğitim için gittiğim ABD’de daha sonra hem evlendim hem de çalışmaya başladım. Kendi kendime şöyle söylendiğimi hatırlıyorum: “ABD, kapitalizmin en uç noktası. Burada soylu aileler ve aşiret benzeri yapılar kesinlikle yoktur. Bireyciliğin kutsandığı bu ülkede herkes kendi başına bir aşirettir.”

Hayır, yanılmışım!

Her şeyden önce ABD’de 500 Kızılderili kabile ulusu vardı. Her birinin rezervasyonu (toprağı) yasal güvence altındaydı. Her Kızılderili kendi kabilesinin adıyla biliniyor, bununla da gurur duyuyor. Önceleri, “Bu durum sadece Kızılderililer içinde var,” diye düşündüm.

Bir gün, Berkeley Üniversitesindeki hocalarla restoranda sohbet ederken, içlerinden birisi “Benim ailem Mayflower’a uzanır,” diye bir ifade kullandı. Mayflower ismini daha önce duymamıştım.

Hikâye şöyle: Henüz ABD diye bir devlet ortada yokken, bu topraklar İngiliz sömürgesiydi. İngiltere’de hükûmetin ve kilisenin dini baskısına ve ayrımcılığına dayanamayan “Püriten” isimli mezhebe bağlı 102 kişilik bir topluluk, 1620 yılında İngiltere’den Mayflower isimli bir gemiyle bugünkü ABD’ye doğru yola çıkar, Kasım ayında bugünkü Boston şehrinin 65 km güneyindeki Plymouth isimli bölgeye yerleşir. Bilen bilir, bu bölgede kış ayları çok soğuk geçer. Kızılderililerin yardımıyla Püritenler kışı çıkarırlar. (Thanksgiving / Şükran Günü bu kış ayına atfendir.)

Sonraki yıllar Mayflower gemisiyle gelenler, bir şecere tutarlar. Aralarında tıpkı bir aşiret gibi bir bağ oluşur. Birbirlerine destek çıkarlar. Bugün ABD’de Mayflower şeceresine sahip olmak bir ayrıcalıktır. Bugün ABD’nin ekonomisi, siyaseti ve medyası büyük ölçüde bu grubun elindedir. (Mayflower neslinin nüfusunun 30 milyon olduğu tahmin ediliyor.)

Çok geçmeden ABD toplumunun diğer “aşiret” yapılarıyla tanışacaktım.

28 Şubat 1993 tarihinde Teksas’ın Waco şehrinin 14 km kuzeydoğusunda David Koresh’in liderliğini yaptığı Branch Davidian Seventh Day Adventist Church isimli tarikat ile Teksas Eyaleti güvenlik güçleri arasında çatışma çıkar, 21’i çocuk 76 tarikat mensubu öldürülürler. İlk o zaman, ABD’deki tarikatlar ilgimi çekti, bu konuda okumalarım oldu. ABD nüfusunun kabaca % 50’i Protestan, % 23’ü Katolik, % 2’ü Mormon’dur. Geri kalanı; Musevi, Müslüman, Budist vb dini inançlara bağlı insanlardan oluşur.

Katolikler, Roma’daki Papa’ya bağlıdırlar. Ancak Protestanlar için durum farklıdır. Protestanlar, tek merkezden yönetilmezler. ABD, “Parish (periş)” adı verilen bölgelere ayrılmıştır. Her Parish, bir Protestan papazın yetki alanındadır. Bu papaz, kimseye sormadan, kimseden emir almadan kendi kurallarını kendisi belirler. Böyle olunca ABD’de yüzlerce hatta binlerce tarikat veya “Parish” vardır. “Parish” kilisesi üyeleri arasındaki dayanışma tıpkı aşiret mensuplarında olduğu gibi katı ve yaygındır. Birbirlerine destek çıkar, kimlikleriyle övünç duyarlar.

Başka tarikat ve mezhepleri de saymak mümkün: Mormonlar, Yehova Şahitleri, Amish, Nation of İslam…

Keza özel üyeli örgütlerin de aşiret yapısından pek farkı yoktu: Lions Clubs, Özgür Masonlar, Büyük Masonlar…

Not: Mafya örgütlenmelerini şimdilik bir kenara bırakıyorum. Mafya örgütleri, aşiret içinde olgunlaşmış ve değer kazanmış kodları kullanarak ayakta durmaktadırlar.

SOSYALİST ÜLKELER

Sovyetler Birliği 1991 yılında yıkıldı. İlk kez ABD’li bir petrol şirketinin çalışanı olarak 1997 yılında eski Sovyet Cumhuriyetlerine gitme şansım oldu. Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Moğolistan vb ülkelerdeki aşiret yapılarının bozulmadan devam ettiğini görünce çok şaşırmıştım. Demek ki 70 yıllık sosyalizm de aşiretleri yok edememişti. Özellikle Kafkasya’daki Kürtler kendilerini aşiret kimliğiyle biliyor, sahip çıkıyorlardı.

Bütün bu gerçeklikleri zihnimde değerlendirince, Türkiye’de Kürt aşiretlerine karşı sistematik ve planlı bir saldırının olduğu belliydi.

Bütün bu tecrübeleri edindikten sonra Kürt Aşiretleri tarihine başka bir gözle bakmaya başladım. Araştırmalarım beni çok farklı bilgilere ulaştırdı. Bunları sırayla ele almak isterim:

  1. KÜRT TARİHİ, KÜRT AŞİRETLERİNİN TARİHİDİR

Kürt tarihi aşiretlerle başlamıştır. Med Devleti bir aşiret konfederasyonuydu. Keza Şeddadi, Eyyubi ve diğer devletler de aşiretlere dayanmış, aşiret konfederasyonu olarak ortaya çıkmıştır. Bugün Güney Kürdistan’da kurulmuş olan Özerk Bölge’nin ruhunu da aşiretler arasındaki denge ve birliktelik oluşturur.

  1. HER AŞİRETTE BİR DEVLET AKLI SAKLIDIR

Kürt tarihi bize defalara kanıtlamıştır ki önemsiz bir aşiret, koşullar uygun olduğunda komşu aşiretlerle konfederal bir yapı içine girer; eğer koşullar yine uygunsa, yani otorite boşluğu varsa, başka Kürt aşiret konfederasyonlarıyla bütünleşerek devletleşirler. Bu yüzden aydınların (!) küçümsediği her aşirette bir “devlet kurma aklı” gizli ve saklıdır.

  1. AŞİRET, FEODALİZMİN BİR KALINTISI DEĞİLDİR

Sosyologlar insanlık tarihini üretim tarzını esas alarak dönemlere ayırırlar. Her ne kadar tartışmaya açık olsa da genel kabul görmüş dönemler şöyledir: İlkel Komünal Toplum, Köleci Toplum, Feodal Toplum, Kapitalist Toplum ve Sosyalist Toplum.

Med İmparatorluğu, Köleci Toplum döneminde kurulmuştur. Bu dönemde Kürt aşiretlerinin olduğunu biliyoruz. Bugünkü Kürt aşiretlerinin kökleri Feodalizm öncesine uzanır. Bu yüzden, ağızlara pelesenk olmuş, “Aşiret, feodal kalıntıdır,” sözünün hiçbir değeri yoktur.

  1. AŞİRETİN GÜÇLÜ BİR MANEVİ DOKUSU VE İÇ KÜLTÜRÜ VARDIR

Öyle sanıldı ki eğer bir aşireti yok etmek istiyorsanız liderini öldürmek yeterli olacaktır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Kürt ağa, bey ve şeyhleri defalarca sürgün edildi. Zannedildi ki aşiret liderleri aşiretten uzaklaştırılınca aşiretler çözülecek, yok olacak… Öyle olmadığını görünce af çıkararak hatalarını düzeltmeye çalıştılar. Bunun yerine aşiretin manevi kültürünü yok etmek gerektiğini anladılar.

Her aşiretin kendine özgü bir iç kültürü vardır. Hepsinde ortak olan genel değerler şunlardır.

  • Büyüklere saygı
  • Misafirlik ruhu
  • Aşiret onuru
  • Aidiyet duygusu
  • Güven duygusu
  • Dayanışma duygusu
  • Doğa ve hayvan sevgisi (Aşiret üyesi şehirde yaşasa bile ruhunda pastoral bir değer taşır)
  • Sözel gelenek ve sosyalleşme yeteneği
  • Sağduyu sahibi birey (Aşiretlerin en güçlü yanı sağduyu sahibi nesil yetiştirmesidir. Gerçek aşiret değerlerine bağlı kalan gençler macera peşinde koşmazlar)

AŞİRET KÜLTÜRÜNÜN DEJENERASYONU (BOZULMASI)

ABD Hükûmetleri, Kızılderili kabilelerinin kimliğini din veya dil asimilasyonu ile yok etmekte zorlanınca başka bir yola başvururlar: Rezervasyonlarda yani Kızılderili kabilelerine ait topraklarda gazino ve kumarhane açılmasına göz yumarlar. Bugün ABD’deki Kızılderili kimliğinin en büyük düşmanı fuhuş, kumar ve alkoldür.

Benzer durum, Kürt aşiretleri için de söz konusu olmuştur. Kürt liderlerini öldürerek veya sürgüne göndererek çözüm bulamayan devlet, Kürt aşiretlerini önemsizleştirmek ve bir anlamda Kürt kimliğini yok etmek için iki farklı yol izlemiştir:

  1. KÜRT GENÇLİĞİNİ KENDİ MANEVİ DEĞERLERİNE YABANCILAŞTIRMAK

Kürt kimliğine en büyük tehlike ironik olarak Kürt aydınlarından ve eğitimli Kürt gençliğinden gelmiştir. 1960’lı yıllardan itibaren kaleme alınan yazılarda “Kahrolsun ağa, bey, şeyh, aşiret” denilerek Kürt gençliği kendi değerlerine yabancılaştırılmıştır. Devlet, sürgünlerle başaramadığını bir anlamda Türk Solu aracılığıyla yönlendirdiği Kürt gençliğinin eliyle başarmıştır. Bu plan hala uygulamadadır. Kürt dostu (!) gibi görünüp Kürt örgüt ve partilerine sızan Ertuğrul Kürkçü ve diğer sol görüşlü Türk aydınları aşiret nefretini planlı bir biçimde Kürt gençliğine aşılamaya halen devam etmektedirler.

  1. BASKILAR NEDENİYLE BELİNİ DOĞRULTAMAYAN AŞİRETİN İÇ DEĞİŞİM VE DİNAMİK GÜCÜNÜ KAYBETMESİ

Her şey gibi manevi değerler de zamanla değişime uğrar. Bu doğal bir süreçtir. Ancak Kürt aşiretleri 100 yıldır nefes alamadıkları için manevi değerlerinin değişim gücü yok oldu. Günün koşullarına uygun olmayan değerleri içlerinde taşıyarak, aşiretin içten çökmesine neden oldular. Nedir bu modası geçmiş değerler?

  • Kan parası
  • Başlık parası
  • Süt parası
  • Kız kaçırma
  • Zorla evlendirme
  • Küçük yaşta evlendirme
  • Berdel evlilik
  • Yakın akraba evliliği
  • Aile içi şiddet

AŞİRET VE AŞİRETÇİLİK

Belli çevreler bilerek isteyerek bu iki kavramı aynı anlama gelecek şekilde kullanmaktadırlar.

“Aşiret”, sosyal bir yapıdır. İlkel Komünal Toplumdan beri varlığını devam ettirmektedir. Her aşiret kendi içinde bir devlet aklı taşır, kutsaldır.

“Aşiretçilik”, aşiretin gücünü siyasal ve ekonomik rant elde etmek için kullanmaktır.

Maalesef bugün bazı aşiret dernekleri, siyasi partilerin ve tarikatların ya devamı niteliğinde ya da onların kontrolündedirler. Amaç aynı: Kürt aşiretlerini içten parçalamak, yozlaştırmak, yapılacak suiistimal ve dolandırıcılıklarla Kürt halkını aşiret derneklerinden ve aşiret kimliğinden uzaklaştırmaktır. Aşiret kimliğini kaybeden veya ona yabancılaşan Kürt halkı da zaten ölmüş demektir.

KÜRT MEDRESELERİ

Kürt gençliğini, Kürt değerlerine yabancılaştırmak için şer odaklarının el attığı konulardan birisi de Kürt medreseleridir. Medreseleri, “gerici” ve “çağdışı” olarak göstermek için çok uğraş verildi. Ancak bugün anlıyoruz ki Kürt tarihi, dili ve edebiyatının günümüze kadar ulaşmasında medreselere çok şey borçluyuz.

SON SÖZ

Özellikle Kürt aydınlarına ve Kürt gençliğine seslenmek istiyorum:

Kutsal aşirete “ihanet” ettiğimizi kabul edelim. “Gerici ve ilkel” olan aşiret yapısı değil, bizim zihnimiz ve dünyaya bakış açımızdır.

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir