KARA ÖLÜM

18/03/2020

Değerli okuyucular,

Nevruz/Newroz bayramına girdiğimiz bugünlerde kimsenin yüzü gülmüyor. Bu durum bütün dünya için de geçerlidir. Gizli bir korku herkesi içten içe kemirmekte, hep birlikte sonu belli olmayan bir geleceğe doğru yol almaktayız. Böyle bir günde içinizi daha da karartan bir yazı yazmak istemezdim. Ama gerçeklerle yüzleşmek zorundayız. Her türlü ihtimale hazırlıklı olmalı, yaş, ırk, din tanımayan koronavirüspandemisine (dünya çapında salgın)  karşı verilen yaşam mücadelesinde ortak bir dayanışma duygusu ve empati geliştirmeliyiz. Örneğin Amerikalılardan veya Ruslardan nefret eden birisi eğer oralarda daha çok insan pandemiden öldüğü için seviniyorsa aslında kendi yüreği ve insanlığı da ölmüştür demektir. Bugünler, tüm insanlığın dayanışma günüdür. Bırakalım çok sevdiğimiz Nevruz/Newroz bayramı da bu ruhu tüm insanlara taşısın. Bu arada bir hatırlatma yapmak isterim ki Nevruz/Newroz bayramı UNESCO tarafından insanlığın manevi ortak mirası olarak ilan edilmiştir. Bu kötü haberlere rağmen tüm insanlığın Nevruz/Newroz bayramını kutlar, dayanışma ve birlikte yaşam ülküsünün tüm insanlığın ruhunda hayat bulmasını temenni ederim.

Şu andaki verilere dayanarak, bir yıldan daha fazla bir zaman yüzleşeceğimiz kesin olan koronavirüspandemisi yüzünden hiç şüphesiz daha birçok insan ölecek ama sonuçta insanlık zaferle çıkacaktır. Ama önce sizleri geçmişe, bir zamanlar yaşanan daha vahim pandemilere götürmek, insanlığın yaşadığı en büyük trajik olaylardan birisi olan Kara Ölüm (Kara Veba) hakkında bilgilendirmek isterim. Şunu bilmenizi isterim ki her 300-400 yılda önlenemez bir pandemi insanlığın önüne çıkmakta, adeta insanlığı dünyadan silmek ister gibi dört bir yana hızla yayılmaktadır. Unutmayalım ki tarihte her salgında insanlar ölmüş ama sonuçta insanlık kazanmıştır. Burada “insanlık” kelimesiyle dayanışma ve tedavilerin hızla paylaşılmasını kastettiğimi bilmenizi istiyorum. Şu an dünyayı etkisine alan koronavirüse karşı en hızlı aşı geliştiren Alman şirketinin başkanı yaptığı açıklamada şöyle diyor: “Amacımız en kısa sürede aşıyı bulmak ve bütün insanlıkla paylaşmaktır.” Bu sözler bütün savaşlara ve farklılıklara rağmen  “insanlık” tarafımızın ölmediğini, insanlığın ortak ve gizli bir dayanışma ruhunu içinde taşıdığının kanıtıdır.

ORTAÇAĞ’DA YAŞANAN VEBA SALGINI

Kara Ölüm adıyla da bilinen bu veba salgını 1347-1351 yılları arasında yani dört yıl boyunca o zamanın bilinen dünyasını yani Avrupa ve Asya’yı (Amerika henüz keşfedilmemişti) kasıp kavurmuştur. Salgın ilk kez Çin ve Orta Asya’da başladı ve1347’de Kırım’da bir Ceneviz ticaret merkezini kuşatan Moğol ordusunun vebalı cesetleri mancınıkla kentin içine atmasıyla Avrupa’ya taşındı. Bu hastalığa YersiniaPestis isimli bir bakteri yol açmaktaydı. Salgında tüm dünyada 200 milyona yakın insan ölmüştür. O yıllarda dünya nüfusu 450 milyon civarındaydı. Yani hemen hemen insanlığın yarısı yok olmuştu. Veba, zengin yoksul dinlemiyor herkesi dize getiriyordu. Bazı İtalyan soylu ve aristokratlar, “Benim gibi yüce bir soyluya böyle bir hastalık etki etmez,” diye hava atmışlar ama çok geçmeden vebaya yakalanıp ölmüşlerdir. Tıpkı İran’ın Kum şehrinde bazı Ayetullahlar Allah’ın kendilerini koronavirüsten muaf tuttuklarını varsayarak hastalığa yakalananları tedbirsiz bir şekilde ziyaret etmişler ama çoğu koronavirüse yakalanarak ölmüştür veya halen ölüm döşeğindedirler.

Bildiğiniz gibi Ortaçağ’da Roma Katolik Kilisesi bütün Avrupa’ya hükmediyordu. Ünlü Haçlı Seferlerini de onlar planlıyor, halkı istedikleri gibi yönlendirebiliyorlardı. O yıllar dünya ticareti İtalyanların elindeydi. Otomobil, uçak, tren olmadığı için deniz taşımacılığı önemliydi.  Avrupa’nın en büyük limanları olan Cenova ve Venedik, İtalya’da bulunuyordu. Uzak doğudan taşınan mallar Cenova ve Venedikli tacirler aracılığıyla Avrupa içlerine taşınıyordu.

Yukarıda gördüğünüz resim Ortaçağ’da bir motif olarak her yerde görülebiliyordu. İnsanlar ölümü artık kanıksamış, ölümle dans ettiklerini resmetmek istemişlerdi.

Roma Katolik Kilisesi tıpkı İran’daki Ayetullahlar gibi kendilerinin dokunulmaz ve muaf olduklarını düşündüler. Ama Baş Kardinal ve birkaç başpiskopos salgından ölünce Kiliseyi panik aldı. Bir suçlu bulmaları gerekiyordu. Hızla suçluların listesi hazırlandı, sokaklarda duvarlara asıldı: Museviler, Müslümanlar, dilenciler, Çingeneler, cüzamlılar ve yabancılar görüldükleri yerde öldürülmeliydiler. Nitekim halk buna inandı. Hastalıkla mücadeleyi bir kenara bırakıp katliamlara başladılar. Listedeki herkesi öldürmüşlerdi ama veba hastalığı hala hükmünü sürdürüyordu.

Günahlarını affettirerek hastalığın ortadan kalkacağına bunun için kendilerini kamçı ve zincirlerle döven Haç Kardeşliği de denilen Kamçıcılar tarikatı ortaya çıkmıştı. Bunlar vebayı durduracak ve dünyanın zarar görmesini engelleyecek kutsal bir görevleri olduğuna inanıyorlardı.Yüzlerce kişiden oluşan bu gruplar sırtlarında kırmızı haç bulunan elbiseleriyle köy ve şehirleri ziyaret eder, halka moral vermeye çalışırlardı.Bütün bu detaylara ve olup bitenleri, Giovanni Boccaccio isimli yazarın 1353’de yazdığı Decameron isimli kitabına borçluyuz.

Veba hastalığında deri altı kanamaları yüzünden deri siyaha döndüğünden halk arasında bu pandemiye“Kara Ölüm” ismi verilmiştir. İtalyan yazarın anlattığına göre veba salgınında özellikle kasıklarda içi kan ve irin dolu şişmeler meydana gelmekteydi. Ölüleri gömmek için çok derin çukurlar kazılıyor, o gün ölenler çukura atılıyor, üzerleri hafif toprakla örtülüyor, bir gün sonra ölenler aynı çukura, bir evvelki gün ölenlerin üzerine atılıyordu. Bazı çukurlara 15 bin cesedin gömüldüğü olmuştu.Sonraki yıllar yapılan kazılarda mezarların 20-30 katmanlı oldukları görülmüştür. Cesetler yüzünden gökyüzü akbaba sürüleriyle doluydu. Bazen cesetler kayıklara doldurularak denizde yakılırdı. Vebanın uğradığı şehirler ölü birer kent hâline gelirlerdi. Hiçbir iş, hiçbir dini ayin yapılamıyor, sokaklar çürümüş ve hayvanlar tarafından parçalanmış cesetlerle dolardı.

YersiniaPestis isimli bir bakteri farelerde yaşamaktadır. Farelere bir zararları yoktur. Bizim de vücudumuzda şu an binlerce çeşit bakteri var ama iyi huyludurlar. Ancak YersiniaPestis insanlar için ölümcül bir bakteriydi. Ne zaman ki farelerin kanından beslenen pireler havaların soğumasıyla farelerin ölmesi yüzünden insanlara sığınınca, bu bakteri de insana taşınmıştır. Bildiğiniz gibi bir atasözü vardır: “Gemiyi önce fareler terk eder”. O yıllarda tek taşıma aracı olan gemiler farelerle doluydu. Gemiler bu fareleri Avrupa’ya taşıdılar. Liman şehirlerinden başlayan veba salgını yavaş yavaş kuzeye doğru yol aldı. Her gittiği yerde ölüm ve acı bırakıyordu. Pirenin insanı ısırmasıyla ölüm olayının gerçekleşmesi arasında 20 gün gibi kısa bir zaman vardı.

Veba salgınına aldırmayan hacı adayları, “Allah bizi koruyacaktır,” düşüncesiyle Mekke’ye doğru yola çıkmışlar, 1349 yılında şehirde çıkan veba salgınıyla neredeyse hacıların tamamı ölmüş, kaçabilenler Bağdat şehrine sığınmışlardır. Bu kez o yıllarda dünyanın en görkemli şehri olan Bağdat sokakları cesetlerle dolmaya başlamıştır. Bunun üzerine Halife, bir fetva verir: “Vebadan ölenler şehittirler, Cennete gideceklerdir.” Böyle olunca bu kez vebaya yakalanmak için insanlar yarışa girmişlerdir. Akıllı bazı ulemalar bu fetvaya karşı gelerek halkın Bağdat’ı terk etmesini sağlamış, neslin devamını sağlamışlardır.

Daha önce söylediğim gibi veba hastalığında boyunda, koltukaltında, kasıkta şişkinlikler meydana geliyor, deri siyaha dönüyordu. O yıllar tıp ilmine gönül bağlamış uzmanlar, bir şekilde bu şişkinlikleri patlatıyor, hastaları yavaş yavaş da olsa tedavi edecek bir yöntemi geliştirmişlerdi. Ancak vebalılara yaklaşamaya kimse cesaret edemediğinden ve uzmanların sayısı da az olduğundan etkin bir tedavi yöntemi geliştirmek mümkün olmamıştır. Vebanın diğer belirtisi de ateş ve kan kusmaktı.

Fransız Kralı da veba salgınından gezegenleri sorumlu tutar. Güya üç gezegen aynı doğru üzerinde üst üste geldikleri için dünyada böyle bir felaket oluşmuştu. Gezegenler birbirinden uzaklaştıkça veba salgının da yok olacağına inanıyordu ama bu fırsatı görmeden kendisi de vebaya yakalandı ve öldü.

Vebanın nedeni bir bakteriydi. Eğer o yıllar insanoğlu antibiyotikleri keşfetmiş olsaydı çok kolay şekilde vebayı tedavi edebilecekti. Ama unutmayalım ki koranavirüs hastalığına bakteri değil virüs neden olmaktadır. Antibiyotiklerin hiçbir etkisi yoktur.

Veba ortaya çıktığında zenginler kır evlerine kaçarken, fakirler ise hastalıkla iç içe kaderlerini yaşıyorlardı. Zenginler, şehre dönmeden önce evleri tütsülerle dezenfenkte ediliyor, sülfürle ilaçlanıyor, ardından da işi garantiye almak için eve fakir biri yerleştiriliyordu. Eğer o ölürse eve dönme erteleniyordu. Bu yüzden vebaya “dilencilerin hastalığı, fakirlerin vebası” deniliyordu.

Zaman geçtikçe en doğru çözümün karantina olduğuna karar verdiler. 14. yüzyıldan itibaren gemilere ve hastalığın görüldüğü yerlere karantina uygulandı. Karantina kelimesinin kökeni İtalyanca “qarantaqiorni” kelimesinden türetilmiştir. 40 gün anlamına gelir.Gemiler özel limanlarda tecrit ediliyor, yolcular limanda 40 gün alıkonuyordu.Veba görülen şehirlerde Çan kulelerine siyah bayrak asılarak, oraya gelecek olan yolcular uyarılırdı.Vebalılar yerleşim yerlerinden sürülür, hatta öldürülürlerdi. Karnavallar, fuarlar, kilise ayinleri gibi insanların toplu olarak bir araya geldiği toplantılar yasaklanmıştı. Karantina ve bu tedbirler sayesinde vebanın kontrol altına alınması mümkün oldu.

Bu yüzden değerli okuyucularımdan KARANTİNA kurallarına uymalarını bu zor günleri hep birlikte dayanışma ruhu içinde geride bırakmak dileğiyle sağlık ve esenlikler diliyorum.

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir