09/08/2020

IĞDIR TARİHİ 1945-1965  YEDİNCİ BÖLÜM  MECİT HUN (1)

Mecit Hun

Değerli Okuyucular!

Bir yazar tarafsız olmalıdır. Yoksa da yazdıklarının ne tarih önünde ne de kamuoyu vicdanında hiç bir değeri olmaz. Mecit Hun, benim babamdır. Gönül isterdi ki O’nun hakkında bir makale yazmak bana kalmamalıydı. Çok daha önce usta kalemler O’nun hakkını teslim etmeli, O’nun bu dünyadaki mücadelesini onurlandırmalıydılar. Bunun olmadığını biliyorum.

Mecit Hun İlkokul

Mecit Hun ortaokul Mezuniyet

Tarih her zaman “doğru ve düz bir mantıkla” işlemez. İhanet eder, unutturur. Ancak unutmayalım ki tarihin sihirli bir yanı da vardır. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, bilinmeyen bir el bir gün gelir toprağı eşeler, çürümüş kemikleri gün yüzüne çıkarır, onlara yeni bir ruh verir,yeniden canlandırır. Bunu ZİRYAB (Ben Kevan mahlasıyla yazdığım kitap) isimli şahsiyet için yaptım. 600 yıldan fazla bir zamandır unutulmuş veya unutturulmuş Kürt tarihinin en önemli şahsiyetlerinden birisini belki de en önemlisini geniş araştırmalarım sayesinde ENDÜLÜS GÜNEŞİ isimli kitabımda yeniden yarattım.

Bugün buna benzer bir görevin üzerimde olduğunu biliyorum. Amacım yıllardır bilerek unutturulmaya çalışılan Mecit Hun’u hem zihninizde yeniden canlandırmak hem de O’nun 1945-65 yılları arasında Iğdır, bölge ve Türkiye siyasetine katkısını ele almak olacaktır. Eğer yazdıklarım zihninizde bir abartı hissi ve duygusu uyandırıyorsa bundan şahsımı sorumlu tutmanızın haksızlık olacağını düşünüyorum. Mecit Hun’u gerçek anlamda tanımadan O’nu yargılamak hakkına sahip olamayacağımızı bilmenizi istiyorum.Mahalle, zümre, aşiret, basit siyasi dedikoduları bir kenara bırakıp 20’inci yüzyıl Kürt tarihinin en önemli şahsiyetlerinden birini hakkıyla tanımanın artık zamanı gelmiştir.

Mecit Hun Lise Mezuniyet

Mecit Hun hakkında yazılan tek olumlu makaleyi, vefatı nedeniyle çok değerli Hocam Akay Aktaş’ın Çağdaş Iğdır’ın Sesi Gazetesinde kaleme almıştır. Akay Hocam’a bu kadirşinas davranışının asla unutulmayacağını hatırlatmak isterim:

Akay Aktaş

BİR YILDIZ KAYDI 29 Ocak 1998
YAZAN: Akay Aktaş
Salon tıklım tıklım dolu. Diğer odalar da öyle. Esasen kapı önündeki
ayakkabıların çokluğu yeterince fikir veriyor insana. Fatihayı okuduktan
sonra salonu gözlüyorum. Etnik köken itibariyle ziyaretçilerin hemen hepsi
Azeri.

Bu eve seyrekte olsa epeyi gelmişliğim var. Çocukken oynamak için.
Gençliğimizde siyasi sıkıntımızı aktarmak için. Olgunluğumuzda kebap
yemek için. Ama Fatiha okuyup çay içeceğimi hiç düşünmemiştim. Mecit Abi 1958’den bu yana Iğdır siyasetine, yönetimine kesin olarak damgasını vurmuş biriydi. O sıradan bir taşra politikacısı olmadı. Aziz Nesin’in ünlü ZÜBÜK’ünden kırıntı bile bulamazdınız.

Döneminin lise mezunuydu. Devlete kapılansaydı genel müdür çoktan olurdu. Ama halka hizmeti tercih etti. Sürekli okurdu. Kültürlüydü.
Buna bağlı olarak demokrat ve aydın bir kişiliği vardı. Çat şurada pat şu partide olmadı. Hayat görüşüne yakın bir partiye girdi. Sonuna kadar da öyle kaldı. Parti değiştirmek yerine partisine kendi görüşlerini enjekte etmeyi göze aldı. Böylesine geniş ufuklu ve mücadeleci bir karakteri olduğunu daha 1970’lerde PAŞA’ya (İsmet İnönü) karşı KARAOĞLAN’ı
desteklediğinde anlamıştım. Bununla beraber katı değildi. M.ALİ AYBAR’ı,, BEHİCE BORAN’ı da o ünlü pastanesinde ağırladı. AP’li ağır topları da.
Boylu poslu fiziğinin altında ince, narin ve nazik bir ruh saklıydı. İnsanları özellikle gençleri sever ve kollardı. O’nun siyasi yönetici olduğu yıllar karanlık ve bulanıktı.

Cepheleşmeler, cuntalar, sağ-sol, Türk-Kürt, Alevi, Sünni ayrımcılığı
alabildiğince kullanılıp körükleniyordu. Oysa, O, bu ucuzluklara asla prim vermedi. Birleştirici, uzlaştırıcı, tansiyon düşürücü oldu. Aydın ve demokrat kesimin siyasi, ekonomik ve hukuki anlamda tam bir hamisi oldu. Karakola O koştu. Dilekçeyi O yazdı. Evrak takipçiliğini O yaptı. Cebinden harcadı. Ankara yollarına düştü. Kadrosuyla, fikriyle özdeşleşti. Tavizsiz, çıkarsız, umarsız.

Bir siyasi ekoldü aynı zamanda. O’nun elinin altında yetişmiş gençler hep övündüler: “Ben Mecit Ağabeyle çalıştım…” diyerek. O’nu aşacağını, geçeceğini sananlar bile O’ndan medet ve icazet istediler. Ne söylenebilir bu noktada. Mecit Abi sen yalnızca çocuklarını değil bir kadroyu, bir camiayı öksüz bıraktın. Rahatça uyuyabilirsin istirahatgahında. Temiz, soylu, onurlu bir geçmiş bırakıyorsun arkanda.

Bizimse tesellimiz ektiğin kardeşlik, sevgi, barış tohumlarının Iğdır’da yeşerip boy atmasıdır. Taziye yerindeki görüntü ve kalabalık bunun en büyük delilidir. Ruhun şad, toprağın bol olsun.

Elbette Akay Aktaş Hocam dışında da Mecit Hun hakkında yazanlar oldu. Ancak onlar yıllardır esen Mecit Hun efsanesine son vermek için kaleme sarıldılar. Fesatçılar, yürekleri kıskançlıkla dolu iblisler, Mecit Hun’un gölgesinde kalıp ezilenler, isminin telaffuz edilmesinden bile yürekleri daralanlar, siyaset, silah ve para gücüne sahip sözde gizli veya açık güç sahipleri boş durmadılar. Siyasi olarak baş edemedikleri 20’inci yüzyıl Kürt tarihinin en önemli Sosyal Demokrat şahsiyetini ideolojik anlamda mağlup edemeyince fiziken yok etmeye veya  en azından ceza evine attırmaya heveslendiler. Bunun için 1950’den itibaren kimler sıraya girmedi ki..Sağcılar, solcular, aşiretler, karanlık illegal örgütler, PKK, MIT, devlet (Sıkıyönetim görevlileri) ve hatta Mehmet Ali Ağca…

Mecit Hun yeteneklerini tam olarak ortaya koyamadan ve Türkiye siyasetinde zirvede olması gerekirken Iğdır’a sıkışıp kalması O’nun kaderinin talihsiz yönüydü. Toprağa gömülürken düşmanlarının son sözü ve iftirası akıllarda kaldı. Mecit Hun isminin üzerine kocaman bir çarpı işareti kondu. Onu tanıyan ve seven dostları sessiz kaldılar. Ve hala sessizler…En yakınları hatta değer verip onurlandırdığı kendi aşireti bile Mecit Hun isminin üzerine çarpı işareti koyma yarışına girdi.

Kürtlerin nadiren yüzyılda bir yetiştirdiği Mecit Hun gibi siyasi bir deha talihsiz bir şekilde bir kenara itildi, önemsizleştirildi. İtiraf etmeliyim ki geçici de olsa başarılı oldular ama yine itiraf etmeliyim ki Mecit Hun’un geride bıraktığı manevi miras o kadar güçlü ki yapılan iftiralar, üfleyerek Ağrı Dağını devirmek gibi gülünç bir etki bırakmıştır. Karalamak, iftira atmak, öldürmek ve yok etmek planları aradan bunca yıl geçmesine rağmen henüz sona ermiş değildir. Ta ilk gençliğinden beri bu şanssız dehanın etrafını örümcek ağları ve zehirli sarmaşık otları sarmıştı. Nefes alması mümkün olmadı. İnsanlık ve Türkiye, Mecit Hun’un yeteneğinden farklı koşullarda yararlanma şansı bulamadı.

Sizlere paradoksal gelebilir ama ben babamı gerçek anlamda 2000 yılında yani 42 yaşında IĞDIR SEVDASI kitabını yazarken tanıdım. 1950’li yıllarda dört adet gazete çıkardığını, öğrenim hayatını ve daha nicesini de 2000 yılında yaptığım söyleşiler ve araştırmalar sonucu öğrendim.

15 yaşında Kabataş Erkek Lisesinde yatılı öğrenci oluşum, İTÜ Elektrik Fakültesi ve derken uzun yıllar yurt dışında kalmam dolayısıyla babamı tanıma şansım hiç olmadı. Zaten babamızla çocukları arasında tarifi imkânsız bir saygı mesafesi vardı. Bu mesafeyi aşmamız imkânsızdı. Vefatında da yanında olamadım çünkü yurt dışındaydım.

Kitabı yazarken önce Mecit Hun’la Iğdır koşullarında siyaset yapan dostları ve hemşerileriyle söyleşi yaptım. Daha gerilere, çocukluk yıllarına indim. İkinci aşamada Erzurum Lisesindeki sınıf arkadaşlarını buldum. Karşıma birden bire bambaşka bir Mecit Hun çıkmıştı. 1950’li yıllarda çıkardığı gazeteleri şuradan buradan binbir zorlukla bir araya getirince bu kez babamın başka bir yönünü tanıdım. Kısacası, çocukluğumdan beri, benim kendi tecrübelerimle tanıdığım baba figürünün tamamen bir illüzyon ve aldatmaca olduğunu anladım.

Bu yazı dizisinde görevimin Iğdır tarihini ele almak ve sizleri bir dönem hakkında bilgilendirmek olduğunu biliyorum. Oğlu olduğum için değil Mecit Hun’un hakkını vermeden yirmi yıllık Iğdır (1945-65) tarihinin pek fazla bir anlamı olmayacağını itiraf etmek isterim. Bu gerçekliğe zaten bu yazıda hep birlikte tanıklık edeceğiz.

Çok kısa da olsa Mecit Hun’un hayatı, çocukluğu, ilk gençliği ve 1950 yılına girinceye kadar başından geçenleri özetlemek isterim. “Mecit Hun” benim için kim idi ve ne ifade ediyordu yönündeki duygumu, IĞDIR SEVDASI kitabından aldığım bölümle dikkatinize sunmak isterim:

BABAM VE USTAM (NOT: 2002’de yayımlanan Iğdır Sevdası kitabından alınmıştır)

Herkesin gönlündeki baba tanımı farklıdır; herkes için aynı duygu ve sevgiyi uyandırmaz.Benim için babam kimdi?Böyle düşündüğüm zaman babamı bana anlatan olayların ne kadar sınırlı olduğu gerçeğiyle sarsılıyorum. Bunun birçok nedeni var:

Babam ev ortamında, erişilmesi zor bir insan gibi hareket eder, kendisini ev halkından ve özellikle çocuklardan uzak tutardı. Evdeki kararlara müdahale etmezdi. Onun gerçek ve özlediği dünya, evin dışındaydı. Ev onun için hareketli bir günün sonunda, yorgun zihnini ve bedenini dinlendirebileceği bir mekan, yarının planlarını sakin sakin gözden geçirebileceği bir zaman dilimiydi. Biz çocuklara ayıracak hiç zamanı yoktu.

Evdeki bu sosyal kopukluk yetmezmiş gibi on beş yaşımda lise öğrenimim için Türkiye’nin diğer ucuna İstanbul’a gittim. Babamla çok daha seyrek görüşüyor ve zamanla onun fiziki ve sosyal varlığından uzaklaşıyordum.Baba fikri ve düşüncesi yüreğimde ve beynimde ütopik bir şekil alıyordu.

Artık O benim için mistik bir kavramdı. Başka ve uzak bir gezegenin bize gönderdiği bir misyoner gibiydi. Babamla ilgili bu muamma vefatına kadar devam etti. Onunla hiçbir zaman senli benli olamadım. O’nun düşlerini, kaygılarını, sevgi ve duygularını paylaşamadım. O’nun ani ölümüyle baba ve oğul arasında hep yarına ertelenen gerçek buluşma hayali de yarıda kalmıştı.

Kırk yıllık bir zaman sürecinde babamı ne kadar kendi duyularımla tanıdım diye kendi kendimi sorguladığımda bir film şeridinin kareleri gibi birbirinden ayrı ve kopuk olaylar yığını ile karşılaşıyorum. Bu her bir kare onun bir özelliğini ve karakterini ön plana çıkarıyor. Birbirinden kopuk her film şeridinde, bana ve düşlerime yön veren bir büyük ustanın izlerini yakalıyorum.

Soldan Sağa: Mecit Hun, Musa Malgaz ve Aziz Güney

MECİT HUN’UN ÖZGEÇMİŞİ

Mecit Hun 1925 yılının Mayıs ayında Ağrı Dağı’nda – Guhıra-EvdiAğa yaylası- dünyaya geldi. Babası, Gêloî aşireti lideri Ahmed Şemo; annesi Ali Mirze Bey’in kızı Fatma Hanım’dır. Üvey annesi Zeyno (Zeynep) Hanım’dan dünyaya gelen tek kız çocuğuyla birlikte sekiz çocuklu bir aileye mensuptu. Kardeşleri yaş sırasına göre Susan, Gurci, Hamit,Cemile, Mecit, Seyran, Gulizar ve Almas’tır. (Zeyno Hanımın babası Derbaz Ağa, Van eski Milletvekili Kinyas Kartal’la öz amca çocuğudur)

Ahmed Şemo

Ailesinin yerleşik olduğu Adetli köyü, Ağrı Dağı İsyanı nedeniyle yasak bölge içine alınınca,Ahmed Şemo Baharlı Mahallesine yerleşir (1930).Mecit Hun 1932 yılında 12 Kasım İlkokuluna başlar. İlkokulu pekiyi dereceyle bitirir. 1940 yılında da Iğdır Ortaokulundan pekiyi dereceyle birinci olur. (Ortaokul o yıl normal döneminde iki mezun vermiştir: Mecit Hun ve Hamit Çiftlik). Erzurum Lisesinde de aynı başarıyı devam ettirir, 1943 yılında pekiyi dereceyle liseden birincilikle mezun olur. Gönlünde Hukuk Fakültesinde okumak vardır. Kader izin vermez. 1943 yılı sonbaharında Iğdır ortaokulunda Matematik ve Fizik hocası (yardımcı öğretmen) olarak görev yapar. 1944 yılının ilkbaharında babası vefat edince, “Konerêş” yani aşiret sorumluluğu zamansız şekilde üzerinde kalır, üniversiteye gitmekten vazgeçer. Askerliğini tamamlar.

1948 yılı sonbaharında Mecit Hun tekrar yedek öğretmen olarak Iğdır Ortaokuluna geri döner. Aynı yıl Zirai Donatımda Satış Müdürü olarak göreve başlar. Orada bilahare birlikte gazete çıkaracağı müdür Cezmi Öztekin’le tanışır.1949 yılı ilkbaharında Bitlisli Mehmet Kakioğlu’nun üçüncü kızı Naciye Hanımla nişanlanır. Aynı yılın Eylül ayında evlenir.

RESİM: Mecit Hun Zirai Donatım

Mecit Hun Zirai Donatımda

1950 yılında Zirai Donatımdan ayrılır. Millet Partisi kurucu İlçe Başkanı olur. Nurettin Kirman’la beraber“kontrolör” olarak Pamuk Tarım Satış Kooperatifinde görev yapar. Gazetecilik mesleğine ilgi duyar, Ekim 1952’de DİL gazetesini teksirde yayımlar. Eş zamanlı olarak mizah gazetesi FIRILDAK’ı çıkarır. 16 Şubat 1953 tarihinde Cezmi Öztekin’le beraber, pedalla ŞARKIN DİLİ gazetesini, 30 Temmuz 1954 tarihinde de PAMUKOVA gazetesini yayın hayatına sokar.

Mecit Hun’u Ekim 1950- Ocak 1953 tarihleri arasında Millet Partisi Iğdır İlçe Başkanıdır.Bu parti kapatılınca, 25 Ekim 1954 tarihinde DP’ne girer fakat aktif üyeliği ancak Aralık 1954 tarihine kadar sürer. Parti yönetimiyle anlaşmazlığa düşüp ayrılır, “Bağımsız Demokratlar” çizgisinde siyasi mücadelesini devam ettirir.

1958 yılında Musa Turan’ın ilçe başkanı olduğu CHP’ne başkan yardımcısı olarak girer. 1959 yılı Ekim ayında CHP Iğdır İlçe Başkanı olur. Bu görevini 1980’e kadar devam ettirir (Kısa bir süre Aziz Güney başkan olmuştur). 

Mecit Hun mahalli seçimlere de aktif olarak katılmıştır. 1955 Kasım ayında yapılan belediye başkanlığı ve meclis azalığı seçimlerinde Fazıl Baykal’la birlikte bağımsız liste oluşturur, seçimleri kazanırlar. Fazıl Baykal’ın başkan olduğu bu dönemde Mecit Hun başkan yardımcısıdır. Mecit Hun’un meclis ve encümen azalığı 1980 yılına kadar aralıksız devam etmiştir.

1963 mahalli seçimlerinde Mecit Hun ve Hüseyin Akbulut belediye başkanlığı için karşı karşıya gelirler. Hüseyin Akbulut seçimleri kazanır.1977’den genel seçimlerinde Kars milletvekili adayı olur, ancak ön seçimde kaybeder.

1980 ihtilali birçok siyasetçi gibi Mecit Hun’un da siyasi kariyerini sekteye uğratır, sıkıntılı yılları başlar.Bu tarihten vefatına kadar geçen sürede Mecit Hun, siyaseti birinci elden yürütmekten çok, ona dışarıdan yön verme ve genel çerçeveyi çizmekle kendisini yükümlü hisseder. (90’lı yıllarda CHP’nin üzerindeki yasağın kalkmasıyla Iğdır CHP İl Başkanı sıfatıyla partiyi örgütleme sorumluluğunu üzerine alır)

Mecit Hun’un ticari hayatı, inişli çıkışlı olmuştur. 1954 yılında kardeşi HamitHun’la açtığı debdebeli “Hunoğlu Manifatura” bir yıldan daha az süre devam eder, iflas ederek kapanır. Paşa Turan’la birlikte askeriyeye iaşe müteahhitliği yapar; 1967 yılında Aziz Güney ve Paşa Turan’la birlikte kısa ömürlü bir kulüp işletmeciliği tecrübesi olur. 1969 yılında Piknik Pastanesini açar, bu işletme de 1977 yılında kapanır.

Mecit Hun’un en önemli ticari girişimi çok ortaklı Ararat Şirketiyle üstlendiği ihracat faaliyeti idi. Medet Serhat, Aziz Güney, Şevki Alagöz ve Bekir Can ortaklı bu şirket 1974 yılında Bursa’dan İran’a elma ihracıyla işe başlar. Ancak ortaklar arasında anlaşmazlık peyda edince bu önemli girişim parçalanır, Mecit Hun da ilk ayrılan olur.Aynı yıllar yine başarısızlıkla sonuçlanan HAYKO (Hayvancılık Kooperatifi) girişiminden de söz etmeliyiz.

Mecit Hun 1992 yılında Ankara’ya nakletmiş, 29 Ocak 1998 tarihinde vefatına kadar Ankara’da ikamet etmiştir. Mezarı Iğdır Karakuyu köyündedir.  İkisi kız altı çocuk babası idi.

Mecit Hun anılarını Ankara’da 1995’ten itibaren kaleme alır. Zamansız vefatı nedeniyle kitap tamamlanmadan daktiloda yarım kalır. 30 sayfalık anıları Iğdır Sevdası kitabında yayınlanmıştır.

AHMED ŞEMO’NUN GÖZBEBEĞİ

Mecit Hun 12 Kasım İlkokuluna 1932 yılına başladığı günden itibaren babasının göz bebeğidir çünkü notları Pekiyi ve sınıfının en iyisidir. Mecit Hun anılarında yazdığı gibi Türkçeyi ilkokulda öğrenmiştir. Babası Ahmed Şemo okuryazar değildir. Liderliğini yaptığı Gêloî aşireti Karakuyu, Taşlıca, Aliköçek gibi köylere dağılırken, Ahmed Şemo kayınpederi Ali Mirze Bey ile birlikte Baharlı Mahallesine yerleşir.Yazın yayla, kışın Baharlı Mahallesinde olacak şekilde yarı-göçer bir yaşamı benimser.

Ahmed Şemo, dünya ahvaline ve havadislerine son derece meraklıdır. O yıllar haftada 2-3 günde de olsa İstanbul’dan Iğdır’a gazete gelmektedir.Ahmed Şemo gazeteleri koltuğunun altına koyup eve getirmektedir. Dinlenme zamanı gelince Ahmed Şemo yer minderine oturur, oğlu Mecit’i yanına çağırtır. Gazeteleri kendisine sesli okumasını ister. Mecit Hun gazeteleri okurken Ahmed Şemo da kendi görüşünü araya sıkıştırmayı ihmal etmez. Bu durum birkaç yıl devam eder. Bir gün Mecit Hun, babasına saygı dolu sitem eder: “Baba, gazetede yazılanları ve olup bitenleri zaten doğru tahmin ediyorsun, niçin bana okutturuyorsun?” Ahmed Şemo, gülümser: “Oğlum, sesli okuduğun zaman Türkçe’n gelişecek, hitabet yeteneği kazanacaksın. İnşallah oğlum dedesi Mısto Şexali gibi hitabeti kuvvetli birisi olacak!”

Ahmed Şemo, odalardan birisini oğulları Hamit, Mecit ve onların sınıf arkadaşlarına tahsis eder: Aziz Güney, Mehmet Hun, İsmail Ağırkaya, Paşa Turan ve başka isimler bu odanın müdavimleridirler. İlkokulda okuyan çocuklar akşam olunca yere serilen yer yatağında balık istifi yatarlar. Ahmed Şemo, kızı Seyran’ı kendisine bilgi getirmesi için arada bir odaya gönderir. Seyran rapor eder: “Baba, Mecit, Aziz ve İsmail abilerim ders çalışıyorlar. Hamit ve Mehmet abilerim de şaka yapıyorlar, Paşa abim de yapılan şakalara gülüyor.”

Bir gün nahoş bir olay yaşanır. Çocuklar yer yatağına Mehmet Hun, Aziz Güney, Mecit Hun, İsmail Ağırkaya, Hamit Hun ve Paşa Turan olacak şekilde uzanıp yatarlar. Mehmet Hun, gecenin bir yarısı kendisini tutamaz altına çişini yapar. Sabahleyin uyandığında durumun farkına varır. Utanç içindedir. Bu işin altından nasıl kalkacağını düşünürken aklına güzel bir fikir gelir. Yatağın diğer başına gider. Paşa Turan’ı iteler kendisine yer açar. Uykulu olan Paşa Turan yanındaki Hamit Hun’u, Hamit Hun yanındaki İsmail Ağırkaya’yı iteler, derken Aziz Güney, Mehmet Hun’un çişli döşeğinin üzerine gelir. Sabah uyandıklarında Aziz Güney, çiş yapmadığına binbir yemin etse de ayıp onun üzerinde kalır.

İsmail Ağırkaya

İSMAİL AĞIRKAYA ANLATIYOR

“MECİT HUN KAYMAKAM OLDU”

Mecit Hun ilkokul ve ortaokul yıllarında çok başarılı bir öğrenciydi. O’nun çalışkanlığı ve zekâsı öğretmenlerin diline destan olmuştu. Hiç unutamam bir öğrenim dönemiydi. Mecit Hun benden bir sınıf ileride, ilkokul beşinci sınıf öğrencisiydi. Iğdır’ın Kurtuluşu Bayramı törenle kutlanıyordu. Tıpkı 23 Nisan’da bir ilkokul öğrencisinin temsili olarak Cumhurbaşkanının koltuğuna oturması gibi Kurtuluş Bayramında da Iğdır’ın en başarılı ilkokul öğrencisini Kaymakamlık koltuğuna oturtmaya karar verirler. Öğretmenler aralarında söz birliğiyle Mecit Hun’u seçtiler. Mecit Hun ciddi bir havada Kaymakamlık koltuğuna oturup kısa bir süre bu görevi icra etti.Halk arasında, “Ahmed Şemo’nun oğlu Mecit kaymakam oldu” şeklinde uzun zaman bu olaydan övgüyle konuşuldu.

***

Mecit Hun şanslıdır. İlkokuldan mezun olduğu yıl Iğdır’da Ortaokul bir yıl önce açılmıştır. Abisi Hamit Hun’la arasında dört yaş vardır ama okul hayatında abisi bir yıl öndedir. Mecit Hun, Ortaokulda da süper öğrenci olma başarısını devam ettirir. Sınıf arkadaşı Nağı Odoğlu’nun kızı Süheyla Odoğlu, o yıllara ait bir anısında Mecit Hun’u şöyle anlatır:

Süheyla Odoğlu Karapolat

SÜHEYLA ODOĞLU KARAPOLAT ANLATIYOR

IĞDIR ORTAOKULU YILLARIM

Taşra yaşantısına düşe kalka alışıyordum. Fransız Kız Lisesinin disiplinli ve şatafatlı eğitimini bir yana bırakıp, taşra ilkokuluna gitmek ruhumu daraltıyor, içimi boğuyordu.İlkokulu bitirdim ama gidebileceğim ortaokul yoktu. Bu duruma en çok üzülen de çocuklarının eğitimine özel bir itina gösteren babamdı. “Birkaç yıllığına Iğdır” düşüncesi artık geride kaldığı için, babam işi ciddiye alıp, kasabada ortaokul açılması için kolları sıvadı.

İl düzeyinde girişimlerde bulundu. Sonuç alamayınca, sağa sola mektuplar gönderip üst mevkilerdeki dostlarının yardımını istedi. İşi şansa bırakmamak için de Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Ali Yücel’e telgraf çekti. Bunca uğraşı ve didinmesi boşuna olmamıştı. Ertesi yıl Iğdır Ortaokulu törenle açıldı.1937 yılında ortaokula başladım.

Geçen zamanla taşranın sade fakat candan ve renkli yaşamına ayak uyduruyordum. Sınıf arkadaşlarım da neşeli ve şakacı çocuklardı.Sınıfta dördü kız 64 talebeydik. Kız öğrencilerin isimleri bugün bile aklımda:Fotoğrafçı Sadık Bey’in kızı Vecihe, Fürüze ve Nihal(Niş). Erkek öğrencilerden aklımda kalanlar Mecit (Hun), Dadaş ve İbrahim.(Sınıf arkadaşım Nihal Niş subay kökenli Kemal Niş’in kızıydı, aynı zamanda Fenerbahçe kulübünün antrenörü Necdet Niş’in de yeğeniydi.)

MECİT BEY’İN “PALMİYE AĞACI” SEVDASI (Süheyla Odoğlu Anlatıyor)

Mecit Hun’la Iğdır Ortaokulunda aynı sınıftaydım. Mecit Hun alışılmışın dışında bir öğrenciydi. Buna birçok vesileyle şahit oldum. Ancak bir gün sınıfta tanık olduğum bir olay vardı ki beni tamamen şaşkınlığa itmişti. Iğdır gibi küçük ve Doğunun ücra bir kasabasında doğup büyümüş bir öğrencinin ilginç iç dünyasını ve hayal gücünü anlatan bu olay yıllarca zihnimde bir istifham (soru) olarak kaldı. Olay şöyleydi:

Ortaokul son sınıfta (1940) Türkçe dersindeydik. Hocamız, sınıfa kompozisyon yazma ödevi vermişti. Konu serbesti ve isteyen istediği konuda yazabilecekti. Herkes harıl harıl, var gücüyle bir şeyler karalamaya çalıştı.Aradan birkaç gün geçti. Türkçe hocamız elinde bir tomar kağıtlasınıfa girdi. Mecit Hun’u tahtaya çağırdı, eline Mecit Hun’un kendisinin yazmış olduğu kompozisyonu tutuşturdu:

“Evladım, yüksek sesle oku!”, dedi.

Mecit Hun okudukça garip bir duyguyla irkildim. Nasıl olmasındı ki! Bu genç çocuk yazmış olduğu kompozisyonda Hatay’ı anlatıyor, oradaki palmiye ağaçlarının güzelliğinden ve bilmem daha nelerinden bahsediyordu!Sınıftakiler bir şey anlamadılar. Çünkü Iğdır’da değil palmiye ağacı,böyle bir ağacın varlığından bile insanların haberi yoktu. Dışarıyla temasın ve haberleşmenin çok zor olduğu böyle bir dönemde böylesine bir kompozisyon yazabilmek bana şaşırtıcı gelmişti.

Gerek Fransız mektebinde, gerekse aile içi sohbetlerde palmiyeler hakkında işitmiş, kitaplarda okumuştum. Varlığından haberdardım. Peki ya bu delikanlı? O anda uzun uzun düşündüm:“Tanrım, nedir acaba Mecit’in zihnini ateşleyen düşünce ve özlem?”

Mecit Hun’un matematiğe özel bir ilgi ve yeteneği vardı. Çok defalar ön sıradaki yerimden kalkıp ona yakın bir yerde oturur, bilgisinden yararlanırdım.

Paşa Turan (Sağda)

PAŞA TURAN ANLATIYOR:

İLKOKUL VE ORTAOKUL YILLARIM

Erivan’da anaokuluna kayıtlıydım. Her gün bir ders Rusça bir ders Ermenice öğreniyorduk. Iğdır’a geldiğimde kaydımı 12 Kasım İlkokuluna yaptırdılar. Hamit Hun’la aynı sınıftaydım. İlkokul beşte sınıfta kaldım. Bu kez Mecit Hun’la aynı sınıfta okumaya başladım.

Iğdır Ortaokulu 1936-37 öğrenim döneminde açılmıştı. Ben ve Mecit Ortaokulun 1937-38 öğrenim dönemine kaydımızı yaptırdık. Ben 1-A şubesinde ve sınıf numaram 4 idi. Mecit Hun da 1-B şubesinde ve sınıf numarası 48 idi. Üç yıl takıntısız okuduk. Ancak son sınıfta Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in yeni uygulamaya koyduğu eleme sınavı sisteminin kurbanı olduk. Buna göre öğrenciler üç aşamalı eleme sınavına girmek zorundaydılar. Bunlardan birinden başarısız olan otomatik sınıfta kalıyordu. O yıl Iğdır Ortaokulu iki mezun verdi: Mecit Hun ve Hamit Çiftlik.

O yıllar üç defa karne veriliyordu. Mecit Hun en iyi notlarını en son dönemde alırdı. Bunun nedeni şuydu: Mecit Hun’un ailesi çok kalabalıktı. Sonbahar ve kış döneminde derslerine iyi hazırlanamıyordu. İlkbaharla, ailesi yaylaya çıktığında, Mecit Hun okul bitinceye kadar Azeri kirvelerinden Esat Ogan’ın evinde yatıp kalkardı. İşte bu son dönemde Mecit Hun sınıfta en yüksek notları alır, yıl ortalamasını yükseltirdi.

Mecit Hun Ortaokulu birincilikle bitirdikten sonra Kars lisesine kaydını yaptırmak ister. Ancak bir yıl önce ağabeyi Hamit Hun’un yapmış olduğu bir hata (müdüre tokat atar) yüzünden Kars lisesine kaydını yapmayı reddeder. Mecit Hun da Erzurum lisesine gitmek zorunda kalır. 

***  

Değerli okuyucular!

Yukarıda sınıf arkadaşlarının ifade ettiği gibi Mecit Hun İlkokul ve Ortaokulu birincilikle bitirmiştir. Erzurum Lisesinde eğitimine devam eder. 2000 yılında Erzurum Lisesindeki hayatta olan sınıf arkadaşlarını bulup söyleşi yapmıştım. Önce Erzurum Lisesinden sınıf arkadaşlarından birkaçının ismini vermek isterim:

1.       Prof. Dr. Şerafettin Turan:    Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi Dekanı  / Atatürkçü Düşünce Derneği kurucu başkanı

2.       Prof. Dr. Mustafa Parlar        Matematik profesörü (Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli Matematikçi olduğundan onuruna ODTÜ bahçesinde bir büst vardır)

3.       Ali Rıza Uzuner              Eski Çalışma Bakanı (1971-73)

4.       Sait Erdinç                     Eski Van Milletvekili

Değerli okuyucular!

Mecit Hun’un sınıf arkadaşlarından Eski Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner ve Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın kendi anlatımlarına sırayla yer veriyorum:

Eski Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner

ESKİ ÇALIŞMA BAKANI ALİ RIZA UZUNER ANLATIYOR

SINIF ARKADAŞLARIM

Birbirimize gönülden bağlı sınıf arkadaşlarımdan hatırlayabildiklerim arasında şunları sayabilirim:

MECİT HUN: Mecit Hun olağanüstü bir insandı. Herkese kucak açan,güven veren bir yanı vardı. O yapı ve karakterde insan çok azdır. Hepimizin kalbinde onun ayrı bir yeri vardı.Ben parasız yatılı, Mecit Hun paralı yatılıydı. Ailesinin varlıklı olduğu giyim kuşamından belliydi. Güzel giyinirdi. Parası düzenli gelenlerdendi. Kış günleri üzerinden eksik etmediği güzel bir paltosu vardı. Bu paltoya imrenerek bakar, bazen şaka yollu, “Mecit gel bu paltoyu ikiye keselim.Bana da bir pay çıkar!” derdim. Mecit çok başarılı bir öğrenciydi. Kendisini fazla yormazdı. Takıntısı olmadan sınıfını geçerdi.

Mecit Hun’un sosyal yönü ağır basardı. Arkadaş çevresi genişti. Arkadaşlarına yardım ederdi ama bunu belli etmeden yapardı. Aramızda çok yoksul ve yetim öğrenciler vardı. Bir çayı içecek paraları bile olmazdı. Kahveye gittiğimiz zaman Mecit Hun kimsenin onurunu incitmeden çay paralarını kendine uygun yöntemle öderdi. Hatta yoksul arkadaşlara bizden habersiz para yardımı yaptığı izlenimine kapılırdım.

Liseden sonra Mecit Hun’la mektuplaşır bazen de yan yana gelip hasret giderirdik. Bakan olduğum yıllar Iğdır’a uğramış Mecit Hun’la sohbet etmiştim.

Ankara’da sadece iki kez bir araya gelebildik. Doğu bölgesi siyasetçileri arasında Mecit Hun’a karşı büyük bir saygı ve sevgi vardı.

ŞERAFETTİN TURAN: Şerafettin Turan’ın ileride iyi bir tarihçi olacağı o zamanlar belliydi. Sürekli tarih kitapları okur, biz de ona, “Niye okuyorsun?”diye takılırdık. Lise son sınıfı Edebiyat bölümünde okuyunca ayrı kaldık. Mecit Hun ve Şerafettin Turan çok iyi arkadaştılar. Sürekli yan yana dolaşırlardı.

SAİT ERDİNÇ: Renkli ve hareketli bir arkadaşımızdı. Sohbetlerine doyum olmazdı.

MUSTAFA PARLAR: Mustafa Parlar sonraki yıllar çok başarılı bir matematik hocası oldu. ODTÜ Matematik Kürsüsünde uzun yıllar hizmet verdi.Onun anısına bugün Fakültede bir büst vardır.İşin garip tarafı, sonraki yıllar isim yapan bir matematikçi olan Mustafa Parlar, lisede Fizik dersinden sınıfta kalmıştı.Fizik hocamız, lise müdürünün hanımıydı. Mustafa’nın eğri büğrü oturuşundan ve sempatik olmayan (!) yüz ifadesinden rahatsız olurdu. Sınıfa girdiği andan itibaren Mustafa’ya “kafayı takar”, ona laf uzatması yetmezmiş gibi fırsat buldukça elindeki kitabı Mustafa’nın kafasında patlatırdı.

ŞEVKET ÇELİKKANAT: Şevket Çelikkanat Siverekliydi. Çalışkan bir arkadaşımızdı. Bizden daha yaşlı ve iri yapılı olduğundan sınıf mümessilliği görevini üstlenirdi.Hayatımda ilk çiğ köfteyi Şevket’in elinden yemiştim. Fizik laboratuvarında kendi elleriyle çiğ köfte hazırlayıp sınıfa yemek partisi vermişti.Şevket İTÜ Makine Bölümünden mezun olduktan sonra Karayollarına girdi. Bir gün Antalya Bölge Müdürlüğünde iki mühendis arasında tartışma çıkmış ayırmak için araya giren Şevket kurşunlara hedef olup hayatından olmuştu.

MUSTAFA BIÇAKÇI: En ufaklarımızdan birisiydi. DarülŞafaka’dan burs alarak İTÜ’de okudu

MAHMUT NEFESOĞLU: Giresunlu Mahmut Nefesoğlu Ankara’da mimarlık yaptı

SABRİ YALÇIN: İTÜ İnşaat Fakültesi mezunu

HASAN ERK: Ankara Kolejinde müdürlük yaptı.

NAHİT TEOMAN: Ziraatçı oldu

CAHİT YÜCEDİLLİ: Erzurum’un ileri gelen bir ailesinin çocuğuydu. Mecit Hun’la iyi anlaşırdı.

SABİT OSMAN AVCI: Sabit Osman Avcı uzun boylu ve iri yapılıydı. 60’lı yıllarda TBMM başkanlığı yaptı.

Değerli Okuyucular!

Prof. Dr. Şerafettin Turan

Şimdi de Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın anlatımına yer vereceğim:

PROF. DR. ŞERAFETTİN TURAN ANLATIYOR:

MATEMATİK HOCAMIZ MEHMET KUMBASAR

Grubun (Mecit Hun da bu gruba dahildir) en büyük zevki matematik problemlerini çözmekti. Kendimize olan güvenimiz o kadar fazlaydı ki üst sınıfın kitaplarına çalışmakla kalmaz Fen Fakültesinde okutulan kitapları bile ısmarlardık.

Matematik grubumuza Trabzonlu Mustafa Parlar ve Siverekli Şevket isimli arkadaşlar da katılırdı. Hepimizin gönlünde İTÜ’de Mühendislik okumak vardı. Bunu düşleyenlerden birisi de bendim.Matematik sevgisini bize özendiren ve kazandıran hocamız Mehmet Kumbasar idi. Durgun ve kibar hali, Matematik bilimine gösterdiği özel ilgi, sorularımız karşısında takındığı ciddiyetiyle hocamız bizler için çok önemliydi.

Trabzon’un tanınmış ve zengin bir ailesine mensuptu. (Bugün bile ‘Kumbasar’ ailesi yörede iyi bilinir.) En büyük özelliği her türden soruya açık olması, kendine özgü kuvvetli muhakeme gücüyle, etkili bir mantık yürütmesiydi. Çözemediğimiz soruları sakin bir şekilde tahtaya yazar, üç dört adım geriler, elini ensesine koyup az düşünür, sonra da ani bir hareketle:

“Bakın çocuklar bu şöyle çözülür!”, derdi.

Çok sevdiğimiz hocamız lise ikici sınıfın son haftalarında hastalandı. Bir hafta sonra da vefat etti. Üzüntümüz büyüktü.

Erzurum Ortaokulundan Latif Bey, Matematik hocamız oldu. Konulara hakim değildi. Bilgi eksiğini örtbas için de üzerimizde baskı kurar, soru sorulmasından hoşlanmazdı. Bu yetmezmiş gibi sınıfta bana kafayı taktığı izlenimine kapılmıştım. “Eğer bu hocayla üçüncü sınıfta okursam vay halime!”diyerek endişeleniyordum.

Abdurrahim Şerif Beygu isimli Erzurumlu bir tarih hocamız vardı.Ortaokul öğretmeniydi ama kendisini çok iyi yetiştirmişti. Yöre tarihini eşek ve katır sırtında araştırmaya çıkmış, Ahlat’a kadar gidip, “Ahlat Kitabeleri”ni yerinde incelemişti. Arşiv ve anıtlara dayanarak Erzurum tarihini yazmıştı.Benim de tarihe ilgim vardı. Bunu anlamış olacak ki, hocamız bir gün, “Oğlum senden iyi bir tarihçi olur!”, diyerek beni Tarih okumaya özendirdi. Matematik hocamla olan anlaşmazlığım da aynı anda ortaya çıkınca, son sınıfı edebiyat bölümünde okumaya karar verdim. Mecit Hun ve diğerleri Fen bölümüne devam ettiler.

Gruptan iki kişi siyasete hazırlanıyordu: Mecit Hun ve Sait Erdinç. Hatta Sait daha o zamanlar açıktan açığa, “Ben mebus olacağım, göreceksiniz!” diyordu. Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra siyasete atıldı. CHP’den Erciş belediye başkanı seçildi. DP’nin seçim hilelerine direnip, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a, “Yaptığınız bütün baskılara rağmen seçimleri kazandım!” şeklinde bir telgraf gönderince, Cumhurbaşkanlığına hakaretten 1,5 ay hapis yattı. Sait, 1957 seçimlerinde CHP listesinden Van milletvekili oldu. 1960’da da Kurucu Meclis üyesiydi.

Mecit için durum biraz daha farklıydı. Iğdır’a gitme şansım olmadı ama sanırım yöresel özellikler (aşiret denmek isteniyor) nedeniyle Mecit Hun Üniversiteye gitmeden siyasete atılmayı uygun bulmuştu. Ailesinin bölgedeki nüfuzuna güvenmiş olmalıydı. (Not: Birazdan göreceğimiz gibi gerçek farklıdır.)

Gruptan Ali Rıza Uzuner CHP’den, Rafet Sezgin de AP’den Bakan olarak ülkeye değerli hizmetler verdiler.

Mecit Hun bulunmaz bir insandı. Çok çalışkandı. Kavgacı değildi ama görüşlerini savunmasını bilirdi. Bize, diğer arkadaşlarına ve hocalarına karşı sesini yükseltmeden tartışır, mücadelesini sessizce fakat kararlılıkla yürütürdü.

Ben ve Mecit okulun koridorlarında ve bahçede kol kola giderdik. Mecit lisenin en uzun boylusuydu. Ben yanında ufak tefek kalırdım. Bir yandan birbirimize olan gönülden bağlılığımız, bir yandan da boylarımız arasındaki bu fark nedeniyle bize bir lakap takmışlardı: ‘Zıt kardeşler’

*** 

Değerli okuyucular!

Kendisiyle söyleşi yaptığım halde Dört Ciltlik olan Iğdır Sevdası kitabını çok kullanışsız olacak kaygısıyla Üç Ciltlik yaptığım için şahsına ve anlatımına yer veremediğim 1960 Kurucu Meclis üyesi ve Van Milletvekili Sait Erdinç’in ilginç bir anekdotuna yer vermek istiyorum:

Eski Van Milletvekili Sait Erdinç

“Mecit Hun’la ikinci sınıfta beraber olduğumuz yıldı. Lisemizin hatta Türkiye’deki liselerin en iyi Matematik Hocası hiç şüphesiz Mehmet Kumbasar idi. Yayımlanmış kitapları vardı. Bizim de Matematik hocamızdı.

Bir gün üçüncü sınıftaki öğrencilerden birisi Fen Fakültesi kitabından aldığı olağanüstü zor bir Matematik sorusunu hocası Mehmet Kumbasar’a sorar. Mehmet Kumbasar, soruya göz atar, tebeşiri eline alır, yazar karalar, elini ensesine koyar, kafasını kaşır, tüm dersi bununla geçirir ama ne yapıp eder soruyu çözemez. Mütevazı bir şekilde soruyu soran öğrenciye, ‘Size zahmet bu soruyu bir de ikinci sınıftaki Mecit Hun’a sorun!’ diye rica eder. Öğrenci de teneffüs arasında Mecit Hun’u bulur soruyu gösterir, Mecit Hun üç hamlede soruyu çözer. Öğrenci, ders başlayınca Mehmet Kumbasar’a Mecit Hun’un çözümünü gösterir. Hoca, kâğıda bakar Mecit Hun’un kısa çözümü karşısında hayranlığını gizleyemez,anlamlı şekilde kafasını sallar: “Mecit Hun da bizim Einstein (Aynştayn)”, demekle yetinir. O günden sonra Mecit Hun’un arkadaşları arasındaki lakabı “Aynştayn” olur.

PROF. DR. CEVDET KOÇAK İLE YAŞADIĞIM ÖZEL BİR ANI

Değerli okuyucular!

İTÜ Elektrik Fakültesinde öğrenciyken (1978) aldığımız derslerden birisi de ‘Diferansiyel Denklemler’isimli Yüksek Matematikti.Bu zor dersi, İTÜ’nün en iyi Matematik hocası Prof. Dr. Cevdet Koçak veriyordu. Kısa boylu hareketli biriydi. Ağzında, içi boş olan piposu eksik olmazdı. Pipoyu kemiğe benzeten öğrenciler hocamıza yıllardır “Köpek Cevdet” adını yakıştırmışlardı. O da bu ismi kabullenmişti. Hatta bir gün öğrencilerden birisi sorunun çözümüne itiraz edince hocamız şaka yollu, “Köpek Cevdet asla hata yapmaz! Bunu size söylemediler mi?” diye cevap vermişti. Sınıf kahkahaya boğulmuştu.

Cevdet Hocadan yüksek not almak imkansızdı. İkinci sınıfta hocam olmuştu. Şahsı veya geçmişi hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Bir sınavından on üzerinden dokuz almıştım.Sınıfa girince en yüksek not alan öğrenciyi ismiyle çağırıp ayağı kaldırtmak ve görmek gibi bir alışkanlığı vardı. En yüksek notu ben aldığım için Cevdet Hoca derse girer girmez ismimi anons etti. İsmimi duyunca ürperdim. Ayağa kalktım, dikkatlice baktı, “Otur!” anlamında eliyle işaret etti.

Ders bitiminde masanın üzerindeki kağıtları toplarken yanından geçiyordum. “Nerelisin?” diye sordu. “Iğdırlıyım” deyince yüz ifadesi değişti, soyadı benzerliğini de dikkate alarak sordu:

“Mecit Hun’u tanıyor musun?”

“Babamdır!” diye cevaplayınca elini kağıt tomarının üstüne sertçe vurdu.

“Baban Erzurum Lisesinde sınıf arkadaşımdı. O bizim Aynştayn idi. Baban şimdi nerede, ne yapıyor?” diye beni epeyce sorguladı. (Babamın Erzurum Lisesi mezunu olduğunu o gün öğrenmiştim)

Duygulu bir ses tonunda “İstanbul’a gelirse mutlaka yanıma getir!” dedi. Herhalde İkinci Dünya Savaşı yıllarında Erzurum Lisesindeki yatılı hayatını hatırlamış olmalı ki yüz ifadesi değişti, gözleri hafifçe ıslandı, bakışları pencereden uzaklara daldı gitti.

Vanlıydı. Kürtçe biliyordu. Zor soruları çözdükten sonra gözleri beni arar, “Raste e?”   (Doğru mu?)diye şaka yollu sorardı. Öğrencilerin çoğu bu kelimeden bir şey anlamazdı.

NOT: Prof. Dr. Cevdet Koçak (1925-1991),  ıraksak serilerin analitik devamla toplanması, diferansiyel denklemler, kısmi diferansiyel denklemler konularında dünya çapında bir üne sahiptir. Allah rahmet etsin!

***  

Mecit Hun, Erzurum Lisesini birincilikle bitirir. O yıllarda her üniversite kendi sınavını yapmaktadır ancak sınıf birincileri sınava girmeden istedikleri üniversiteye gitme hakkına sahiptirler. Mecit Hun’un kalbinde Ankara Hukuk Fakültesinde okumak isteği vardır. Ancak hayatının en önemli şansızlığını üniversiteye kayıt sırasında yaşar.

Üniversiteye kayıt yaptırmak için Ankara’ya gider. Ulus’ta (o yıllar Ulus Ankara’nın merkezidir) bir otele yerleşir. Fakülteyi gidip kayıt için başvurur. Lise birincisi olduğu için sınava girmesine gerek yoktur. Öğrenci bürosundaki görevli hanımefendi: “Iğdır’a telgraf çekip hakkınızda  İyi Hal kağıdı isteyeceğiz. İki hafta sonra tekrar geliniz.”

(NOT: O yıllar İyi Hal raporunu MAH (MIT)vermektedir. 1946 ve 1950 seçimlerinde İnönü yanlısı olarak tavır koyan MAH, Demokrat Parti Milletvekili adaylarından bir kısmına İyi Hal kâğıdı vermediği için bu isimler DP listesinde yer alamazlar. DP 1950 yılında iktidar olunca İyi Hal kâğıdı verme yetkisini Cumhuriyet Savcılıklarına aktarır.)

Hüsnü Bingöl

O yıllar MAH (MİT) Genel Müfettişi Hüsnü Bingöl ile Ahmed Şemo arasında bir anlaşmazlık ortaya çıkmıştır. Aslında 1932 yılında Iğdır’a gelen Hüsnü Bingöl’ün Iğdır’daki Kürt kesim arasında kendisine itaat ettiremediği iki isim veya kesim vardır: Kerem Güneş (veya Güneş ailesi) ve Ahmed Şemo. Kerem Güneş ve Ahmed Şemo, Numan Efendi Cinayeti ve İshak Beyin öldürülmesi olayından dolayı bir yıl Erzurum’da aynı hücrede kalırlar. Cezaevinden çıktıktan sonra, her ikisinin de devletin baskısı karşısında hep onurlu bir duruşu olmuştur.

Hüsnü Bingöl onlardan ajan olarak yararlanmak ister ama sonuç alamaz. Hüsnü Bingöl intikam için fırsat kollamaktadır. İlk tuzağa düşen Ahmed Şemo olur. Çok kısaca ifade etmem gerekirse Ahmed Şemo’nun ilk eşi Zeyno Hanım, Van’a yerleşik Brukan Aşireti lideri Kinyas Kartal’ın kuzenidir. Bir gün Zeyno Hanım’ın uzaktan yeğeni Ahmet Kartal isimli nitelikli bir dolandırıcı Iğdır’a gelir. Hamit Hun’la ile aynı masada sohbet ederlerken Hüsnü Bingöl’ün çok sevdiği Terekeme kökenli Eşref Kaya da masaya oturur.

Oradan buradan konuşurlarken söz paradan açılır. Eşref Kaya elinde yüklü bir parası olduğunu ama nasıl değerlendireceğini bilemediğini söyler. Ahmet Kartal ilkbaharda kuzu satın alıp yaylada besleyip sonbaharda satmanın on kat para getireceğine ikna edince Ahmet Kartal parayı alır ortadan kaybolur. Dolandırılan Eşref Kaya, Hüsnü Bingöl’den yardım ister. Masada Hamit Hun’un da olduğunu öğrenen Hüsnü Bingöl, Ahmed Şemo aleyhine Doğubayazıt mahkemesinde dava açar. Yıl 1943’tür. Ahmed Şemo uzun zaman faytonla o yıllar zorlu Çille geçidi üzerinden Doğubayazıt’a gider gelir.

İşte böyle bir zamanda Ankara Hukuk Fakültesi Öğrenci Kayıt Bürosu, Iğdır MAH’tan Mecit Hun ile ilgili bilgi ister. Hüsnü Bingöl, Mecit Hun hakkında telgraf çeker: “Ailesi Kürtçü olan Mecit Hun’un üniversiteye kaydını uygun görmüyorum. MAH Müfettişi Hüsnü Bingöl”

Mecit Hun Fakülteye kabul edileceğine kesin gözüyle baktığı için Hukuk Fakültesi birinci sınıf kitaplarını satın alır, otelde gününü ders çalışarak geçirir. İki hafta sonra tekrar Öğrenci Bürosuna gider. Görevli hanımefendi liseyi birincilikle bitirmiş öğrenciye üzgün bir yüz ifadesiyle Iğdır’dan aldıkları telgrafı uzatır. Mecit Hun telgrafa göz atar, içi burkulur, diyecek söz bulamaz, otele geri döner. Muhtemelen gözyaşlarına boğulur,  birkaç gün daha Ankara’da kalır, Iğdır’a döner. Olup biteni en çok sevdiği ve güvendiği ablası Gurci’ye anlatır. Gurci sağduyulu ve ileri görüşlü bir kadındır. “Mecit, şu an babamızla Hüsnü Bingöl’ün arası iyi değil. Eğer babama, Hüsnü Bingöl’ün telgrafı yüzünden kaydını yaptıramadığını söylersen babamız seni çok sevdiği için çok çok üzülecek. Başka bir bahane bul!”

Mecit Hun da ablasının dediğini yapar, babasına yer kalmadığı için Hukuk Fakültesine kayıt yaptıramadığını ancak gelecek Sonbahar döneminde Fakülteye gidebileceği yalanını uydurur. Kirvesi Esat Ogan’ın evinde kalarak Iğdır Ortaokulunda Matematik öğretmeni olarak ders vermeye başlar.1944 yılının ilkbaharında Doğubayazıt’taki mahkemeden faytonla geri dönen Ahmed Şemo rahatsızlanır, vefat eder.

Mecit Hun, 1944 yılı Sonbaharında tekrar üniversiteye gitme şansını denemek istemektedir. Bir gün Gêloî aşireti ileri gelenleri Mecit Hun’u aralarına alır,aşiretin başına geçmesi için baskı yaparlar. Büyüklerinin kalbini kıramayan Mecit Hun üniversiteye gitme hayalinden vazgeçer. Askere gider.  (Yine Hüsnü Bingöl’ün raporu nedeniyle üniversite tarafından reddedileceği korkusu bu kararında etkili olmuştur.)

Mecit Hun Askerde

MECİT HUN ASKERDE

Mecit Hun, 28 Şubat 1945 – 30 Ekim 1948 tarihleri arasında askerliğini Asteğmen olarak İzmit Gebze ve Polatlı’da Topçu sınıfında tamamlar.

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Polatlı’daki askeri birliği ziyareti sırasında komutan arkadaşlarına, “Matematiği iyi bir subayınız var mı? Bizim çocukların (Rahmetli Ömer ve Erdal İnönü kardeşler) iyi bir Matematik hocasına ihtiyacı var” şeklinde bir istekte bulunması üzerine, Mecit Hun zamanın çoğunu Pembe Köşk’te iki kardeşe Matematik dersi vererek geçirir. İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker Hanım o günlere ait anılarında şöyle der:

“Daha sonra isminin Mecit Hun olduğunu öğrendiğim esmer uzun boylu bir genç düzenli olarak Pembe Köşk’teki evimize gelerek her iki ağabeyime Matematik dersi veriyordu. Bir gün annem bu genç adama, “Çocukların durumu nasıl diye?” sordu. Mecit Hun ciddi bir ses tonunda cevapladı: “Erdal’ın durumu fena değil ama Ömer’in kafası almıyor.”

İsmet İnönü

ZİRAİ DONATIM VE MİLLET PARTİSİ

Askerliğini tamamladıktan sonra Iğdır’a dönen Mecit Hun tekrar Matematik öğretmeni olarak görev üstlenir. Çok geçmeden başkanı Cezmi Öztekin olan Iğdır Zirai Donatımda memur olur. Bitlisli Mehmet Kakioğlu’nun kızıyla evlenir. 1950 yılında Mecit Hun, Hüsnü Bingöl’ün evinin tam karşısında Şeyh Xano’nun evinde kiracıdır.

Aslen Karslı olan Ankara Hukuk Fakültesi mezunu Cengiz Ekinci, avukatlık stajını tamamlar tamamlamaz (1949) Iğdır’ı ilk görev yeri olarak seçer, ailesiyle birlikte Doğunun bu şirin ilçesine gidip yerleşir (1949 sonu). 1950 yılında IĞDIR isimli bir gazete yayımlar. Cezmi Öztekin ve Cengiz Ekinci’nin bu yıllarda Mecit Hun’un üzerindeki etkisi büyüktür.

Mecit Hun Zirai Donatımdan ayrılır. Millet Partisinin kurucu İlçe Başkanı olur. 25 yaşındaki Mecit Hun çok geçmeden siyasetin yanı sıra gazetecilik işine de heves sarar. İki oğlu, Atila ve Selahattin, Şeyh Xano’nun evinde dünyaya gelir. 1952 yılında Iğdır’ın önemli şahsiyetlerinden Bağır Aras’ın İdirmava’daki evinde kiracı olur. Ben de bu evde 1958 yılında dünyaya gelmişim.

Nurettin Kirman

NURETTİN KİRMAN’LA DOSTLUĞU

Nurettin Kirman, Demokrat Partinin 1948 yılında kurucu İlçe Başkanıdır. 1950 yılında Iğdır Savcılığı, ilçenin güvenini kazanmış DP İlçe Başkanı Nurettin Kirman ile Millet Partisi İlçe Başkanı Mecit Hun’u Pamuk Tarım Satış Kooperatifinde (PTSK) meydana gelen yolsuzluğu araştırmak için “Kontrolör (Denetçi)” olarak görevlendirir. Bu aynı zamanda, biri Azeri biri Kürt, iki idealist genç arasında ölümsüz bir dostluğun başlangıcı anlamındadır.

Iğdır’ın göz dolduran iki genci birlikte İstanbul’a gidip suistimal yaptığı iddia edilen PTSK eski başkanı Eşref Başaran’ı bulup sorgulamakla görevlendirilirler. İki arkadaş Ocak 1950 tarihinde birlikte İstanbul’a giderler. Eşref Başaran’ı bulup sorgularlar. İki denetçi, Iğdır’a döndüklerinde ceza almasını istemedikleri kadim dostları Eşref Başaran hakkında “Suistimalden sorumlu değildir,” şeklinde bir rapor hazırlarlar. Eşref Başaran’ı korudukları iddiasıyla bu kez Iğdır Ziraat Bankası Müdürü, Nurettin Kirman ve Mecit Hun hakkında dava açar. Mahkeme bir zaman devam eder ama beratla sonuçlanır.

NOT: Ziraat Bankası PTSK’nın mali dosyalarını incelemekle yükümlü idi. Gerektiğinde yeni başkan seçilinceye kadar Ticaret Bakanlığı adına kayyum(geçici başkan) görevini üstlenmekteydi.

Çok geçmeden Türkiye seçim havasına girer. 27 Mayıs 1950 seçimleri arifesinde partilerin kürsü konuşmaları başlar. Millet Partisi adına Mecit Hun, Demokrat Parti adına Nurettin Kirman kürsülere hükmederler. Siyaseten birbirlerine yüklenirler. İki muhteşem hatip konuşmalarını yaptıktan sonra kol kola girip çay içmeye giderler. Bir anlamda Iğdır bu iki şahsiyet sayesinde demokrasi ve siyasi centilmenlikle tanışır.

MERHUM İSMAİL AĞIRKAYA ANLATIYOR

Nurettin Kirman kürsü konuşmalarında çok iyi bir hatipti. Karşısında sadece Mecit Hun konuşabilirdi. Her ikisinin konuşma tarzı ve üslubu oldukça farklıydı. Nurettin Kirman söyleyeceklerini makineli bir tüfek gibi tek bir ağızdan söyler, kelimelerden çok cümleler anlamlı olurdu. Hâlbuki Mecit Hun her kelimenin üstüne basarak boncuk boncuk konuşurdu. Konuşması daha inandırıcı ve sağduyulu olurdu. Hepimiz Mecit Bey’in bu hitabet gücüne hayran kalırdık.

Ali Yiğit

MERHUM ALİ YİĞİT ANLATIYOR

Abdürrezak  (Güneş) Bey Mecit Hun’daki yeteneği görmüş, gerektiğinde ona arka çıkarak önünü açmıştı.Kürsü konuşmaları yapıldığında Abdürrezak Bey dükkanını kapatır,etrafında kalabalık bir cemaatle Mecit Hun’u dinlemeye gidermiş. Abdürrezak Bey’in seçim meydanında olması kalabalığın coşmasına ve konuşmaya ilginin artmasına neden olurmuş. Bu ilgi Mecit Hun’un yeni bir lider olarak yıldızının parlamasına ve önünün açılmasına vesileydi.

Bir gün Timur Necilli ve Abdürrezak Bey oturmuş sohbet ediyorlarmış. Mecit Hun’la Nurettin Kirman da biraz ötede kol kola gidiyorlarmış.

Timur Necilli:

“Abdürrezak Bey, bizimki (Azeri) mi sizinkini (Kürt) kandırır yoksa sizinki mi bizimkini?”

“Allah’ın izniyle bizimki (Mecit Hun) sizinkini alt edecek!”, diye övünçle cevaplamış Abdürrezak Bey.

MERHUM ALİ YİĞİT ANLATIYOR

1950’li yılların iki güçlü hatibi Mecit Hun’la Nurettin Kirman, biri Millet Partili (daha sonra Bağımsız)  diğeri Demokrat Partili olmalarına karşın birbirlerini sevip sayarlarmış.

Bir seçim günü iki hatip karşı karşıya gelmişler (1955 Mahalli seçimleri). Önce Nurettin Kirman kürsüye çıkmış. Arkadaşı Mecit Hun aleyhine verip veriştirmiş. O indikten sonra Mecit Hun kürsüye çıkmış. Mecit Hun da DP ve Nurettin Kirman’a karşı sert ve acımasız bir konuşma yapıp, kürsüden yorgun argın inmiş. Nurettin Kirman kürsüye yakın bir yerde duruyormuş. Kürsüden inen Mecit Hun hiçbir şey olmamış gibi gidip Nurettin Kirman’ın koluna girmiş:

“Nurettinciğim, hadi gidip bir şeyler içelim. Çok yorulduk!”, demiş.

Nurettin şaka yollu kolunu vermek istememiş:

“İnsafsız adam! Sabahtan beridir beni ve partimi yerden yere vurdun şimdi de gelmiş, ‘Bir şeyler içmeye gidelim’ diyorsun.”

İki ahbap gülerek kol kola oradan uzaklaşmışlar.

MECİT HUN’UN DİL GAZETESİ

DİL gazetesi Mecit Hun’un ilk, Iğdır’ın da üçüncü gazetesidir. 9 Temmuz 1952 yılında yayın hayatına giren DİL gazetesi teksirde tek sayfa olarak basılır. Eldeki en son sayı (Sayı: 130)17 Nisan 1953 tarihini taşır. Mecit Hun’un 16 Mayıs 1953 tarihinde ŞARKIN DİLİ gazetesini pedal makinesinde yayınladığı dikkate alınırsa, DİL gazetesinin Nisan 1953 yılı içerisinde yayın hayatına son verdiği anlaşılır.

DİL gazetesinin yayın yüzü görmüş 130 sayısının eldeki toplam 57 nüshasının birer kopyasını değerli abim Nizamettin Onk kendi eliyle, cömert ve kadirşinas bir davranışla bana teslim etmiştir. Yarım asra yakın özel arşivinde bulundurduğu, başka hiçbir yerde bir kopyası olmayan, bir dönemin Iğdır’ına ışık tutan bu kıymetli belgeleri eksiksiz olarak IĞDIR SEVDASI kitabında okuyucularıma kavuşturmayı görev bildim.

DİL gazetesi 14 sayı boyunca Çarşamba ve Cumartesi günleri olmak üzere haftada iki gün yayınlanır. 17 Ekim 1952’den itibaren de günlük siyasi gazete olarak okuyucusuyla buluşur. Mecit Hun, DİL gazetesini çıkardığında Millet Partisi Iğdır İlçe Başkanıdır. 27 Mayıs 1950 seçimlerinde büyük bir darbe alan CHP, âdeta siyaset sahnesinden silinmiş gibidir. DP iktidarına karşı en etkin muhalefeti de Millet Partisi organize etmektedir. Bu dönem aynı zamanda DP İlçeBaşkanı Nurettin Kirman ile Millet Parti İlçe Başkanı Mecit Hun’un siyasi görüş nedeniyle karşı karşıya geldikleri, aralarında sert polemiklerin yaşandığı bir süreçtir.

DİL gazetesi siyasi görüş ayrımı yapmadan sayfalarını kalemseverlere açar. Böylece Hamza Mızrak, Turgut Sungar, Eczacı Cengiz Sümer gibi isimler gazetenin yazı ailesine dahil olurlar.

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMASI: Ağrı Dağı İsyanı 1930 yılında başarısızlıkla sonuçlanınca Ağrı Dağı ve çevresindeki Kürt köyleri boşaltılır. Yasak bölge içine alınır. Bu durumdan en çok Gêloî, Gelturan ve bazı diğer aşiretler etkilenirler. Bir anlamda gidecekleri yerleri yoktur. Karakuyu, Hoşhaber vb köylerine geçici olarak yerleşirler. Aşiretlerin gönlünde bir gün dedelerinin mezarlarının olduğu asıl köylerine geri dönme isteği vardır. 27 yaşındaki Mecit Hun bu konuyu DİL gazetesinde gündeme taşır.

DİL GAZETESİ 12 Temmuz 1952

AĞRI YASAK BÖLGESİNDEKİ KÖYLER İŞİ ELE ALINDI

YAZAN: MECİT HUN

Memnuniyetle haber aldığımıza göre Ağrı yasak bölgesinde yasaklığı kaldırılan köylerin idari şekilde teşekkül edebilmesi için yapılan tetkik ve muhabereler neticelenmiş ve pek yakında Tarım, Bayındırlık ve Sağlık bakanlıklarıyla Toprak ve İskan işleri genel müdürlüğünden birer kişinin iştirakiyle teşekkül edecek heyet ilçemize gelerek son tetkiklerini yapacaklardır. Bu heyet marifetiyle köy kurulmasına karar verilecek yerlerin yol, toprak ve sıhhi durumları tespit edildikten sonra sayısı bir hayli kabarık olan meskun yerler birleştirilerek mahdut miktarda ve idari mevzuata uygun köy kurulması temin edilecektir.

Vilayet adına gelecek heyete katılması tensip edilen İl İskan memurlarından Sayın Ahmet Tekirdağ da birkaç gün evvel ilçeye gelerek tetkiklerine ve gerekli hazırlıklara başlamış bulunmaktadır.Gelecek heyete muvaffakıyetler (başarılar) temenni eder çok yerinde olan bu teşebbüsten dolayı yakın ilgi göstererek bu mühim davayı halleden Sayın Valimiz Niyazi Akı’ı tebrik ederiz.

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMASI: Kars Valisi sürgündeki aşiretlerin Ağrı Dağındaki köylerine geri dönmesi yönünde olumlu adımlar atarken Iğdır Kaymakamı Hakkı Albayrakoğlu ayak diremektedir. Mecit Hun, Kaymakamı hedef alır. “Hukuk Devleti” kavramını okuyucusuna hatırlatır.

Değerli okuyucular!

Burada bir parantez açarak yazıma devam etmek durumundayım. Ankara’da Milli Kütüphanede Cumhuriyetin kuruluşundan beri tamamı olmasa da yerel gazetelerin çoğunun bir kopyası mevcuttur. Merak alanım olduğu için Diyarbakır başta olmak üzere bütün Kürt illerinin mahalli gazetelerinin özellikle 1940/50 dönemini taradım. İlginç bir durumla karşılaştım. Mecit Hun’un çıkardığı ilk gazete DİL 1952 yılında yayın hayatına kavuştuğunda Kürt aydını olarak gazete çıkaran ikinci bir kişi ne yerelde ne de Türkiye sathında vardır. Örneğin Diyarbakır’da çıkan ilk ciddi yerel gazete İleri Yurt’tur.  31 Ağustos 1959 tarihinde yayın hayatına başlamıştır. Başyazarı Musa Anter’dir. Sadece bunu referans alarak önemli bulduğum bazı noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum.

Az önce bir makalesini okuduğunuz ve okumaya devam edeceğimiz DİL gazetesi 9 Temmuz 1952 tarihinde, yani İleri Yurt gazetesinden 7 yıl önce yayım hayatına girmiştir. Karşılaştırma bununla kalmıyor. Musa Anter, Kürtçü ve duygusal üslupla yazılarını kaleme almıştır. “Duygusal” yaklaşımda gelişme değil intikam ve hesap sorma esastır. Evrensel insan hakları, hukuk devleti, Kürt halkının kimlik ve yaşam haklarının demokrasi kuralları içinde savunulması gibi bir kültürü veya birikimi veya bakış açısı yoktur. Her ne kadar Hüsnü Bingöl,  İYİ HAL raporunda Mecit Hun’u “Kürtçü bir aileye mensup” olarak tanıtsa da Mecit Hun tüm hayatı boyunca asla siyasetinin odağına Kürtçü ve Kürt Milliyetçiliği veya Kürtlerin en zaaf yanı olan “milliyetçi duygu sömürüsü” yaklaşımını üzerinden siyaset yapmamıştır. Mecit Hun’un yaklaşımı, Demokrasinin vazgeçilmesi unsurları olan Siyasi Partilerin varlığına ve Hukuk Devleti ilkelerine inanmak, Türkiye Cumhuriyetini bir bütün olarak ele alıp gerek yerel sorunların gerekse Kürt halkının doğal ve insani hakların elde edilmesi konusunda evrensel değerleri esas alarak mücadele vermesidir. Kullandığı özel bir terminoloji ve özel bir bakış açısı vardır. Aşağıdaki makalesinde göreceğiniz gibi Mecit Hun doğru işler yaptığında devlet görevlisi Vali’yi özendirir,yok eğer haksızlık yapıyorsa yine bir devlet görevlisi olan Kaymakam’ı eleştirir. Bunu yaparken “Hukuk Devleti” gibi kavramları esas alır.

SOSYAL DEMOKRASİ VE KÜRTLER

Değerli okuyucular!

Yazı dizisine derinlik getireceğini ümit ederek Kürtler ve Sosyal Demokrasi üzerine kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum:

Bugün “Sosyal Demokrasi” denildiği zaman nasıl bir hükumet ve devlet biçiminden bahsedildiğini aşağı yukarı biliyoruz. Unutmayalım ki İkinci Dünya Savaşı öncesine kadar “Sosyal Demokrasi” kelimesi daha çok “Sosyalizm ve Komünizm” kelimeleriyle eş anlamlı kullanılıyordu. Bir örnek vermek gerekirse Rusya’nın ilk sosyalist/komünist partisinin adı Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’dir. Lenin de bu partinin üyesiydi. Daha sonra bu parti 1898 yılında Bolşevikler ve Menşevikler olarak ikiye ayrıldı.

Bugünkü anlamda Sosyal Demokrasinin doğuşu İkinci Dünya savaşından sonradır. 1951 yılında Sosyalist Enternasyonal kurulunca modern sosyal demokrasinin gerçek tanımı yapılmış ve siyasi gündeme ilk kez girmiştir.

Sosyal Demokrasinin en önemli özelliği “Hukuk Devleti”  ve “Sosyal Adalet” ilkeleridir. Sosyalizmde, liberalizmde, muhafazakar partilerde, faşizmde bu ilkeler ya yoktur ya da sosyal demokrasiden ödünç alınmıştır. (Türkiye’de AKP gibi muhafazakar partiler Sosyal Demokrasinin temel ilkeleri olan Hukuk Devleti ve Sosyal Adalet kavramlarını ödünç alıp kullanıyorlar ama Sosyal Demokratların,Muhafazakar Partilerden ödünç alacağı bir şey olmadığından Türkiye’de başarı gösterememektedirler.)

Hukuk Devleti demek vatandaşların yasa önünde eşit olması, yasalardan eşit şekilde yararlanması ve mücadelesini yasal çerçeve içinde yürütmesidir. Hukuk Devleti içinde çözülmeyecek sorun yoktur. Tartışmalar ve yeni yasaların çıkarılmasıyla Hukuk Devleti tanımı da genişlik ve derinlik kazanır. Her ülkenin sorunları farklı olduğundan sosyal demokrasi her ülkenin özelliklerine göre farklı yasalar içerebilir ama sonuçta evrensel bir yönetim tarzıdır.

Sosyal Demokrasinin Hukuk Devleti ilkesi İkinci Dünya Savaşı sonrası dört parçalı Kürdistan’a uygulandığında karşımıza nasıl bir tablo çıktığını ele almak isterim.  1952 yılında dört parçalı Kürdistan’ı bir bütün olarak ele aldığımızda Suriye Kürdistanı, Irak Kürdistan’ı, İran Kürdistan’ı bölgelerindeki partilerin tamamı Kürt Milliyetçisi ya da İslami ağırlıklı Muhafazakar partilerdir. Avrupa’da yükselen yeni siyasi açılım olan SOSYAL DEMOKRASİ’nin evrensel terminolojisinden ve bakış açısından bihaberdirler.

Türkiye’de ve dünyada Kürt kökenli gerçek Sosyal Demokratlar ilk kez Çarlık Rusya’sı yönetiminden Türkiye Cumhuriyeti yönetimine katılan Ardahan, Kars ve Iğdır bölgesinde yaşayan Kürtler arasından çıkmıştır. Bu isimlerden önemli gördüklerimden birkaç tanesine yer vermek isterim:

  1. Sırrı Atalay    Hakim     Göle
  2. Turgut Göle   Avukat     Göle
  3. Osman Yeltekin Avukat  Kars
  4. Hasan Yıldırım Avukat   Kars
  5. Mecit Hun      Lise Mezunu Iğdır

Bu isimler hayatları boyunca Sosyal Demokrasinin temel ilkesi olan “Hukuk Devleti” konseptine bağlı kalmışlardır. Aralarından hiç birisi yön değiştirmemiş, ne muhafazakar partilere göz kırpmış ne de Kürt Milliyetçiliğini ön plana çıkarmışlardır. Bu bölgede yaşayan ikinci kuşak Kürt aydınları (1935 veya sonrası doğumlular) arasında Kürt Milliyetçiliği ön plana çıkmıştır.

Kars, Ardahan ve Iğdır bölgesinde yaşayan Kürtlerin, Çarlık Rusya’sı kültüründen derin etkilendikleri kesindir. Kürt isyanları sırasında bu bölgedeki Kürtler sessiz kalmışlardır. Ağrı Dağı İsyanın da bile Çarlık Rusya’sı yönetiminden Türkiye Cumhuriyetine katılan Kürt aşiret liderleri İsyana katılmamayı tercih etmişlerdir. Örneğin Ali Mirze Bey, Ahmed Şemo, Kerem Bey (Güneş) Ağrı Dağı İsyanına fiilen katılmamışlardır. Yine Rus kültürü ile büyümüş bir zamanlar aşiretinin yurtluk yeri Iğdır olan Brukan Aşireti lideri Kinyas Kartal da isyanlara ilgisiz kalmıştır. Eğer bu örneği daha iyi pekiştirmek için şu soruyu sorabiliriz: Kürt İsyanları sırasında örneğin Digor, Göle, Sarıkamış, Kağızman Kürtlerinin tavrı ne olmuştur? Cevap kocaman bir HİÇ’tir.

Sosyal Demokrasi terminolojisi,klasik Kürt aydınlarının (Bedirxan kardeşler, İsmet Şerif Vanlı vb) kapasitesinin çok ötesinde yeni bir alandır. 20’inci yüzyılın başında Avrupa’da veya diasporada yaşayan Kürt aydınlarının yazdığı kitap ve makalelerin tamamına yakınını gözden geçirmiş bulunuyorum. Bu yazılarda Kürt sorununa tek açıdan yaklaşılmıştır. Bedirxan ailesi, Nurettin Zaza, İsmet Şerif Vanlı ve diğerlerinde Demokrasi veya Sosyal Demokrasi normlarında Kürt halkının haklarını tanımlamak ve mücadelesini vermek kültürü yoktur. Hepsinde Kürt Milliyetçiliği esastır. Nasıl ki Kürdistan’ın tamamı ele alındığında ilk bilinçli ve donanımlı Sosyalist şahsiyet Kemal Burkay (Kürdistan tarihi konusunda derinliğine bilgi sahibi olmakla beraber Sosyalist ilkeleri Kürt Milliyetçiliğinin önüne koyan ilk Kürt aydınıdır)  ise ilk gerçek Sosyal Demokrat da Mecit Hun’dur. Bunun nedeni Sosyal Demokrasinin vazgeçilmezi ilkesi olan “Hukuk Devleti” konseptini yazı dilinde ilk seslendiren ve kullanan (1952)  Mecit Hun olmuştur.

Mecit Hun, Hukuk Devleti ilkesi ve yasalar çerçevesinde mücadeleyi esas almış, Kürt sorununa da hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde çözüm bulunacağına inanmıştır. Daha sonra göreceğiz ki 1959 yılında yargılan 49 Kürt gencinin birçoğu (Naci Kutlay, Fetullah Kakioğlu) ilk yazılarını Mecit Hun’un gazetelerinde yayımlamışlardır. Mecit Hun, Kürt halkının doğal ve insani haklarını Sosyal Demokrasi yani devlet mekanizması ve demokrasi kuralları içerisinde dile getirilmesinden yana olmuştur. Milliyetçi kökenli duygu sömürüsüne yer vermemiştir. Mantığı ve birlikte yaşamı esas almıştır.

Eğer Kürtler 1950’li yıllarda Sosyal Demokrasinin sunduğu kavram ve kuralları öğrenmiş olsalardı bugün Türkiye çok farklı bir yerde olabilirdi.Ancak 1959 yılındaki 50 Kürt aydının suçsuz yere tutuklanması ve idamla yargılanması Kürt Soruna “duygusal”  yani “Kürtçü” bir boyut kazandırmış, geçmişte yaşanan isyan ve katliamlar üzerine kurulu “Kürtçü ve Milliyetçi” bir anlayış hakim olmuştur.

Sırrı Atalay

Mecit Hun gibi Kürt kökenli olup Sosyal Demokrasinin temel ilkelerini benimsemiş ikinci isim Sırrı Atalay’dır. Ancak 1950 yılında CHP’den Kars Milletvekili seçilen Sırrı Atalay’ın 1952 yılından önce içinde “Hukuk Devleti” ilkesini içeren bir makalesi veya yazısı yoktur. Ayrıca Kürt tarihi ve Kürtlerin aşiret yapısı konusunda Mecit Hun’un bilgi seviyesine sahip değildir. Bu gerçeklik listede bulunan diğer şahsiyetler için de geçerlidir. Mecit Hun, Sosyal Demokrasi ilkelerini Kürtlerin kimlik ve sosyal haklarını genişletmek için bir araç olarak görmüştür. Ancak listedeki diğer isimler de Kürt halkının bu beklentisine cevap verebilecek bir kaygının olduğu söylenemez. Üstelik yukarıdaki listedeki isimlerden hiçbiri ( buna Hikmet Çetin’i dahil ederek söylüyorum), PKK’nın silahlı hedefi olmamışlardır. Evleri bombalanmamıştır. Sıkıyönetim yetkilileri tarafından komplo kurularak evlerinde silah ve bomba bulundurduğu iddia edilerek tuzağa düşürülmemişlerdir. Siyasi komplolar yüzünden eşleri cezaevine girmemiştir. Bu da gösteriyor ki Mecit Hun’un kararlı Sosyal Demokrat duruşu, devleti ve PKK’yı listedeki diğer isimlerden çok daha fazla rahatsız etmiştir. Mecit Hun her ikisine de asla boyun eğmemiş ve taviz vermemiştir.Sosyal Demokrasiye olan bağlılığı zerre kadar değişmemiştir.

Hikmet Çetin

İkinci kuşak Sosyal Demokratlar arasında Mecit Hun gibi Kürt kökenli olup Sosyal Demokrasinin temel ilkelerini benimsemiş isim Diyarbakırlı Hikmet Çetin’dir. Mecit Hun, 1952 yılında DİL gazetesini yayımladığında Hikmet Çetin 15 yaşında bir delikanlıdır. Üstelik Hikmet Çetin’in hayatında yüksek öğrenimine engel olabilecek bir Hüsnü Bingöl yoktur. Mecit Hun, 1952 yılında “Hukuk Devleti” ifadesini yazılı olarak kullanırken, Hikmet Çetin’in Sosyal Demokrasi ile ilgili ilk yazıları 1980 yılların sonunda makale olarak yayımlanmıştır. Mecit Hun, bu anlamda 20’inci yüzyıl Kürt aydınları içinde Sosyal Demokrasi ilk benimseyen ve yazıya döken ve bunu uygulamada kanıtlayan ilk şahsiyettir.  Hukuk devleti ilkesinden ve yasalara bağlılıktan asla taviz vermemiştir.

Celal Paydaş, Musa Anter, Ahmet Türk, Şerafettin Elçi, Mir Dengir Fırat gibi isimler dalgalı bir yol izlemişler, Sosyal Demokrasi ile Muhafazakarlık ve Milliyetçilik arasında gidip gelmişlerdir. Ne 49’lar Hareketi ne de daha sonraki Kürt hareketleri içinden Mecit Hun seviyesinde ilkeli bir Sosyal Demokrat çıkmamıştır veya en azından 1952 yılında gazete köşelerinde Hukuk Devleti ilkesini ön plana çıkararak bunun öncülüğünü ve mücadelesini yapmamışlardır.

Dünya görüşü esas alındığında, 1952 yılında 27 yaşındaki Mecit Hun ne idiyse 1998 yılında 73 yaşında vefat eden Mecit Hun aynısıydı.  Zerre kadar ilkelerinden taviz vermemiştir. Eğer okuyucularım 1951 yılında kurulan Sosyalist Enternasyonal’den itibaren Kürt aydınları içinde “Hukuk Devleti” terminolojisini yazı dilinde kullanan başka bir Kürt şahsiyeti biliyorlarsa elbette bu iddiamdan geri adım atabilirim. Mecit Hun için önce Hukuk Devleti sonra Kürt Milliyetçiliği esas olmuştur. Bir anlamda içinde yaşadığı toplumun çok ilerisinde bir vizyona sahipti.

Hamza Aygün

HAMZA AYGÜN’ÜN ANLATIMIYLA MECİT HUN

Ahmed Şemo’nun canı ruhu Mecit Hun’un üzerindeydi. Her zaman sınıfının birincisi oğlunun üzerinde titrer, her gittiği yerde “Mecit, Mecit”diyerek övgüyle söz ederdi. Aynı sevgi ve duyarlılığı büyük oğlu Hamit’e göstermezdi.

Mecit Hun’un en büyük hatası liseden sonra öğrenim hayatına devam etmemesiydi. İkna kabiliyeti son derece yüksekti. Eğer okusaydı iyi bir devlet adamı olabilirdi. Mecit Hun’un bir hatası da, gittikçe gözden düşen bir partiden yani CHP’den politikaya girmesiydi. Bununla kalmadı, kendisini Sırrı Atalay’ın siyasi hesaplarına endeksledi. Halbuki hem ailesi hem de kendi yeteneği, Sırrı Atalay’ınkinden kat kat üstündü. Kendini ön plana çıkarmasını beceremedi. Allah rahmet etsin!

***      

DİL GAZETESİ 12 Temmuz 1952

YAZAN: MECİT HUN

Tuhafınıza gitmesin.Haber aldığımıza göre sevimli kaymakamımız Hakkı Albayrakoğlu tamim buyurdukları bir emirle iskan işlerini durdurmak suretiyle ilgili memurları bu hususla alakalı kanunları tatbikten alıkoymuştur:

Tuhafınıza gitmesin…

Gerçi kanunun hakim olduğu bir memlekette veya bizim gibi HUKUK DEVLETLERİNDE böyle şey olmaz ama, madem ki demokrasi var ve madem ki kanunları çıkaranlarda nihayet bizim gibi insandır.O halde bir Kaymakamın da 6000’e yakın kanun içinden birkaç tanesini yürürlükten kaldırması mümkün ve tabii olmalıdır.

Hem Iğdır gibi iskan işlerinin yolunda gittiği bir yerde iskân kanunlarını tatbike ne lüzum var ki…

İlahi Kaymakam bey…

*** 

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMASI: Mecit Hun namaz kılmazdı ama ateist değildi. Evrende mutlak bir gücün var olduğuna inanırdı. Seküler ve laik bir dünya görüşüne sahipti. Dinin siyasete alet edilmesinden nefret ederdi. Camiye gittiğine tanıklık etmiş değilim. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe meali odasındaki kütüphanede elinin altında bulunurdu. Dinler tarihi konusundaki bilgisi mükemmeldi. Din hocalarına karşı son derece saygılıydı.

İsmini şu an hatırlamadığım Bitlisli ünlü bir din adamıyla yaptığı teolojik (dini) bir sohbete tanıklık etmiştim. İslam’ın temel kurallarından bahseden din hocası imalı bir şekilde Mecit Hun’un dini görevlerini yerine getirmediği anlamında bir konuşma yapınca Mecit Hun bir zaman sessiz kaldı. Uygun bir anda sözü aldı. Hoca, Mecit Hun’un dinler tarihi (Musevilik, Hıristiyanlık, İslam ve diğer dinler)  konusundaki bilgisi karşısında çaresiz olduğunu anladı ve susmayı tercih etti.

Mecit Hun insanların dini tercihine saygılıydı. Eğer toplumda cami yapılması gibi ibadet için bir yetersizlik varsa bunu sosyal bir ihtiyaç olarak dile getirmiş ama asla din sömürüsü yapmamıştır. Aşağıdaki makalede bunun izlerini görmek mümkündür.

DİL GAZETESİ

YAZAN: MECİT HUN 12 Temmuz 1952

BİTMEYEN CAMİ İNŞAATI

Şarkın incisi diye vasıflandırılan Iğdır’ımız gavur (Müslüman olmayan) idaresinden kurtulduktan sonra bu yana bir Müslüman diyarı olduğunu ispat edebilmek için maalesef arzu edilir şekilde bir camiye kavuşmadı.

Yıllardan beri Iğdır’da bir cami inşası için teşekkül etmiş dernekler, şahsi teşebbüs veya rehberlikle yapılmış toplantılar hatırlıyorum. Fakat bütün faaliyetlerin vücuda getirdiği yegâne eser yıkılan bir kilisenin temelleri üzerinde inşa edilen bir metrelik temel duvarı ve dosyasında hıfzedilen (saklanan) bir projeden başka bir şey değildir.

Bilhassa Iğdır gibi zengin bir yerde ve daha doğrusu bir Müslüman diyarında bu vaziyet affedilemez ve halkımızla yakışık almaz hallerdendir.Ferdi teşebbüsle muazzam fabrika ve tesislerin yapıldığı Iğdır’da cami inşaatımız çoktan bitmeli ve başka yerlere örnek olmalıydık.

Temennimiz bu işle ilgili arkadaşların gayret ve mesai ve sayın halkımızın da kıymetli himmetlerini (yardımlarını) esirgemeden elbirliğiyle bu işi neticelendirmesidir.

MERHUM ALİ YİĞİT ANLATIYOR

NOT: 1925 Kağızman doğumlu olan Halife İbrahim Güneş, Iğdır’da maneviyatın kök salması çaba göstermiş üstün bir şahsiyet ve din âlimidir (Mücahit).

Bir seçim dönemi Halife İbrahim (Güneş)sağ bir partiden adaylığını koyan bir akrabası için Kürt köylerini tek tek dolaşıp oy istiyordu. Kürt köyleri öteden beri CHP’ne oy verdikleri için Halife’nin bu siyasi hamlesi biz parti üyeleri arasında korku ve endişeyle karşılanmıştı. Dini inançlarına çok bağlı Kürt köylüleri Halife’nin telkini yönünde oy kullanacak diye paniğe kapılmadık değil.

Mecit Hun haberi sakin ve güvenli bir edayla karşıladı. “Bırakın Halife istediği gibi çalışmasını yapsın” dedi. Mecit Hun’un bu kadar ciddi bir tehdidi hafife alması anlaşılır gibi değildi.

Seçim propagandasının son günüydü. Mecit Hun bizleri yanına çağırdı, “Arkadaşlar şimdi Halife’nin gittiği tüm köyleri dolaşacağız”

Sabah erkenden başlayan seçim gezimiz gece geç saatlere kadar hummalı şekilde devam etmişti. Her gittiğimiz yerde köylüler Mecit Hun’u görür görmez, kendilerine daha önce yapılan tüm telkinleri bir kenara bırakıp, “Mecit Hun sen nasıl istiyorsan biz oyumuzu öyle kullanacağız” diye söz veriyorlardı.

 Seçim sandıkları açıldığında köylerin gerçekten de büyük bir çoğunlukla CHP’ye oy verdikleri belli olmuştu. Tabii bu sonuç Halife’nin hoşuna gitmemişti. Saygın otoritesinin tehdit edildiğini ve ayaklar altına alındığı hissine kapılmıştı. Şehir merkezine gidip Mecit Hun’u yakaladı:

“Seni severim ama bana karşı yaptıklarınhoş değildi!”

“Hocam, eğer sana karşı başka bir medrese açsaydım,eğer din adamlarını sana karşı kışkırtsaydım, eğer sana karşı zekat ve fitre toplasaydım bu siteminizde haklı olabilirdiniz. Ama ben siyaset adamıyım. Bu benim mesleğim. Diğer yandan, Hocam, politika yalan ve boş vaatlerin yapıldığı,insanların hırslarına ve kıskançlıklarına yenik düştüğü vefasız bir meslektir.Arzum o ki bu çirkin meslekten uzak kalınız. Hiç olmasa bizim de gelip elini öpecek, bizi politikada işlediğimiz günahlardan affettirecek sizin gibi değerli bir hocamız olsun”

Mecit Hun Halife İbrahim’i sever ve onun kişiliğine bir saldırı gelmesine tahammül edemezdi. Evet, yolları ayrıydı ama Mecit Hun ne de olsa bir aşiret terbiyesiyle büyümüştü, Halifeyi gerektiğinde korur ve ona olan saygısını ortaya koyardı.

Bir keresinde Halife, Hacca gitmeye hazırlanıyor ama pasaport alamıyordu. Hac yolculuğunun başlamasına iki gün kalmıştı. Mecit Hun’un durumdan haberi olur olmaz Sırrı Atalay’a telefon açar:

“En saygın hocamıza Hac ziyareti yasaklanıyor. Bu bizim için yüzkarası bir durumdur. En kısa zamanda pasaportun çıkması için gereken girişimlerde bulunmanızı istiyoruz.”

Mecit Hun aynı gün Kars’a gidip pasaportu getirdi ve kendi eliyle Halife’ye teslim etti.

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMASI: Mecit Hun, Millet Partisinin kurucu İlçe Başkanıdır. 1946 yılında DP saflarına katılan İsmail Gödekli 1952 yılında Millet Partisine geçerek Mecit Hun ile siyasi kader birliği yapar. Miting ortamında düzenlenen partiye katılım töreninde İsmail Gödekli, Millet Partisine katılışı nedeniyle etkili bir konuşmayla kürsüden halka seslenir. Aşağıdaki yazıda göreceğimiz gibi siyasi gerginlik ve sataşmalar daha 1952 yılında Iğdır’da boy göstermiş ve hız kesmeden hep devam etmiştir.  Merhum İsmail Gödekli aşağıda okuyacağınız konuşmasıyla Iğdırve Aralık siyasetinin vazgeçilmez isimlerinden birisi olmuştur. Terekeme kökenli olan İsmail GödekliAralık ilçesinde, zümre ve mezhepler arasında en önemli denge adamıydı. (Not: 1909 Erivan doğumlu olan İsmail Gödekli 25 Mart 1975 tarihinde vefat etmiştir. Bugün kendi ismiyle Aralık ilçesinde bir cami vardır. Allah rahmet etsin!)

İsmail Gödekli

İsmail Gödekli Kürsüde

DİL GAZETESİ 12 Temmuz 1952

YAZAN: MECİT HUN

MİLLET PARTİSİNİN SÖĞÜTLÜ OCAĞI AÇILIŞI

Millet Partisi, Iğdır ilçe yürütme kurulu, Söğütlü Mahallesi Ocağının açılması münasebetiyle 9 Temmuz 1952 Çarşamba günü saat 17’de Belediye önündeki meydanda açık bir toplantı ve konuşma tertip etmiştir.

Toplantı Iğdır’ın yaz mevsimi hususiyetleri nazarı alınarak günün en hareketsiz saatine isabet ettirildiği halde büyük bir dinleyici kitlesi tarafından sonuna kadar takip edildi.

İlk konuşmayı yapan Millet Partisi ilçe idare kurulu başkanı Mecit Hun, Millet Partisi gayeleriyle muhalefetteki çalışmalarının müspet neticelerini izah ettikten sonra, DP iktidarının samimi hareket etmediğini belirtmiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Memleketimizde tek parti yerine çok parti idaresinin kaim (yerine geçmesiyle)olmasıyla millet ve memleket hesabına daha hayırlı neticeler umulurken,Demokrat Parti’nin bugün tesis ettiği idare ile takip ettiği siyaset bizi ümitsizliğe sevk etmiştir. Mütereddit (ikircikli) siyasi partiler arasından iktidara gelenler çok parti siyasetinin icap ettirdiği şeklide hareket etmediği müddetçe teessüs eden (yerleşen) idare tek parti rejiminden daha kötü neticeler doğurur.

Maalesef, DP takip ettiği hattıhareketle(davranışla) muhalefeti ezmek ve hatta bertaraf etmek emelindedir.Muhalif partilerle halk huzur ve teminat altında faaliyetten mahrum bulunmaktadır.

Parti kademeleri, memurları daimi surette baskı altında tutmak ve onları partinin memuru olarak arzusuna göre harekete mecbur etmek suretiyle partizan bir idarenin temellerini atmakla memurlarımızın huzur içinde çalışmalarına mani olmaktan başka bir netice istihsal edemeyeceklerdir (üretemeyeceklerdir).”

Bundan sonra Mecit Hun sözü Iğdır DP teşkilatına intikal ettirerek(getirerek) DP idarecilerini kendi partilileriyle alelumum (genellikle) halk arasına nifak sokmakla (aralarını açmakla) itham etmiştir.

“Muhterem halkımızın müzaheretine (desteğine) istinat eden (dayanan) partimiz daima milletin emrinde çalışacaktır,” dedikten sonra kürsüden inmiş ve şimdiye kadar DP’de olduğu zannedilen ve DP’nin Başköy bucağı kurucularından Gödekli(İsmail Gödekli) kürsüye çıkınca, evvela neye uğradıklarını şaşıran DP’liler hadisenin ehemmiyetini derhal kavrayamamış fakat işin ciddiyetine kanaat getirince nahoş hadiseler çıkarmaya teşebbüs ederek zaman zaman hatibin sözlerini kesmeye çalışmışlarsa da alkışlar ve halkın tezahüratı arasında nutkunu sonuna kadar tam bir ciddiyetle okumuş ve toplantı sona ermiştir.

İsmail Gödekli’nin konuşmasının metni aşağıdadır:

“Sayın hemşerilerim: Bugün Millet Partisinin Söğütlü Ocağının açılış törenine şeref verdiğinizden dolayı hepinize partim adına candan teşekkür ederim.Arkadaşlar, 1947 yılında Başköy bucağında DP’yi saffet ve samimiyetle, sarsılmayan azim ve iradelerine ve medeni cesaretlerine çok iyi güvendiğim ve itimat ettiğim aziz Başköylü kardeşlerimle el ele vererek bütün hürriyet cesaretinin karargahı olan DİL mıntıkasında kurduk.

Kurduğumuz günden 1952 kongresine kadar bu partide gayet samimi ve ahenkaver (uyum içinde)  bir şekilde çalıştık. Hakikaten DP’nin ana akidelerine (esaslarına), tüzük ve programına hayranım. Gerek Halk Partisi gerek DP ve gerekse Millet Partileri benim için mukaddestir. Bu partilerin üçüne de, kurucularına da hürmetim vardır. Mademki memleketimizde bugünkü bünyemize göre bir parti hızı ve havası yaşamakta ve yükselmektedir. Binaenaleyh (bundan ötürü) bu hız muhakkaktır ki çok kuvvetli temellere dayanarak yurdumuzda milletimizin selamet ve inkişafı (gelişimi) yolunda göğüs gererek yürümelerini icap ettiriyor. Şu halde en kutsi hizmeti partiler yapmış oluyor demektir. Fakat, maalesef yeni iktidar bu zihniyet ve gayeyi taşımadı, bu varlığı göstermedi. Tüzük ve programındaki vaatleri yerine getiremedi. Yaldızlı sözlerle bizi aldattı.

İsmail Gödekli Ailesiyle

Memlekete irtica, iftira, nifak ve huzursuzluk soktu. Bugün millet büyük bir hayal kırıklığı içinde ümitsiz yaşamaktadır. Bu merhametsizlik ve haksızlığı yapan yeni iktidarın kademe teşkilatı başında olan nâ ehil (ehil olmayan) insanları memleket ve millet menfaatlerini gasp emek sevdasını güden kimseler ve hiçlerdir.Bu hiçler ki, tüzük ahkamına (kurallarına) uymayarak o güzelim bakire tüzüğün fikriyle oynayıp lekelediler.1952 ilçe kongresinde bir bozbaşa oy aldılar.

O hiçler ki, Nasrettin Hocanın yeminini bölemedikleri halde Ankara’yı suyolu yaparak iktidardan pay ve hisse davasında bulundular ve bulunmaktadırlar.

O hiçler ki Ankara’ya yaranmak sevdasıyla gazetelerde birçok hercailik (bir dalda durmayan) ettiler ve iktidarı bu şekilde oynattılar.

O hiçler ki 1950 seçimlerinde iki kardeşi birbirine saldırdılar,particiliği ortadan kaldırarak partizanlık ve mahalli particilik yaptırıp bu temiz milletten bu suretle istifade ederek mevki kazandılar. Ve bu milletin emeklerini sonradan heder ederek iktidarın murassa (değerli) koltuklarına imrenerek itimadımızı suistimal ettiler.

İktidar partisi 14 Mayıs’ta yapmış olduğu konuşmalarında, ben ve benimle birlikte Millet Partisine intisap eden (katılan) arkadaşlar güya DP’den ihraç edilen kimseler imişiz. Bu cümleyi dudakları arasına alarak efkarıum umiyeye(kamuoyuna) yayan ve yakıştıranlar hakikaten şerefsiz ve karaktersiz kimselerdir. Benim ve arkadaşlarımın partiden ihraçlarına dair hangi kararları mevcuttur ve sebep nedir, lütfen açıklasınlar. Ben, ne fabrika satmış ve bu masum milletin günahına girmiş ve ne de iktidarı kandırarak baskı ile fabrika almışım. Ve ne de iktidarlarına güvenerek hükumet koridorlarında vasıtacılık (aracılık) yaparak iktidar sayesinde milleti soymuşumdur.

Ben bu davayı şerefli bir dava bilerek girdim. Bu davanın başında bulunan kimseler ve hiçleri gördüğüm içindir ki yeni iktidardaki bu haksızlıklara tahammül edemeyerek 6 sene bilafasıla (aralıksız) çalıştığım partiden ayrılır,huzurunuzda Millet Partisine intisap ediyorum (katılıyorum). Memlekette bu ana davaları başarmak için muhakkak mücadele şarttır. Millet Partisinin tüzüğünü bir defa gözden geçirirseniz eminim ki siz de benim gibi iktidarın hareketlerine nefret edip memlekette kuvvetli bir muhalefet yaratmak için Millet Partisine geçmeyi vicdani bir borç bileceksiniz.Sizlerinde Millet Partisine geçmesini candan dilerim.”

İsmail Gödekli’nin konuşması sırasında o sırada dinleyicilermeyanında (arasında)  bulunan DP İç Bucak İdare Heyetinden Mehmet Gülten hatip için hakaret ve isnatta (karalamada) bulunmuşsa da şahsi şikayete taalluk ettiğinden (ilgili olduğundan) taraflar mahkemeye müracaat etmeden hadise kapanmıştır.

Fakat Millet Partisinin gördüğü alaka ve müzaheretle (destek) İsmail Gödekli’nin konuşmasından sinirlenerek kendilerini savcılığa müracaatla Gödekli tarafından hükümet ve partinin şahsiyeti maneviyesine (manevi kişiliğine)  hakarette bulunulduğu iddiasıyla takibat icrasını (kovuşturma) talep etmişlerdir.

Hükümet tarafından toplantıda bulundurulan siyasi mümessilin (temsilcinin) de teyit (onay) ve beyan ettiği gibi böyle bir hal varit (gerçekleşme olasılığı) olmadığı halde Demokratlar uğradıkları hezimetten ne yapacaklarını şaşırarak sümmette darik (son dakikada) temin ettikleri birkaç DP’li şahitle tertip ve isnatlara (karalamalar) başvurmuşsa da bizzat sayın Savcı ve Emniyet Amirimiz tarafından yapılan inceleme neticesinde iddia varit (gerçekleşme olasılığı) görülmeyerek takipsizlik kararı verilmiştir.

İyi düşünen DP’lilerle bitaraf (tarafsız) halk ve CHP’liler, Demokrat Partinin uğradığı bu vaziyeti hezimet telakki etmekte (öyle görmekte) ve zaten sayısı pek az olan Demokrat Partililerin bu hadiselerden sonra Iğdır muhitinde (çevresinde) asla tutunamayacağını beyan etmektedirler.

İsmail Gödekli (ayakta) ve Cafer Sadık Tezel (oturan)

Toplantı günü akşam saati 21 sıralarında DP idarecilerinden Latif Polat’la CHP müfritlerinden (aşırı taraftarlarından) hamallıkla geçinen Ahmet Kumtepe arasında Fazıl Baykal gazinosu önünde bir kavga olmuş ve kahvenin camları kırılmışsa da hadise mahkemeye intikal etmeden yatıştırılmıştır.

DEVAM EDECEK

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir