Değerli Okuyucular:

İnsanoğlu, “algı” konusunda hep aldanmıştır: Bir olay veya tanımla ilgili edindiğimiz ilk izlenime bağlı kalır, sonraki değişimleri sorgulamak istemeyiz. Üstelik inandığımız düşünceden de kolay kolay vazgeçmeyiz.

Bu durum siyasi terminolojide de kendisine yer bulur. Bugün öyle sanılır ki dünyada sadece tek bir emperyalist ülke vardır; o da ABD’dir, çünkü çocukluğumuzdan ve gençliğimizden beri bize bu öğretildi. Halbuki, gerçek, çok farklıdır!

“KAHROLSUN ABD EMPERYALİZMİ”

1960’lı yılların sonuna doğru, dünya gençliği tek ses olup birleşti: “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!”

İstanbul Devrimci Gençliği Dolmabahçe’de (1968)

Özellikle devam eden kanlı Vietnam savaşı bu sloganı halkların bilincine güçlü bir şekilde kazıdı. 1967-70 arasında dünyayı dolaşan birisi çok rahat şekilde şöyle bir öngörüde bulunabilirdi: “Dünyada tek bir emperyalist ülke var, o da Amerika’dır!”

Müslüman ülkelerde, bu tanım daha da katmerliydi, çünkü Arap-İsrail savaşı devam ediyordu ve ABD, İsrail’in tarafını tutuyordu.

Türkiye gençliği de kendisini bu slogana kaptırmıştı. Nihayet gövde gösterisi için bir fırsat kendiliğinden doğar. ABD’nin Akdeniz’deki gücü 6. Filo, 15 Temmuz 1968’de Dolmabahçe’ye demir atar. Haberi duyan devrimci gençlik, İstanbul Üniversitesi ve İTÜ yerleşkelerinden Dolmabahçe’ye sel gibi akar. Protestolar iki gün devam eder. 17 Temmuz’da olaylar zirve yapar, ABD’li askerler denize atılır.

Denize atılan Amerikalı bir asker 

Dünyadaki tek emperyalist ülkenin ABD olduğu izlenimi veya algısı yıllarca devam etti. Aslında bu sloganın arkasına gizlenen ve olup biteni sessizce izleyen diğer emperyalist devletler, ABD emperyalizminin gerilemesiyle (!) meydanın kendilerine kalacağını veya en azından kendi emperyalist kimliklerinin göz ardı edileceği umuduna kapıldılar.

İsterseniz, 19’ncu yüzyılın sonundan bugüne kadar emperyalizmin gelişimine bir göz atıp, iç içe gelişen üç aşamasını birlikte ele alalım. Ne yazık ki emperyalizmin kendi içinde gösterdiği bu üç farklı aşamayı değerlendirmeye alan çalışmaların sayısı ya oldukça sınırlıdır ya da yok gibidir.

1.KLASİK EMPERYALİZM VEYA ÜRETİM YOĞUNLUKLU KAPİTALİZM

Emperyalizm kavramı, tarihi süreçte üç önemli değişimden geçmiştir. Birinci aşaması “Klasik Emperyalizm” aşamasıdır. Bu dönemi en iyi Lenin, 1916’da kaleme aldığı “Kapitalizmin Son Aşaması: Emperyalizm” isimli eserinde tanımlamıştır.

Ne yazık ki bu kitap ilk kez 1974 yılında yani 58 yıl aradan sonra Cemal Süreyya tarafından Türkçeye çevrilmiştir. ABD emperyalizminin, 1980’den itibaren üçüncü aşamaya girdiğini dikkate aldığımızda, Lenin’in kitabının ne kadar geç çevrildiğini, 70’li yılların okuyucularının emperyalizmi ve dünya olaylarını, Lenin’in çoktan modası geçmiş olan “Klasik Emperyalizm” gözlüğünden değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Halbuki Lenin, emperyalizmin 1950 ve 1980’de ortaya çıkan ikinci ve üçüncü aşamalarını öngörememiştir.

Klasik Emperyalizmin öne çıkan en önemli özelliği; üretim ağırlıklı olması, üretimin emperyalist ülkelerde yapılması, bir yandan ürünlerin satışı için pazar arayışı bir yandan da ihtiyaç duyulan hammadde kaynaklarının paylaşılmasının birincil derecede önemli olmasıdır. Dünya pazarını ve hammadde kaynaklarını ele geçirme rekabeti Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına neden olmuştur.

2.KNOW-HOW (TELİF HAKKI) TRANSFERİ ESASINDA EMPERYALİZM

Emperyalizm, birinci aşamasını 1950’li yıllarda tamamlar. Üretim arttıkça ve pazarlardan gelen talep yükseldikçe önemli bir sorun ortaya çıkar: Ürünlerin (örneğin araba, buzdolabı, TV, radyo vb) dünyanın dört bir yanındaki pazarlara gönderilmesi ciddi lojistik maliyete neden olmaktadır.

Bu sorunu aşabilmek için ABD ve diğer emperyalist ülkeler, pazar durumundaki ülkedeki yatırımcılarla Know-How anlaşmaları yaparak yani telif hakkını kendi ellerinde bulundurarak, üretim merkezlerini kısmi olarak ABD dışındaki topraklara taşıdılar.

Böylece, bir zamanlar ürünleri için pazar durumunda olan ülkelerde kendileriyle Know-How anlaşması yapan “Komprador Burjuvazi” sınıfı ortaya çıktı.  (“Komprador” kelimesi İngilizce “İş birliği” anlamına gelen “Comprador” kelimesinden türetilmiştir.)

Türkiye’de Koç ve Sabancı aileleri, yabancı sermayeyle iş birliği içinde ve onların telif hakları çerçevesinde üretim yaparak güç kazanırlar. İstemeyerek de olsa pazar durumundaki ülkelerde yavaş yavaş “İşçi Sınıfı” ortaya çıkar.

Benzer durumu Sovyetler Birliği (SSCB) içinde de gözlemlemek mümkündür. Örneğin 1920-50 yılları arasında en önemli fabrikalar (üretim merkezleri) Rusya topraklarında kurulmuş, diğer cumhuriyetler pazar ve hammadde kaynağı olarak kullanılmıştır. 1950’den itibaren, lojistik masrafları azaltmak için diğer cumhuriyetlerde de üretim merkezleri açılmaya başlanmıştır. SSCB bir anlamda kendi içinde emperyalizmin aşamalarını, kapitalist emperyalizme benzer şekilde ve paralel olarak yaşamıştır.

Know-How temelli emperyalizmde, güç, belli ülkelerin elinde kalmaya devam etmiştir. Klasik emperyalizm döneminde güçlü olan birçok emperyalist ülke, emperyalizmin ikinci aşamasına ayak uyduramayarak, güçlerini kaybetmişlerdir. Buna en iyi örnek İngiltere ve Fransa verilebilir. Bir anlamda 1950’den itibaren İngiltere ve Fransa’nın “emperyalist” konumdan hızla aşağıya doğru yuvarlandığını, önem kaybettiğini söyleyebiliriz.

3.HİZMET SEKTÖRÜ AĞIRLIKLI EMPERYALİZM

1980’den itibaren, özellikle bilgisayar ve İnternetin günlük yaşama girmesiyle, birdenbire “üretim ağırlıklı emperyalizm” tepetaklak olmuştur. Emperyalizmin birinci aşamasında, “emperyalist” konumundaki ülkeler, üretimi ellerinde tutmaya özen gösterirken, ikinci aşamasında Know-How anlaşmalarıyla yani telif hakkıyla üretimi kendi kontrolünde tutarak diğer ülkelere taşımış (kendi ülkesinde üretimi gereksiz bir yük olarak görmüştür), bu görevi Çin, Hindistan, Brezilya, Endonezya, Türkiye, Meksika gibi ülkelere aktarmaya çalışmışlardır.

Yeni dönemde, yani emperyalizmin üçüncü aşamasında, önemli olan, Hizmet Sektörünü (Google, Yahoo, Facebook, Twitter vb programlar, Amazon, e-ticaret, eBay, PayPal, GittiGidiyor, e-devlet, finansal ürünler,Bitcoin vb uygulamalar) geliştirmek ve elinde tutmak olmuştur.

Microsoft’un kurucusu Bill Gate, daha 1980’in başında hedefini şöyle açıklar: “Her evde bir bilgisayar olacaktır!”. Bill Gates, bu öngörüde bulunduğunda Türkiye’de tek bir bilgisayar bile yoktu. Bugün iPhone ve muadili akıllı telefonları da sayarsak her evde 4-5 bilgisayar bulunduğunu söylemek mümkündür.

Bugün ABD’de GDP’nin (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) yani ülke zenginliğinin %0.86’sı tarımdan, % 18.53’ü endüstriden (üretim) ve % 76,89’u ise hizmet sektöründen gelmektedir. Endüstriyel üretimin ne kadar önemsizleştiğini yukarıdaki rakamlarla görmek mümkündür.

Bir zamanlar ABD ve dünya Otomotiv Sanayinin merkezi Detroit’in şimdilerdeki vahim durumu

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının tek nedeni, bilgisayar kullanımıyla ortaya çıkan Hizmet Sektörünü ülkede yaratamaması, bu nedenle dünyadaki rekabet gücünü kaybetmesinde aranmalıdır.

ABD, Hizmet Sektörünü geliştirip pazarlarken, Sovyetler Birliği bırakınız Hizmet Sektörünü, doğru düzgün bir araba veya TV üretmeyi bile başaramıyordu. Övünçle yapabildiği tek şey tarımsal ürünleri (özellikle buğday) dünya marketlerine satmaktı. Sovyetler Birliği; demir-çelik, tahıl, petrol gibi hammadde kategorisine giren ürünleri dünya piyasasına satarak ayakta kalmayı ekonomik bir model olarak benimsemişti.

SSCB, rekabeti sürdürebilmek için bilgisayar teknolojisine el atacağına, kendisini “hammadde ve enerji kaynağı” olarak gördü ve konumlandırdı. Böyle olunca, dışsal dinamiklere dayanamayıp paramparça oldu.

OTOMOBİL SEKTÖRÜNDEN BİR ÖRNEK:  ABD’DE OTOMOBİL ÜRETİMİ

ABD’de Ford Otomobil şirketi 1903’de kurulur. Kurucusu Henry Ford, seri üretim tekniğini geliştirir, çok geçmeden Ford Model T isimli arabasını 1908’de piyasa sunar. 1918’de ABD’deki arabaların yarısını Ford üretir. Henry Ford hedef  koyar: “Her evde bir Ford arabası olacaktır!”

 

Dünyadaki ilk seri üretim arabası: Ford Model T

Yıllarca Ford, arabasını ABD’de üretip dünyaya sattı (Emperyalizmin Birinci Aşaması). 1955’den itibaren Ford; Kanada, Meksika, Birleşik Krallık, Almanya, Brezilya, Arjantin, Avustralya, Güney Afrika ve Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede Know-How temelinde fabrikalar açtı (Emperyalizmin İkinci Aşaması / Komprador Burjuvazi Dönemi).

Ford, Türkiye’de Koç Ailesine ait Otosan Şirketiyle ortaklık yapar. Böylece Ford Otosan isimli şirket ortaya çıkar. Ancak yıllar geçmesine rağmen Türkiye kendi  arabasını üretmede başarılı olamaz.

Türkiye’nin Otomobili Girişim Grubu (TOGG) tarafından üretilen yerli arabanın 2023’de piyasaya çıkacağı söyleniyor. Eğer bu mümkün olursa Türkiye, ABD’den tam 115 yıl sonra, nihayet kendi arabasını üretebilecektir. Kısacası, ABD, emperyalizmin üçüncü aşamasına girerken, Türkiye, birinci aşamasına ancak 2023’de girebilecektir. Nasıl ki 115 yıl önce ABD’nin en büyük derdi hammadde, enerji kaynakları ve ürünleri için pazar bulmaktı, Türkiye de bunu gecikmeli olarak yaşayacaktır.

Güney Kore, bu konuda daha şanslı olmuştur. Örneğin Hyundai şirketi emperyalist ülke şirketleriyle montaj anlaşmaları yaparak sektöre girer, 1980’den itibaren de kendi otomobilini üretir. Bu anlamda Güney Kore, Türkiye’den 40 yıl daha ileridedir.

Üretim yoğunluklu ekonomilerde (tıpkı emperyalizmin birinci aşamasında olduğu gibi) en önemli sorun hammadde ve pazarı güvenceye almaktır. Bu da kaba emperyalist bir anlayışın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle en önemli hammadde olan enerji kaynaklarının (petrol, doğal gaz) güvenceye alınması, ülkeleri, emperyalist bir dış politika izlemeye itmektedir.

Şu an dünyadaki bütün ülkeler, aktif olarak bir şeyler üretmekte, bu nedenle de hammadde ve enerji kaynaklarına, ürünlerin satışı için de güvenilir pazara ihtiyaç duymaktadırlar.

Bugün itibarıyla Birleşmiş Milletlere kayıtlı 193 ülke vardır. Birçok ülke, emperyalizmin birinci aşamasını henüz yaşamaktadır. Her ülke, kendi gücü (askeri, nüfus vb) yettiğince emperyalist bir tutumla hareket etmekte, komşularının aleyhine olacak şekilde bir genişleme politikası izlemektedir. Bu durum da dünyadaki çatışma ve gerginlikleri ciddi bir boyuta taşımakta, dünya barışını tehdit etmektedir.

Ne yazık ki Uluslararası İlişkiler uzmanları, siyaset insanları, gazeteciler veya sıradan vatandaşlar, ülkeler arasındaki bu hammadde ve pazar rekabetini, ortaya çıkan gerginlikleri anlayamadıkları için dünyadaki her sorundan ABD’yi sorumlu tutmakta, ikide bir, “Bunun arkasında Amerikan Emperyalizmi var!” şeklinde bir değerlendirmede bulunmaktadırlar.

Naçizane bir şekilde hatırlatıyorum: GÜNÜMÜZDE HER ÜLKE, GÜCÜ YETTİĞİNCE, EMPERYALİSTTİR; yani dünyada şu an 193 tane irili ufaklı emperyalist ülke vardır! Bazıları emperyalizmin birinci aşamasını bazıları ikinci aşamasını bazıları da üçüncü aşamasını yaşıyor. Lütfen kimse masumları oynamasın!

193 ülkenin hepsi de sınırlarını genişletmek, enerji ve hammadde kaynaklarına el koymak, ürünleri için pazar bulmak derdindedirler.

Kısacası, ABD’nin 1900-1950 yılları arasında yaşadığı emperyalizmin birinci aşamasını bugün ülkelerin çoğunluğu henüz test ediyorlar.

Bu nedenle doğru slogan, “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!” değil, “KAHROLSUN DÜNYA EMPERYALİZMİ!” olmalıdır.

 

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir