Değerli Okuyucular;

İnsanlık; tarih boyunca gelişim gösterdikçe, dallanıp budaklandıkça, dinlerden bilime doğru yol aldıkça, kavimlerden uluslara dönüştükçe, somuttan soyuta ilerledikçe, birçok değerleri de beraberinde yaratmış, onlarla birlikte yol almıştır. Bunların en önemlilerinden biri de müziktir. Hani, sıkça duyduğumuz bir vecize vardır: “Müzik ruhun gıdasıdır.”

İnsanoğlu, en zor anlarında, mücadelesini umutsuzluktan umuda, yenilgiden zafere dönüştürmek için milli marşlara ihtiyaç duymuştur. Bugün, futbol maçlarında bile, birlik ve beraberlik duygusunu yükseltmek, seyircilerin ruhlarını zafer duygusuyla kenetlemek için milli marşlar okunmaktadır.

İnsanlık tarihi, iki evrensel devrim marşıyla sarsıldı ve her ikisinden de vazgeçemedi: La Marseillaise (la marseyez) ve Enternasyonal.

ÜNİVERSİTE YILLARIM VE “ENTERNASYONAL” MARŞI

“Enternasyonal” marşıyla ilk olarak üniversitede tanıştım. Olaylı ve sancılı yıllardı.

O günü asla unutamam. Üniversitenin resmi olarak açıldığı gündü (Eylül 1976). İki kardeş, Sadi ve İhsan Balamir ile Erenköy’de bir Rum teyzenin küçük bir odasında birlikte kalıyorduk.  Yaşlı Rum teyze, bir yıl boyunca, ben ve Sadi’yi geçici misafir zannedip bizlere tolere etti. Tabi bunda İhsan’ın üstün ‘diplomasi’ yeteneğini de inkar edemem.

Banliyö treniyle Erenköy’den Kadıköy’e, oradan da vapurla Kabataş İskelesine vardık. İhsan, Gemi İnşaat Fakültesi ikinci sınıfa başlayacaktı. Ben ve Sadi Balamir de üniversiteyle yeni tanışacaktık. Sadi, İnşaat Fakültesi öğrencisi olduğu için Taşkışla Yerleşkesine; ben ve İhsan da Gümüşsuyu Yerleşkesine yöneldik.

Gümüşsuyu Yerleşkesinin tek bir giriş kapısı vardı. İçeri girdiğimizde İhsan’ın önceden tanıdığı devrimci gençler, uzun koridorun ortasında kümelenmişlerdi. Aralarına karıştık. Aldıkları duyuma göre ülkücüler kalabalık halde gelip yerleşkeyi ele geçirecekler veya böyle bir teşebbüste bulunacaklardı.

İTÜ Gümüşsuyu Yerleşkesinin giriş kapısı

Kabataş Erkek Lisesi’nin masum ve disiplinli havası kaybolmuş, şiddet ve kavga tam-tam’larının çalındığı bir ortamda bulmuştum kendimi… Dersler başlamıştı. Sınıfımın nerede olduğunu bile bilmiyordum. İhsan’ı ve devrimci gençleri orada bırakıp gitmem de arkadaşlık “raconuna” uygun bir davranış olmazdı.

Farklı fraksiyonlar, iç içeydiler: Dev-Sol, İlerici Gençler Derneği (IGD), Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği (TİKKO-ML) en öne çıkanlardı. Garip bir şekilde kısa sürede birbirimizle kaynaştık. İsim ezberlemeye gerek yoktu, çünkü herkes bir diğerini “Hoca” diye çağırıyordu.

Beklenen oldu. Ülkücülerin kalabalık bir grup halinde, kol kola girerek, askeri disiplinle sert adımlarla ve sloganlar atarak yerleşkeye doğru geldiği haberini aldık. Sopalar, elden ele dolaştı. Hepimiz bu şekilde silahlandık. Çok geçmeden ülkücü grup, 2-3 polisten oluşan kontrol noktasını kimlik kontrolü yaptırmadan zorla aşıp, içeri girdi. Dar ve uzun koridorda, 20-30 metre mesafede, karşılıklı atılan “Kahrolsun Komünistler” “Kahrolsun Faşistler” sloganları kulakları sağır edercesine yankılanıyor, ölümcül bir çatışmanın haberini veriyordu.

Devrimci gruba liderlik eden birkaç genç, ileri atıldı: “Haydi yoldaşlar! Faşistlere hadlerini bildirelim!”

Devrimci grup, hareketlendi. İşte o anda beklenmedik bir durum gelişti. Ülkücü kalabalıktan üzerimize silah sıkıldı. Devrimci grup, panik halinde gerisin geriye koşarak dağıldı. Ben ve İhsan, ikinci kata yöneldik. Ülkücüler, bu fırsatı kaçırmak istemiyorlardı. Gruplara ayrılıp peşimize düştüler. İhsan, kurtuluşu bir amfiye (derslik) girmekte buldu. Ben de arkasından girdim.

Kocaman sınıfta, ders vardı. Siyah tahta, matematik formülleriyle doluydu. Ben ve İhsan, bir yer bulup oturduk. İhsan, yanındaki öğrenciye hangi sınıf olduğunu sordu. Meğerse benim sınıfımmış! İşte bu koşullar altında ilk dersimle tanışmış oldum.

Çok geçmeden, amfiden içeri, daha sonra TİKKO’cu ve Karslı olduğunu öğreneceğim, tıknaz ve kısa boylu bir genç girdi: “Yoldaşlar, faşistler üniversiteyi ele geçirmek için saldırıya geçtiler. Herkes dışarı çıkacak, birlikte karşı koyacağız!” Sözleri kesin, konuşması emrediciydi.

Matematik formüllerini heyecanla ve şevkle tahtaya yazmakta olan beyaz sakallı Profesör, şaşkın ifadeyle etrafına bakakaldı. Amfi, hızla boşaldı. Diğer amfiler de boşaltılmıştı. Üniversiteye yeni başlayan, çoğu iyi halli aile çocuğu öğrenciler, şaşkın haldeydiler.

Devrimci gençler, nasıl ki atlı kovboylar, sığır sürülerini önlerine katıp götürüyorlarsa, işte tam o biçimde, çaylak öğrencileri önlerine katıp ülkücülerin olduğu noktaya yönlendirdiler. Ülkücü grup, her iki koridordan gelen yüzlerce öğrenci karşısında gerilemeye başladı. İşte o anda, enternasyonal marşı uğultu halinde yükseldi. Bu marşı ilk kez duyuyordum. Sözlerini bilmiyordum. İhsan, gür ve güzel sesiyle enternasyonal marşına eşlik etti.

Uyan artık uykudan uyan

Uyan esirler dünyası

Zulme karşı hıncımız volkan

Bu ölüm-dirim kavgası

Yıkalım bu köhne düzeni

Biz başka alem isteriz

Bizi hiçe sayanlar bilsin

Bundan sonra her şey biziz

 

Bu kavga en sonuncu

Kavgamızdır artık

Enternasyonalle

Kurtulur insanlık

Marşın sözleri, tüylerimi diken diken ediyordu. “Kur-tu-lur   in-san-LIK” sözleri hecelenerek ve gür bir şekilde söylenince, coşkuya kapılmamak elde değildi. Hani bıraksalar tek başıma ülkücülerin arasına dalacak, onlarla ölümüne kavga edecektim. Sadece ben değil, marşı söyleyen ve dinleyen herkes, bu ruh halindeydi.

Derken, devrimciler saldırıya geçtiler. Ülkücüler, silahların da artık fayda etmeyeceğini anlayıp apar topar yerleşkeden çıktılar, ortalıktan kayboldular. İTÜ Yerleşkesi, devrimcilerin kontrolünde kalmaya devam etti.

İlk o gün, marşların insan ruhunu nasıl etkileyebileceğine, onları nasıl gözü kara bir savaşçıya dönüştürebileceğine, siyaset farkı gözetmeksizin insanları nasıl tek yumruk yapabileceğine şahit olmuştum.

ENTERNASYONAL MARŞI NASIL DOĞDU?

“Enternasyonal” marşının orijinali Fransızcadır. 1871 Paris Komünü yıllarıdır. Prusya ordusu Paris’i kuşatmıştır. Devrimciler; mahalle mahalle, sokak sokak istilacı orduya direnmektedirler. Bunlardan birisi de Eugène Pottier (öjen potyer) isimli bir şarkı sözü yazarıdır.

Eugène Pottier (öjen potyer)

1871 yılı haziran ayında, umutsuzluğun ruhları kapladığı bir günde, Eugène Pottier saklandığı odada, Enternasyonal marşının sözlerini kaleme alır. Ne yazık, komün direnişi yenilgiye uğrar, Eugène Pottier, İngiltere’ye sığınır. Oradan Amerika’ya geçer. 1880’de af çıkınca, Fransa’ya geri döner.

1888 yılında Belçikalı müzisyen Pierre Degeyter (piyer döjöter) Enternasyonal marşının sözlerini besteler.

Pierre Degeyter (piyer döjöter)

Enternasyonal, Komünist Enternasyonal (Komintern) tarafından işçi sınıfının marşı olarak kabul edilir. 1918-1944 yılları arasında Sovyetler Birliği’nin millî marşı olur. Şarkı, aynı zamanda Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin resmi marşıdır.

Eugène Pottier (öjen potye), “Enternasyonal” marşıyla ilgili şunu söyler:

La politique nous separe                        Siyaset bizi ayırır

Et la chanson nous réunit                      Şarkı (marş) bizleri birleştirir

 LA MARSEILLAISE (la marseyez) NASIL DOĞDU?

La Marseillaise, 1789 Fransız Devriminin marşı olarak doğdu. Devrimi izleyen yıllarda, krallık ve imparatorlukla yönetilen Avrupa devletleri, kral ve kraliçelerini giyotine gönderen Fransız Burjuva Devrimini daha doğmadan boğmak için harekete geçerler.

Fransız Devrim Ordusu, Strasbourg şehrinde toplanır. Avusturya’ya savaş ilan eder. İşte tam da böyle bir günün akşamında 25 nisanı 26 nisana bağlayan gecede (1792) hem subay hem yazar Rouget de Lisle (ruje dö lile) şarkı sözlerini yazar, hatta silah arkadaşlarının önünde şarkı olarak besteler.

Rouget de Lisle (ruje dö lile) arkadaşlarına La Marseillaise şarkısını söylerken

Şarkının ilk adı, “Ren Ordusu İçin Savaş Şarkısı”dır. Savaş ilerlediğinde, devrim ordusu askere ihtiyaç duyar. Güneydeki Marseille (Marsilya) şehrinden gönüllüler Paris’e doğru yola çıkarlar. Gönüllüler , Rouget de Lisle’nin savaş şarkısını söyleyerek Paris’e girerler. Parisliler, gönüllü askerleri coşkuyla karşılarlar. O günden sonra da şarkının adı “La Marseillaise”  (yani Marsilyalıların Şarkısı) olarak kalır.

İleri kardeşler vatan için ileri!

Şan şeref günü geldi çattı işte!

Karşımıza geçmiş, kanlı sancağını

Tiranlık bir kez daha çekiyor göndere

Nasıl bağırıyor duyuyor musunuz uzaktaki

Alanlarda bölük bölü askerler?

Saflarımıza dayandılar, öldürmeye gelmişler

Kadınlarımızı, çocuklarımızı ve bizleri!

 

Haydi vatandaşlar sıklaştırın safları, silahları kapın!

Yürüyün ki şu alçakların kanlarıyla toprağımız sulansın!

 

“La Marseillaise”, 1795 yılında Fransa’nın ulusal marşı olarak kabul edilir. Ancak Napolyon Bonapart ve yeğeni III. Napolyon tarafından, devrimci fikirler içerdiği gerekçesiyle yasaklanır. “La Mareseillaise”, 1879 yılında tekrar Fransa ulusal marşı olarak ilan edilir.

“La Marseillaise”, tıpkı “Enternasyonal” gibi Fransa’yla sınırlı kalmaz. Devrimci savaş marşı olarak ünlenir. Özellikle, Temmuz 1936-Nisan 1939 tarihleri arasında bütün şiddetiyle devam eden İspanya İç Savaşı’nda Cumhuriyetçiler ve Komünistler, “La Marseillaise”in İspanyolcasını söyleyerek saflarını sıklaştırır, Franco’ya karşı direnirler.

BAKÜ SENFONİSİ

1917 Rus Devrimi, insanlık tarihinde yeni bir dönemi başlatır. Çok geçmeden Kızıllar (Komünistler) ve Beyazlar (Çar taraftarları) arasında acımasız İç Savaş başlar. 17 Mayıs 1918- 25 Ekim 1922 tarihleri arasında devam eden İç Savaşın galibi Kızıllar olur. Zafer dalgası, Sovyetler Birliği’ni bir uçtan diğerine aşar, bütün kalplere ulaşır.

İşte böyle bir günde, 36 yaşındaki Rus besteci Arseny Avraamov, insanlık tarihinde ilk olarak, görülmemiş bir senfoniyi hayata geçirmeye karar verir. Kanlı İç Savaş, henüz bitmiştir. Takvimler, 7 Kasım 1922 tarihini göstermektedir.

Rus asıllı besteci Arseny Avraamov

Arseny Avraamov, devrimin “zafer” müjdesini kendine özgü bir şekilde ve dahiyane bir tarzda kurgular. Eline, iki kızıl bayrak alıp Bakü şehrinin en yüksek yerine çıkar. Kendisi, orkestra şefi ve bütün şehir O’nun emrinde birer müzik aletidir. Fabrikalardaki işçiler, fabrika sirenleri, Hazar Denizi’nde demir atmış savaş gemilerindeki toplar, lokomotifler, topçu birlikleri, deniz uçakları, çanlar, bando takımları, hepsi yönünü orkestra şefi Arseny Avraamov’a dönmüştür.

Arseny Avraamov, belirlenen saat geldiğinde, elindeki kızıl bayrakları oynatıp, komut verir.

Kızıl bayraklarla orkestra şefliği yapan Arseny Avraamov

Kızıl bayrak sallanır. Önce, top atışı duyular. Beşinci top atışından hemen sonra fabrika sirenleri tüm gücüyle şehri baştan başa titretir. On beşinci siren çalıp bitince bu kez şehrin dört bir yanından bando sesleri yükselir, kalabalıklar bando eşliğinde Hazar Denizi kıyısına doğru hareketlenir. Bir bayrak hareketiyle, bu kez lokomotiflerin buhar düdüklerinden tiz sesler gökyüzüne yükselir.

Arseny Avraamov, kızıl bayrağı dalgalandırınca makineli tüfeklerin takır takır sesleri diğer seslere karışıp bulutları aşar. Arseny Avraamov, şehir senfonisi için özel olarak elli adet buhar düdüğü hazırlatmıştır. Aniden, düdükler devreye girerler. Arseny Avraamov, kızıl bayrağı tekrar sallar. Su uçakları, Hazar Denizi’nden göklere yükselir. Şehrin her köşesinden yükselen “Hurraaaaa!” sesleri buna eşlik eder. Aniden bir top patlar. Şehre sessizlik çöker. Sonra, dipten gelen bir koro sesi gittikçe yükselir, şehrin dört bir yanında yankılanıp Bakü semalarında dans eder. Söylenen şarkı Enternasyonal’dir.

Arseny Avraamov, kızıl bayrakları yeniden sallar. Başka bir komut verir. Bando takımı, çalmaya başlar. Bu kez söylenen şarkı, La Marseillaise’dir. Denizdeki gemilerden toplar ateşlenir, makineli tüfekler kendi şarkısını söyler. Buna, çan sesleri eşlik eder. Nihayet, şehir senfonisi, Enternasyonal şarkısıyla son bulur.

İnsanlık; bir daha asla, bu büyüklükte, bu güzellikte, bu ruhla bir “Şehir Senfonisini” bir daha yaratamadı. Arseny Avraamov, unutulup gitti. Sizlere bu önemli hatırlatmayı yapmak ve O’nun anısını yad etmek istedim.

 

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir