(Not: Bu makalem, ilk yayımlandığı andan itibaren demokrasi düşmanı malum “Şer Cephesi” tarafından aralıksız olarak hack’lendi, siber saldırıya maruz kaldı. Saygılarımla)

Değerli Okuyucular:

Mafya, hiç devletin yedek gücü olur mu, diye sormayınız. Gerektiğinde, zor veya uygun koşullarda koskocaman devletler bile mafya liderlerine sığınır, yardım isterler. Tarihte bunun binlerce örneği vardır.

TÜRKİYE’DE DEVLET-MAFYA İLİŞKİSİ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti de 1980’li yıllarda yurt dışındaki ASALA üyelerinin öldürülmesinde, 1990’lı yıllarda Kürt ileri gelenlerinin, yurtseverlerinin ve aydınlarının infazında mafyaya sığınmış, yardım istemiştir. Bu gerçekliği bilmeyen yoktur. Hatta bu mafya liderleri halen kutsanmakta, eğer hayatta değillerse ölüm yıldönümleri şatafatlı bir şekilde yapılmakta, eğer hayatta iseler siyasi partiler tarafından kucaklanmakta, birlikte yol almaktadırlar.

Musevi asıllı gazeteci Abdi İpekçi’nin yazıları devleti rahatsız etmekteydi. Devlet, İpekçi’nin susturulmasına karar verir. Bu görevi mafyaya havale eder. Mafya üyesi Mehmet Ali Ağca, arkadaşlarıyla birlikte görevi yerine getirir, Abdi İpekçi’yi tuzağa düşürüp öldürür. Bir zaman saklanır. Yakalanır. 1979’da hapsedildiği Maltepe Askeri Cezaevi’nden elini kolunu sallayarak kaçar (çıkar). Arkadaşlarının yardımıyla Iğdır’a gelir, İran’a geçer. Gerisi, hepimizin malumudur.

Abdi İpekçi (Musevi)

Ağca, işlediği cinayetlere rağmen halen bazıları tarafından “peygamber” olarak kutsanmakta, “şanlı-şerefli” bir hayat sürmektedir. Ne yazık ki bu türden iş birlikleri, yani devletin mafyayı koruması, tehlikeli bir şekilde gençleri mafyaya katılmaya özendirmekte, kariyerlerini mafya içinde aramalarına neden olmaktadır. Nasıl olsa bir gün devlet bana da bir “kıyak” çeker ya kaçmama göz yumar ya da cezam düşer, düşüncesi hakimdir.

Hrant Dink (Ermeni)

Gazeteci Hrant Dink’i öldüren Ogün Samast, cezaevinden çıkarsa bir partiden Milletvekili seçilecek kadar popüler olmuş durumdadır. Üstelik bu güruh, “anlı-şanlı” devleti korudukları için, kendilerini “katil” olarak görmezler aksine aynanın karşısına geçip “milliyetçi kahraman” siluetlerine hayranlıkla göz atarlar. (Bu şekilde devletin tehlikeli görüp de yok edilmesini mafyaya havale ettiği diğer bir gazeteci de Uğur Mumcu’dur.)

Bazen de mafya üye veya liderleri, Sedat Peker de olduğu gibi, güvenli bir yere saklanıp, öterler. Hem devlet yetkilileriyle yaptıkları ortak işleri gülerek zevkle anlatırlar hem de “devletime zarar verirsem intihar ederim” gibisinden söylemlerle “milliyetçi” bir izlenim bırakmaya çalışırlar. Devletten çok devletçi olurlar. Bu gibilere mafya terminolojisinde “Rat” yani “İspiyoncu” lakabı takılır. İster, içinde çalıştığı mafyayı ihbar etsin ister devlette görevli olup mafyayla iş birliği yapanların kimliğini deşifre etsin, “dönek, hain” lakabından kurtulamazlar. Tarihte bunun ilk örneği Joseph Vallachi isimli bir mafya üyesidir.

Devlet, birçok projelerinde Sedat Peker’i kullanmış; bu hizmetine (!) karşılık finansal konularda önünü açmıştır. Sedat Peker bugün milyar dolar bir “rat” olarak keyfine keyif katmakta, mafya kültürünü gençliğin yüreğine ve zihnine yerleştirerek, “Ünlü ve zengin olmak istiyorsanız, okumanıza gerek yok. ‘Milliyetçi’ görünüp devlete sırtınızı dayayınız, size havale edilen birkaç cinayeti işleyiniz, gerisi kendiliğinden gelecektir,” şeklinde bir ekolün temsilcilerinden birisi olmuştur.

Aydınlar bir araya gelip “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”ni yayımladığında, devlet, bu akademisyenlere karşı hukuki bir gerekçe veya dayanak bulup engel olamayınca Sedat Peker’den yardım ister, o da imza atanları öldüreceğini söyleyerek, ortalığa korku (!) salar, devlete destek(!) çıkar. Bütün bunları yaparken elbette “ülkücü” maskesini yüzünden eksik etmez. Hatta devletin yapması gereken silah teslimatlarını da üzerine alır, Türkmen Dağı Tugaylarına telsiz, insansız hava aracı gibi lojistik destek sunar. Cömerttir (!). Milyar dolarlarının bazı kırıntılarını yoksullara dağıtır veya öğrencilere burs olarak verir, kendisini sevdirir.

Bir zamanlar Al Capone (el kepon) da aynı yöntemi izlemiş, 1929 dünya ekonomik kriziyle boğuşan Amerikalılara para dağıtmış, toplumda kendisine karşı öylesine bir sevgi yükselir ki, Al Capone da bir sonraki seçimlerde Cumhurbaşkanlığına aday olacağını açıklar.

Göstergeleri dikkate aldığımızda bizim “milliyetçi” mafya liderlerimizin de yavaş yavaş siyasete ısınmakta olduklarını söyleyebiliriz.

“DEVLETİN YEDEK GÜCÜ MAFYA” KAVRAMININ DOĞUŞU

Bu kavramın ilk ne zaman doğduğu sorusu belki zihninizi kurcalayabilir. Bu yazının amacı, devlet-mafya iş birliğinin ilk kez açıktan ne zaman ortaya çıktığını irdelemek, dikkatinize sunmaktır. Bunun için biraz gerilere, 1920’li yılların ABD’sine, “Prohibition (probişın)” denilen karanlık döneme gitmemiz gerekmektedir.

İçki Yasağı’nın ilan edilmesinden sonra polis içkileri imha eder

“Prohibition” kelimesi Türkçe, “Yasak” anlamındadır. Nasıl Osmanlı Devleti’nde “Lale Devri” diye özel bir dönem yaşanmışsa, Amerikan tarihinde de “Prohibition Period (probişın peryit)” (İçki Yasağı Dönemi) diye özel bir dönem yaşanmış, filmlere, romanlara konu olmuştur. Bu dönem aynı zamanda modern anlamda “Mafya”nın doğduğu, ortaya çıktığı süreçtir.

“PROHIBITION (probişın)” DÖNEMİ

19’uncu yüzyıldan itibaren ABD’de özellikle fanatik dinciler içki yasağını uygulamaya koymak için lobiler kurmuş, siyasileri baskı altına almışlar, bu çalışmalarını nerdeyse bir asır boyunca aralıksız devam ettirmişlerdir. Bu lobilerin en ünlüsü “Anti-Saloon League (enti salun lig)” (Meyhane Karşıtı Birlik), nihayet 1919 yılında hedefinde başarılı olur, 18 Nolu Yasanın uygulamaya girmesini sağlar. Yeni kanuna göre, ABD topraklarında alkollü içkilerin üretimi, satışı ve taşınması tamamen yasaklanır. Yasa, 1920-1933 yılları arasında yani 13 yıl boyunca katı bir şekilde uygulanır.

Hayal ediniz, kocaman bir ülkede bira üretimi bile yasaklanmış, bir damla alkol bulmak imkânsız hale gelmiştir. Dezenfeksiyon amaçlı olarak ameliyatlarda kullanılması bile imkânsız hale gelince doktorlar haklı olarak isyan etmişlerdir.

İlginç bir şekilde, “Prohibition” döneminin tam tersi bir özelliği sahip olan, zevk ve sefanın, şarap ve tütün kullanımın sınırsız olduğu Lâle Devri de 12-13 yıl sürmüştür (1718-1730). (Not: Bu gerçeklik de kanıtlıyor ki insanoğlu ‘içki yasağına’ veya ‘sınırsız içki içme özgürlüğüne’ eşit olarak 12-13 yıl dayanabiliyor. Yaratılışın garip bir tecellisi!)

MODERN MAFYANIN DOĞUŞU

Modern mafya, ABD’deki “Prohibition” (alkol yasağı) ile doğdu, dersek hata yapmış olmayız. Ondan önce “Gangster” denilen “Çete” yapılanmaları vardı. Alkol yasağıyla çeteler hızla mafyalaştı.

Amerika’nın iki büyük komşusu Kanada ve Meksika’da alkol yasağı yoktu. Ayrıca Karayip adaları (Küba, Bahamalar, Haiti vb) da alkol kaçakçılığı için uygun yerleşimlerdi. O yıllar Bahamalar, İngiliz sömürgesiydi. ABD, İngiltere’ye, “Bahamalar’da alkol üretilip ülkemize sokuluyor,” diye şikâyet eder. Churchill (Çörçil), ünlü cevabını verir: “İçki yasağı, bütün bir insanlık tarihine yapılmış bir hakarettir.”

Çok geçmeden New York’u kendisine merkez edinmiş çeteler, alkol kaçakçılığı için kolları sıvarlar. Hırsızlık, rüşvet gibi basit işleri bir kenara itip, milyon dolarlık alkol teslimatları için dört bir yana dağılırlar. Al Capone (el kepon), Şikago’yu tercih eder. Kanada ve ABD sınırını çizen Detroit Nehri’nin kontrolü, imkânsız gibidir. İçki kolileri kolayca ABD’ye sokulabilmektedir.

LUCKY LUCIANO (laki lusiano veya laki luçiano)

Alkol kaçakçılığına el atanlardan birisi de Lucky Luciano isimli çete reisiydi. (1998’de TİME dergisi, Luciano’yu 19’ncu yüzyılın en etkin 100 kişisinden birisi olarak göstermiştir. Dergi, buna gerekçe olarak Luciano’nun mafyayı modernize etmesi, sorunsuz çalışan ulusal bir suç örgütüne dönüştürmesini gösterir. “Lucky” kelimesi İngilizce olup, ‘Şanslı’ anlamına gelir.)

 Luciano, 14 Kasım 1896 Sicilya doğumludur. On yaşındayken babası ABD’ye göç eder, İtalyanların yoğun olduğu New York’un bir mahallesine yerleşir. “Salvatore” olan ismini “Charles” olarak değiştirir. (Sonraki yıllar yakın arkadaşları onu ‘Çarli’ olarak çağıracaklardır.)

Luciano, 14 yaşında okulu terk eder. Kısa bir işten sonra, sokakta zar ve kumar oyununa kaptırır kendisini… Çok geçmeden Five Points (fayv points) isimli çetesini kurar. Yaptığı iş ilginçtir: Çetenin görevi, okullarda İrlandalı ve İtalyan çeteler tarafından dövülen Musevi çocukları korumaya almak. Bu görev için her aileden haftada 10 sent harçlık alır.

Fazla söze gerek yok! Prohibition dönemi başlayınca, Luciano arkadaşlarıyla içki kaçakçılığına el atar, kısa sürede milyon dolarlar kazanmaya başlar. 1931’de en büyük rakibini öldürtünce, mafya dünyasında “babaların babası” unvanını kazanır. 1933’de içki yasağı kalkınca bu kez gazino, uyuşturucu işine girer. Ancak ne yapsa da Luciano, adaletten kaçamaz. 18 Nisan 1936’da cezaevini boylar.

“Bira İstiyoruz” pankartlarıyla yapılan bir gösteri

Ve derken 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı patlak verir. ABD, savaşta önce taraf tutmaz, seyirci kalır. Japonlar, Hawai’deki Pearl Harbor (pörl harbır) limanında konuşlanan ABD donanmasına saldırınca, ABD, 7 Aralık 1941’de savaşa dahil olur.

İşte böyle bir zamanda koskocaman ABD Hükûmeti, yardım için cezaevindeki Luciano’nun kapısını çalar. ABD Deniz Kuvvetleri İstihbarat Şubesi, düşman İtalyan ve Alman ajanlarının New York kıyısından ülkeye gizli giriş yaptıklarını tespit etmiştir. Önemli tesislere sabotaj korkusu vardır. İşte böyle bir anda akıllarına cezaevindeki Luciano gelir. Bunun nedeni Luciano ve mafyasının, New York rıhtımı ve kıyılarını, içki kaçakçılığı günlerinden beri edindikleri tecrübeyle adım adım bilmeleridir.

ABD Hükûmeti ile Luciano anlaşırlar. Buna göre, Luciano, ekibini kurup New York kıyılarını güvenceye alacak, buna karşılık olarak, savaş bitiminde cezasında indirim yapılacaktır. Luciano, sadece kıyıların güvenliğini sağlamakla kalmaz, rıhtımlarda çalışan işçilere grev yasağı da getirir. ABD, 1943’de Sicilya’ya çıkarma yapınca bu kez Luciano, İtalya ve Sicilya’daki bağlantılarını harekete geçirir, ABD’ye ajanlık yapmalarını sağlar. Deniz Kuvvetleriyle Mafya arasındaki bu gizli anlaşma tarihe “Operation Underworld (opereyşın andırvolt)” ismiyle geçer.

ABD, savaştan zaferle çıkar. Sıra, borcunu ödemeye gelmiştir. ABD Hükûmetinin Luciano’ya teklifi İtalya’ya sınır dışı edilmesidir. Luciano, ABD vatandaşı olduğunu söyleyerek öneriyi reddeder. Diretmesine rağmen ABD, Luciano’yu İtalya’ya zorla gönderir. 17 günlük bir deniz yolculuğundan sonra Luciano, Napoli’ye ulaşır ama gönlünde Sicilya’da yaşamak vardır.

Luciano, İtalya’daki yaşama ayak uyduramaz, Ekim 1946’da gizlice Havana’ya gider (Henüz Fidel Kastro devrimi olmamıştır). Dostları, Havana’da otel ve kumar işine el atmışlardır. Luciano’nun amacı, ABD’ye yakın olmak, mafyasını yeniden canlandırmak, eğer mümkünse ABD’ye geri dönmektir.

1946’da ABD mafya patronlarının önemli bir kısmı, Havana’da buluşurlar. Luciano’nun amacı, İrlanda-Yahudi-İtalyan mafyalarını birleştirmek, devlete bile kafa tutabilecek bir suç örgütü kurmaktır.

Masada üç konu vardır: Eroin ticaretinin paylaşımı, Havana kumar merkezlerinin işletimi ve rakip mafya üyelerinin Las Vegas’taki otel (Flamingo) projesidir. (Francis Ford Coppola’nın (frensis ford kapıle) BABA/GODFATHER filmini izleyenler bu üç temanın filmin ana konusu olduğunu göreceklerdir.)

ABD Hükûmeti, Luciano’nun Havana’da olduğunu öğrenince Küba Hükûmetine baskı yapar, Luciano’nun sınır dışı edilmesini ister. Küba önce direnir ancak ABD ambargo uygulayınca mecbur kalıp Luciano’yu İtalya’ya geri gönderir. Luciano, 1948’de Roma’ya yerleşir. Rahat durmayınca Napoli’de denetimli gözaltında tutulur.

Luciano, artık yorgundur. Amerikalı bir yönetmen hayatını film yapmak ister. Luciano, teklifi kabul eder. Napoli havalimanında uçağın gelmesini beklerken kalp krizi geçirir, vefat eder (26 Ocak 1962). Napoli’ye defnedilir. Ailesinin başvurusuyla, ABD Hükûmeti özel izin çıkarır, Luciano’nun tabutu New York’un Queens (kuins) bölgesindeki aile mezarlığına sevk edilir.

Luciano’nun görkemli anıt mezarı (Queens)

SONUÇ

Basından izlediğim kadarıyla, 1990’lı yılların mafya bağlantılı Başbakanımız, yeni bir parti kurmak için çaba sarf ediyor. Öyle sanıyorum elinde tuttuğu, öldürülmesi gereken Kürt isimleri listesi çok kabarmış olmalı! Hanımefendi, bir an önce Başbakan olup, yeni Musa Anter’leri, Medet Serhat’ları, Yusuf Ekinci’leri, Şevket Epözdemir’leri ortadan kaldırmak arzusuyla dolu olduğunu belli ediyor, sabırsızlanıyor, yerinde duramıyor. Merak etmesin, bu görevi üstlenecek “Milliyetçi Mafya” üyeleri de zaten işsiz Japon samurayları yani “Ronin”ler gibi ortalıkta boş boş geziyorlar, verilecek “kutsal” görevi bekliyorlar.

Her şey hazır, diye tekmil vermek istedim.

KALBİMİZE GÖMDÜKLERİMİZ:

Musa Anter (Kürt)

Av. Medet Serhat (Kürt)

Av. Yusuf Ekinci (Kürt)

Av. Şevket Epözdemir (Kürt)

1912’de Ermeni, Kürt, Musevi düşmanlığı esasında yeniden yapılanan İttihat ve Terakki anlayışı ve misyonu, bugün “Milliyetçi Mafya” tarafından üstlenmiş bulunmaktadır.

 

FIKRA…  FIKRA…  FIKRA…

“HER ŞEYDE BİR HAYIR VAR!”

Anadolu kültüründe sıkça kullanılan bir ifade var. İstenmedik olaylarda veya felaketlerde, umutlarını sıcak tutmak için, insanlarımız, “Her şeyde bir hayır var!” diyerek gelecekle ilgili iyimserliklerini korumaya çalışırlar.

Afrika’da bir Kral, av meraklısıdır. Bir gün yanına yardımcısını (Başbakanını) alarak maiyetiyle birlikte ava çıkar. Uzakta bir geyik görür. Ok mesafesine girmek için atını hızlandırır. Şansızlık bu ya, Kral attan düşer, iki parmağını kırar. Kangren tehlikesi olunca, iki parmağı kesilir. Yardımcısı, Kral’a yaklaşır: “Haşmetmeap (majeste), geçmiş olsun! Her şeyde bir hayır var!”

Başına geleni felaketi böylesine basit (!) bir cümleyle geçiştirmesine sinirlenen Kral, yardımcısını hapse attırmak için emir verir. Gardiyanların arasında cezaevine giderken yardımcısı, Kral’a döner, şöyle der: “Bunda da bir hayır var!”

Aradan zaman geçer. Kral iyileşir. Tekrar ava çıkar. Uzakta yine bir geyik görür. Yeni yardımcısı ve maiyetiyle birlikte, atını dörtnala koşturur. Geyik koşar, atlılar takip eder… Kral ve maiyeti, kendilerini bir ormanın içinde, bilinmedik bir yerde bulurlar. Yamyamlara esir düşerler. Yamyamlar, avlarını yemek için kazanları hazırlarken, Kral’ın iki parmağının olmadığını fark ederler. Yamyam inancına göre bir insanı yemek için uzuvlarının tam ve eksiksiz olması gerekmektedir. Kral’ı serbest bırakırlar ama diğerlerini pişirip afiyetle yerler.

Sarayına dönen Kral, hapse attırdığı yardımcısını serbest bıraktırır.

“Her şeyde bir hayır var, demiştin. Haklı çıktın. Eğer iki parmağım kesilmemiş olsaydı şu anda yamyamların midesinde olacaktım. Anlamadığım şey, ben senin tutuklanmanı emrettiğimde de ‘Bunda da bir hayır var,’ demiştin. Niçin öyle söyledin?”

“Haşmetmeap, eğer beni hapse attırmasaydınız, ben de sizin yanınızda olacak, yamyamlar sizi serbest bırakacak ama beni yiyeceklerdi.”

Değerli Okuyucular!

Ülkemiz ve dünya, ekonomik anlamda çok sıkıntılı bir dönemden geçmektedir. “Her şeyde bir hayır vardır,” diyerek iyimserliğimizi korumaya çalışalım, ne dersiniz?

 

Benzer Haberler

2 Yorum



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir