(Değerli okuyucular aşağıda okuyacağınız yazı 12/08/2021 tarihinde bu sayfada yayımlandı. Güncelliğini koruduğu için yazıyı olduğu gibi tekrar dikkatinize sunuyorum. Saygılarımla. Mücahit Özden Hun)

Değerli Okuyucular;

İsterseniz önce başlıktaki kelimenin açıklamasını dikkatinize sunayım: Latince kökenli olan “Cohabitation” kelimesi iki kelimenin birlikte kullanılmasıyla ortaya çıkmıştır. “Co” öneki “Birlikte” anlamına gelir. “Habitation” kelimesi de “Yaşam” anlamını veriyor. Böylece “Cohabitation” kelimesini Türkçeye “BİRLİKTE YAŞAM” olarak çevirmek mümkündür.

“Cohabitation” kelimesi ilk zamanlar resmi olarak evlenmeden birlikte yaşayan ve aile kuran çiftler için kullanılıyordu. Fransa’da Beşinci Cumhuriyet ile birlikte ilk kez “Cohabitation” kelimesi siyasi terminolojiye girmiş oldu.

Bildiğiniz gibi Fransa’da yarı-başkanlık sistemi vardır. Normalde Cumhurbaşkanı ve Başbakanın aynı partiden olması beklenir. Ancak bazı durumlarda Cumhurbaşkanı parlamentoda azınlık durumunda kalan partiden seçilince ortaya garip bir durum çıkar. Eğer halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı, Başbakan adayını parlamentoda azınlıkta kalan kendi partisinden seçerse bu durum siyasi etiğe ve genel eğilime aykırı olarak görülür. Bu yüzden Cumhurbaşkanı, Başbakan adayını parlamentoda çoğunluğu temsil eden partiden yani muhalefet partileri içerisinde en çok oyu alandan seçmek zorunda kalır. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın farklı partilerden olduğu bu duruma Fransızlar “Cohabitation” yani “Birlikte Yaşam” adını vermişlerdir.

Burada okuyucularımı “Cohabitation” kelimesinin iki farklı telaffuzu konusunda uyarmak isterim. “Cohabitation” kelimesi İngilizce “koebiteyşın”, Fransızca “koabitasyon”  şeklinde telaffuz edilir. Türkçe her ne kadar “Birlikte Yaşam” anlamına gelse de “Kohabitasyon” ifadesi siyasi literatürdeki yerini almıştır. (Fransızlar H harfini telaffuz etmezler.)

FRANSA’DA KOHABİTASYON HÜKUMETLERİ

Yazımın daha iyi anlaşılmasını sağlamak için Fransa’daki Yarı-Başkanlık ve ABD’deki Başkanlık sistemlerine kısaca göz attıktan sonra Türkiye’deki hükumet biçimini ele almak istiyorum.

Fransa’daki Yarı- Başkanlık sisteminin temel özellikleri şunlardır:

  • Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilir.
  • Bir başbakan ve kabine vardır.
  • Hükumetin parlamentodan güvenoyu alması gerekir.
  • Cumhurbaşkanı, keyfine göre parlamento üyesi veya dışarıdan birisini Başbakan olarak atayabilir.
  • Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla da yasama yetkisini kullanmaktadır.
  • Parlamento hükumete gensoru verebilir.

François Mitterrand 1981 yılında halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçildiğinde Parlamentoda muhalefet partileri çoğunluğu elinde bulunduruyordu. Mitterrand, yeni Başbakan adayını muhalefet partilerinden seçmek istemedi. Yetkisini kullandı, ülkeyi erken seçime götürdü. Yapılan seçimlerde Sosyalist Parti parlamentoda çoğunluğu sağladı. Mitterrand yeni Başbakan adayını Sosyalist Partiden seçti. Sosyalist hükumet parlamentodan güvenoyu aldı.

 

Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand (Kohabitasyon şeklindeki hükumet biçimine ilk imza atan Fransız devlet adamı)

Ancak 1986 yılında yapılan seçimlerde ilginç bir durum ortaya çıkar. Mitterrand tekrar halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçilir ancak Sosyalist Parti çoğunluğu kaybeder. Mitterrand mecbur kalır, muhalefette en çok oyu alan UMP’nin (Halk Hareketi İçin Birlik) başkanı olan Jacque Chirac’ı (jak şirak) Başbakan olarak atar (1986-88). Fransız seçmeni Sosyalist Cumhurbaşkanı Mitterand ile muhafazakâr bir parti olan UMP başkanı Chirac arasındaki gövde gösterisini şaşkınlıkla izler. Çoğu zaman Mitterand, Chirac’ın önerdiği yasaları veto eder.

Benzer durum 1993 seçimlerinde de yaşanır. Mitterrand halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçilir ama muhalefet parlamentoda %80 çoğunluğu elde eder. Mitterrand mecbur kalır, bu kez muhafazakar siyasetçi Ermeni asıllı Édouard Balladur’u Başbakan olarak atar (1993–1995).

Yıllar sonra bu kez muhafazakar Chirac, halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçilir ama Sosyalist Parti parlamentoda çoğunluğu sağladığından Sosyalist Parti Başkanı Lionel Jospin’i Başbakan olarak atar, böylece Fransa 1997–2002 yılları arasında kohabitasyon sistemiyle yönetilir.

Bu arada ABD’deki Başkanlık sisteminin temel özelliklerine göz atalım:

  • Cumhurbaşkanı halk tarafından dolaylı olarak seçilir (iki aşmalı)
  • Cumhurbaşkanı kabine üyelerini kendi çevresinden seçer.
  • Bakanlar, Senato tarafından tek tek onaylanmalıdır. Kabine bir bütün olarak güvenoyuna muhatap olmaz.
  • Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla da yasama yetkisini kullanmaktadır.
  • Gensoru veya güvenoyu yoktur ama Cumhurbaşkanını sıkı kontrol eden Temsilciler Meclisi ve Senato vardır. İki mecliste yapılan oylamayla Cumhurbaşkanını görevden el çektirebilirler.

TÜRKİYE CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKUMET SİSTEMİ

Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi, 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihi itibarıyla uygulanmaya başlanan başkanlık tipi hükumet sistemidir. Bu sisteme geçişle beraber TBMM’nin yetkileri kısıtlanmış, cumhurbaşkanını yetkileri artırılarak yürütme organının başı olmuştur.

Yeni sistemin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

  • Cumhurbaşkanı halkoyuyla doğrudan seçilir. (Fransa)
  • Cumhurbaşkanı partili olabilir. (Fransa / ABD)
  • Cumhurbaşkanı kabine üyelerini parlamento dışından atayabilir.(ABD)
  • Kabine üyeleri; Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve 17 bakandan oluşmaktadır. Cumhurbaşkanı, kararname çıkarma yetkisiyle bir anlamda yasam yetkisini de kullanabilmektedir. (Güçler ayrılığı -yasama, yürütme ve yargı- ilkesine aykırı bir durum!!)
  • Eğer bir milletvekili kabine üyeliğine atanırsa milletvekilliği düşer.
  • Başbakan yoktur. Cumhurbaşkanı hükumetin ve devletin başıdır. (ABD)
  • Hükumetin parlamentodan güvenoyu alma zorunluluğu yoktur. (ABD)
  • Hükumeti denetleyen veya hükumetin hesap vereceği güçlü bir mekanizma yoktur. Hükumete gensoru verme şansı yoktur.
  • Cumhurbaşkanını kontrol edecek veya gücünü sınırlayacak bir mekanizma yoktur.
  • Parlamento ve milletvekilleri önemsizleşetirilmişlerdir. (Hani onlar olmasa da ülke yönetilir gibi bir anlayış vardır.)

 

CUMHURBAŞKANLIĞI KABİNESİ

Cumhurbaşkanı                                                   Recep Tayyip Erdoğan      AK Parti GenelBaşkanı

Cumhurbaşkanı Yardımcısı                               Fuat Oktay                           AK Parti Üyesi

Adalet Bakanı                                                       Abdulhamit  Gül                  Gaziantep Milletvekili

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı                      Derya Yanık                         AK Parti MYK Üyesi

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı                 Vedat Bilgi                            AK Parti Milletvekili

Çevre ve Şehircilik Bakanı                                Murat Kurum                       Dışarıdan

Dışişleri Bakanı                                                   Mevlüt Çavuşoğlu             AK Parti Kurucu Üye

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı                     Fatih Dönmez                    Dışarıdan

Gençlik ve Spor Bakanı                                      Mehmet M. Kasapoğlu     Dışarıdan

Hazine ve Maliye Bakanı                                   Lütfi Elvan                            AK Parti Karaman Milletvekili

İçişleri Bakanı                                                      Süleyman Soylu                  AK Parti Trabzon Milletvekili

Kültür ve Turizm Bakanı                                   Mehmet Nuri Ersoy            Dışarıdan

Milli Eğitim Bakanı                                             Mahmut Özer                       Dışarıdan

Milli Savunma Bakanı                                        Hulusi Akar                          Dışarıdan

Sağlık Bakanı                                                       Fahrettin Koca                     Dışarıdan

Sanayi ve Teknoloji Bakanı                              Mustafa Varank                   Dışarıdan

Tarım ve Orman Bakanı                                    Bekir Pakdemirli                  Dışarıdan

Ticaret Bakanı                                                     Mehmet Muş                       AK Parti İstanbul Milletvekili

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı                             Adil Karaismailoğlu            Dışarıdan

 

T.C. siyasi tarihinde her Başbakanın ve şimdi de Cumhurbaşkanının bir kabine tercihi vardır. Örneğin Sayın Demirel ve Ecevit, bürokrat (devlet memurluğu yapmış) ağırlıklı hükumetleri tercih ederken, Sayın Özal, tercihini teknokrat (mühendis ve bilim insanları) hükumetlerden yana koymuştur. Sayın Erdoğan da kabineyi oluştururken tercihini adayların iş hayatındaki tecrübesini esas alarak yapmakta yani iş insanı eğilimli bir kabine oluşturmaktadır.

Bir örnek vermek isterim. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca her ne kadar doktor olsa da kendisini iş insanı-doktor olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Sayın Koca, Eğitim ve Sağlık Araştırma Vakfı, Medipol Hastanesi ve İstanbul Medipol Üniversitesinin kurucusudur.  Sayın Koca, iş hayatındaki bu girişimci ruhu ve tecrübesi nedeniyle bakan olarak atanmıştır. Bu nedenle Sayın Erdoğan kabinelerini “iş veya ticari zekâsı” olan şahıslardan oluşturmayı tercih etmektedir.

Hangi türden kabinenin daha başarılı olduğunu söylemek tartışma konusudur. Kanımca sinerji yaratmak için yukarıda bahsi geçen her üç kesimden isimlerden oluşan bir kabinenin tercih edilmesi gerektiğinin uygun olacağı düşüncesindeyim.

ABD’nin en büyük girişimci ve iş insanlarından Donald Trump, Cumhurbaşkanı seçilince iş hayatının ivme kazanacağı düşünüldü ama iş hayatı tecrübesi olmayan Bill Clinton veya Obama’dan daha iyi şeyler yapamadı. Bazen iş zekâsı olmayan veya büyük kurumsal işletmeleri yönetmemiş sıradan isimler çok daha başarılı bir Bakan olabilir ve önemli kararların alınmasının önünü açabilirler.  Devleti bir “İşletme” gibi düşünüp yönetmek ne yazık ki mümkün değildir. Öyle olsa Merhum Sayın Sabancı veya Koç’u sürekli Başbakan yapmak gerekirdi.

TÜRKİYE’NİN YENİ BİR SEÇİMDE KOHABİTASYON İKİLEMİ

Türkiye’de bir önceki seçimler 24 Haziran 2018 tarihinde yapıldı. Seçimler beş yılda bir yapıldığı için bir sonraki seçimin normal zamanı 18 Haziran 2023’tür. İster erken seçim ister normal seçim olsun Türkiye’nin siyasi yaşamını kaosa götürecek bir senaryonun gerçekleşmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir.

Bildiğiniz gibi Türkiye’de partilerin ittifak yapmasının önündeki yasal engeller kaldırılınca iki temel ittifak bloku ortaya çıktı: Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı. 2018 seçimlerinde iki ittifaka üye partiler ve çıkardıkları milletvekili sayısı aşağıdaki gibidir:

Cumhur İttifakı: (344 Milletvekili / Oyların % 53,6)

Ak Parti:               295

MHP:                   49

BBP:                    0

 

Millet İttifakı: (189 Milletvekili / Oyların % 33,8)

CHP:                    146

İyi Parti:               43

Tek başına seçime katılan partiler:

HDP:                             67 (Oyların %11,7)

HÜDA-PAR         0

TOPLAM:                     600 Milletvekili

 

Yapılacak erken veya normal seçimlerde şöyle bir senaryonun gerçekleşmesi ağırlık kazanmaktadır:

 

Sayın Recep Tayyip Erdoğan ikinci turda Cumhurbaşkanı seçilecektir. Diğer yandan Millet İttifakı+ HDP’nin milletvekili sayısı 300’ü aşacak, yani parlamentoda muhalefet, çoğunluğu ele geçirecektir. Bu durumda Cumhurbaşkanı, kuracağı kabinenin parlamentodan güvenoyu alma zorunluluğu olmadığından kabinesini güvendiği kimselerden oluşturacak ve derhal icraata başlayacaktır. Başbakan olmadığından ortaya “Kısmi-Kohabitasyon” diyebileceğimiz bir durum çıkacaktır.

Şöyle ki Sayın Cumhurbaşkanı kararname çıkarma yetkisini kullanacak, çoğunluğu elinde bulunduran muhalefet ise bu kararnamelere itiraz ederek parlamentodan aynı konuyla ilgili olarak yasa çıkaracaktır. Anayasaya göre Meclisin çıkardığı yasaların Cumhurbaşkanının çıkardığı kararnamelere göre önceliği ve üstünlüğü vardır. Çoğu kez Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve Meclisin çıkardığı yasalar arasında bir çatışma olacak ve Anayasa Mahkemesi son karar merci olarak sürekli yapılan itirazları sonuçlandırmak için toplanacaktır.

Bu durumda sistem bir çıkmaza girecek, Türkiye gergin bir siyasi dönem yaşayacaktır. Hatta bu kaosu aşmak için yeni seçimler gündeme gelebilecektir. Muhalefet partileri (Millet İttifakı+HDP) ne kadar başarılı olursa olsunlar toplamda 360 milletvekilline ulaşmaları zor göründüğünden erken seçim kararı almak sadece Cumhurbaşkanının inisiyatifinde olacağından bu durum da siyasi krizleri tetikleyecektir. Çünkü ülkeyi erken seçime götürmek için ya Cumhurbaşkanı yetkisini tek başına kullanabilir ya da Meclisteki milletvekillerinin 3/5’i yani 360 Milletvekilinin oyuyla bu gerçekleşebilir.

Şu anda ülkenin erken seçime gitmesi için tek yol Sayın Cumhurbaşkanının yetkisini tek başına kullanmasını zorunlu kılmaktadır. Gerçi böyle bir teklif Meclise de gelse 360 sayısı rahatlıkla aşılacaktır.

BU YIL VEYA İLKBAHARDA ERKEN SEÇİM MÜMKÜN MÜ?

Bu ihtimalin gittikçe güçlendiğini söylemek mümkündür. Türkiye geçmişte yaşadığı bir dönemi tekrar yaşıyor izlenimini vermektedir. 1957-60 yılları arasında Sayın Menderes’in Başbakanlığı sırasında yaşananlarla bugün yaşananlar arasında büyük benzerlik olduğunu söylemek mümkündür.

Sayın Menderes, iktidara yeni geldiğinde (1950) Tekirdağ Milletvekili Şevket Mocan’ın “Boraltan Köprüsü” uydurmasıyla muhalefet partisi CHP Genel Başkanı İnönü’yü ipe gönderme isteğine kapılır. Bu bir anlamda İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşananların hesaplaşması anlamına geliyordu. Ordu, İnönü’den yana tavır alınca bu konu Meclis gündemine alınmaz. “Boraltan Köprüsü” uydurması duygu sömürüsünün merkezine oturtulur. 1965 yılında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, İnönü’yü halkın gözünde küçük düşürmek amacıyla konuyu tekrar gündeme taşır. Ne yazık ki bu tuzağa Cumhurbaşkanımız Erdoğan da düşer. 2015 yılında bir toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan gözyaşlarını tutamayarak Boraltan Köprüsü faciasını (!) anlatır. Amacı, İnönü’nün  yerini aldığını varsaydığı Sayın Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi zor durumda bırakmaktı. (Boraltan Köprüsü yalanını merak eden okuyucularım  http://hunacademy.com/boraltan-koprusu-efsanesi-yalanlar-ve-gercekler/  ve http://hunacademy.com/ikinci-dunya-savasi-ve-nazi-musluman-lejyonlari/  linklerini tıklayarak daha geniş bilgi edinebilirler.)

 

Başbakan Adnan Menderes

1959 yılında bu kez CHP’nin asker kökenli Niğde Milletvekili Asım Eren, Kerkük’te öldürülen Türkmenleri hatırlatarak Başbakan Adnan Menderes tarafından cevap verilmesi üzerine mecliste söz alır, “Kürtlerin Irak’ta öldürdüğü Türkmen kadar, sizde burada o kadar Kürt öldürmeyi düşünüyor musunuz?” diye sorar. Bunun üzerine özellikle Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirde yaşayan Kürt öğrenci ve aydınlar, gönderdikleri telgraflarla Asım Eren’i protesto ederler. MAH (MİT)’in önerisiyle Başbakan Adnan Menderes “1000” Kürt öğrenci ve aydınını “ipte sallandırma” isteğiyle hareket geçer. Ülke bir anda anti-Kürt duyguyla sarsılır. 50 Kürt öğrenci ve aydın yakalanıp Harbiye’nin tek hücreli koğuşlarına kapatılırlar. Bunlardan Mehmet Emin Batu, veremden ölünce, geriye 49 kişi kalır ve bu yargılama “49’lar Hareketi” olarak siyasi literatüre geçer.

 

49 Kürt öğrenci ve Aydını yargı önünde

Bugün de ne yazık ki ülkede bir anti-Kürt duygu yükselmektedir.  17 Haziran 2021 tarihinde HDP İzmir İl Başkanlığına yapılan saldırıda Deniz Poyraz isimli genç kızın ırkçı aşırı milliyetçi bir saldırgan tarafından öldürülmesi ve çok geçmeden bu kez 31 Temmuz 2021 tarihinde Meram’da bir ailenin yine ırkçı aşırı milliyetçi bir şahıs tarafından öldürülmesi ve üzerlerine benzin dökülerek feci şekilde yakılması bir anlamda 1959 yılında yaşanan “49’lar Hareketi”ni çağrıştırmaktadır. Hükumet üyelerinin yetersizliği, sessizliği ve dolaylı anti-Kürt tutumu günlük yaşamın içine sızmakta, ayrımcılık çığ gibi büyümektedir.

Örneğin basit bir apartman toplantısında bile mantolama işinin, sahibi Kürt kökenli olan bir şirkete verilmesine tahammül edemeyen apartman yöneticisi, ülkede var olan ayrımcılıktan güç alarak, “Pis Kürtlere iş vermem!” şeklinde bir ifade kullanma cesaretini kendisinde bulabilmektedir. Bu anti-Kürt duruş ne yazık ki dalga dalga ülkemizi sarmakta bütünlüğümüze zarar vermektedir.

Diğer yandan FETÖ darbesiyle sarsılan Ordumuzun yeniden Atatürkçü değerlere geri dönmek için çaba göstermesi, bir zamanlar kamuoyu yoklamalarında Türk halkının en çok güvendiği kurum olan Ordu’nun eski güvenini halk nezdinde yeniden kazanmak istediğini biliyoruz. Bildiğiniz gibi yeni düzenlemeyle Genel Kurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığına bağlanmıştır. Ordu, hükumetin gölgesinde kalarak Atatürkçü değerlere geri dönemeyeceğini bildiğinden bağımsız bir tavır takınmak isteyebilir.

Adnan Menderes, ordunun darbe yapma ihtimalini düşünerek bir direniş hareketini örgütlemiş, bir cephe kurmuş hatta partinin Ocak-Bucak teşkilatlarını el altından silahlandırmıştır. Merhum Menderes, olası bir darbede bu sivil güçlerin orduya direneceğini ve başarılı olacağını varsaymıştır. Ne yazık ki darbe haberini Kütahya’da alan Menderes, İzmir’e giderek halkın korumasına sığınmaya isteklenmiş ancak buna fırsat bulamadan yakalanarak gözaltına alınmıştır.

Bu yıl, 15 Temmuz 2016 darbe girişimin yıl dönümünde, akşam saatlerinde sivillerden oluşan konvoyların çılgınca sloganlar atarak şehri turlamaları ne yazık ki akla Ocak-Bucak örgütlerini getirmiştir. Bu sivillerin silahlandırılmış olma ihtimali de güç kazanmaktadır.

Sayın Menderes, Başbakanlığının son yıllarında NATO’dan ve Batı ülkelerinden uzaklaşmış, Moskova’yla yakınlaşma içine girmişti. Bu durum özellikle ABD yönetiminde derin bir hayal kırıklığı ve kızgınlık yaratmıştı.

11 Nisan 1960 tarihinde Moskova ve Ankara hükumetleri tarafından yapılan bir açıklama diplomatik çevrelerde bomba etkisi yapar. Açıklama şöyleydi:

“Başbakan Adnan Menderes 12 Temmuz 1960 tarihinde Moskova’ya resmi bir ziyaret yapacaktır. Bir süre sonra da SSCB (Sovyetler Birliği) Devlet Başkanı Nikita Kruşçev Ankara’ya iadeyi ziyarette bulunacaklardır. Kamuoyuna duyurulur.”  Başbakan Menderes, bu hayalini gerçekleştiremeden 27 Mayıs 1960 tarihinde askeri darbeyle görevinden uzaklaştırılır, sonra da idam edilir.

Bugün de Sayın Cumhurbaşkanımız da NATO, ABD ve Avrupa Birliğini karşısına almakta, Rusya’dan S-400 füzeleri almakta hatta atom santralinin kurulması gibi hassas projeleri Rus firmalarına vermektedir. Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de ABD ile karşı karşıya gelen bir Türkiye’yi kendi çıkarlarına aykırı gören dış güçler boş durmamakta, muhtemelen kendi çıkarlarına uygun bir çıkış yolu arayışı peşindedirler.

Kısacası, Sayın Cumhurbaşkanımız, ordudaki rahatsızlığı öngörüp daha vahim olaylara meydan vermemek için yetkisini kullanarak ülkeyi erken seçime götürebilir ve kanımca götürmelidir. “Tarih tekerrürden (tekrardan) ibarettir!” ibaresinin gerçekleşmesinden hiçbir bir demokrat veya aydın mutlu olmayacaktır. Ülkemizi içinde bulunduğu siyasi kaostan çıkarmak ve muhtemel müdahaleye izin vermemek Sayın Cumhurbaşkanımızın alacağı kararlarda ve izleyeceği hassas politikada saklı olduğunu hatırlamamız gerekir. AK Partiye oy vermesek de sevmesek de bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımıza tam destek vermek hepimizin görevi olmalıdır.

 

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir