Değerli Okuyucular,

Bir akşam üstüydü. Telefonum çaldı. Bir çocukluk arkadaşım benimle konuşmak istiyordu. Sohbete daldık. Karşılıklı özlem ve sevgi dolu sözler ettik. Çocukluk arkadaşım, birden sanki aradığı gerçek dostunu bulmuş gibi uzun uzun hayatını anlatmaya koyuldu. Iğdır’ın tozlu yollarını, sınıf arkadaşlığımızı, Aras Sinemasını, taksicilik günlerini ve en önemlisi yüreğini ve benliğini kuşatan Buğulu Gözleri anlattı. Bana ve sizlere, O’nun söylediklerini dinlemek kalıyor. Saygılarımla. Mücahit Özden Hun

ARKADAŞIM KONUŞUYOR

Güzel kardeşim, biliyorsun çocukluğumuz aynı mekânda geçti. Çok iyi hatırlıyorum, ben taksimle şoförlük yaparken sen de pastanenizde çalışıyordun. İkimiz de çalışkan, saygılı çocuklardık. Üstelik Iğdır Ortaokulu’nda sınıf arkadaşıydık. Sık sık pastaneye uğrar, bir tatlı yer, sohbet ederdik. Ne güzeldi dostluklar o yıllar, değil mi?

Oh, okuyucularım beni tanımadı mı? İstersen önce soyumu sopumu önlerine sereyim. Biliyorsun, Iğdır’da insanlar birbirini aşireti, oymağı ve boyuyla tanır. Benim de bir oymağım var: Ayrım Oymağı.

Ayrım Oymağı, dallı budaklı, güçlü kuvvetlidir. Tuzluca’ya bağlı Gaziler isimli bucak-köy, Ayrım Oymağı’nın merkezidir. Gaziler’in eski adı “Pernavut” idi. Halk arasında bu isim halen sıkça kullanılmaktadır.

Ben, yörede yıllardır “Bey” olarak bilinen ve saygı duyulan bir aileye mensubum. İstersen oymağımın büyük şeceresini ve aile şeceremi sizlere tanıtayım:

Ayrım Oymağının Şeceresi

 

Selçuk Ayrım’ın Büyük Aile Şeceresi

Selçuk Ayrım’ın Aile Şeceresi

 

 BÜYÜKBABAM: CİMŞİT AYRIM

Cimşit Ayrım Bey (Sol başta, 1940)

Büyükbabam Cimşit Bey, Iğdır’dan Kağızman’a giderken yol üstünde Gaziler’e yakın bir yerde bir Han işletirdi. Han, halk arasında “Cimşit Bey’in Hanı” olarak bilinirdi.

Cimşit Bey’in Hanı (Gaziler, 1954) Ortada soldan ikinci Cimşit Ayrım Bey

Cimşit Ayrım Bey ve torunları (Gaziler köyü, Cimşit Bey’in Hanı)

Cimşit Ayrım Bey ve eşi Zeynep Hanım

Iğdır’dan Kars ve Erzurum’a giden yol Han’ın önünden geçerdi. Konaklama merkeziydi. Sonraki yıllar NATO yolu yapıldı. Han, yıkılmak zorunda kaldı. Devlet, Han’ın yerini kamulaştırdı. Çocukluk yıllarımda annem, babamı, “Git, kendine düşen hakkı al!” diye sıkıştırırdı. Babam da sırf bu tartışmaya girmemek için yemeğini yer yemez soluğu dışarıda alırdı.

Cimşit Bey, eli açık ve cömertti. Civar Kürt ve Azeri köylerindeki yoksullar Han’a üşüşür, Cimşit Bey’den para isterlerdi. Yardımseverliği ve cömertliği nedeniyle Cimşit Bey, geniş bir bölgede sevilir, sayılırdı.

Ayrıca, Gaziler’de askeri bir tabur vardı. Cimşit Bey, ihale usulüyle hem köyün hem de askeri birliğin posta işlerini üstlenmişti. Gaziler’in içinde bir PTT binası hizmet veriyordu. Yeri bize aitti. Muhtemelen devlet bu binayı kiralamıştı. O yıllar motorlu araçlar olmadığından at sırtında posta teslimatı yapılırdı. Çocukken at sırtında posta işi yaptığımı hatırlıyorum.

ANNE TARAFINDAN AİLE BÜYÜKLERİM

Anneannemin babası İsmail İsmayilov

Üç Kardeş

(Soldan sağa) Züleyha Ayrım, Yakup Yanar ve Solmaz Hanım 1940

Selçuk Ayrım’ın annesi Züleyha Yanar (1939)

BABAM FERİDUN (FERİT) AYRIM

Feridun (Ferit) Ayrım

Babam Kore Savaşı yıllarında askerliğini yaptı ama birliği tam Kore’ye gönderilmeye hazırlanırken taraflar arasında ateşkes imzalandı. Ünlü sanayici ve iş insanı Saffet Ulusoy babamın askerlik arkadaşıydı.

(Ayakta sağ başta) Feridun (Ferit) Ayrım Pernavut, 1950’li yıllar

Aydın Ayrım ve Feridun (Ferit) Ayrım

Ulusoy firmasını uluslararası nakliye işindeydi. İran’a gidip gelen araçları Cimşit dedemin Han’ın önünden geçerlerdi. O yıllar benzin istasyonu yoktu. Kamyon ve arabalara benzin/mazot tenekelerle doldurulurdu. Bu nedenle de ailem ile Ulusoy ailesi arasında bir yakınlık vardı. Saffet Ulusoy birçok defalar Gaziler’de misafirimiz olmuş, iki aile arasındaki dostluk ilişkileri böylece daha da güçlenmişti.

Soldan sağa Feridun Ayrım, Vahit Çağatay, Zahit Çağatay

Iğdır’da 1953 yılında Devlet Üretme Çiftliği (DÜÇ) kurulur, başına da Ziya Ayrım Amcam getirilir. Babam, DÜÇ’de şoför olarak çalışmaya başlar, bu görevi 1955 yılına kadar devam ettirir. O yıllar annemin babası Kerim Ağa (Kerim Yanar) Tarım Satış Kooperatifinde görev yapmaktadır. Aslen Erivanlıdır. Iğdır’a gelmeden önce Erivan’da müteahhitlik yapıyormuş. Kerim Ağa ile Cimşit dedem çok iyi dostlarmış. Babam, Kerim Ağa’nın kızı Züleyha Hanım’a âşık olur.

Aile Resmi (1963)

Ayakta soldan sağa Feridun Ayrım, kucağında Ayla, kayınvalidesi Hurşut Hanım, eşi Züleyha Hanım (Çocuklar soldan sağa) Öztürk, Handan, Gamze (elinde oyuncak), Selçuk

1960’lı yıllar… Masada oturanlar soldan sağa Hürriyet Sansar, Hasan Sansar, Feridun (Ferit) Ayrım (Iğdır Devlet Hastanesi personeli Kars Yeşilyurt Lokantası)

Iğdır. Oturan soldan sağa ikinci: Feridun Ayrım

Anneannem Hurşut Hanım, Genceli İsmail Bey’in kızıdır. Kerim Ağa, Gence’de Hurşut Hanımla nişanlanır. Ermenistan Cumhuriyeti (1918-1920) yıllarıdır. Bir gün Kerim Ağa, nişanlısını Erivan’da bir düğüne götürür. Ermenilerle aralarında bir tartışma çıkar. Kerim Ağa, çıkan olayda üç Ermeni’yi öldürür. Nişanlısı Hurşut Hanım’ın babası İsmail Bey (İsmail İsmailov) zengin birisidir. Yarım teneke altınla hep birlikte Aras Nehrini geçip Iğdır’a gelirler. Anlattıklarına göre sınırı geçerken Ermeni askerlerine de rüşvet verirler.

Iğdır Devlet Hastanesinin kurulduğu yıllardır (1964). Babam, Devlet Hastanesinde şoför olarak çalışmaya başlar. Dr. Kemal Karasu’nun Başhekim olduğu bir gün babamla, Başhekim Kemal Karasu arasında önce tartışma sonra da kavga çıkar, babam Kemal Karasu’nun burnunu kırar. Bu olay üzerine babam açığa alınır (1966).

Ziya Ayrım amcam Senatör’dür. Babam, Ankara’ya Ziya Ayrım Amcamın yanına gider. O yıllar Kiti Hidroelektrik Elektrik Santrali yeni faaliyete geçmiştir (1966). Oraya şoför olarak atanır. Bu kez Kiti Müdürü (Doğubayazıtlı) ve Süleyman Bağcı, babam hakkında şikayetçi olurlar.

Olay şu gelişir: Kiti Santrali, babama arkası açık bir pikap (pick-up) araba tahsis eder. Babam, sabahları Iğdır’a gelirken Küllük, Yaycı gibi köylerden ortaokul ve yeni açılan liseye gitmek isteyen öğrencileri para almadan arabaya bindirip şehir merkezine getirir. Kiti yönetimi bu durumdan rahatsız olur, Bakanlığa suç duyurusunda bulunur. Müfettiş gelir. Babamı sorguya çeker. Babam da savunmasını yapar:

“Bu gençler, yarın okuyup doktor, mühendis, avukat olarak ülkeye hizmet verecekler. Onlara yardımcı olmak niçin suç olsun?”

“Bu seni ilgilendirmez! Devletin arabasını başka amaçlar için kullanmayacaksın.”

Müfettişle babam arasında sert bir tartışma olur. Tesadüfen Senatör Ziya Ayrım Amcam da Iğdır’dadır. Babam, Ziya Amcamın yanına gider, durumu açıklar. Ziya Amcam, müfettişi çağırır, sert çıkar: “Ferit Bey, kötü mü ediyor? Okuyan çocuklara para pul almadan destek veriyor.”

Ziya Amcam, babama sakin olmasını, Ankara’ya döndüğünde kendisine yeni bir iş için yardımcı olacağını söyler. O yıl Iğdır’da Verem Savaş Dispanseri açılır, babam da şoför olarak atanır.

Babam, Nisan 1977 tarihine kadar Dispanser’de şoför olarak çalıştı. Emekli oldu.

Babam, 1984 yılında İstanbul’a nakletti. Babam, sigarayı çok içerdi. Akciğerinden rahatsızdı. 8.6.2006 tarihinde 78 yaşında İstanbul’da vefat etti. Allah rahmet eylesin!

Ferit Ayrım ve eşi Züleyha Hanım

AMCAM FERMAN AYRIM

Ferman Ayrım Amcam, Bilecek Valisinin makam şoförüydü. 30 Haziran 1969 tarihinde talihsiz bir şekilde vefat etti. 11 yaşında bir çocuktum. Aile içinde tutulan yas, bugün de gözlerimin önündedir. Ferman Amcama Allah rahmet eylesin!

Ferman Ayrım (Sağda) Bilecik Valiliği makam arabasıyla (1965)

YENİ GAZETE

(30 Haziran 1969) Bilecik Valisi Emekli General Muammer Ürgen önceki gece 11 AA 001 plâkalı makam otomobiliyle Sakarya nehrine uçmuş ve şoförü Ferman Ayrım ile birlikte boğularak ölmüştür.

Bilecik’e 40 kilometre uzaklıkta Cambazkaya mevkiinde meydana gelen kaza sırasında, ilk kovuşturmaya göre, direksiyonda Vali Ürgen’in bulunduğu anlaşılmıştır. Kazayı ilk görenler köylüler olmuşlardır. Kaza yerinde yapılan keşfe göre, muhtemelen gece yarısı İzmit dönüşü meydana gelen kazada, Valinin makam arabası, yolun sağından saparak sol tarafta 30 m kadar sürüklenmiş, sonra da 10 metre yüksekliğinden uçurumun başında ters dönerek aşağı yuvarlanmıştır.

Köylülerin Valinin arabasının suda tamamen ters döndüğünü ve tekerleklerinin ancak yarısının görüldüğünü söylemişlerdir. İlk müdahaleyi yapan köylüler, halat bağlayarak arabayı kenara çekmişler ve direksiyon başında Valinin olduğunu, şoförünün de arka kanepede bulunduğunu görmüşlerdir.

Cesetleri sudan çıkarılan Vali ve şoförünün naaşları öğleden sonra Bilecik’e getirilmiştir.

Evli, 4 çocuk babası olan Ürgen Paşa, 37 Mayıs’ta Hatay Valiliğine getirilmiş daha sonra Aydın’a oradan da Bilecik’e tayin edilmiştir.

ÇOCUKLUĞUM 

Selçuk Ayrım 1 yaşında (1958)

Iğdır Cumhuriyet İlkokulu (1967) Selçuk Ayrım (Sol eli havada, kuşağında tabancasıyla) (Kim bilir Vatan Yahut Silistre diye bağırmaktadır.)

Selçuk Ayrım (Iğdır, 1969)

Iğdır Lisesi (Ortaokul Bölümü) Selçuk Ayrım (oturan, 1970)

“BUĞULU GÖZLER”

Nasıl da mutluyum, bir bilsen! Nihayet yüreğimin derinliklerine kurşun gibi çökmüş bir aşkın izlerini paylaşabileceğim bir dost bulabildim.

1968 yılı olmalıydı. Iğdır Cumhuriyet İlkokulu’nda beşinci sınıf öğrencisiydim. Teneffüs arasında okulun önündeki satıcılara koşar, cebimizde ne varsa hepsini harcardık. En çok da “ballı” dediğimiz halka tatlısına rağbet olurdu.

Yine böyle bir gündü. Seyyar satıcının cam tezgâhının önünde sıraya girmiştim. O’nunla göz göze geldim. O da sıraya girmişti, ama sıra O’na gelinceye kadar ders zili çalacaktı. Her halde O da bunu bildiği için bana yaklaştı, parasını uzattı:

“Sana zahmet olacak! Benim için de alır mısın?”

Yeterli param vardı. İki halka tatlı aldım, birisini O’na uzattım. Ders zili çalmadan hızlı hızlı atıştırdık. Ders zili çalınca da farklı sınıflara koşuşturduk.

Sonraki günler ya okulun koridorunda ya da bahçede karşılaşıyorduk. Elbette, her ikimiz de çocuktuk. Ancak şunu anladım, en büyük aşklar hep bu yaşlarda başlar.

Merhum Nihat Işık’ın düğünüydü. Biliyorsun Azeri düğünleri görkemli olur. En büyük aşklar düğünlerde doğar. Akordeon sesi düğün yerini doldurunca, gönüller aşka susar. O gün ben de böyle bir ruh haline bürünmüştüm. O da düğüne gelmişti. Evet, evet! Bu düğün, farkında olmadan aşkımı perçinledi. Her şey aniden olup bitti! Derin ve anlamlı bir bakış her şeye yetti! Sanki O’nun kölesi olmuştum. Sonraki günler ve aylar, O’nun derin ve hüzünlü bakışlarını hep arar olacaktım.

Sinema tutkunuydum. Iğdır’ımızda Serhat ve Aras sineması vardı. Hiçbir filmi kaçırmazdım.

Başrollerde: Cüneyt Arkın, Nilüfer Aydan (Canım Sana Feda, 1965)

(Bir zamanların Iğdır’ında yeni bir film gösterime girmeden önce, afişi bir ahşap panoya yapıştırılır, fayton veya daşkaya (at arabası) doluşulur, bir yandan mahalle aralarında yol alınırken bir yandan da, “Çok yakında Cüneyt Arkın, Nilüfer Aydan. Bu filmi kaçırmayın: Canım Sana Feda)

Iğdır Aras Sineması önü (1965) (Selçuk Ayrım, önde oturan)

13 yaşındaydım (1970). Bir gün Aras Sinemasının önünde bir film afişi gördüm. Sanki kalbim duracak gibi oldu. Evet, O’nun gözleri film afişindeydi. Başrollerini Türkan Şoray ve Murat Soydan’ın oynadığı filmin adı, “Buğulu Gözler” idi. Türkan Şoray’ın o bakışı ne kadar da O’nun gözlerini hatırlatıyordu.

O günden sonra, yüreğimi teslim alan, düşüncelerimin efendisi O’na kendi içimde “Benim Buğulu Gözlüm” adını takmıştım. Buğulu Gözler’i, kendimle beraber her yere götürüyor, onunla yatıyor, onunla kalkıyordum. Buğulu Gözler, yüreğimde bir sırdı. Kimseye O’ndan bahsetmem mümkün değildi. Sanki varlık nedenim O’ydu. Sanki O’nun için yaşıyordum. Hayattaki tek mutluluğum O’nu düşünmek, O’nu tekrar görmek ümidini içimde taşımaktı.

Gecenin nemi mi düşmüs gözlerine

Ne olur ıslak ıslak bakma öyle

Saçını dök sineme derdini söyle

Yeter ki ıslak ıslak bakma öyle

 TAKSİ ŞOFÖRLÜĞÜM

1960’lı Yıllar.  İdirmava’ya giriş noktası. Eski Polis Karakolu. Önü, kahvehane olarak hizmet veriyor. (Mülk sahibi Fahrettin Aras)

Şoförlük bir anlamda baba mesleğiydi. Daha çocuk yaşta babam gibi araba kullanmayı yani şoför olmayı istemiştim.

Babam, bir gün Özer Zülaloğlu’nun köşe başındaki dükkanına gider. Kendisine uzatılan pastırmadan yer. Ne hikmetse bu pastırma babamda bağırsak düğümlenmesine yol açtı. Babamın acilen Erzurum’a götürmemiz gerekti.

O yıllar Iğdır’da iki taksi vardı: Yusuf Toktamışoğlu’na ait Chevrolet marka araba ile Yakup Öcal’a ait Ford marka başka bir araba. Yusuf Toktamışoğlu bizi Erzurum’a götürüp getirdi. Benzinin litresi 155 krş idi. Bu yolculuk için 500 TL ödeme yaptık. Babamın memur maaşı 680 TL idi. Neredeyse babamın bir maaşını yol parası için harcamıştık.

Taksicilik işinde para olduğu belliydi. Ortaokul Birinci sınıfı henüz bitirmiştim (1971). Annem 38 adet inek ve manda besliyordu. Binbir zahmet yaptığı kaymak ve peynirlerin fazla bir geliri yoktu. Bir hesap yaptım: Faytonlar mahalleye 5 TL’ye gidiyordu. Arabayla müşteriden 10 TL almak mümkündü.

Rıza Ambarcı’nın bakkaliye dükkânı vardı. Babam maaşını aldığında önce Rıza Ambarcı’ya uğrar, defterdeki borcunu kapatırdı. Etin kilosunun 2,5 TL olduğu o dönemde babamın maaşı erir giderdi. Aile de kalabalık olduğundan babam ödemelerde artık zorlanmaya başlamıştı.

Annemi karşıma aldım:

“Arabamız bir günde 10 sefer yapsa günde100 TL, bir ayda da 3000 TL kazanırız. 500 TL benzin gibi masraflara gitse 2500 TL kârımız olur. Babamın maaşı 680 TL. Araba alalım!”

Annemi bir araba almaya ikna ettim. Babam rıza göstermiyordu. Annem günlerce bunun için babamın bir anlamda “başının etini” yiyip durdu. Babam, pes etti. O yıllar Renault (Reno) arabaları ilk kez piyasaya çıkmıştı. Fiyatı 57 bin TL kadardı. Hayvanları sattık, ama 10 bin TL eksiğimiz vardı.

Babam beni yanına alarak kirvemiz Hacı Musa Baktemen’in evine gittik. Kirvem, Alikamer köyünde oturuyordu.

Selçuk Ayrım’ın kirvesi Musa Baktemen

(Musa Baktemen, kirvelik ruhuna sadık kalarak, cömert bir şekilde eksik olan parayı Selçuk’a uzatır, belki de genç adamın tüm yaşamını değiştirir.)

Bu arada bir anımı araya sıkıştırmadan edemeyeceğim. Sünnet merasimim Askeri Gazinoda yapıldı. Tören devam ederken eski Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in vefat haberi geldi (14 Eylül 1966). Uyarı üzerine tören kısa kesildi.

Babam, niçin geldiğimizi biraz da mahcup bir ifadeyle açıkladı. Kirvemiz, eli açık ve cömertti:

“Sorun değil! Yarın Vakıflar Bankası önünde buluşalım!”

Ertesi gün Vakıflar Bankası önünde buluştuk. Kirvem, babamın bankadan içeri gelmesini istemedi. Birlikte bankadan içeri girdik. 10 bin TL çekti. Bir gazete kağıdına sarıp bana uzattı ve tembihledi: “Bu parayı bana geri ödemenin bir acelesi yok. Ne zaman para kazanırsa o zaman ödersin.”

Aslında kirvemin bu parayı bir anlamda iş yapmam için bana hediye olarak verdiği belliydi, ama ben ne yapıp edip bu borcumu geri ödemeye kararlıydım.

Kirvem vedalaşıp gitti. Babam ve ben, bu miktar parayı kaybederiz korkusuyla yanımızda götürmek yerine bankaya yatırmaya karar verdik. Bu kez babamla birlikte bankadan içeri girdik.

Artık sıra arabayı satın almaya gelmişti. Babam Ankara’ya, kardeşinin yanına gitti. Normalde araba için sıra vardı. Milletvekili ve Senatörlere öncelik tanındığından Senatör Ziya Ayrım amcamın devre girdi. Babam, Bursa’ya gidip arabayı teslim aldı. Ankara’ya geldiğinde telefon açıp bizi durumdan haberdar etti.

O yıllar çok az insanın evinde telefon vardı. Bu gibi konuşmalar için PTT’ye gitmek gerekiyordu. Babam, arabayla yola çıkacağını Erzurum’a varınca bizi tekrar arayacağını söyledi. Birkaç gün sonra Erzurum’dan telefon açınca, kendisini Iğdır-Tuzluca yolu üzerindeki Cimşit Amcamın Hanında beklediğimi söyledim.

Babam, arabaya özel bir klakson taktırmıştı. Iğdır’a girince babam klaksonu gururla çaldı. Herkesin gözü bizdeydi. Babam, arabayı Belediye Binasının önünde park etti. Krem rengi araba pırıl pırıl göz kamaştırıcıydı. Artık Iğdır’da üç taksi hizmet verecekti.

14 yaşındaydım. Araba kullanmasını bilmiyordum. Babam, bir Erzurumluyu şoför tuttu. Ben de arabanın ön koltuğuna oturuyor, şoförle birlikte yolcu taşıyorduk. Şoförün her hareketini dikkatle izliyor, mesleği öğrenmeye çalışıyordum. Bir yandan da kaç yolcu aldığımızı küçük bir deftere not ediyordum.

Ay sonuydu. Erzurumlu şoför ve babam oturup hesap kesimi yapacaklardı. Şoför, parayı masanın üzerine koydu. Bu benim beklediğimden çok az bir paraydı. Not defterime göre bu miktar çok daha fazla olmalıydı. Bu durumdan rahatsız oldum. Şoför, beni çıkışımı gurur meselesi yaptı, anahtarı masanın üzerine fırlatıp attı, çekip gitti. Babam kızgındı. Bana tokat atıp ekledi: “Senin yüzünden elimizdeki tek şoförü de kaçırdık.”

Arabamız evin bahçesinde öylece kalakaldı. İçim içim yiyor, yerimde duramıyordum. Ben de olup biteni gurur meselesi yapmış, kendimce bir çözüm peşindeydim.

Evimizin önünden bir ark vardı. Üstündeki ahşap köprü çok geniş değildi. Bahçedeki arabayı sokağa çıkarmak için bu köprüden belasız bir şekilde çıkarmam gerekiyordu.

Evde kimse yoktu. Anahtarı alıp arabayı çalıştırdım. Boyum kısaydı. Altıma iki büyük yastık koydum. İlk anda ahşap köprüden arabayı geçirmeye cesaret edemedim. Aşağı indim. Köprünün genişliğini ayak usulü ölçtüm. Arabanın iki teker arasını da aynı şekilde ölçtüm. Köprü, hani kılı kılına biraz daha genişti. Tüm cesaretimi toplayıp arabaya bindim. Yavaş yavaş arabayı köprüden geçirdim. Vites değiştirmeden hep birinci viteste kalarak arabayı homurdata homurdata Belediye Bahçesine kadar sürdüm. Vites değiştirmeye cesaret edemiyordum. O yıllar trafik falan olmadığından yavaş bir tempoda arabayı sürmem mümkündü.

Selçuk Ayrım (önde) ve babası Ferit Ayrım (Iğdır, 1973)

Arabayı park ettim. Biraz nefeslendim. Tam da o sıra “Sarı Yusuf” lakaplı hayvan ticareti yapan Yusuf Amca yanıma geldi:

“Bizi Evci köyüne götürebilirsin?”

“Elbette!”

“Kaç para?”

“40 TL!”

Anlaştık. Yola koyulduk. Şehit Mehmet Çavuş caddesini birinci viteste geride bıraktım. İşte o anda, hiç neden yokken Buğulu Gözler benliğimi doldurdu. Bir yandan sürüyor bir yandan da Buğulu Gözleri düşünüyordum. Korkum yok oldu. Yavaşça ikinci vitese geçtim. Garip bir duygu içimde uyandı: Sanki cesaretimi birileri Buğulu Gözlere anlatacak, O da beni daha çok sevecekti. Vitesi değiştirmeden Evci köyüne doğru yol aldım.

Ben, büyük bir heyecanla direksiyon başında otururken, içerideki müşteriler Kürtçe konuşarak ateşli bir pazarlığa kaptırmışlardı kendilerini… Ürkekliğimin ve acemiliğimin farkında değillerdi.

O yıllar Iğdır’ı çepeçevre saran büyük bir kanal vardı. Evci köyüne yakın bir yerden geçiyordu. Kanalın üzerinde ahşap bir köprü vardı. Köprüye yaklaşınca beni yine bir korku aldı: “Acaba köprü yeteri kadar geniş mi?”

Araba çalışır vaziyette iken vitesi boşa aldım, el frenini çektim. Arabadan inip köprünün genişliğini adımlamaya koyuldum. Bunu gören Yusuf Amca panik halinde dışarı fırladı: “Sen bizi kanala devirip hepimizi öldüreceksin! Köprüyü geç, arabana sonra bineceğiz.”

Direksiyonun başına geçtim. Buğulu Gözler bana bakıyor gibi hissettim. Cesaretimi topladım, arabayı yavaş yavaş kazasız belasız köprüden geçirdim. Müşteriler tekrar arabaya bindiler. Yola koyulduk. Evci’den sonra Alut (Yüzbaşılar) köyüne uğradık, Iğdır’a geri döndük. Yusuf Amca, 40 TL’yi uzattı, eklemeden edemedi: “Allah razı olsun! Toktamışoğlu olsa bizden 120 TL alacaktı.”

Ben, arabayı alıp evden ayrıldıktan sonra annem eve gelir. Bakar ki ne anahtar ne araba ne de ben varım. Panikler. Babama haber verir. Beni her tarafta aramaya koyulurlar. Nihayet beni ve arabayı Belediye Binasının önündeki alanda bulunca babam, derin bir nefes aldı.

Selçuk Ayrım ve Cengiz Bilen (Arkada, Iğdır 1976)

İdirmava Yolu. Şehri bir uçtan diğerine geçen ark, içinde yüzen ördekler ve Selçuk Ayrım’ın taksisi

Iğdır Lisesi Hocaları (1970’li yıllara)

1970’li yıllarda Iğdır Gençliği

HÂKİME HANIM

O günden sonra hızla ustalık kazandım.

14 yaşındaydım. Ehliyetim yoktu. Trafik polisleri fazla yoktu ama yine de yakalanma riski vardı.

O yıllar genç bir bayan Iğdır’a hâkim olarak atanmıştı. Bir gün Hükûmet Konağının balkonunda oturmuş çay içerken, bir arabanın içinde şoförü olmadan önünden geçtiğini görür. Görevlileri çağırtır, arabanın kime ait olduğunu sorar. İlçede üç tane taksi vardı. Krem renkli Reno arabanın bize ait olduğunu herkes biliyordu.

Bir görevli yanıma geldi, hâkime hanımın beni görmek istediğini söyledi. Huzuru endam ettim. Hâkime hanım beni görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Karşısında ufak tefek bir çocuk vardı. Merakla sordu:

“Bu arabayı sen mi kullanıyorsun?”

“Evet!”

“O zaman bana da araba kullanmayı öğreteceksin.”

Bu isteği memnuniyetle kabul ettim. Hâkime hanımı arabaya bindiriyor, Mecit Hun’un Karakuyu köyüne yakın geniş arazilerine götürüyordum.

Bir ay sonra profesyonel bir şoför kadar ustalık kazandı. Bu dostluk sayesinde trafik polisleri benden uzak duruyordu. Hâkime hanım, ne zaman arazi keşfi falan olsa benim taksimle yola çıkardı. Cömert davranır, hak ettiğimden fazlasını elime tutuştururdu.

Hâkime hanım, 3 yıl Iğdır’da kaldı. Ehliyete ihtiyaç duymadan şoförlüğümü devam ettirdim.

IĞDIR GENÇLİK GÜNLERİM

Arkadaş Toplantısı Selçuk Ayrım (Sağ başta) 1974

Selçuk Ayrım (Iğdır, 1974)

Selçuk Ayrım (Kahveci Kemal’in kahvehanesi, 1974)

Iğdır Gençliği

Selçuk Ayrım (Sağdan ikinci, 1975)

Iğdır Genliği  Selçuk Ayrım (Soldan üçüncü)

Iğdır Lisesi Yılları Selçuk Ayrım (sol başta)

Selçuk Ayrım

MECİT HUN’LA KARS YOLUNDA

Iğdır, Kars’ın ilçesiydi. Iğdırlılar önemli bürokratik işleri için Kars’a gitmek zorundaydılar.

Yine bir kış günüydü. Günlerce kar yağdığı için Kars yolu kapalıydı. Mecit Hun, yanıma geldi, çaresiz bir şekilde söylendi: “Mutlaka Kars’a gitmem gerekiyor, yoksa şartnamem yanacak. Bu karda Kars’a gidebilir misin?”

“Mecit Amca, yanımıza bir teneke dolusu tezek ve ispirto alalım. Isınmamız için gerekli olacak. Taburdan rica etseniz onların zincirleri var. Bize bir tanesini emanet versinler.”

Zinciri alıp yola koyulduk. Kars yolu o yıllar farklı bir güzergâhtan gidiyordu. İç içe virajlar, korkutucu şekilde uzanıyordu. Şoförlük hünerimi gösterip, korkusuz bir şekilde karla boğuşarak yol almaya koyulduk.

Kağızman’dan ayrılıp Kars yoluna sapıldıktan sonra ani bir yükseliş başlar. Bu yol edildiğinde sağ tarafta Paslı Han (Cilaxana) vardı. Çoğu kez bayan çalıştırdıkları için saygın isimler mecbur kalmadıkça bu Han’da mola vermek istemezlerdi. Biz de yanından hızla geçtik.

Kar yağışı devam ediyordu. Yolda ne insan ne de başka bir araba vardı. Korkmuyordum çünkü Buğulu Gözler, benimleydi. Sessiz ve bembeyaz yolları Buğulu Gözleri düşünerek, içimde gizli bir sevinç duygusuyla ve cesur bir şekilde aşıyor, virajları döne döne yükseklere doğru yol alıyorduk. Dikkatim yolda, ama ruhum ve benliğim Buğulu Gözler ile doluydu. Bir çocuk nasıl olur böylesine büyük bir sevgiyi yüreğinde yorulmadan taşıyabiliyordu?

Kars’a vardık. Mecit Hun, zamanında müdahale ederek önem verdiği şartnamenin iptal olmasına engel oldu. Akşama doğruydu. Mecit Hun, hemen Iğdır’a dönmek istiyordu. Bunu doğru bulmadım: “Kar yağışı devam ediyor. Yollar kapalı. Eğer kara saplanırsak kurtlara yem olacağız. Geceyi Kars’ta geçirelim.”

Öyle yaptık. Bir otele yerleştik. Hiç unutmuyorum, otelin altında hamam vardı. Göbek taşına uzandığımda sanki bütün yorgunluğum gitmiş gibi oldu. Düşüncelerim Buğulu Gözlere kaydı. O, beni Iğdır’a çağırıyordu.

“AĞRI DAĞI EFSANESİ” FİLMİ

Yıl 1974. Ünlü yönetmen Memduh Ün, Ağrı Dağı Efsanesi filminin çekimleri için Doğubayazıt’a gelmişti. Uzatmalı sevgilisi Fatma Girik, baş rol oyuncusuydu. Memduh Ün, Buick marka Amerikan arabasıyla gelmişti, ancak araba yokuşlara dayanamaz su kaynatır. Doğubayazıt’ta güvenebileceği bir taksi bulamaz. Iğdır’a gelir. Bu arayışla Iğdır Turizm Otobüs acentesine uğrar. Sorumlu Hacı İbrahim Bayat’tan yardım ister. Hacı İbrahim, tereddüt etmez:

“Güvenebileceğim tek isim Selçuk Ayrım’dır. Becerikli, işini bilen bir gençtir.”

Beni çağırdılar. Kemal’in kahvesinde oturmuşlardı. Çay içiyorlardı. Sonraki günler Memduh Ün, çay içme seremonisini gülerek anlatırdı: “Çay geliyor, yanında kaşığı yok. Kaşık istiyorum, garip garip yüzüme bakıyorlar. Sonra anladım ki Iğdırlılar çayı kıtlama içiyorlar.”

Memduh Ün, söze girdi:

“Film çekimi yaklaşık 40 gün sürecek. Bu süre boyunca yanımızdan ayrılmayacak bir taksiye ihtiyacımız var. Dağ yollarında dolaşıp duracağız. Böyle bir görevi kabul eder misin?”

Bu konuda tecrübeliydim. Gözü karaydım. Yolu falan olmayan Mezraa gibi dağ köylerine yolcu götürüp getiriyordum. Öz güvenim yerindeydi. Ancak babamın onayını almam gerekiyordu. İzin isteyip, Devlet Hastanesinde görev yapan babama gittim. Durumu açıkladım. Babamın ilk sorduğu soru, “Kaç lira verecekler?” oldu.

“Baba, bunun pazarlığını yapmadım. Bunlar bir şekilde hakkımı verecekler.”

Geri döndüm. Teklifi kabul ettiğimi söyleyince Memduh Ün, lafa girdi:

“Kaç liraya mal olacak?”

“Ne verirseniz kabulümdür. İtiraz etmeyeceğim. Yeter ki benzin parasını siz ödeyiniz.”

Ne kadar ısrar ettiyse de pazarlık yapmadım.

Çekimler başladı. Film ekibini dağlara götürüp getiriyordum. Her sabah Fatma Girik’in kuşağını da ben bağlıyordum.

Fatma Girik ve Selçuk Ayrım (Doğubayazıt, 1974)

Bir gün Memduh Ün, kıskançlığını saklayamadı:

“Fato, bu çocuğu kıskanmaya başladım. Ne böyle, her sabah kuşağını buna giyindiriyorsun”

Derken film çekimi tamamlandı. Memduh Ün, kapalı sarı bir zarf uzattı.

“Ödemen bunun içinde”

Memduh Ün, cömert davranmıştı. Beklediğimin çok üstünde bir parayı zarfa koymuştu. Bankada da biraz param vardı. İkisini bir araya getirdim, Kars’a gidip Resul Yıldız’dan yeni bir araba satın aldım.

EHLİYET SINAVIM 

18 yaşıma girince ehliyet almak için Kars’a gittim. Önce yazılı bir sınav yapıldı. Yüksek bir not aldım. Sıra direksiyon kullanımına geldi. Kış günüydü. Polis yanıma oturdu, “Haydi sür!” diye komut verdi. Yokuşlu bir yere geldik. Her taraf buz. Polis, “Arabayı durdur!” diye komut verdi, ama ben onu dinlemedim, yokuşu çıkıncaya kadar arabayı sürmeye devam ettim. Polis, bana çıkıştı:

“Sana dur diyorum sen sürmeye devam ediyorsun. Ehliyet alamayacaksın! Söyle bakalım niçin durmadın?”

“Böyle bir yokuşta durursam arabayı tekrar harekete geçirmek mümkün olmaz!”

Polis, gülümsedi: “Aferin, ben de bunu duymak istemiştim. Öğleden sonra gel, ehliyetin hazır!”

BUĞULU GÖZLERE VEDA

Kars Kız Öğretmen Okulu (1968)

Buğulu Gözler, Kars’ta Kız Öğretmen Okulunda okuyordu. Okul, Süt Fabrikasının yanındaydı. Kışın ortasında Iğdır’dan Kars’a doğru yola çıkıyor Buğulu Gözleri görüp geri geliyordum. Babam, bu durumuma anlam veremez, şaşırırdı:

“Yollarda iki metre kar var! Donup öleceksin.”

Babam yanılıyordu. Aşk, insanı kör eder. Tehlikeyi falan umursamaz.

Buğulu Gözler’in Iğdır’a geldiği günlerdi. Sordum: “Benimle evlenirsen seni mutlu etmek için her şeyi yapacağım. Kabul ediyor musun?”

Buğulu Gözler, çekimser kaldı.  O an, benim için her şey bitmişti. Hızla uzaklaştım.

1975-76 döneminde liseden mezun oldum. Üniversiteye gitmeye hiç istekli değildim. Hayata küsmüş gibiydim. Bir an önce askere gitmek, Iğdır’dan uzaklaşmak istiyordum. Askerliğim tecilliydi. Uğraştım, tecilimi kaldırdım. Askerliğim, jandarma olarak Çanakkale’ye çıkmıştı. Hüseyin Yeşilyurt’un dükkanına uğrayıp bir asker bavulu satın aldım. Otobüs saat 13:00’de hareket ediyordu.

Bahçeden içeri girince annem elimdeki bavulu gördü. Gideceğimi anladı. O da biliyordu, artık ben Buğulu Gözlerin ağırlığını yüreğimde taşıyamıyordum. Zavallı annem, çarşafını giyinip Buğulu Gözlerin baba evine doğru yola çıktı. Ben de alelacele eşyalarımı bavula tıkıştırdım.

Otobüs, şehirden uzaklaşınca, ayrılık duygusu benliğimi doldurdu. Kararlıydım. Artık geri dönüşü olmayan bir yola çıkıyordum. 30 yıl boyunca bir daha ayağımın Iğdır’a değmeyeceğini o an elbette bilemezdim.

Otobüs yol aldıkça sevdiğim Azeri melodisi zihnimde yankılanıyordu:

Fikrimden geceler yatabilmirem

Bu fikri başımdan atabilmirem

Neyleyim ki sene çatabilmirem

Ayrılık ayrılık aman ayrılık

Her bir dertten alan yaman ayrılık

 

19 ay Paşa’nın şoförü olarak hizmet verdim.

Selçuk Ayrım (Askerde Paşa şoförü)

Selçuk Ayrım Askerde

116’ncı Jandarma Alayı (Çanakkale)

1700 TL’de maaşa bağladılar. Terhis olduğumda epeyce para biriktirmiştim. İstanbul’da arsaya yatırım yaptım. Sonraki yıllar kar karşılığında bu arsayı sattım.

Askerlik sonrası İstanbul’da Tekel Genel Müdürlüğünde çalışmaya başladım.

AZERBAYCAN’DAKİ AKRABALARIM

Selçuk Ayrım’ın Gence’deki akrabaları

Sovyetler Birliği’nin dağıldığı günlerdi (1991). İstanbul’da çalışıyordum. Nasıl olduysa bir Rus kızıyla tanıştım. Tekstil ürünleri almak için Türkiye’ye gelmiş, yüklü bir parayı birilerine kaptırmıştı. Tanıdıklarımı devreye sokup parasını geri aldım. Moskova’ya dönünce beni davet etti. Babası Yarbay’dı. Çevresi genişti. Bir ricada bulundum:

“Annemin akrabaları Azerbaycan’da oturuyorlar. Soyadları ‘İsmayilov’dur. Bulabilir misiniz?”

Sovyet (Rus) arşivinden bütün akrabalarım listesini çıkarıp bana verdiler. Bakü, Gence, Şemkir gibi şehirlerde yaşıyorlardı.

Daha Sovyetler Birliği zamanında da kısmen de olsa Azerbaycan’daki akrabalarımızla temas halindeydik. 1972 yılında anneannemin (Hurşut Hanım) kız kardeşi Şöket Hanım Iğdır’a geldi.

Olay şöyle gelişir: Haydar Aliyev’in Gence Belediye Başkanı olduğu yıllardır. Şöket Hanım, makamında ziyaret eder. “Akrabalarım (qoxum) Türkiye’de yaşıyorlar. Birisi de (Ziya Ayrım Amcam) büyük bir adamdır (yani Senatör)”

Türkiye ile Sovyet Azerbaycan’ı arasında bir protokol imzalanacaktır. Haydar Aliyev, Ankara’ya gelir. Türk meslektaşlarına sorar: “Soyadı Ayrım olan milletvekili var mı?”

Bu şekilde Senatör Ziya Ayrım Amcamla tanışır. Haydar Aliyev, Gence’ye dönünce Şöket Hanım’ın evraklarını hazırlar, Moskova’ya tasdike gönderir.

Şöket Hanım, kız kardeşi Hurşut Hanımı görmek umuduyla Iğdır’a gelir, ama maalesef Hurşut Hanım, 1,5 ay önce vefat etmiştir. O günü unutamıyorum: Şöket Hanım, bahçe kapısından içeri girince üzüntülü bir sesle söylendi: “Bilirem, menım bacım ölüptü!”

Dut ağacının dibine çöktü, hüngür hüngür ağladı.

Şöket Hanım, iki ay Türkiye’de kaldı. Babam, annemle beraber Şöket Hanımı İzmir, Ankara, İstanbul’a götürüp gezdirdi.

Bir akrabam (annemin halasının oğlu) Sovyet Milli Takımının kalecisiydi. 1988 yılında çalıştığı takımla Galatasaray’ın İstanbul’da maçı vardı.

Nasıl olmuşsa İstanbul’da kaldığı otelde, şehir telefon rehberinden ismimi bulur. Gece yarısıydı. Telefonum çaldı. Astor Oteli yetkilisi açıklama yaptı:

“Sovyet kalecisi otelimizde kalıyor. Akrabanız olduğunu söylüyor. Sizi görmek istiyor.”

“Türkçe biliyor mu?”

“Evet! İsa Bey’in (Kerim Ağa’nın babası) torunu olduğunu söylüyor.”

Sovyetler Birliği dönemi olduğu için futbolcuların otelden çıkmasına izin verilmiyor.

Coşkun Alagöz (Zabıta Rahim Alagöz’ün oğlu), Fatih Emniyet Müdür Yardımcısıydı. Gece yarısıydı. Ataköy’deki evine gittim. Bu saatte beni kapıda görünce şaşırdı:

“Hayırdır Selçuk, ne oldu?”

Durumu özetledim.

“Yardımcı ol! Akrabamı eve getirmek istiyorum. Sabah 5-6’da otele geri götürürüm.”

Birlikte Astor Oteline gittik. Akrabam Halig Gafarov’u alıp eve getirdim.

Selçuk Ayrım’ın akrabası Sovyet Milli Takım Kalecisi Halig Gafarov (Sarı renkte)

AYNUR HANIMLA YENİ BİR HAYAT

Selçuk Ayrım ve eşi Aynur Hanım

Aynur’la şirketin servis aracında tanıştık. Dedesi, 18’nci yüzyılın sonlarında Kırım Hanlığından gelip Düzce’ye oradan da İstanbul’a yerleşmişti. Aydın ve kültürlü bir kızdı.

Bir gün Kumkapı’ya gittik. Bahçeli, güzel manzaralı kahvehaneler vardı. Çay içtik. Aynur, Kapalıçarşı’ya gitmek istedi. Birlikte yürüyerek Kapalıçarşı’ya vardık. Aynur, erkek iç çamaşırı satan bir dükkândan içeri girdi. Şaşırmıştım. Benim için iki beyaz atlet ve güzel bir gömlek aldı. Bunu niçin yaptığını sorduğumda gülerek cevapladı:

“Üzerinde beyaz naylon bir gömlek var. Altına da kırmızı atlet giymişsin. Eğer benimle dolaşacaksan giyim kuşamına önem vermelisin.”

Hem utandım hem de beni düşünen birileri varmış diye sevindim

Aynur’un bu sözleri ta çocukluk yıllarımdan beri içine hapsolduğum büyüyü yıkıp attı. Özgürlüğüme kavuştuğumu hissettim. Artık ruhum kimsenin kölesi değildi.

Böylesi bir gün tekrar Kumkapı’ya çay içmeye gidince, güzel bir anda, Aynur’a, “Benimle evlenir misin?” diye sordum.

4 Ekim 1983 tarihinde evlendik. Oğlumuz Anıl, 10 Eylül 1984 tarihinde dünyaya geldi.

Böylece yeni bir hayatım oldu. Emekli olduktan sonra Bodrum’a yerleştik.

HAYATIMDAN PORTRELER

Şamil Bey (Ayrım) (1880-1946)

 

Senatör Ziya Ayrım, Bodrum’da Selçuk Ayrım’la

Selçuk Ayrım ve Senatör Ziya Ayrım, Bodrum’da 

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Selçuk Ayrım ve Milletvekili Şamil Ayrım

Milletvekili Şamil Ayrım ve Selçuk Ayrım

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Milletvekili Şamil Ayrım

Milletvekili Şamil Ayrım ve Selçuk Ayrım

Milletvekili Şamil Ayrım ve Haydar Aliyev

 

Milletvekili Şamil Ayrım ve Selçuk Ayrım

Soldan sağa Selçuk Ayrım, İlhan Aküzüm

Selçuk Ayrım, Azerbaycan’daki akrabalarıyla

Aynur-Selçuk Ayrım oğlu Anıl Ayrım ve Senatör Ziya Ayrım (Bodrum)

 

Selçuk Ayrım ve  eşi Aynur Hanım

Selçuk Ayrım Bakü’de yaşayan akrabalarıyla (sağdan ikinci Selçuk Ayrım)

Aynur Hanım ve Selçuk Ayrım

Anıl Ayrım

Selçuk Ayrım ve Azerbaycan’daki akrabası Asya Novruzlu

 

Cumhurbaşkanımız Erdoğan ve Asya Novruzlu

Selçuk Ayrım ve eşi Aynur Hanım

Aynur Hanım ve Selçuk Ayrım’ın iki mutlu kedisi

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir