ALEVİLİĞİN ŞİİLİKTEN FARKI

17/04/2016

Zerdüştlük ve Yezidiliği ayırımcılık için yeterli güçte bulmayan Çemşid Bender, bir yandan da Kürtlerin aleviliği üzerinde durur.

Bilmez ki, veya bizim bildiğimizi bilmez ki, Kürtler arasında Alevî azdır!.. Hatta Alevî lideri Prof. Dr. İzzettin Doğan’a göre, hiç yoktur!.. Kendisi, bütün alevi “kürt” aşiretlerini incelemiş ve bunların aslında TÜRKMEN aşireti olduğunu tesbit etmiştir. “Alevî Kürt” görünenlerin hepsi, sonradan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun keşfettiği gibi, ERMENİ’dir!.. 1915 yılında tehcirden kurtulmak için Kürtler arasına saklanan Ermenilerin soyundan gelmekte, ve hâlâ asıl kimliklerini saklamaktadırlar.

Alevilik sadece Tunceli bölgesinde yaygındır… Üstelik bu Aleviler kendilerini Kürt saymazlar!.. Çünkü bu kişilerin ekserisi, bölgeye 1500’lerde Yavuz Sultan Selim’in İran Şiiliğini önleme politikası ile getirilmiş olan Batı Anadolu Türkmenleridir!.. O yüzden Karakeçili Türkmen aşireti hem batıda Söğüt’te, hem de doğuda Siverek’te yer almıştır. (Özgür Gündem Gazetesi, 4.7.92) Bir kısmı da Zaza aşiretidir.

İslam ve Mezhepler Tarihi konusunda bilgisi kıt olan Cemşid Bender adlı bölücü, Aleviliği mezhep sayar. Esasında alevilik bir tarikattır… Orta Asya ŞAMANİZM’i ile İSLAMİYET’in karışımıdır.

Şamanizm’de dört cihet vardır: Doğu-Gök(mavi), Batı-Ak, Kuzey-Kara, Güney-Kızıl… Bu yüzden kuzeyimizdeki denizin adı Karadeniz, batımızda olanın Akdeniz, Selçuklu ve Osmanlı devletinin güneyindeki denizin adı Kızıl Deniz’dir. Mavi Deniz ise Hazar’dır.. Bu cihetlere Gökhan, Akhan, Karahan ve Kızılhan hükmeder.

Şamanizm’de dört kuş kutsaldır: Kartal, Şahin, Sungur, Çakır… Alevilikte bu kuşlardan ikisinin yerini Turna ve Güvercin almıştır.

Kapı ve eşik te kutsaldır. Bu yüzden devlet kapısı, tarikat kapısı, ağa kapısı gibi terimler hâlâ kullanılır.

Dokuz sayısı da kutsaldır. Dokuz Oğuz, “dokuz doğurdu” gibi ifadeler vardır.

GÖK TANRI, Kızılderililer’in MANİTU’su gibi, büyük ruhtur… “Erenler” kelimesi aslında GÖK TANRI’ya inananlar demektir. GÖKTÜRK İmparatorluğu diye bildiğimiz devlet, aslında GÖK-TÜRK yani ulu, ilâhi özelliklere sahip TÜRK’ün kurduğu “Ulu İmparatorluk” anlamına gelir. Bayrağı mavi, daha doğrusu TURKUAZ (TÜRK MAVİSİ) renginde idi. Mevlana türbesindeki kubbe de bu renktedir ve daha sonraları yeşile dönmüş olan bu renk kavramı tarikatlarda önemli yer tutar.

GÖKTÜRK yazıtlarında tek TENGRİ dışında “ıduk ötesi, koruyucu iye” olarak UMAY adı geçer… Tunceli’de bazı kişiler HUN TÜRKLERİ’nde olduğu gibi güneşin ilk ışıklarına karşı yükünürler…

En eski Bizans kroniklerinde sınırlara yerleşen OĞUZ TÜRKLERİ’ne “Güneşin Çocukları” denmekteydi.

Eski TÜRKLER’de çocuk 13-14 yaşına kadar kayda değer bir iş yapmamışsa adsız kalır, böyle anılırdı… Bu özellik Firdevsi’nin Şehname’sinde bile yer almıştır.

Şamanizm’de Tüz denilen ilahlarının bir kısmı da hayvan şeklinde yapılırdı. En yaygın şekil tavşandı… Anadolu alevilerinin tavşan yememesi Hz. Ali’nin tavrından filan değil, bu çok eski TÜRK âdetinden gelmedir… Yezidîlerin Melek-tavus dedikleri şeytan tanrılarını, horoz şeklinde tasvir etmeleri de bu âdete dayanır.

TÜRKLER’in Süryanî ve Nasturî hıristiyanlığına, Karaim museviliğine katkıları büyüktür. Tevratı TÜRKÇE’ye çevirmişlerdir. Musa Peygambere ÜLGEN demişlerdir. (Kaşgarlı, sf.36)

Anadolu’da Alevî, Tahtacı ve Kızılbaş olarak bilinen topluluklar TÜRKMEN boylarıdır.

Tahtacıların piri Dur Hasan’dır. Ocağı İzmir dolaylarındadır. “Yanın Yatır” adını taşır… Tahtacılar HORASAN TÜRKMENLERİ’ndendirler. Mezartaşlarında “kaz ayağı” simgesi bulunur. Bu Oğuzlar’dan Çebniler’in işaretidir.

Minorsky, ÇELEBİ sözünün SELÇUKLULAR’da 14. asırda görüldüğünü, bu kelimenin Kürtçe’den geldiğini, aslının Aram dilinde “tsalma” olduğunu iddia eder. Bu kelime “ikona, put” demektir… Marr’a göre ise Çeleb sözü Kafkasya (YAFETİK, TURANİ) menşelidir, TANRI anlamına gelir, çelebi ondan türemiştir. ÇALAB kelimesini Yunus Emre 1200’lerde kullanmıştı. Çelebi (Çalabî), “tanrısal, kutsal, soylu” anlamına gelir. Ayrıca “müzisyen, şarkıcı, ozan, kültürlü, bilgili, terbiyeli, şık, prens, küçük ağa” anlamında da kullanılmıştır.

Aleviliğin Balım Sultan tarafından (1500’ler) düzene sokulmuş şekli olan Bektaşilik, daha ziyade İstanbul ve Rumeli’de yaşıyanlar arasında görülür. Aradaki fark yine yerleşik ve göçebe olmakla ilgilidir. Aleviler Anadolu’nun her yerinde bulunur. Her bir grubun örf ve âdeti ayrıdır. Kars, Dersim, Elazığ, Mardin, Diyarbakır, Sivas önemli merkezlerdir. Bir kısmı OSMANLI döneminde misyonerlerin etkisi ile Süryanî olmuşlardır.

Bunlardan hiç haberi olmayan Cemşid Bender, 4 Mezheb’i de 4 halife ile başlatır. (Teori, sayı 13)

Halbuki 4 halifenin ömrü peygamberimizden sonra sadece 30 yıl sürmüştür. (632-662)

“4 Mezhep” imamları ise 699-755 yılları arasında faaliyet göstermişlerdir. Türkler’in bile kitle halinde İslamiyet’i kabul edişleri 900’lü yıllara rastlarken, Dr. Bender “müslümanlığa zorla sokuldular,” dediği ve dağlarda dağınık halde yaşıyan Kürtler’e, çok daha önce tekke ve dergâh açtırır!..

Ve İran şiileşirken Kürt Aleviliğinin Anadolu’yu sardığını, sünniliğe direndiğini öne sürer!..

Cemşid Bender’in bilmediği husus, Ali Oğulları’nın, özellikle 12 İmam’ın, her ne kadar bazı Emevî ve Abbasî halifelerin saltanat hırsını tasvip etmeseler de, İslam Devleti’nin reisi olarak onlara başkaldırmadıkları ve ayaklananları hiç desteklemedikleridir!..

Bu imamlar hele hilafet peşinde hiç koşmamışlardır!.. 8. İmam Rıza, dönemin halifesi Memun’un bir kızını almış, Halife’nin öteki kızıyla da oğlu 9. İmam Muhammed Takiy’i evlendirmiş, ancak Halife Memun’un “kendinden sonra halife olma” teklifini kabul etmemiştir!.

Bu gerçeği hiç bir Kürt ayırımcı bilmez… Halifeler’e direnmeyi “alevilik ve 12 İmam’a bağlılık” sayarlar!

Zaten Alevilik ayrı bir din veya mezhep değildir… Ali’nin yolunda olmak demektir. Bir tarikattir, bir yoldur…

Namaz kılmamak, oruç tutmamakla da ilişkisi yoktur!.. 4. İmam Zeynel Abidin’in lâkabı “çok ibadet eden” anlamına gelir ve alnının secde etmekten nasır tuttuğu söylenir!..

Hanefî mezhebinini kurucusu sayılan Ebu Hanife, 6. İmam Cafer-üs Sadık’ın talebesidir!.. Demek ki o tarihlerde mezhep imamları ile Ali oğlu imamlar arasında hiç bir ayrılık yoktu!..

Gerçek ayrılık 7. İmam Musa-al Kâzım’ın yerine, kardeşi İsmail’in oğlunu geçirmek isteyen Meymun adlı kişiden kaynaklanmıştır. (Ölümü 797)

İsmailîye, Karmatîyye, Fatımîyye, Haşhaşîler hep bu adamın izinden gidenlerin meydana getirdiği Şii mezheplerdir.

O yüzden Türk aleviliği ile İran Şiiliği hiç bir zaman birbirine uymaz!…

Uymadığını da Humeyni’nin kadınları çarşafa sokmasından bellidir… Anadolu’da çarşaf giyen Alevî kadın yoktur!

Bu fark Türk alevilerin doğrudan Alioğlu imamlara, Seyyitlere bağlanmaları, Şiilerin ise daha çok siyasi iktidar peşinde koşmalarından kaynaklanır.

950 yıllarında Bağdat halifesini kontrole alan Şii Büveyhiler yüzünden, ayırımcılığı desteklemiyen Ali oğulları Horasan’a göçtüler… Bu muhterem kişilerin soyundan gelen gerçek Seyyitler, yıllarca Türk hakanlarının himayesinde faaliyet gösterdiler ve Türkler’in, özellikle Salçuk etrafında toplanan Oğuzlar’ın müslüman olmasını sağladılar.

Bu Oğuzlar İslamiyet’i kabul edince TÜRKMEN diye anılmaya başlamış ve o tarihlerden itibaren Anadolu’ya akmışlardır.

Öte yandan başta AHMED YESEVÎ, HACI BEKTAŞ olmak üzere pek çok Türk mutasavvıfın yetişmesi, imamların bu Orta Asya’ya göçü sayesinde olmuştur.

Cemşid Bender bunları hiç mi hiç bilmez!.. Hacı Bektaş’ın mürşidinin Ahmed Yesevî olamıyacağını, arada zaman farkı olduğunu söyler.

Zaman farkı doğrudur… Zaten kimse “Ahmed Yesevî hayatta iken Hacı Bektaş’ı yetiştirdi” diye bir iddiada bulunmuyor…

Hacı Bektaş’ın mürşidi, Ahmed Yesevî’nin halifesi Lokman Perende’dir. Bender’in Kürt olduğunu iddia ettiği Ebul Vefa değildir.

Olsa da bir şey değişmezdi!… Din ve ilim cihanşumüldür. Kaynağı değil, benimsenmesi önemlidir. Ancak halk arasında Kürt’ten evliya / Sokma avluya!” diye bir deyim vardır, doğrusunu Allah bilir ama, Kürtler’den gerçek bir şeyh, gerçek bir mürşit hiç bir zaman çıkmamıştır!

Zaten Hacı Bektaş’ın duru Türkçe ile yazılmış olan Makalât’ından aldığımız aşağıdaki sözleri, onun Kürtlükten hiç mi hiç etkilenmediğinin delilidir:

– “Pes imdi, şöyle bilmek gerek: Kem kendüyi arıtmayan, ayrukları arıtamaz.”

– “Şeriat katında tene arı su değse, teni arıdur ve hem cenabatı giderür.

Kim ârifler katında ne ten arı olur ve ne cenabatı gider.”

– “Pes imdi, adam gerek kim suya yaraya, su gerek kim abdasta yaraya,

ve abdast gerek kim namaza yaraya ve namaz gerek kim Çalab’a yaraya!..”

Ne dediğini kendisi de bilmeyen, daldan dala atlayan Cemşid Bender, böylece Bektaşilik’ten ümidi kesince, tekrar Aleviliğe döner ve Aleviliği Kürtler’e maleder!… Kullanılan tüm kelimelerin Kürtçe olduğunu öne sürer. (Teori, sayı 14)

Bir defa bu kelimeler sonra Osmanlıca diye adlandırılan ortak kelimelerdir… Ayrıca bütün alevî edebiyatı Türkçe’dir.

Eğer Kürtler 4 Halife’den bu yana Alevî olsalardı, 650’lerden itibaren tekke ve dergâh açmış olsalardı, Anadolu’da Aleviliğin önderliğini yapmış olsalardı, bütün Alevî literatürünün Kürtçe olması gerekmez miydi?.. İslam dini vasıtasıyla Arapça nasıl TÜRKLER’i etkilemişse; Alevilik vasıtasıyla da Kürtçe edebiyatımızın baş köşesine oturmuş olmaz mıydı?.. Üç kıtayı fetheden Osmanlı padişahları, Bektaşî yeniçeriler yerine,

Alevî (!) Kürt peşmergeleri tercih etmezler miydi?..

Bunların hiç biri varit değildir!.. Öyleyse Kürtlük ile Alevilik arasında hiç bir özel bağ yoktur!

Biz, eğer varsa, Kürtler’in Alevî olanlarına bir şey demiyoruz ama, Aleviliği bir Kürt özelliği gibi göstermeye karşıyız… Kürt bölücülerin sözümona “cem evleri” açıp oraları terör yuvası haline getirmelerine karşıyız!

Yani, Ali yolunda olmak sadece Kürtler’e mi ait?.. Kürt aleviler, eğer varsa, ve eğer aslında bir TÜRKMEN aşireti değillerse, aralarına göçerilmiş olan TÜRK alevilere özenerek bu yolu seçmişlerdir!.

Kaldı ki, TÜRKLER’in bu konuda da önderlik ettiği, Selçuk Sultanı TUĞRUL BEY’in 1069’da Bağdad’a girip, Büveyhiler’i kovup, halifeyi tekrar tahtına oturtması ile, Haçlılar’ı önlemesi ile ve nihayet YAVUZ SULTAN SELİM eliyle 1517’de halifeliği elde edip 1924’e kadar İSLÂM âlemine yön vermesi ile ortadadır.

Ali yolunda olanlar, Kâbe’yi basıp Hacer-i Esver’i çalan (930) Şii Ebu Tahir, suikat düzenliyen Hasan Sabbah gibi İSLÂM’a fesat sokup bölenler değil; İSLÂM’ı koruyan SELÇUKLU ve OSMANLILAR’dır.

Sadece Kürt diye lânse edilen Ebül Vefa ile İslamiyet, Alevilik olur mu?.. (Teori Sayı 13, 1991)

Kürt tarihçisi olduğunu iddia eden Bender diyor ki,”Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet’inde TÜRK veya TÜRKMEN diye bir sözcüğe rastlamadık!”…

El insaf!… Bu zatın TÜRK olduğuna, dönemin makbul dilleri Arapça ve Farsça iken divanını öz-be-öz TÜRKÇE ile yazmasından daha iyi delil mi olur?..

Kaldı ki, Divan’ın 8. Hikmet 2. dörtlüğünde doğum yerinin TÜRKİSTAN olduğunu açık açık söyler:

Toğğan yirim ol mübarek TÜRKİSTAN’dan

Bağırımğa taşlar urup kildim muna

(Doğduğum yer o mübarek TÜRKİSTAN’dan

Bağrıma taşlar vurup geldim işte!.. )

TÜRKİSTAN demiş, “kürdistan” dememiş!..

Yine Dr.(!) Bender kadın-erkek semah olayının, alevî kültürüne Kürt dediği Ebül Vefa tarafından sokulduğunu iddia eder!.

Yani Türkler’in yüzyıllardır göçebe hayatı gereği kadın-erkek beraber faaliyet gösterdiklerini, hatta Asya Türk kültüründe tecavüze uğrayan kadının asla suçlanmadığını, çocuğu olursa evlât edinildiğini, ancak tecavüz eden erkeğin bacaklarından iki gergin ağaca bağlanarak parçalandığını unutur.

Büyük bir ihtimalle bilmiyordur da!.. Öte yandan şu menkıbeyi de bilmez:

Hace Ahmed Yesevî Hazretlerinin kadın-erkek bir arada sohbet ve zikir yapmalarından Horasan’ın mutaassıp kişileri rahatsız olmuşlar… Bunu duyan Ahmed Yesevî müritlerini toplamış. “Sağ eli buluğ çağından beri avret yerine değmemiş biri gelsin,” demiş. Celal Ata adında bir derviş ortaya çıkmış. Ahmed Yesevî ona mühürlü bir hokka vermiş. “Al, bunu onlara götür,” demiş… Horasanlı sofular dervişten hokkayı alıp açtıklarında içinde bir parça pamuk ile bir parça kor ateş olduğunu hayretle görmüşler… Hace bu kerametiyle onlara, “eğer kişiler nefislerine hâkim olmayı öğrenirlerse (EDEB), o zaman kadınla erkeğin bir arada bulunmasına mahzur yoktur,” demek istemiş!..

Kürt ayırımcılar Bektaşiliğe çamur atmakla da yetinmez. İslam’ı ve Said-i Nursî, Necip Fazıl gibi belirli çevrelerde şöhreti olan kişileri istismar ederler.

Bunların arasında aşırı sünni görünüp, Kürtçülük adına Ermeniler’i bile savunan TARAF dergisi de vardır.

Deng Dergisi ise, “Said-i Nursî’nin aslında bir Kürt milliyetçisi olduğunu, Nurcuların onun eserlerini tahrif ettiklerini” öne sürer. (Sayı 16, 1991) Velhasıl, ne varsa Kürt ayırımcılığı için değerlendirilir.

Filhakika, asıl adı Said-i Kürdî olan bu kişi, bir dönem Kürtçülük yapmış, hatta Batılı emperyalistlere, Hıristiyanlar’a göz kırmış olsa da, sonunda zekâsıyla gerçeği sezmiş ve şöyle demiştir:

– “ALLAH-Ü ZÜLCELAL Hazretleri KUR’AN-I KERİM’de,

‘Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar ALLAH’ı severler, ALLAH ta onları sever,’

diye buyurmuştur. Bu kavmin, 1000 yıldan beri ÂLEM-İ İSLAM’ın bayraktarlığını yapan TÜRK MİLLETİ olduğunu anladım. BİR AKILSIZ KÜRT KAVMİYETÇİSİNİN PEŞİNDEN GİTMEM!..”

“BU MİLLETİ HEP TÜRKLER İDARE ETMİŞTİR. BUNDAN SONRA DA YİNE ONLAR İDARE EDECEKTİR!..” (Risale-i Nur Külliyatı’ndan)

“Bediüzzaman Said-i Nursi” Yazarı: Necmettin Şahiner

Başka söze gerek var mı?..

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir