ADALET İÇİN DEMOKRASİ CEPHESİ

Zeki Sarıhan

25/05/2021

Sınıflı toplumlarda tam bir adalet kurmak mümkün değildir. Tarih böyle bir adalete tanık olmadı. Sınıflar var olduğu sürece de tanık olmayacak. Bu nedenle değil midir ki, dünyada adaletten umudu olmayanlar bunu öte dünyaya ertelemişler ve İlahî adalet kavramıyla teskin olabilmişlerdir. Gene de hiç kimse alacağını öte dünyaya bırakmaz istemez…

Çeşitli sınıfların siyaset sahnesinde yer almasıyla bazı hak ve özgürlükler anayasa ve diğer hukuk metinlerine yazılmak zorunda kalındıysa da bunların iktidarda bulunan sınıflar tarafından daima eğilip büküldüğünü herkes bilir. Neyin suç olduğu, hangi fiillerin cezalandırılacağı kanun metinlerinde yazıyorsa da gerçekte bunlara karar veren muktedirlerin kendileri ve adamlarıdır. Yolsuzluk yapan bir bakanın Yüce Divanda yargılanması mümkündür ama bunu sağlayacak olan güçlü bir muhalefet ya da hâkim sınıfların birbirlerine karşı güçleridir. Böyle muhalif bir güç yeteri kadar oluşmadığı için AKP’nin yolsuzluk yapan bakanları Yüce Divana sevk edilememiş, iktidar tarafından olayın üstü küllenmiştir.

İPTEN ADAM ALANLAR

Kemal Tahir’in romanlarında geçen “İpten adam alan” bir taşralı muktedir tipi vardır. Adam kasabanın ileri gelenlerindendir. Tüccardır, ağadır, politikacıdır. Hükümet organları üzerinde ve adliyede hatırı yüksektir. En ağır suçları işleyenleri bile “adalet”in eline vermez. Onu saklar, eğer suç gizlenemeyecek kadar ortadaysa bunu cezaevinde bakılması karşılığında üstlenecek bir yoksul bulunur. Yargılamalar yenilenir, kanıtlar değiştirilir veya yok edilir, sonunda o adam da çıkarılır. Bunlar mümkün değilse suç, çıkarılacak bir af kanununu içine sokulur.

Zaten adalet mekanizmasına yoksulların ulaşması başlı başına bir sorundur. Daha baştan cesaret kırıcı bir sürü olgu vardır. Hatırı sayılır birini şikâyet etmek cesaret ister. Avukat tutmak külfetli bir iştir.

Köyümden yaşanan iki örnek vermek isterim: Ali, köyün en yoksullarındandır. Erkek çocuğu olmayan bir köylüsü, Ali’nin kız kardeşini kaçırmaya kalkışır. Neyse ki, komşuları kızı perişan bir halde kaçıranların elinden kurtarırlar. Ali, hiçbir şey yapmamış olmak istemediğinden önce muhtara gider. Muhtar onu kasabada akrabası olan dava vekiline gönderir. Davavekili, Ali’yi dinler. Ona “Sen bu işten vazgeç, bir ey çıkaramazsın, siz gene birbirinizle komşuluk yapacaksınız” der. Ali, çaresiz köyüne döner ve olayı sineye çeker. Bu olayı Ali’nin kendinden dinlemiştim.

İkincisine kendim tanığım. Köyden güpegündüz bir kız kaçırılmaktadır. Kaçıranlar kızı döve vura tepeye doğru götürmektedir. Bütün köylü uzaktan bunu izlemektedir. Fakat yokuşun dibinde jandarma komutanı ve iki jandarma, kızı kaçıranların peşine düşecek yerde atalarını bir ileri bir geri koşturarak gösteri yapmaktadır! Belli ki, kızı kaçıranlar veya onun adamı olan muhtar tarafından tembihlenmişlerdir…

Adalet sistemi adaletsizlikler üzerine kurulmuştur. Karakolda dayak yiyenler haklarını arayamazlar. İşkencecilerden hesap sorulması nadirattandır. Bütün bir tarihimiz boyunca işkenceciler serbestçe hareket etmişlerdir. Çünkü kendilerinden hesap sorulmayacağını bilmekteydiler. Hatta bu emri üstlerinden almışlardır. Beyaz Toroslar, faili meçhul cinayetler hatırlansın.

Bütün bunlar toplumun belleğine kazınmıştır ve sırf bu yüzden bile emekçiler, hâkim sınıflara karşı tarihsel bir kin duymaktadır.

DEMOKRASİ CEPHESİNİN ZORUNLULUĞU

Günümüzde adaletsizlik çok yaygındır. Bunun sorumlusu koltuğa sımsıkı yapışmış ve oradan ayrılmamak için yapamayacağı hiçbir şey olmadığı izlenimi veren iktidardır. İktidar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini kendine bağlamış, atamalar ve yer değiştirmeler yoluyla adalet mekanizmasının kontrolünü eline geçirmiştir. Muhaliflere istediği cezaları verdirebilmektedir. Adalet sistemi, birbirine yakın pozisyonlarda bulunan iki kişi arasındaki alacak-verecek, hakaret, yaralama, miras gibi davalarda adil kararlar verebilir. Fakat konu, iktidar-muhalefet ilişkilerine gelince adaletin terazisi sürekli bozuktur.

En büyük adaletsizliğe uğrayanlar Türk emekçileri ile Kürt siyasi hareketidir. Bu bile, bu iki kesimin el ele vermesi gerektiğini kanıtlıyor. Bu kadar da değil, orta sınıfların ve iktidarın dışına düşmüş sağcı ve liberallerin uğradığı siyasi haksızlık da göze batacak derecededir. Seçim sürecinde devlet televizyonlarında siyasi partilere ayrılan süre bu büyük adaletsizliği gözler önüne sermiştir. Bu gelişme, adaleti göz göre ayaklar altına almış bir iktidara karşı bütün muhalefete güçlerini birleştirme zorunluluğu getiriyor. Millet İttifakı ve bu ittifakın Kürtlerle dirsek teması, gerecekte adalete ulaşmak için bulunmuş bir çözümdür. İktidar bloğu, bir süredir bu ittifakın içine fitneler sokarak onu dağıtmak için bütün numaralarını oynuyor.

Anayasalara “toplumsal sözleşme” diyorlar. Türkiye anayasaları kısmen 1961 Anayasası dışında hiçbir zaman bir toplumsal sözleşme olmadı. Bugünkü Anayasa da bir AKP-MHP Anayasasıdır ve milletin büyük kesimin bunda imzası yoktur. Fakat gerçekte bu anayasa bile rafa kaldırılmış bulunuyor. Ülke keyfi bir yönetimin elindedir. Bunu değiştirmek için bile, bir demokrasi cephesinin oluşturulması zorunludur. (8.5.2021)

 

 

 

 

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir