A-D-A-L-E-T

26/09/2021

Değerli okuyucularım!

Yazının başlığında tek bir kelime vardır: ADALET. Ancak ADALET ülkemizde artık büyük ölçüde işlevini kaybettiğinden veya iktidarın yani YÜRÜTME ERKİNİN her türden manipülasyonuna açık olduğundan yani başka bir ifadeyle “kırılgan ve kopuk” olduğundan kelimeler arasına “Tire” işareti koymayı uygun gördüm.

Adalet Terazisi

Bugün ülkemizde her Adalet Sarayında veya Mahkeme Salonunda “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” yazısını görmek mümkündür. Buradaki “MÜLK” kelimesi çoğumuzun sandığı gibi “GAYRİMENKUL” yani taşınmaz değerlere atıfta bulunmaz. “MÜLK” Arapça kökenli bir kelimedir. “Devlet, Ülke, Egemenlik, Düzen vb” anlamına gelir. Bu cümleyi ilk kez İslam’ın İkinci Halifesi Hz. Ömer telaffuz etmiştir. Bu durumda cümleyi şu şekilde yeniden kurabiliriz: “ADALET, DEVLETİN TEMELİDİR.”

Hz. Ömer’in bu sözü yüzyıllar boyunca İslam Mahkemelerinin temelini oluşturmuştur. Kendi zamanı içinde değerlendirdiğimizde olağanüstü etkileyici ve doğru bir sözdür. Ancak günümüz koşullarında yani DEVLET ile BİREY’in sık sık karşı karşıya geldiğini dikkate aldığımızda bu söz değerini yitirmiştir. Doğrusu artık şöyle olmalıdır: “ADALET, BİREY VE İNSAN OLMANIN TEMELİDİR.”

Net bir şekilde şöyle ifade etmek isterim: Tarafgir olmaya zorlanan veya iradesi baskı altına alınmış mahkemelerin kararları yüzünden  para veya hapis cezası alan her birey uğradığı haksızlık nedeniyle kendisini çaresiz, önemsiz ve güçsüz hisseder. Artık o bağımsız bir “BİREY” veya bir “İNSAN” değildir! Süreç acımasızdır çünkü yazmadığı veya yapmadığı şeyler bireye mal edilmiştir.

Bu durumda birey; savrulmuş, hakkı elinden alınmış, tokadı yemiş bir çocuk gibi bir köşeye siner, içine çekilir, hayata küser. Nasıl olmasın ki! Karşısında koskocaman bir DEVLET vardır. Hakkını aramak için tüm servetini harcar ama sonuçta hakkında verilecek olan cezaya razı olmak zorunda olduğunu bilir. Yüreğini dolduran ve boğan ÇARESİZLİK duygusu aynı zamanda BİREYİ VE İNSANI öldüren bir katile dönüşür.

Yaşam paradokslarla (aykırı ve zıt durum) doludur. Gücü elinde bulundurduğu zaman ADALET’i kendi çıkarlarına yönelik olarak tahrif edenler, zaman gelir, iktidarlarını kaybederler, bu kez “ADALET! ADALET” diye haykırırlar. Ne yazık ki yaşam etki ve tepki üzerine kurgulanmıştır. “Göze göz, dişe diş!” ifadesi kutsal kitaplarda bile yer almıştır. Bunun bir istisnai durumu da hiç olmadı. Adaletsiz davrananlar sırası geldiğinde aynı şekilde muamele görürler.

Bunun birçok örneğini Cumhuriyet Dönemi tarihinde görmek mümkündür. Örneğin 1957-60 yılları arasında izlediği baskıcı, kışkırtıcı hatta intikamcı yaklaşımıyla Adnan Menderes bir yandan özgürlükleri kısıyor, basına sansür uyguluyor diğer yandan muhalefet parti liderlerini (özellikle İnönü’yü) nerdeyse evlerinden çıkamayacak duruma getirip linç senaryolarıyla tehdit ediyordu.

Adnan Menderes ve arkadaşları, 27 Mayıs 1960 darbesiyle gözaltına alınınca her insanın, her bireyin temel hakkı olan ADALET’in istedikleri şekilde tecelli edeceğini ümit ediyorlardı. Ancak darbeciler kendi adaletlerini uygulamaya koydular. İntikama karşı intikamla cevap verdiler.

Kendi iktidarında ADALET’i yok sayan Demokrat Parti, muhalefetin yaptığı  uyarıları da dikkate almadı. Menderes’in Demokrat Partisi,18 nisan 1960 tarihinde yapılan Meclis toplantısında kendi milletvekillerine olağanüstü yetkiler veren ve İnönü’nün CHP’sini kapatmayı hedefleyen TAHKİKAT KOMİSYONLARINI gündeme getirdiğinde, İnönü tarihi bir cevap verir: “Suçluların telaşı içindesiniz.. Sizi ben bile kurtaramam!”

39 gün sonra yani 27 Mayıs 1960 tarihinde Askeri Darbe olur. İnönü’nün tüm samimi çabasına rağmen darbeciler Menderes’i ve arkadaşlarını idam ederler.

Demokrasinin şeffaf bir yolda ve hakkıyla yol alabilmesi için üç temel kuralın eş zamanlı olarak uygulamada olması gerekir: “Güçlerin Ayrılığı” adı verilen bu üç ilke kısaca YASAMA (Kanunları Meclis’in çıkarması yani Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerin kısıtlanması veya tamamen ortadan kaldırılması), YÜRÜTME (Bakanlar Kurulu) ve YARGI (Mahkemeler) olarak isimlendirilmiştir. Artık görünen ve kendisini belli eden bir gerçeklik vardır: 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türkiye gerçekliğine uygun değildir.

Olgunlaşmamış bir demokraside bu sistem YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI’nin tek elde toplanmasına yani diktatörlüğe açık kapı bırakmaktadır. Doğrudur, var olan yönetim biçimiyle kararlar hızlı alınmakta ve uygulamaya girmektedir ama alınan kararların doğruluğunu denetleyecek bir mekanizma yoktur. Bir vatandaş olarak tek temennimiz mümkün olduğunca en kısa sürede Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminden vazgeçmek, güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme (SENATO+MECLİS) geri dönmektir. Ancak bu şekilde YARGI ve YASAMA tam anlamıyla özgürlüklerine kavuşabilirler.

Okuyucularımın MECLİS varken SENATO’nun ne işe yarayacağı konusunda soruları olabilir. Yasama yani kanun çıkarma MECLİS’in, kanunların uygulanmaya konması CUMHURBAŞKANI/ BAŞBAKAN/BAKANLAR KURULU’nun yani yürütmenin ve kanunlara aykırılığı değerlendirmek ve gereken cezayı vermek de MAHKEMLERİN yani yargı gücünün yetkisindedir. Şu anda bu üç bağımsız güçte meydana gelebilecek usulsüzlükleri resen (kendiliğinden) ya da müracaat üzerine dikkate alan sadece tek bir kişi vardır: Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcısı. Bu yükün bir kişiden alınıp SENATO’ya verilmesi adil bir yönetim için mutlaka gereklidir. Bir örnek vermek istiyorum: Başkanlık Sistemiyle yönetilen ABD’de, Cumhurbaşkanı Donald Trump’ın görevden azledileceği korkusuyla Senato önünde korkudan nasıl titrediği okuyucularımın hafızasındadır.

Geriye tek şu soru kalıyor: SENATO’yu kim denetleyecek? SENATO, üç güç (yasama, yürütme ve yargı) arasında bir geçiş noktasıdır. Bu güçlerden hiçbirini temsil etmediğinden ayrıca denetlenmesi gerekmez.

 

İKİNCİ BÖLÜM

IĞDIR’IN İLK AMERİKALI GELİNİ CLAUDET’TEN (KLODET) HEPİNİZE SELAMLAR…

Iğdır’da doğup da Amerika’ya eğitime giden ilk genç Merhum Bağır Aras’ın oğlu Mazlum Aras’tır.

ABD’den Iğdır’a ailesini ziyarete gelen Mazlum ve sevdiği köpeği Fındık (1952)

Claudette, Aysel ve Mazlum

İlkokulu Iğdır’da, Ortaokul ve Liseyi  Fransız Saint Joseph Lisesinde yatılı olarak tamamlayan Mazlum, İTÜ Makine Mühendisliği Bölümünü pekiyi dereceyle bitirir. Yüksek lisans için o yıllar Milli Eğitim Bakanlığının düzenlediği yurtdışı burs sınavına katılır. Yüksek bir puan kazanarak dünyaca ünlü MIT (em ay ti) Üniversitesinde Yüksek Lisans yapmayı hak kazanır.

Fransızcayı ana dili gibi akıcı konuşan Mazlum’un İngilizcesi ne yazık ki MIT gibi iddialı bir üniversitede hemen okula başlayacak seviyede olmadığından kendi isteğiyle MIT’e gitmekten vazgeçer. Dönüp dolaşır, sonunda kader O’nu  Orta Amerika’daki Minnesota Eyaletindeki Minneapolis Üniversitesine götürür. Burada tanıştığı Claudette (Klodet) isimli bir kızla evlenir. İki kızı dünyaya gelir.

Mazlum’un hayat hikayesini, Claudette ile yaşadığı aşkı ve çeşitli ülkelerde başından geçenleri “Mazlum ile Claudette” isimli kitabımda bir araya getirdim ve kitabı geçen yıl yayımladım.

Mazlum, kalp hastalığı nedeniyle erken yaşta vefat etti. Vasiyeti üzerine külleri Atlas Okyanusuna savruldu. Geride Nuran ve Aysel isimli iki kız çocuğunu yetim bıraktı.

Claudette bir daha evlenmedi. Kim bilir belki de Mazlum’un hatırası buna engel oluyordu. Kızlarının eğitimiyle ilgilendi. Aysel ve Nuran evlendikten sonra Claudette, inzivaya çekilmek istedi. Bunun için Amerika’yı dolaştı. Oregon Eyaletinde uçsuz bucaksız ormanlar arasında kendisine bir ev satın aldı. En yakın komşusu kilometrelerce uzaktaydı. Ormanın ortasındaki bu evde yapayalnız kalamayacağını anladı. Tanınmış bir Amerikalı yazar ve düşünür ile hayat arkadaşı olarak birlikte yaşamaya karar verdi. Soyadının ARAS kalmasına özen gösterdi.

Claudette (2020)

Mazlum ve Claudette’in ilk kızı: Aysel

Geçen yıl (2020) Oregon Eyaletinde orman yangınları patlak verdi. Binlerce hektar orman yanıp kül oldu. Bir yangın, rüzgarın da etkisiyle gökyüzüne uzanan alevleriyle hızla Claudette’in evine yaklaşıyordu. 88 yaşındaki Claudette istese arabasına binip hızla uzaklaşabilirdi ancak 92 yaşındaki hayat arkadaşı Edgar birkaç ay öncesi bir beyin kanaması geçirmiş, yatalak olmuştu. Claudette’in Edgar’ı arabaya taşıması mümkün değildi. Civarda yardım alabileceği kimse de yoktu.

Claudette’in evinin kuş bakışı görünüşü

İki kızı kendisine yakın bir şehirde oturuyorlardı ancak yangın nedeniyle ormanın içinden geçen yol alevler yüzünden kapanmıştı. Annelerine yardıma gelmeleri mümkün değildi. Claudette, kedisini kucağına alarak Edgar’ın odasına sığındı. Artık kabullenmişti, birlikte yanacaklardı. İşte o an bir helikopter sesi duydu. İlk yardım helikopteri uydu aracılığıyla görüntülenen eve yardıma gelmişti. Helikopter üç canı alıp havalandı.

Claudette’in kedisi NEKO, ceylanla arkadaşlık halinde

Claudette altı ay kadar hayat arkadaşı Edgar ve kedisi NEKO’yla bir sığınakta kaldı. Şanslıydı çünkü rüzgar son  anda yön değiştirmiş evi yanmaktan kurtulmuştu. Acılı ve yorgun bir şekilde üç can evlerine geri döndüler. Hayata yeniden başladılar.

Claudette’in en büyük hobisi vitrayaj (renkli cam parçalarının bir motif oluşturacak şekilde yapıştırılması) sanatıydı. Bu konuda ciddi bir uzmanlık kazanmıştı. Bugün Claudette’in ünü eyalet sınırlarını aşmıştır. Birçok sergiye davet edilmesine rağmen hayat arkadaşı Edgar’ı bir saniye bile yalnız bırakmamak için bu teklifleri geri çevirmek zorunda kalmaktadır.

Claudette şimdi 89 yaşında. Hâlâ büyük bir titizlik ve ciddiyetle sanatına dört elle sarılmış durumda. Son yazışmamda bana son üç çalışmasının resimlerini gönderdi. Ben de bu muhteşem renk ve motifleri sizlerle paylaşmak istedim.

Claudette’in vitrayaj çalışmaları

 

Claudette, çok uzaklarda olsa da Iğdır’ı ve Mazlum’u her gün yeniden yaşadığını söylüyor. Kim bilir belki de Claudette’in yüreğinde sanat aşkını alevlendiren duygu Mazlum’un hatırasına olan özlemindendir. Kendisine, hayat arkadaşı Edgar’a, kedisi NEKO’ya ve ailesine uzun ve sağlıklı günler dileriz.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ACI BİR HATIRA: DDT(de de te)

Yeni nesiller yani Y (1980 sonrası doğanlar) ve Z (2000 sonrası doğanlar) kuşağı gençler bu ilacın ismini duymuş değillerdir.

Çocukluk yıllarımda DDT ismi günlük hayatımızın bir parçasıydı. DDT çok zehirli bir böcek ilacıydı. (DikloroDifenilTrikloroetan isimli kimyasal bileşenin kısaltılmış adıdır).

DDT, küçük tenekeler içinde her yerde satılırdı. İnsanlar DDT’yi gelişi güzel çok amaçlı kullanırlardı. Örneğin çiçek açmış veya meyve vermeye başlamış ağaçları böceklerden korumak için sırt pompalarıyla DDT püskürtülürdü.

 

Ağaçlara DDT püskürtme

Ancak DDT daha çok ev ortamında kendisine kullanım alanı bulurdu. Iğdır özellikle yaz aylarında nemli ve sıcak olduğundan her türlü böceğin üremesine uygun bir ortam yaratıyordu. Her taraf hamamböceği, tahtakurusu, bit, pire, karasinek, sivrisinek, fare vb. gibi zararlı böcek ve haşerelerle kaynıyordu. İyi hatırlıyorum: Pastanemizin mutfak kısmında DDT’yi sıkça kullanıyorduk. Bunun için FLİT isimli özel bir pompa vardı.

 

Bir zamanlar evlerin vazgeçilmezi: DDT FLİT pompası

Çok sonraları DDT’nin zararları anlaşıldı ve 1970’li yılların sonunda tamamen yasaklandı.

 

TAŞLICA KÖYLÜ BİR GENÇ

1972 yılı olmalıydı. Ortaokul öğrencisiydim. Yaz ayıydı. Pastanemizde öğleden sonraları kasa başında durmak benim görevimdi. Böyle bir gündü. İçeri beyaz elbiseli bir beyefendi girdi:

“Mecit Bey burada mı?”

“Hayır! Babam günübirlik Kars’a gitti.”

“Akrabanız olduğunu söyleyen bir genç ağır hasta. Mecit Bey’i görmek istiyor.”

Babam yoktu. Kasayı Latif’e teslim edip beyefendiyle birlikte Devlet Hastanesine gittim. İkinci katta bir odada yatağa uzanmış bir genç gördüm. Gömleği çıkarılmış yarı çıplak uzanıyordu. Hızlı hızlı nefes alıyor, kesik kesik konuşuyordu. Zavallının büyük bir acı çektiği belliydi. Yanımda duran beyefendiye ne olduğunu sordum. Genç adam başından geçenleri şöyle anlatmıştı:

“Taşlıca köyünde oturuyorum. Üzerimdeki bit ve pireler ölsün diye atletime bol bol DDT püskürttüm. Gömleğimi giyip yayan olarak Iğdır’a doğru yola çıktım. Iğdır’a vardığımda artık nefes alamıyordum.”

Beyaz gömlekli sağlık görevlisi duruma daha da açıklık getirdi: “Terledikçe vücut da DDT’yi emmiş. Şu an tüm organları zehirlenmiş durumda. Serum verdik ama çaresiz bir durumdayız.

Sağlık görevlisi beni koridora çıkardı:

“Babana derhal haber ver! Bu gencin birkaç saatlik ömrü kaldı.”

Koşarak pastaneye döndüm ama babama hemen ulaşmam mümkün değildi. Babam geç saatlerde Iğdır’a vardığında olup biteni anlattım. Babam derhal hastaneye gitti ama üzgün bir yüz ifadesiyle geri döndü. Genç adam vefat etmişti. Allah rahmet eylesin!

 

Benzer Haberler

3 Yorum




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir