1. MİLLÎ ŞÛRASINDAN NE BEKLENEBİLİR?

 02/12/2021

  1. Millî Eğitim Şûrası 1 Kasım günü toplandı. Bundan öncekiler beş gün sürerdi, nedense bunun süresini üç gün tutmuşlar. Hiç toplamasalar da olurdu! Millî Eğitim Şûraları danışma toplantılarıdır. Başımızda ise herhangi bir konuda toplumun çeşitli kesimleriyle asla oydaşmaya yanaşmayan, dediğim dedik bir yönetim var. Şûranın alacağı kararları Cumhurbaşkanının bir gece yarısı kararnamesi ile de yürürlüğe koyabilirlerdi.

Millî Eğitim Şûralarının kararları, onu toplayan hükümet tarafından önceden alınır.  Bu kararların şûralarda oylanarak kabul edilmesi baştakilerin kararlarını böyle kalabalık bir kuruldan geçirmesiyle sonuçlanmış olur. Zaten üye olarak çağrılanların büyük bölümü bakanlık örgütü yöneticileridir. Üniversitelerden ve sivil toplum örgütlerinden çağrılanlar da yemeğin sosu özelliği taşır. Bakan, kendi kararlarını kabul edecek bir şûra üye listesi hazırlar. Buna rağmen, genel kuruldan istemediği bir karar geçerse, AKP’nin azınlığa düştüğü seçimi sayamayıp yenilemesi gibi, oylamayı tekrarlar. Buna rağmen genel kurulda istenmeyen bir karar çıkarsa daha sonra bu kararlar listeden çıkarılır. Katıldığım son şûrada buna tanık oldum. Çoğunlukla geçen bir karar, daha sonra listede çıkmayınca bu işle uğraşan Şûra Sekreterliğine nedenini sordum. Karar silinmişti!

ANAP’ın iktidar olduğu dönemde iki, DSP’nin Millî Eğitimi elinde tuttuğu dönemde bir, AKP’nin Hüseyin Çelik’in Millî Eğitim Bakanı olduğu dönemde de bir şûraya “müşahit” üye olarak katıldım. 1939’dan beri toplanan Millî Eğitim Şûralarından ilk 12’sinin kitaplarını da okudum. Eğitim sisteminin siyasi iktidarın ideolojisine göre nasıl eğilip büküldüğüne tanık oldum. Bu numaralanmaya girmeyen 1921 Maarif Kongresi hakkında da bir kitap çalışmam var.

Gerek Tanzimat’tan beri eğitimimizin aldığı yol, gerek şûra kararları, eğitimimizin nereden nereye geldiği ve nereye gitmekte olduğu konusunda açık fikir veriyor. Şûraların 1995’e kadarki bu serencamını “Kutsal Vatan düşüncesinden Avrupa ile Bütünleşmeye” başlıklı uzun bir makalede anlatmıştım. (Teori, Sayı 70, Ekim 1995)

EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ İMİŞ!

Hükümetler, toplumun önüne çoğunluk tarafından makul görülen önerilerle çıkarlar. Örneğin bu kararın ana gündemi de “Eğitimde Fırsat Eşitliği” imiş. Türkiye’de halkçı eğitimcilerin belki yüz yıldır mücadelesini verdikleri bir konu. Devlet bütçesinin güçlenmesi, hükümetlerin halkı kendi ideolojisi doğrultusunda eğip bükme ihtiyacı ve halkın eğitim talebinin artması sonucu, eğitimde fırsat eşitliği konusunda epey yol alınmış olmakla birlikte hâlâ eşitsizlikler sürüyor. İşin ilginci, eşitsizliklerin bir kısmı fırsat eşitliğini şûranın ana konusu ilan eden hükümet tarafından yaratılıyor. On binlerce öğrencinin, hafız kurslarına devam etmek için liseyi asmalarına göz yumuyor. Özel okulculuğu teşvik ediyor.

Basında çıkan haberlere göre, bu şûrada alınması olası kararlardan biri, 4-5 yaşındaki çocukların zorunlu din eğitimi almalarıymış. Hayatın her alanında çoluk çocuk demeden yurttaşlara din şırınga edilmesinin altında yatan nedir? Hiç şüphe yok ki, laikliği sözde kalmış bu devletin başında bulunanlar, din eğitimiyle iktidara mutlak itaat eden kuşaklar yetiştirmek istiyorlar. Bu tefeci bezirgânların başta olduğu feodal bir üretim biçiminin eğitimidir. Oysa laik devlette din devlet işlerine yön veremez. Din, yurttaşların anlayışına bırakılmıştır. Bu aynı zamanda demokrasi ve hoşgörünün gereğidir. Senin inancın sana benimki bana. Sen yurttaşların inançlarının kâhyası olmaya neden soyunuyorsun?

“Eğitimde fırsat eşitliği”, anaokullarında her çocuğun sarıklı imamlar tarafından eğitilmesi olmasın! Öyle ya her çocuğumuz henüz bu “fırsatı” yakalayabilmiş değil…1924’te, bütün eğitim kurumlar laik Maarif Vekâletine bağlanarak eğitim birliği sağlanmıştı. AKP hükümeti de eğitim birliğinin kararlı bir savunucusudur. Bütün eğitimin Diyanet İşleri tarafından yürütülmesi, bakanlık eğitim kurumlarının da Diyanete ayak uydurması şartıyla…  

Bakanlığın fırsat eşitliğinden ne anladığına bakmak için yandaş sarı sendikaya üye olanlar dışında hemen hiçbir öğretmeni okullarda yönetici yapamadığını görmek yeter.

Millî Eğitim Şûralarında ele alınmayan konu kalmamış olmalı. Ancak, emekçiler şimdiye kadar iktidarın rüyasını bile göremediklerinden hiçbir şûrada onların bakış açısı hâkim olmadı. Herkesin bir sanat sahibi olması, üretimin artması, eğitim teknolojisinin yenilenmesi gibi kararlar bile burjuvazinin çıkarlarına hizmet etme amacını taşıyordu. Öyle ya halk ne kadar çalışır, üretir ve tasarruf yaparsa, burjuvazinin sömürüsü de o derecede artacaktı. Birkaç kez şûra konusu olan “Ahlak” ise, yöneticilere itaat eğitiminden başka bir şey değildi. Türkiye’de siyasetin ve buna bağlı olarak eğitimin temel konusu, emekçilerin uyanmasını ve iktidarı ele geçirip hakça bir bölüşümü geçekleştirmesini önlemek olmuştur. 1990’lardaki şûralarda eğitimin temel amacının üyesi olmaya çalıştıkları Avrupa Birliği kapitalistlerine ucuz insan gücü yetiştirmek olduğunu açık açık söylüyorlardı. 1990’da yayımlanan TÜSİAD raporu, İmam Hatipçilikle dünya ile bütünleşilemeyeceğini ayrıntısıyla yazmıştı. Hükümetin Avrupa ile bütünleşmesi suya düşmüş olduğu için şimdi çocuklarımızın üstüne giderayak kara bir Ortaçağ perdesi çekmek istiyorlar.

Bakanlık amblemindeki meşale çoktan sönmüştür. Amblemdeki kitabı ise artık Mızraklı İlmihal olarak anlamak gerekir.  (2 Aralık 2021)

zekisarihan.com

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir