1 Mayıs 

01/05/2022

1 Mayıs 1977 ile ilgili Hasan Tufan ve Mücahit Hun’un yazısını okuyunca bir şeyler yazayım istedim. O gün gerçekte ne oldu. 1 Mayıs 1977 günü Taksim meydanında neler yaşandı. Daha doğrusu yaşananlar zaten belli de olayları nasıl izah etmeli. CİA ajanları ortalığı kana mı buladı yoksa bizim MİT mi bir şeyler yaptı. Halen tartışıyoruz. Kafalar karışık. Cevabını tam bilmiyoruz. 

O gün ben de Taksim Meydanındaydım. Fatih’deki evimizden çıktım, yaya olarak taksime kadar yürüyerek gittim. Araç trafiği yoktu. Özel araçlar da toplu taşıma araçları da çalışmıyordu. Guruplar Saraçhane’de ( taksim Meydanına yaklaşık üç, dört km mesafede) toplanmaya başlamıştı. Ellerinde pankartlar, sloganlar, bağırış, çağırış arasında Taksim’e kadar yürüdüm. 

Her hangi bir gurubun yürüyüş koluna katılmadan, tek başıma  farklı yerlerinden gözledim meydanı. Aklınıza şu gelmiştir. O yıllarda bu kadar apolitik olabilir mi insan. Öyle ot gibi temaşaya mı gittin. Haklısınız o yıllarda bir siyasi çizgisi olmamak ot gibi olmaktı. Daha doğrusu siyasi bir çizgisi olmak da kesmiyordu. Keskin fraksiyonlardan birinin içinde değilsen ottan farkın yoktu. 

Kısa adı İGD olan , İlerici Gençlik Derneğinin lokaline gidip geliyorduk arkadaşlarla. Bu gidiş gelişlerde bol bol tartışmanın içinde buluyorduk kendimizi.  Tartışmaya kenarından köşesinden biz de katılmaya çalışıyorduk fakat bizim gibi amatörlerin aklımıza yatmayan konulardaki soruları, karşı çıkışları tartışmanın ana aktörleri olan parkalı, pos bıyıklı abileri güldürüyordu, bazen de tehditvari uyarılarla karşılaşıyorduk. 

Bu tartışmaları daha iyi anlatabilme açısından tartıştığımız konulardan birini örnek vermek istiyorum. Proletarya diktatörlüğü üzerinde bir tartışma yaşamıştık. Benimle birlikte birkaç arkadaşın daha aklına yatmamış olacak ki ; ‘… yani biz,  bir diktatörlük kurulsun diye mi çabalıyoruz, demokrasi ne olacak peki…’ diye saf saf sorunca, bizim teorik eğitimimizin eksik olduğu, bu anlamda bir eğitimden geçmemiz gerektiğini söylemişti abiler. Tabi bıyık altından gülümsemelerin eşliğinde. Aslında sorduğumuz her sorunun hazır cevapları vardı abilerde. ‘ …..Tarihi süreçte burjuvazi kendisini o kadar iyi eğitmiş ki işçi sınıfı iktidar olsa bile bir süre sonra burjuvazi tekrar ele geçirir iktidarı. Bu yüzden proletaryanın diktatörlüğü gerekli,  her kes bilinçlenince tam demokrasiye geçilecek……’ 

Bakmayın böyle gündelik konuşma diliyle anlattığıma, çok daha teorik bir dille, süslü cümlelerle, anlamını çok da iyi bilmediğimiz sözcüklerle anlatırdı abiler. 

Bu ve buna benzer konularda tartışma ilerledikçe bu gurubun da içinde bizim gibi cahilce sorular soranlara yer olmadığını anlayıp ayağımızı kesmiştik. Zaten diğer guruplara şiddete bakış açısı nedeniyle  mesafeliydik. İşte Taksim Meydanına yalnız gidişim bir guruba dahil olmayışımdandı. Ama olanı biteni de görmek, gözlemek istiyorum bir yandan. 

O günlerde  1 Mayısla ilgili basında yazılan çizilenlere de bakmak gerekiyor. Özetlemek gerekirse ; Organizasyonu  DİSK yapıyor ancak her düşünce ve fraksiyondan dernek ve sendikalar da meydana gidecek. Söylenen o ki ; maocular meydana sokulmayacaktı.Zaten o fraksiyonun dergileri,Taksim meydanına faşist zinciri kırmaya gideceklerini yazıyordu. 

Meydanın farklı yerlerinde kah oturarak, kah bir yerlere yaslanarak konuşmaları dinledim. Günün sonuna gelinmiş gibiydi ancak   Tarlabaşı tarafından meydana girişler devam ediyordu. Bunlar maocu guruplardı. DİSK’in görevlileri biraz da bunların meydana girişini engellemeye çalışıyor olmalıydı ki bağırış çağırışlar oluyordu o tarafta. 

Bu sırada Tarlabaşı girişinde bir el silah sesi duyuldu. Bu sesle birlikte sanki her kes tetikte bekliyormuş gibi nerden geldiği belli olmayan silah sesleri gelmeye başladı. Bunun üzerine o civardaki kalabalıklar meydana doğru kaçmaya başladı. Kaçışma değil sel gibi akıyordu kalabalık. Tam sular idaresinin önündeydim o sırada. Kalabalığın o şekilde geldiğini görünce orada bir telefon kulübesi vardı o yıllarda, şimdi yok. Telefon kulübesinin üstüne çıktım,  sular idaresinin meydana bakan tarafındaki taş yapının üstüne çıkmış oldum bu şekilde. Benimle birlikte on-onbeş kişi daha vardı. Yapının üstüne çıkar çıkmaz korunma iç güdüsüyle yere uzandık. Arada bir kafamızı uzatıp meydana bakıyoruz. Biraz da can derdine düştük, buradan nasıl ineceğiz, bir kurşun isabet etmeden nasıl kurtulacağız. Bu telaş ve korkuyla etrafa bakınırken bizim siper aldığımız çatının diğer ucunda eli silahlı insanları fark ettim. Onlar da ateş ediyordu  hedef gözeterek değil havaya ateş ediyorlardı. Sonraki günlerde bunların polis olduğu yazılacaktı. Ancak belirtmem gerekir, bunlar meydandaki kalabalığın üzerine ateş etmiyordu. Hedef gözetmeden havaya ateş ettiklerini on, onbeş metreden görüyordum. 

Meydan tarafına inmek mümkün değildi, şaşkın şaşkın bakınırken meğer bulunduğumuz yerin biraz ilerisinde binanın içine inen bir merdiven varmış, birisi bize seslenip çağırınca farkettik. Merdivenden binanın içine , oradan da istiklal caddesinin girişine çıktık. Dışarısı ana baba günü. Nerdeyse   her kesin belinde silah vardı. Bunlar fraksiyonlarınadamlarıydı. Attıkları sloganlardan da hangi fraksiyona ait olduklarını anlamak mümkündü. 

Ölenler olduğunu ertesi gün öğrenecektik. Ölenlerin tamamına yakını kazancı yokuşunun girişinde ezilerek ölmüştü. O ezilmeyi komploya bağlayanlar oldu, bin türlü teori atıldı ortaya. Kışkırtıcı ajanların işi olduğu söylendi. İnanılmaz hikayeler anlatanlar oldu. 

Öyle bir noktaya gelindi ki, meydandakiler hariç her kes suçlu. Sendikaların, derneklerin, fraksiyonların yöneticileri , çok bilmiş akıl hocaları kusursuz, geriye kalan her kes suçlu. 

İşin içinde CİA’in olduğunu ilk yazan Cumhuriyet gazetesinden bir köşe yazarıydı. Yanlış hatırlamıyorsam Yalçın Pekşen olmalı. Oteldeki bir odadan meydanı izlemeye gitmiş. Aranırken bir odaya girmiş, içeride Amerikalılar varmış. Telaşla bunu dışarı çıkarmışlar. CİA ajanıymış bunlar. Bunların bura da ne işi var. Demek ki kışkırtıcı ajan bunlar, katliamı organize etmek için gelmişler.CİA ajanlarının Türkiye’de kol gezdiği bilinmeyen bir şey değil zaten. Ama bu ajanların eline silah alıp meydana indiğini ima eder tarzda değerlendirmeler yapmak akla yatmıyor. 

Orada olmasam buna benzer açıklamalara ben de inanacağım belki. Olayların başlangıcı bir el silah sesidir. O kurşun da DİSK’in görevlileri ile maocular arasındaki meydana girerim-giremezsin tartışmasında atıldı. İki taraftan biri ateşledi silahı. Her kes bu iki gurup arasındaki çekişmeyi, tartışmayı görmezden geldi. İşin kolayı var nasılsa. Atarsın suçu kışkırtıcı ajanlara, bir de içinde emperyalizm, kapitalizm , burjuvazi geçen bir yazı döşenirsin teoriyi tamamlamış olursun böylece. 

İyi de kardeşim sen zaten kışkırtılmaya hazırsan ajana ne hacet. Ajanlar olayları başlatmak için tarla başındaki kurşunun atılmasını mı bekledi. Kimse kendi hatasını ajanlara yıkmasın. O günkü siyasi ortama bu günün yaşanmışlığı ve tecrübesiyle bakınca yanlışları, hataları daha rahat görüyor insan. 

1 Mayıs 1977 de Taksimde yaşanan acı , basiretsiz ve akılsız ,hırsları akıllarının önüne geçmiş sendikacının, dernekçinin, kendisini fraksiyonun teorisyeni gören yol göstericilerin suçudur. Kitleleri silahla devrim yapacağına inandıran ve buna inanan akılsız güruhun suçudur. Büyük sırları keşfetmiş bir edayla komplo teorileri üretenlerin suçudur. Yürüyün çocuklar devrim yakındır deyip gencecik çocukları ipe gönderenlerin suçudur. İpe gönderip arkasından ağıt yakanların suçudur.

 Kenan’la o gün meydanda karşılaştık. Selamlaşıp hal hatır sorduk. Bir gurubun içinde değildi o da. Allah rahmet etsin. Yaşananlardan  ders çıkarmayı dileyelim. Acılar geride kalsın.

                                                        Hayati Demir

0 Paylaşımlar

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir