1921 ANAYASASI’NDA NEDEN “TÜRK” KELİMESİ YOK?

Zeki Sarıhan

01/03/2013 Güncelleme: 23/05/2021

 

    Yasalar gibi anayasalar da bir ihtiyaçtan doğar. Ülkenin söz sahibi kuvvetlerinin çıkarlarını güvence altına alır. Ülkemizde yeni anayasa ve buna bağlı olarak milliyetçilik tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde konuya 1921 Anayasası’ndan bir pencere açmakta yarar var.

    23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi kendi kanunlarını yapmaya başladı, 1876’da kabul edilen ve 1908’de yeniden yürürlüğe konulan anayasanın birçok maddesini hükümsüz kıldı. Ancak yeni bir anayasa yapması da hemen mümkün olmadı.

Önünde “Türkiye” sözcüğü bile bulunmayan Büyük Millet Meclisi, bir ihtilal meclisiydi. Yeni bir devlet kuruyordu. Bu devletin temel politikası ne olacaktı? Buna bir karar vermek gerekiyordu. 1920 ilkbaharı ve yazı, bütün dünyada, özellikle Doğu’da sosyalizmin büyük bir itibara kavuştuğu dönemdi. Sosyalizm demek, işçinin, köylünün, kısacası halkın iktidarı demekti. Krallıklar, padişahlıklar, şahlar dönemi zamanını dolduruyor, halk çağı açılıyordu.  İktidar burjuvazinin, toprak ağalarının değil, halkın hakkıydı.

     Sosyalizm akımı Anadolu’yu da kasıp kavuruyordu. Meclis’te halkçılığın en güçlü savunucusu “Halk Zümresi” idi. Yeşil Ordu adında yarı gizli bir örgütten başka, 14 Temmuz 1920’de Ankara’da gizli Türkiye Komünist Fırkası kuruldu. Bu akımın yasal partisi ise Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası idi. İstanbul’da da Şefik Hüsnü Değmer’in Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası faaliyet halindeydi. Bu gelişmeler üzerine hükümet de resmî bir Türkiye Komünist Partisi kurdu ve birçok mebus ve kumandan bu partinin üyesi oldu.

     Klasik adı Komünizm, Rusya’daki adı Bolşevizm, Türkiye’de ise bunların yanında “İştirakiyun” da denilen halkçılık, Türkiye’ye Fransa, Almanya ve Rusya’dan getirilmişti. Uzun yıllardır imparatorluğu ayakta tutmak için Osmanlıcılık, İslamcılık akımları peşinde koşan aydınlar, bu akımların iflas ettiğini görünce bir ara Türkçülüğe sarıldılar. İmparatorluktan kalan son toprakları bununla kurtarmak istediler. Fakat Türkçülük ve onun bir türevi olan Turancılık, Birinci Dünya Savaşı’nın sert duvarlarına çarpıp devletin dağılmasını önleyemedi.   Tek bir yol kalmıştı: Doğu’dan yükselen ve bütün milletlere yol gösteren sosyalizme sarılmak. Devletin yönetimini doğrudan doğruya emekçi halkın eline vermek. Hem emperyalizm, hem kapitalizm artık lanetliydi. Gelecek sosyalizmdeydi. Bu akım o kadar yaygındı ki, Türkiye’nin çok yakında sosyalist olacağına, bunun kaçınılmaz olduğuna inanılıyordu.

     Meclis’te Halk Zümresi adında bir grup vardı. Bu grup hükümetin politikasızlığını eleştiriyor, “Artık mesleğini(ideolojini) belirle” diye onu sıkıştırıyordu. Hükümet, 13 Eylül 1920 tarihiyle Meclis’e bir “Halkçılık Beyannamesi” verdi. Bunda Büyük Millet Meclisi’nin temel görevinin emperyalizm ve kapitalizme karşı bağımsızlık ve halkın egemenliği olduğu belirtildi. Türkiye Halk Hükümeti, halkın egemenliği için çeşitli reformlar yapacaktı.

    Halkçılık Beyannamesi 5 gün sonra Meclis’te okundu. Bunun bir hükümet programı mı, bir kanun önerisi mi olduğu tartışıldı. Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, bunun Bolşevizm’e özenti olduğunu söyleyerek din esasına göre bir program yapılmasını önerdi. Tasarı özel bir komisyona havale edildi. Komisyon, bundan bir bildiri, bir de anayasa tasarısı çıkardı ve ikisi de 2 ay sonra 18 Kasım 1920’de Meclis’e geldi.“Halkçılık Programı” adı verilen bildiri, Meclisin görevini“halkın milli sınırlar içinde hayat ve geleceğini sağlamak, halkı emperyalizmin ve kapitalizmin zulmünden kurtarmak”olarak açıklıyordu. O gün anayasa tasarısının görüşülmesine de başlandı. Yapılan konuşmalarda iktidar hakkının burjuvalarda değil emekçilerde olduğuna kuvvetli vurgular yapıldı. Çiftçilerin,  ellerinde çekiçlerle demircilerin Meclis’e gelerek iktidarı doğrudan doğruya ellerine almaları istendi.

    İki ay tartışılan tasarı, “Teşkilatı Esasiye Kanunu” adıyla 20 Ocak 1921’de kabul edildi. 23 maddelik yeni anayasanın birinci maddesi “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanmaktadır.” diyordu.  İlk cümle padişahı, ikinci cümle burjuva ve toprak ağalarını devreden çıkarıyordu. “Millet”ten kasıt, yalnız Türkler değil, onların çoğunluk olduğu bütün Türkiye halkıydı. Kurtuluş Savaşı sırasında gerek Mustafa Kemal Paşa’nın, gerek diğer yönetici ve aydınların“millet” derken hep bu çerçeveyi gözetmişlerdir. Üçüncü maddede “Türkiye devleti” ibaresi vardır. Meclis’in adı“Büyük Millet Meclisi” olarak 13 kez geçmektedir. Başında henüz “Türkiye” sözcüğü bile yoktur.  Anayasada bir kez olsun “milliyetçilik” sözcüğü geçmediği gibi “Türk” veya “Türk milleti” kavramı da yer almamıştır. Bunun yerine mukadderatını bizzat ve doğrudan yönetecek olan “Halk” ifadesi vardır.

    1921 Anayasası’nda halkın kendi kendini nasıl yöneteceğine diğer maddelerde değinilmektedir. Bunlar“Vilayet şûraları”, “nahiye şûraları”dır. Halk bu şûralar eliyle kendi kendini yönetecektir. Vilayet şuraları “muhtariyete”(özerkliğe) sahiptir. Evkaf, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal dayanışma işlerinin düzenlenmesi ve yönetilmesi vilayet şûralarının yetkisi içindedir. Mustafa Kemal Paşa, Sovyet temsilcileriyle görüşmelerinde bu şûraların onlardaki “Sovyet”lerle aynı olduğunu anlatmıştır.

     Bu kısa gelişmeyi verdikten sonra şimdi şu soruyu sorabiliriz:

   Türkiye’nin kurucu ilk meclisi neden böyle bir anayasa yapmıştır? Bu anayasada neden bir kere olsun “Türk” sözü geçmemiştir. Egemenlik neden Türk milletine değil demilletehalka verilmiştir? Adı geçen millet hangi millettir?

     Bunun nedenlerini de ana hatlarıyla belirtmeye çalışalım:

  1. Türk milletiTürk milliyetçiliğikavramları o tarihlerde aydınlar tarafından bilinmiyor değildi. Fakat İttihat Terakki’nin, bu kavramların bir türevi olarak Turancı siyaseti imparatorluğu felakete sürüklemişti ve yeni devleti kuranlar bu kavramları kullanmaya gerek duymadılar. Yoksa Türklükten istifa etmiş değillerdi!
  2. Anayasada egemenliğin sahibi olarak Türk milleti, devletin ideolojisi olarak Türk milliyetçiliğigeçseydi, emperyalizme karşı bir cephe kurulamazdı. Buna İslami muhafazakârlar, Kürtler, Çerkezler ve bu cephe içinde tutulmak istenen diğer unsurlar itiraz edebilirlerdi. Anadolu’da çoğunluk olmakla birlikte yalnız Türklerle veya Türklük kavramıyla bu savaş zafere ulaştırılamazdı.
  3. Türklük bilinci kitleler arasında yeterince yayılmamıştı. Onlar kendilerini öncelikle İslam olarak nitelendiriyorlardı.
  4. O dönemde, Türkiye’yi çevreleyen ülkelerde Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan’da olduğu gibi yeni millî devletler kurulmakla birlikte bunlar milliyetçilik değil, halkçılık ideolojisini öne çıkarıyorlardı. Etkileyici akım sosyalizmdi. Aslında emperyalistlerin en korktukları da milliyetçiler değildi. Hatta Kafkaslardaki milliyetçileri elde tutuyorlardı. Onlar en çok sosyalistlerden korkuyorlardı. Türkiye’yi sosyalist olmaktan caydırmak için epey de uğraştılar.

Sonra ne oldu?

1920 yılında sosyalizm Türkiye’de en etkili akımdı ama bunun gerçek sahipleri olması gereken işçi ve köylüler bunu gerçekleştirecek bir bilinç ve güçlü örgütlere sahip değillerdi. Yönetici sınıfın sosyalistliği de içselleşmemişti. Zaman öyle gerektirdiği için sosyalisttiler. Kısa zamanda sosyalistlikten caydılar. Yönetimi ve dolayısıyla refahı hiçbir sınıfla paylaşmak istemediler. Artık emekçilere ihtiyaçları kalmamıştı. Orduların İzmir’e ulaştığı günlerde Başbakan Rauf Bey, Halk İştirakiyun Fırkası yöneticilerini çağırarak “Artık size ihtiyaç kalmadı!” diye açık konuştu ve tehdit etti. Bununla birlikte gerek savaş sırasında gerek cumhuriyetin ilk yıllarında halkçılık kavramı hâlâ itibarını koruyordu. 30 Ekim 1022’de Padişahlığın kaldırılması için hararetli görüşmelerin yapıldığı Meclise verilen 79 imzalı önergede “Türkiye Devleti adıyla genç, dinç, millî bir halk hükümeti kurulduğu” belirtiliyordu. Sivas Kongresi’nde kurulan ilk adı Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, sonra Meclis’te Birinci Grup adını alan grup, partiye dönüştürülürken adına “Halk Fırkası” denmesinin nedeni de budur. Ancak halkçılık ideolojinin yerini, Tek Parti Döneminde gitgide koyulaşan bir Batıcılık ve Türk milliyetçiliği aldı. Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Batıcılık gibi milliyetçilik de halkı iktidara getirmedi. Onun 1920’de vaat edilen iktidar hakkını gasp etti. Başımıza ne geldiyse de bunlardan geldi.

Çıkarılacak ders:

Bu gelişmelerden bir güncel ders çıkarmak da zorunludur. Yeni bir anayasa yapılacaksa bunda egemenliğin Türk milletinde olup olmadığı tartışılabilir veya yerine başka ifadeler kullanılabilir. Ancak Anayasada “Türk” kelimesi geçmezse milletinin dağılacağı, Türkiye’nin bölüneceği gibi iddiaların ne kadar temelsiz olduğu görülüyor. Türkiye tarihinin geçirdiği en büyük devrim olan Kurtuluş Savaşı, anayasasına milliyetçilik veya Türk milliyetçiliği, hattaTürk kavramını koymadan yapıldı. Hatta denebilir ki bunları koymadığı için başarıya ulaştı. Çünkü millet ile Türkiye’de yaşayan herkes anlaşılıyordu. Yol gösterici olan, zaferi garantileyen Türk ve Kürt milliyetçiliği değilyurtseverlikti.  Bu iş için canlarını ortaya koyduklarına göre onların bizlerden daha yurtsever olduklarını itiraf edelim.

       Hâkimiyetin halka ait olduğuna inanıyorsak ve bunun mücadelesini vereceksek bunu halkçılıkla mı, milliyetçilikle mi başarıya ulaştırabiliriz? Hatırlayalım: Türkiye Devleti, emperyalizmle mücadele ve halkçılık ideolojisiyle kuruldu.

        İşte size tarihsel gerçeklerden çıkarılmış ezber bozan sorular… (1.3.2013)

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir