İÇİMİZDEKİ ANARŞİST

03/11/2021 

Değerli okuyucularım!

Aslında hepimizin, şöyle veya böyle, içimizde anarşist bir ruh taşıdığını biliyor muydunuz? Çok iddialı konuşup bu tezimi kabul etmeyecek okuyucularım olabileceğini hayal edebiliyorum. İsterseniz “anarşizm” kavramına doğru bir yolculuk yapalım:

 GİRİŞ

Önce bir hatırlatma ve düzeltme yapmak isterim:

 1960’lı yılların sonu ve 70’li yılların başlarında sol görüşlü gençlerin şiddet eylemleri Türk basında genellikle “Anarşizm-Terörizm”  ve bu eylemleri gerçekleştiren gençler de “Anarşist-Terörist” olarak isimlendirildiğinden “Anarşizm veya Anarşist” kelimeleriyle ilgili olarak kamuoyunda negatif bir algı oluşmuş, hatta “Anarşist” kelimesiyle “Terörist” kelimeleri birbirine eşdeğer varsayılmıştır.

Halbuki Anarşizm; Sosyalizm ve Kapitalizme alternatif olarak ortaya çıkmış bir düşünce sistemidir. Bu nedenle “Anarşist” kelimesinin “Terörist” kelimesiyle eş anlamlı tutulması doğru bir kullanım değildir. Bu durumda, Anarşizm nedir, diye sorabiliriz.

ANARŞİZM

Önce kelimenin etimolojisine yani kökenine göz atalım: Yunancada “An” ön takısı olumsuzluk belirtir. “Archos” kelimesi de “Yönetici” anlamına gelir. İki kelimeyi birleştirdiğimizde “Anarchos” diye bir kelime çıkar. Bunun anlamı nettir: “Yöneticiye veya yönetime veya otoriteye karşı olmak.”

Anarşizmin, zannedildiği gibi şuraya buraya bomba atıp, kaos çıkarmakla bir ilgisi yoktur. Türkçede maalesef “Anarşizm” ifadesi bu anlama gelecek şekilde kullanılmaktadır.

 

 Anarşizmin Sembolü

Anarşizmin temel argümanı şudur:

“Her türden otorite, bireyin özgürlüğünü kısıtlayan bir çeşit adı konmamış cezaevidir. Devlet, din, tanrı, ordu, mahkeme, aile, şirketler, üniversiteler yani kısacası hiyerarşik bütün yapılar bireyi boğar, özgürlük ruhunu ve yaratıcılığını öldürür. Yukarıda sıralan bütün otoriteler insan icadı yani insan yapımıdır. İnsanoğlu, kendi kendisini, tarih süreç içinde yine kendi eliyle yarattığı hiyerarşide cezalandırmış, esir durumuna indirgemiştir. Bütün otoriteleri yıkmalıyız! Ancak o zaman gerçekten özgür birey olabiliriz!”

Kısacası anarşizm, geleneksel siyasete karşıdır. En iyi çözümün “devletsizlik” olduğuna inanır. Otoritenin olmadığı özyönetimden yanadır.

Elbette anarşizm tanımı da zaman içinde değişime uğramış, çeşitli yorumlar ortaya çıkmıştır. Ancak kısa bir makale için bu detayları şimdilik göz ardı edeceğiz.

Klasik anarşizme göre örneğin parlamento sahte bir kurumdur, halkın iktidarı değildir, bu yüzden oy vermemek gerekir. Devlet, doğası gereği kötüdür. Yok edilmelidir. İyi de Komünistler de devletin yok edilmesinden yanalar… O halde Anarşizm ile Komünizm arasındaki kesişim ve ayrışım noktaları nedir diye kendimize sorabiliriz.

 

“PROUDHON” ADINDA BİR DAHİ

Anarşizm Felsefesinin Kurucusu PROUDHON

Anarşist teorinin kurucusu hiç şüphesiz Fransız ekonomist ve düşünür Pierre-Jopeph Proudhon’dur (piyer jozef prudo). Proudhon, 1809 yılında Fransa’nın bir köyünde dünyaya gelir. 1840 yılında “Mülkiyet Nedir?”adlı ünlü eserini yayımlar. 1846 yılında “Sefaletin Felsefesi” kitabını yayımladığında anarşizm felsefesi yavaş yavaş kök salmaya başlar.

Komünist felsefenin kurucuları Karl Marks ve Friedrich Engels’in ünlü “Komünist Manifesto” isimli kitaplarını, 1848 yılında yayımlandığını dikkate alırsak, anarşist Proudhon’un komünistlerden bir adım ileride olduğunu söyleyebiliriz.

Karl Marks, Proudhon’u eleştirmek için kolları sıvar. Proudhon’un, “Sefaletin Felsefesi” kitabına, “Felsefenin Sefaleti” kitabıyla cevap verir. Karl Marks, Proudhon’la boy ölçüşmek için ha bire okur ve kendisini geliştirir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Proudhon olmasaydı Karl Marks da olmayacaktı!  

Mülkiyetin hırsızlık olduğunu ilk dile getiren Proudhon’dur. Marks, Proudhon’dan ödünç aldığı bu tanımın altını doldurmak için nerdeyse British Museum Library’de (İngiltere Müzesi Kütüphanesi) bir ömür tüketir. Matematik formülleriyle uğraşırken tesadüfen, “Artı Değer” kavramını yani “emeğin hırsızlığını” keşfeder. İsterseniz Proudhon’un kitap çalışmalarına ışık tutalım:

 

  1. Mülkiyet Nedir? (1840)
  2. Mülk Sahiplerine Uyarı (1842)
  3. Felsefenin Sefaleti (1846)
  4. Toplumsal Sorunun Çözümü (1849)
  5. 19’un YY’da Genel Devrim Fikri (1851)
  6. Devrim Fikri (1851)
  7. Bir Borsa Spekülatörünün El Kitabı(1853)
  8. Devrimdeki Adalet ve Kilise (1858)
  9. Savaş ve Barış (1861)
  10. Toplumsal İttifakın İlkesi (1863)
  11. İşçi Sınıfının Siyasi Kapasitesi(1865)
  12. Mülkiyet Teorisi (1866) (Ölümünden sonra yayımlanmış)
  13. Meşrutiyetçi Hareketin Teorisi (1870)(Ölümünden sonra yayımlanmış)
  14. Sanatın İlkesi (1875) (Ölümünden sonra yayımlanmış)
  15. Yazışma (1875) (Ölümünden sonra yayımlanmış)

 Avrupa’ya gitmeden önce İTÜ’de öğrenciyken Marks’ın “Felsefenin Sefaleti” isimli kitabını okumuş, bu kitap nedeniyle “Proudhon” adıyla tanışmıştım. Aslında o yıllar solcu ve sosyalistler, her şeye “Marks, Engels ve Lenin” penceresinden bakmayı alışkanlık haline getirmişlerdi.

Benzer şekilde Engels, “Anti-Dühring” kitabıyla Alman filozof ve ekonomist Karl Eugen Dühring’i (1833-1921) eleştiren bir kitap kaleme almıştı. Ne Proudhon’un ne de Dühring’in kendi kitaplarını okuma şansımız yoktu çünkü Türkçeye çevrilmemişlerdi.

 

ANARŞİST DÜŞÜNCEYLE TANIŞMAM

Yanılmıyorsam 1991 yılının sonlarıydı… Paris’te çalıştığım şirketin patronu, hafta sonu malikanesinde vereceği yemeğe beni de davet etmişti. Masamızda ilk kez tanıştığım bir beyefendi vardı.  “Libertarian Alternative” isimli Anarşist-Sendikalist hareketin öncülerindendi. Seçimler üzerine bir konuşma oldu. Beyefendi, konuşmasında durmadan “Anarşizm” kelimesine vurgu yapıyordu. Konu ilgimi çekmişti.

“Libertarian Alternative” İsimli Anarşist Sendikal Hareketin Gazetesi

Pazar günü öğleden sonrasıydı… Bir ara baş başa kaldık. “Anarşizm” üzerine aramızda bir tartışma oldu. Doğrusunu isterseniz, Türkiye’de iken bilinçaltımıza yerleştirilen “Anarşist” tanımı nedeniyle önyargılıydım. Beyefendi, beni Proudhon ve Bakunin’in düşünceleriyle tanıştırdı.

Ertesi gün bir fırsatını bulup FNAC’a (Fransızların ünlü kitapevi zinciri) gidip Proudhon’un bulabildiğim tüm kitaplarını aldım. Bir insan eğer bir şeyi gerçekten merak ediyorsa zamanın bir önemi yoktur. Ben de yeni tanıştığım “Anarşizm” felsefesini merak ediyordum. Birkaç kitap okumasından sonra, zihnim allak bullak olmuştu. Marks ve Engels’i tartışmasız ve hatasız filozoflar olarak kabullendiğimizden, Proudhon’un heyecan verici satırlarını önce önemsemedim ancak mantık kurgusu harikaydı ve beni argümanlarına ikna etti.

Okuyucularım şunu bilmeli ki komünist düşünce anarşist düşüncenin içinden doğmuş ve dallanmıştır. Karl Marks ne kadar Hegel’in öğrencisiyse o kadar da Proudhon’dan öğrenmiş veya Proudhon’u anlamak için kendisini geliştirmiştir.

 Proudhon, 1865 yılında vefat edince bu kez Proudhon’un takipçisi olan anarşist Bakunin ile Marks karşı karşıya gelirler. 1872 yılında yapılan Birinci Enternasyonal’de Bakunin, Marks’la çatışır. Bakunin üstünlüğünü fark eden Marks, kendi eliyle Birinci Enternasyonali sonlandırır. O günden sonra Komünistler ve Anarşistler yollarını ayırırlar.

Burada kısa bir not düşmek isterim: Eğer Rusya’da Ekim Devrimi olmasaydı ve Lenin, Marks’ı kitlelere tanıtmasaydı, bugün Marks’ın adı pek bilinmeyecekti çünkü Marks hayatta iken Kıta Avrupası’nda ismi Proudhon’unki kadar geniş kitlelere ulaşmamıştı yani popüler bir isim değildi.

 

Mikhail Bakunin 

CEZAEVİ VE SÜRGÜN

Tekrar Proudhon’un hayatına geri dönmek istiyorum… Eğer karşılaştırırsak Marks, Proudhon’a göre daha şanslıydı. Birkaç gözaltını saymazsak ve iki hükümet sürgünü ve daha sonra gönüllü olarak İngiltere’ye gidip Londra’ya yerleşmesi dışında bir sıkıntısı olmadı. Londra’da yoksuldu ama fabrikatör arkadaşı Engels’den yardım alıyordu.

Proudhon, o kadar şanslı değildi. 1849 yılında Fransız Cumhurbaşkanı’na hakaretten 3 yıl hapis yattı. 1858 yılında Devrimde Adalet ve Kilise isimli kitabı yüzünden Kiliseye hakaret nedeniyle hakkında yakalanma emri çıkarıldı. O da Marks gibi Belçika’ya kaçtı. 4 yıl orada kaldı. Savaş ve Barış isimli eserini 1861 yılında Belçika’da kaleme aldı.

Unutmayalım ki dönemin en ünlü yazarları anarşizm felsefesine ilgi göstermiş ve benimsemişlerdi. Bunlardan birisi de ünlü Rus yazar Leo Tolstoy idi.

Sekiz yıl sonra yani 1869 yılında Tolstoy, artık hayatta olmayan Proudhon’u onurlandırmak için kendi dev eserine “Savaş ve Barış” ismini vermiştir.

Proudhon 1863 yılında Fransa’ya dönmüş, 54 yaşında 1865 yılında vefat etmiştir. Mezarı Montparnasse mezarlığındadır. Mezarını birkaç kez ziyaret ettiğimi biliyorum.

                            Proudhon’un Mezarı (Paris / Montparnasse)

İSPANYA İÇ SAVAŞI

Anarşistlerin “özyönetimden” yana olduğunu daha önce söyledim. 1871 Paris Komününde en önde savaşanları Komünistler olduğunu bize hep yutturdular. Hatta Marks ve Engels’in siperlerin üzerinde savaşa katıldıkları hikaye edilmiştir. Halbuki 1871 Paris Komünün gerçek başlatıcıları ve gerçek bedel ödeyenler anarşistlerdi.

Anarşistlerin özyönetim arzusu ikinci kez 1936 yılında başlayan İspanya İç Savaşı sırasında uyanır. On binlerce Fransız anarşist İspanya’ya akın eder. Çoğu anarşist felsefeye gönül bağlamış yazarlar (Hemingway, Malraux, George Orwell, Lorca, Tristan, Emma Goldman, Arthur Koestler, Ilya Ehrenburg, Pablo Neruda vb) Madrid şehrini bir kale gibi savunmaya hazırlanırlar. Sloganları kısa ve nettir: “No Pasaran” yani “Geçit Yok!”

 

Anarşizm Teorisinin ve Feminizmin Sembol İsmi Emma Goldman

Ünlü Amerikalı Yazar Hemingway İspanya İç Savaşında

Şansları bu kez de yaver gitmez, anarşistler yenilgiye uğrarlar. Kaçan kurtulur çoğu siperlerde ölür. General Franco direnişi kırıp Madrid’e girdiğinde gülerek şöyle der: “Geçit Var!”

 Anarşistler, sonraki yıllar sendikalarda örgütlenirler. Bugün dünyada anarşist sendikacılık birçok Avrupa ülkesinde oldukça belirgin ve söz hakkına sahiptir. İşin ilginç yanı, bugünkü anarşist teorisyenlerin üzerinde hemfikir olduğu bir konu var: Suriye’nin kuzeyindeki Rojava’daki (yani Batı Kürdistan. Hatırlatma: “Rojava” Kürtçede “Batı” anlamına geliyor.) yönetimin anarşist ideallere en uygun “özyönetim” ilan etmeleri ve arka çıkmalarıdır. Bunun nedeni Rojava’nın devlet kurmadan kendini yönetme becerisi göstermesi ve kadın haklarının en üst düzeyde güvenceye alınmasıdır.

 PROUDHON-MARKS TARTIŞMASI

Proudhon ve çocuğu (Bir ressamın fırçasından / 1865)

Marks

Proudhon ve Marks, her ikisi de yetkin bir filozoftu. Birbirleriyle polemiğe girdiklerinde ortalama okuyucunun anlamakta zorlanacağı felsefi bir jargonlu birbirlerine hücum etmişler, karşılıklı atışmaları Proudhon’un erken vefatına kadar aralıksız devam etmiştir.

Burada okuyucumdan af dileyerek her iki filozof arasındaki tartışmayı anlaşılabilir bir dilde sizlere aktarmak isterim:

 PROUDHON: Bütün otoriteler bireyin düşmanıdır, yok edilmelidir! Bunların başında devlet gelir.

MARKS: Haklısın! Ben de aynı görüşteyim. Kapitalist devlet yok edilmelidir. Ancak bu birdenbire olamaz. Önce Sosyalist devlet kurulacak. Zamanla devlet kendi kendini feshedecek, devletin olmadığı Komünist sistem ortaya çıkacaktır. Birey de devletten kurtulmuş olacaktır. Herkes yeteneğine göre çalışacak, ihtiyacına göre alacaktır.

PROUDHON: Geçiş dönemindeki devlet yapılanmasına (sosyalizme) tahammül ettiğimi varsayınız lütfen! Komünist sisteme geçtiğinizde bireyden yeteneğine göre çalışmasını talep ediyorsunuz. Niçin bireyi çalışmaya mecbur ediyorsunuz. Birey özgürdür. Yeteneğine göre de çalışmak zorunda değildir. Siz, bireyin özgürlüğünü gasp ediyorsunuz. Devletten ne farkınız kaldı ki?

MARKS: İnsanlar birlikte yaşamalı ki birlikte üretebilmeli ve ilerleyebilmelidirler. Sizin düşüncenizi esas alırsak insanlığı Neandertal (mağaralarda ve ağaçlarda yaşayan insanlar) döneme geri götürmüş olacaksınız.

PROUDHON:  Hiç de öyle değil! Siz komünal bir sistem kurup bireyi yeteneğine göre çalışmaya mecbur ederseniz çok geçmeden kaçınılmaz olarak yeniden toplumda hiyerarşiler doğacak, devlete benzer yapılar ortaya çıkacaktır. Birey özgür olmalıdır. Topluma karşı hiçbir mecburiyeti olmamalıdır. Özgür birey ancak insanlığa kurtuluşu gösterebilir ve mutlu olabilir. Gerisi hep aynı kapıya çıkan farklı döngülerdir.

Evet, değerli okuyucular! Marks ve Proudhon arasındaki bu basitleştirilmiş felsefi tartışmadan kimin baskın çıktığının takdirini size bırakıyorum. Marks, Proudhon’u “Toplum” düşmanı olarak suçlarken, Proudhon sessiz kalmaz, Marks’ı “Birey Düşmanı” ilan eder.

Bir kez daha sormak istiyorum:

 İçinizde ve ruhunuzda saklı bir anarşist var mı?

Hadi hadi korkmayınız, itiraf ediniz!.. Çünkü benim içimde gerçekten bir anarşist saklı uyuyor!

 

Benzer Haberler

0 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir